Şampiy10
Magazin
Gündem

Batı ‘gerçekleri’ ne zaman görecek?

Gün geçmiyor ki Güneydoğu’da bir ilden, ilçeden “Acı haber geldi” başlığıyla şehit ve yaralı güvenlik görevlilerinin haberleri duyulmasın.

Dün yine Şırnak Cizre’de de bir üsteğmenin PKK tarafından şehit edildiğini öğrendik. Savaşta bile okullara, hastanelere, camilere saldırılmaz, bu terör örgütleri hepsine saldırmaktan çekinmiyor.

Bütün bu olaylara rağmen “PKK terörü ile Türkiye’nin yaşadıkları” ise Avrupa’yı ve diğer ülkeleri hiç ilgilendirmiyor…

Yanlış yorumlar!

Dünyanın en çok okunan dergilerinden biri olan Economist son sayısında başyazılarından birinde “Türklerle Kürtlerin savaşı” diyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Kürtleri ezmekten vazgeçmesi, bunun yerine barış görüşmelerini yeniden başlatması gerektiği” anlatılıyor.

AKP Hükümetinin “PKK’nın kurucusu Öcalan’la barış müzakereleri yürüttüğü” ama sonra Erdoğan’ın “Kürt militanlara yönelik savaşını ölümcül bir şekilde yeniden başlattığı, yüzlerce kişinin öldüğü” yaptıkları yorumlar arasında.

Ayrıca Erdoğan’ın “PKK’nın tavrından yararlanarak” barış görüşmelerine son verdiği, böylece Türkiye’nin Ortadoğu’da giderek genişleyen savaş bölgesine çekildiği de vurgulanmış.

Olayları saptırmak…

Açıkçası Economist’in sonuç olarak; terörden en çok çeken ülkelerden biri olan Türkiye’nin değil, HDP-PKK ortaklığının yanında yer aldığı söylenebilir.

Ortada bir Kürt-Türk savaşı yok, operasyonlar aynen AB ülkelerinin yaptığı gibi bir “teröre karşı savunma, halkı ve topraklarını koruma” olarak başlatılmış ama Batı medyası ve liderleri olayı böyle görmekten ısrarla kaçıyor. Davos’ta Başbakan Davutoğlu’yla görüşen Merkel bugüne kadar yaptıkları gibi devamlı “Avrupa’ya göçü Türkiye önler” diyor ve mülteciler için verecekleri paranın en az 3 katını harcamış olan Türkiye’ye “3.5 milyar Euro”dan söz ediyor.

ABD ve Türkiye sık sık “NATO müttefiki ve dost ülkeler olduklarını” söylüyorlar ama karşı tarafın eylemleri buna pek uymuyor.

Daha 2 gün önce ABD’den Türkiye’ye “IŞİD’le mücadelede daha fazla katkı bekliyoruz. Sınırlarınız yabancı savaşçıların geçişi için zayıf” uyarısı geldiğinde de aynı sözü araya sıkıştırmışlardı.

Bu çelişkiye bir örnek; ABD Başkan Yardımcısı Biden ile Başbakan Davutoğlu görüşmesinden sonra basına yapılan açıklamada Davutoğlu terör örgütlerini sayarken Suriye’deki PKK olan PYD’nin “savaşan kolu YPG”yi IŞİD’le birlikte saydı.

Biden ve pkk!

Oysa Biden “PYD ile PKK’yı ayrı tutmak lazım” sözleriyle PYD-YPG’nin yanında olduklarını bu ziyaretinde ortaya koymuştur.

Bu görüşmeden sonra Başbakan’ın yaptığı “ABD ile Irak’taki Başika kampı konusunda koordineli hareket etme konusunda mutabakata varıldı” açıklaması da ABD’nin bu tutumu nedeniyle soru işaretleri içeriyor. Madem ki ilişkilerimiz “stratejik vizyona” dayalıdır, Türk askerinin Başika’da, Bölgesel Kürdistan Yönetimi alanında peşmergeleri eğitmesi hangi ortak strateji gereği olarak düşünüldü?

Barzani “Bağımsız Kürdistan’a hiç olmadığımız kadar yakınız, Ortadoğu’nun yeni sınırları için yeni bir uluslar arası anlaşmaya ihtiyaç var” derken bu soru bir açıklamayı hak ediyor.

Yazının devamı...

Bir yanlışlık var!

Terör olayları hız kesmezken, PKK okullara bile saldırırken birçok yerde önemli toplantılar, ziyaretler yapılıyor ama dikkatle baktığınızda ortada garip çelişkiler ve yanlışlar var gibi görünüyor.

Başbakan Davutoğlu Londra ve Davos’ta “AB’nin mülteci sorunu”nu çözmek için kilit ülke olarak Türkiye’yi görmesi, “eş zamanlı IŞİD ve PKK saldırıları” yaşanması ve Ortadoğu’da sınırımızda olan gelişmeler nedeniyle Başbakan basının büyük ilgisiyle karşılaştı.

Bu ilgiden memnun görünüyor ama önemli olan seyahatlerinin “Türkiye’nin terör ve mülteci sorunu”na acil çözümler getirebilmesidir.

ABD ve AB’nin pkk desteği

Bu çözümler ise sadece oturumlarda “Batı DAEŞ’e karşı yaptığı dayanışmayı PKK terörüne göstermiyor” demekle veya “Biz DAEŞ’in de tüm terör örgütlerinin de karşısındayız. DAEŞ’i tolere ettiğimiz şeklindeki yaklaşımlar bize hakarettir” gibi ifadelerle bulunamaz.

“Türkiye ve ABD arasında terörle mücadele ve Suriye ile Irak’taki krize çözüm bulma konusunda çok yakın işbirliği var” diyoruz ve bakıyoruz ABD Suriye’de, sınırımız boyunca PYD’nin toprak kazanması için hava desteği veriyor.

Bakıyoruz ABD’nin PYD’ye yaptığı yardımlardan PKK yararlanmış ve Silopi’deki aramalarda “ABD yapımı insansız hava aracı” ortaya çıkmış.

“AB ile teröre karşı birlikteyiz, koalisyondayız” derken bakıyoruz Almanya’nın “IŞİD’e karşı” diyerek peşmerge güçlerine verdiği onbinlerce kalaşnikof, füze, bomba Kuzey Irak’ta pazarlarda satılıyor”.

Peşmergenin, Barzani’nin “PYD ve PKK”yı elindeki silahlardan yararlandırmayacağı düşünülemez. Zaten AB de aynen Rusya ve ABD gibi PYD-PKK’nın yanında yer alıyor.

Bunlar AB yetkilileriyle genel çerçeveler çizerek değil açık ve net konuşulmalıdır.

Asıl konu Rojava

Güvenlik Uzmanı Mete Yarar PKK terörünün aslında “sınır ötesi” ile nasıl ilgili olduğunu ve IŞİD muammasını şöyle açıkladı;

“Ortadoğu’nun yeni dizaynı için DAEŞ sadece bir maymuncuktur. DAEŞ’in içinde farklı gruplar var. Biri PKK’ya saldırırken diğeri PKK’nın önünü açıyor.

PYD ise IŞİD’le savaşıyorum pozisyonuyla kendisine güç ve itibar devşirmiştir. Suriye rejimi de PKK’nın arkasındadır.

Amaçları önce Rojava (Suriye Kürdistanı), sonra Türkiye… Bu yolda şehirlerin yanması, partinin baraj altında kalması ya da Kürtlerin ölmesi onlar için hiç önemli değil”.

Bunları düşününce Rusya’nın Kamışlı’ya kadar asker göndermesi, Türkiye’yi tehdit ettiğini ima eden girişimleri daha da önem kazanıyor.

Merkel ve Biden

Başbakan Davutoğlu Davos’ta Merkel’le görüştükten sonra Türkiye’ye dönerek, Ankara’da partili milletvekilleriyle görüşmeler yapan ABD Başkan Yardımcısı Biden’le görüşecek.

Onlarla Suriye’de sınırımızdaki tabloyu, PYD lehine değişen gelişmeyi, PYD’ye dolayısıyla PKK’ya verdikleri açık desteği konuşmalıdır. Bu arada… Merkel’le “AB’ye giriş sürecimizin hızlanması”nın da konuşulacağı söyleniyor. Bir yandan da AB “Mülteci sorunu sürerse AB projesi çöker” açıklaması yapıyor.

AB gibi güçlü bir birlik “1-2 milyon mülteciyle” çökerse Türkiye 2.5 milyonu geçen mülteciyle ne olur bunu da sormalıyız!

Yazının devamı...

Mustafa Koç’a veda!

Dün sabah yine beklenmedik bir büyük üzüntüye uyandık.

Rahmi Koç’un büyük oğlu, Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç’un sabah saatlerinde “spor yaparken kalp krizi geçirerek yaşamını kaybettiği” haberi tüm ülkede, özellikle onu tanıyan ve seven herkeste şok etkisi yarattı.

Mustafa Koç çok genç bir yaşta “gıdadan turizme, otomotiv sanayinden gıda sanayine, eğitimden sağlık sektörüne” kadar akla gelen her konuda kalkınma sağlamış olan Koç Holding’in sorumluluğunu üstlenmiş, hayatı boyunca babası Rahmi Koç gibi ülkesine hizmet için çalışmıştı.

Onun genç denecek bir yaşta kaybına ülkem adına üzüldüğüm kadar “çok değerli dostlar” olarak bildiğim asil bir ailenin acısını yüreğimde hissederek de üzüldüm.

Vakur acı

Mustafa Koç’un eşi Caroline Koç’un, onun kaybından bir hafta önce Instagram hesabında yazdığı mesaj ne kadar doğruydu;

“Bazen bir anın gerçek değerini, o an bir hatıraya dönüşmeden önce anlayamazsınız”…

Bazen bir toplum da insanlarının değerini onları kaybetmeden önce anlayamaz. Koç ailesi hemen her yıl vergi rekortmeni olur, Koç dünyanın en büyük şirketleri arasında yer alır, bir ülkeye gurur verecek, en saygın gruplardan biridir.

Bununla birlikte sebepsiz yere büyük sıkıntılarla karşılaştıkları yıllar yaşadılar.

Onlar için kullandığım “asil” sözcüğü en büyük sıkıntı dönemlerinde bile duruşlarının hiç değişmemiş olmasındandır. Zenginliklerini bile belli etmeyen, tam aksine vakıflarla, eğitim kuruluşlarıyla, hastanelerle bu zenginliği halkla paylaşan bir aile onlar.

Dün Mustafa’nın sevgili annesi Çiğdem Simavi, kardeşleri Ali ve Ömer Koç Amerikan Hastanesi’nde yakın dostlarının taziyelerini kabul ederken de, en büyük acıyı yaşarken de aynı vakur hava içindeydiler.

Son yazısı!

Mustafa Koç , Koç Holding yayını olan “Bizden Haberler” dergisindeki son yazısında “Suriye’deki iç savaşın Rusya’nın da dahil olmasıyla bölgesel bir kimlik kazanmasının önümüzdeki dönemlerde en büyük risklerin başında geldiğini” yazmış.

Yaptığı son derece doğru değerlendirme onun ülkesinin sorunlarıyla ne kadar yakından ilgilendiğini gösteriyor. Türkiye, Rusya’nın da müdahalesiyle çok ciddi bir tehdide dönüşen “Suriye sınırındaki gelişmeler”le içerde ve dışarıda mücadele etmek zorunda kalacak.

Onun kaybı, Türkiye’nin büyük bir değerinin kaybıdır.

Değerli Koç Ailesi’ne ve tüm toplumumuza, sevenlerine içten başsağlığı dileklerimi gönderiyor, Mustafa Koç’a Allah’tan rahmet diliyorum. Mekanı cennet olsun!

Yazının devamı...

Terör değil, vahşet!

Dilimiz söylemeye varmasa da Türkiye kan ağlıyor.

Gazete ve televizyonlarda verilen “Sur’da, Şırnak’ta şehit olan gencecik asker ve polisler”in cenazelerine bakmaya yürek dayanmıyor.

PKK’lı teröristlerin araçlara, binalara roketatarlarla saldırarak veya yollara döşedikleri patlayıcıları infilak ettirerek şehit ettiği güvenlik görevlilerinin çoğu 23-25 yaşlarında…

Şırnak’ın İdil ilçesinde servis aracına yapılan saldırıda şehit olan 26 yaşındaki polis Gültekin Tırpan’ın annesi Neriman Tırpan “Bana haber yollamış, ‘ağlamasın’ demişsin, ağlamıyorum oğlum, düşmanı güldürmem sana” ağıtlarıyla uğurlamış oğlunu. Bunun adı artık “terör” filan değildir, düpedüz Afganistan’da, Suriye’de veya Irak’ta yaşanan “vahşet”in aynısıdır.

Ne istiyorsunuz?

Dün Afganistan’ın başkenti Kabil’de bir intihar saldırısında 7 kişi öldü, 25 kişi yaralandı. Önceki gün Türkiye’nin 6 ilinde şehit cenazeleri vardı, dün ise Sur’da zırhlı aracın geçişi sırasında patlatılan bomba ile 3’ü ağır olmak üzere 9 asker yaralandı.

IŞİD, Taliban veya El Kaide büyük çapta toplu cinayetler işliyor, PKK da onların izinden gidiyor. Bu vahşet yaşanırken zaman zaman HDP ve PKK’nın “süreç devam etsin, masada çözelim” çağrıları duyuluyor.

Çağrıları kendileri “olayların dışından konuşuyormuş gibi” yapmaları dikkat çekicidir.

HDP’nin bu kadar asker-polis ve vatandaşın hayatını kaybettiği saldırıları uzaktan izlemesi, izlerken bir yandan “Kobani’de ne olduysa burada da olacak. Kürdistan küllerinden doğacak” benzeri açıklamalar yapması bir siyasi parti kimliğiyle bağdaşamaz.

Çağlar öncesinin vahşetini yaşatan bu örgütün ne istediğini gidip Meclis’te anlatma şansı varken bu parti susamaz.

Meclis nerede?

Demirtaş dünyayı dolaşıp katliamdan farksız terör eylemlerini “devletin aslında teröre karşı yürüttüğü” operasyonlar olarak yansıtıyor.

Akademisyenler bu operasyonları; Kürtlere karşı “yok etme politikası” olarak dünyaya duyuruyorlar.

Bunların hepsi gerçekle ilgisiz, Suriye’deki olaylarla Türkiye’de yürütülen terörü “bağlantısız göstermeye çalışan” açıklamalardır.

Türkiye çok yönlü saldırılarla karşı karşıya ve artık sorunun Meclis’te tüm partiler tarafından tartışılması, HDP’nin de bu tartışmalarda yer alması ötelenmemelidir.

Batı medyası bugün Güneydoğu’da olanları anlatırken “Suriye ve Irak’taki gelişmelerle bağlantısını, daha önce dağlarda yaşanan terörün şehirlere inmesinin nedenlerini” anlatıyor.

Savaştan farksız!

Türkiye bu gerçekleri açıkça ortaya koyma ve nasıl olursa olsun kasıtlı olarak savaş havasında yürütülen kanlı saldırılara çözüm bulma noktasındadır.

1990’lardan bu yana benzeri yaşanmamış yoğunluktaki PKK saldırıları ve ona paralel giden IŞİD saldırıları ile Türkiye’yi gerçekten Suriye benzeri bir kaosa sürüklemeleri önlenmelidir.

Böyle bir ortamda liderlerin birbirleriyle çekişmeyi, parti siyaseti yapmayı, yapay gündemleri bir yana bırakıp toplu olarak terör-vahşet sorununa eğilmeleri şarttır.

Gün kaybetmesinler, yazık oluyor ülkeye!

Yazının devamı...

Demokrasi ‘kalkan’ değil!

Türkiye’de demokrasi istismarı bugüne kadar çok görüldü ama son zamanlarda o kadar zirve yaptı ki demokrasinin dili olsa isyan ederdi.

Bir bakıyorsunuz kurultayında “demokrasi kalitesinin yükselmesi”nden söz eden parti aynı kurultayda genel başkanın karşısına başka bir aday çıkmasını engellemek için her şeyi yapıyor.

Eğer delegeler “genel başkanın listesini görülmemiş şekilde delecek” insiyatifi göstermemiş olsalar, son seçimde olduğu gibi yine sadece genel başkanın tercihleri parti meclisinde de yerini alacak. İsteyen ve belki daha da etkili çalışacak vatandaşların her türlü adımı önlenecek.

Bir bakıyorsunuz, ülkede “demokrasi” söylemleri arasında demokrasiyi ortadan kaldıracak, örneğin “yargının bağımsız karar vermediğini” gösterecek uygulamalar ortaya çıkıvermiş.

Taraflı bildiri

Günlerdir akademisyenlerin yayınladığı bildiri konusu gündemden düşmedi.

İmza atanlara soruşturmalar, evlere baskınlar ve göz altıların yapıldığı bildiri olayında tepkiler doğal olarak “ifade özgürlüğü” çerçevesinde sürüyor.

Çoğu “Biz de aynı fikirde değiliz, ama olmasak da düşünce ve ifade özgürlüğüne saygı gerekir” çizgisinde…

Oysa “Suça Ortak Olmayacağız” diyen bu bildiri, eğer dürüst olacaksak; terör saldırılarını görmezden gelen ve “bu saldırılarla devlete dayatma yapan” terör örgütünü destekleyen bir ifadeye sahipti.

Yine IŞİD ile…

7 Haziran seçiminden sonra IŞİD’in toplu katliamlarıyla başlayan terör bir anda PKK’nın da öncekilerden çok daha yoğun, savaş havasında sürdürdüğü teröre dönüştü.

Burada defalarca IŞİD ve PKK-PYD’nin “terör eylemlerinde ortaklık yaptığı” konusunu yazdım. Nitekim Suriye rejiminin, Rusya ve ABD’nin PYD-PKK ile yakınlığı, verdikleri destekler, yaptıkları toplantılar ortadadır.

Son olarak IŞİD’in Azez civarından Kilis’e attığı roketler de tesadüfen gelmiş değildir.

Türkiye daha önce Suriye savaşına müdahale ederek hata yaptı ve bu hatanın sınır ötemizde ve ülkenin içinde yaşanan değişikliklerle yakın ilgisi olduğu biliniyor.

Bununla birlikte PKK’nın Güneydoğu’da; diğer ülkelerin desteği ile PYD’nin Suriye’deki ilerleyişinden cesaret alarak sürdürdüğü kanlı terörü “devletin güvenlik ve savunma” operasyonlarıyla bir tutmak veya devleti suçlu ilan etmek açık bir yanlıştır.

Neden değişti?

Bu yanlışı ve tepkileri kendileri de gördüğü için aydınlar 4 maddelik ikinci bir bildiri yayınladılar. Orada “PKK, Kürtlerin imha edilmesi politikaları ile mücadele ederken kör teröre dayanarak sivillere zarar veremez” maddesi konmuş.

Bu kez PKK’yı da eleştiriyor havası verilse de devletin “Kürtleri imha politikası” ifadesi yine birinci bildiriden farksızdır.

Hiçbir demokratik ülkede vatandaşların terör örgütlerine, hele de “amacını açıkça söyleyerek” her gün onlarca asker-polis ya da sivil masum insanın canını alan bir örgütün hendekli, tuzaklı, bombalı eylemlerine destek vermesi kabul edilemez ve görülmemiştir de…

Kısacası, “ifade özgürlüğü” elbette olmalıdır ama özgürlük ancak “devlet” ve herkes demokrasinin bir kalkan olmadığını bilirse elde edilecek bir haktır.

Yazının devamı...

Gizli ilişkiler!

Başbakan Davutoğlu İngiltere’den sonra Almanya’ya geçecek ve Berlin’de Almanya Başbakanı Merkel ile görüşecek.

İlk kez yapılacak olan ve iki ülkeden bazı bakanların da katılacağı “Türkiye-Almanya Yüksek İşbirliği Konseyi” toplantısında; Sultanahmet bombalı saldırısından mülteciler için verilecek 3 milyar Euro’ya kadar çeşitli konuların tartışılması bekleniyor.

“İşbirliği” sözcüğü aslında Batı için “kendilerini her türlü tehlikeden korumak için işbirliği” anlamı taşıdığından Türkiye adına ne kadar olumlu bir sonuç çıkacak bilmiyoruz.

Avrupa Birliği ülkelerinin çoğu IŞİD teröründen korunmak üzere mültecilere kapılarını kapattılar. Merkel’in bu konuda yapacağı bir şey yok.

Türkiye ise hala her hafta bir mülteci botu faciasıyla ve milyonlarca mültecinin bakımı, aralarına karışarak Türkiye’ye girerek yuvalanan teröristlerin saldırı tehlikesiyle karşı karşıya. Kısacası bu konu sadece para ile bitmiyor ama başta Almanya olmak üzere AB sorunun yalnızca bu kısmıyla ilgileniyor.

Suriye’de yanındalar

Birleşmiş Milletler Suriye rejim güçlerinin kuşattığı bölgelerde insanların yaşam koşullarının çok kötü olduğunu, mülteci kamplarında yardım ihtiyacının arttığını bildirdi.

Bu bölgelerin çoğu Türkiye sınırında ve Suriye sırf PYD’nin yolunu açmak üzere o bölgelere Rusya ile birlikte saldırı düzenliyor.

Bu arada ABD’nin de PYD ve PKK’ya destek verdiğini açıkça gösteren işaretler var. PKK’nın Suriye kolu olan PYD’nin Kobani ve Tel Abyad’ı almasına hava desteği veren ABD daha sonra “Fırat’ın batısına geçerek ilerlemesine” de aynı şekilde yardımcı oldu.

Azez kentini almalarına ise yaptığı bombardımanlarla Rusya destek verdi.

Esad-pkk toplantısı

Esad rejiminin İçişleri Bakanı Muhammed El Şaar’ın Haseke şehrinde “PYD ve Kandil’den gelen gruplarla” görüştüğü, yapılan açıklamada PYD’nin katılımını Rusya’nın istediği haberi aslında bu ilişkileri gizlemeye gerek bile duymadıklarını gösteriyor.

Bu ilişkilerin bir başka açık kanıtı PKK Kandil yöneticisi Cemil Bayık’ın IŞİD’e karşı ortak savaşı öne sürerek “Kobani’de ABD bizim ortağımız” demesidir.

Cemil Bayık da Demirtaş gibi Güneydoğu’da PKK’nın savaştan farksız terörü aralıksız sürerken “Türkiye ile barış istediklerini” söyledi ama Batı ülkelerinin neden kendilerine yardım etmesi gerektiğini de şöyle açıkladı;

“Eğer Kürtler (PYD) Suriye bölgesinde daha güçlü olursa Avrupa Rusya’ya enerji bağımlılığından kurtulabilir. Enerjinin Akdeniz’e giden yolu Rojova’dan (Suriye Kürdistanı, Güneybatı Kürdistan dedikleri bölge) geçiyor. Bu yol garanti altına alınırsa Avrupa rahat bir nefes alır”.

Konsey’de tartışılmalı

Görüldüğü gibi bir süredir farklı ağızlardan “ABD bize yardım etsin” diyen PKK, AB’nin tam desteğini almak ve Türkiye sınır boyunda Akdeniz’e kadar olan alanı ele geçirmek için de iyi bir neden bulmuş.

Türkiye-Almanya İşbirliği Konseyi’nde Merkel’le; ABD’nin çift yüzlü politikasını bildiğimizi, Bayık’ın bu sözlerini hatırlatmalı ve AB’nin “Suriye’deki gelişmeler, PKK terörü ve Türkiye’de Kürdistan hayalleri”ne karşı nasıl bir politika izleyeceğini tartışmalıyız.

Yazının devamı...

‘Demokratik seçim’ bu mudur?

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli Cuma günü bir kalp operasyonu geçirdi, önce ona ‘geçmiş olsun’ dileklerimi gönderiyorum.

Son seçim hezimetinin ardından MHP içinde haklı bir muhalefet ortaya çıktı. Sinan Oğan, Meral Akşener, Koray Aydın gibi isimler MHP Genel Başkanlığı’na adaylıklarını açıklayarak “olağanüstü kurultay”a gidilmesini istediler.

Kurultay bekletiliyor

Bahçeli “Kaç imza toplanırsa toplansın olağan kurultay Mart 2018’de” diyerek kurultayı bir yıl da öteleyeceğini duyurduktan birkaç gün sonra, Cuma günü Akşener, Oğan ve Aydın’ın topladıkları 543 imza MHP Genel Merkezine gönderildi.

Benzer bir kurultay çekişmesi AKP karşısında girdiği tüm seçimleri kaybeden, oyunu yüzde 25’in üzerine çıkaramayan, kendi seçmeninin de tepkisini çeken ana muhalefet partisi CHP’de yaşandı.

- Kasım seçimlerinden sonra Muharrem İnce, Umut Oran ve Mustafa Balbay olağanüstü kurultay isteyerek genel başkanlığa aday olduklarını açıkladılar.

Gereken delege sayısına ulaşılamadığı için olağanüstü kurultay gerçekleşmedi.

Balbay tek rakipti

Muharrem İnce ve Umut Oran dün başlayan Olağan Kurultay öncesi “adaylıklarını geri çektiklerini” açıkladılar.

Mustafa Balbay ise “CHP’yi iktidara taşımak için adayım. Kurultay’da 200 delegenin imzasıyla aday olmayı düşünüyorum” diyerek imza toplamaya başladı.

Balbay’ın geri adım atmayışı gerçekten takdire şayan olduğu kadar demokrasi açısından da son derece doğruydu. Normal olarak demokratik bir ülkede bir milletvekili veya dışarıdan bir isim adaylık şartlarına uygunsa “aday olma şansına” da sahip olmalıdır.

Türkiye’de ise genel seçimler “yüzde 10” gibi yüksek bir barajda ısrar edilmesi nedeniyle “demokratik” olamadığı gibi, parti kurultayları da “delege toplama” nedeniyle demokratik olamıyor.

Baraja itiraz ediyorsan…

- Kasım seçiminde “ön seçim” yapılması gerektiği halde ön seçim yapmadan, lider listesiyle seçime giren CHP’de bir antidemokratik tablo da Kurultay’da yaşanmıştır. Mustafa Balbay gereken delege imza sayısına ulaşamadığı için aday olamadı, Kılıçdaroğlu gerçekte rakipleri olmasına rağmen seçime “rakipsiz” girdi.

Yüzde 10 seçim barajına itiraz eden bir partinin, kurultayında aday olmak isteyen bir milletvekilini “seçim barajından farksız” bir barajla engellemesi ciddi bir çelişkidir. Bu şartlar kesinlikle değişmelidir.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun “tekrar seçilmek üzere delegeler bazında gereken çalışmayı çoktan yaptığı” parti çevrelerinde uzun süre öncesinden konuşulmaya başlanmıştı, Kurultay’da tek aday kalması şaşırtıcı değildir.

“Demokrasicilik oyunu”

Nitekim bu durumu Muharrem İnce’nin “Aday olmam halinde partideki mevcut yapının demokrasicilik oyununa meşruiyet kazandıracağımı gördüğüm için aday olmayacağım” sözlerinden anlamak mümkündür.

Peki, partileri yıllardır bir ilerleme sağlayamamış olan 2 liderin, hala her imkanı kullanarak koltuklarını korumaya çalışmaları kendi vicdanlarını rahat ettirecek mi?

Demokrasiyi gerçekten özümsemiş, partisini ve ülkesini düşünen liderler koltuğu bırakma zamanı geldiğinde bunu yapmalıdır!

Yazının devamı...

IŞİD-PKK işbirliği!

Türkiye IŞİD denilen canavar örgütün yaptığı katliamlara kahrolurken diğer tarafta PKK artık çocukları, kadınları hedef alarak saldırılarını sürdürüyor.

Daha önce de değinmiştim, Türkiye konusunda adeta “birbirlerine paralel çalışan iki örgüt” haline geldiler.

Saldırıları birbirini izliyor gibi… Sanki “hiç boşluk bırakmayalım, nefes alma fırsatı vermeden sırayla vuralım” der gibi.

Sultanahmet’teki canlı bomba saldırısının tartışması yapılırken bakıyorsunuz PKK kalabalık gruplar halinde çocukların bulunduğu okullara, yurtlara saldırmış, sokaklarda veya evlerindeki aileleri çocuklarıyla beraber vurmuş. Dün yine Şırnak’ın Cizre ilçesinde çatışmalar sırasında 2’si çocuk 3 kişi öldü, bir çocuğun da aralarında olduğu 4 kişi yaralandı. Sur’daki çatışmalarda ise 1’i ağır 13 asker yaralı (11 terörist öldürülmüş.)

Özür için çok geç

Bu IŞİD saldırısından farksız olaylar sırasında Selahattin Demirtaş kendi sözlerini yalanlayan çocuk cinayetlerine tepkiler üzerine özür dilemiş.

“Çınar saldırısını yapanlar, kadınlar-bebekler ve siviller için çıkıp bu halktan özür dilemelidirler” diyor.

Demirtaş nedense adını söylemeye gerek duymamış ama Çınar saldırısını yapanlar “her eylemde yanında HDP’yi bulan PKK terör örgütü”dür. Aynı örgüt Demirtaş özür dilerken de çocukların ölümüne sebep olmaktan çekinmedi. Ayrıca evinde oturan asker-polis ailelerinin bulunduğu lojmanlara, okullara veya polis karakollarına saldırıp öldürmenin özrü mü olur?

Hayır, bunun özrü olmadığı gibi, bir yandan PKK ile ortak hareket ederken HDP’nin yapması artık hiç olmaz.

Yine de diliyorsa “bu halk”tan değil, kendine göre toprak talepleri yaratıp canına, huzuruna kast ettikleri “Türk milleti”nden dilemesi gerekir. O millet “Türk-Kürt” diye ayırım yapılmadan aynı bayrak altında toplanmış vatandaşlar topluluğudur.

PYD-IŞİD-PKK

PKK’nın Suriye kolu olan PYD Tel Abyad’ı alarak Cezire ve Kobani kantonlarını birleştirdi. Bunu yaparken ABD hava desteğiyle ona yardım etti.

Tel Abyad’ın IŞİD’den alınması öyle kolay olmuştu ki haberler “neredeyse tek kurşun atılmadan” olarak verildi. Şimdi Kobani ile Afrin’i birleştirme planı için Rusya ve Esad PYD’ye yardım ediyorlar. Bunu yapmak için almaları gereken kritik yer Azez..

İki gün önce “Afrin bölgesinden Azez’e ilerlemek isteyen PYD” Malikiye köyüne saldırdı. Bölgeyi kontrolünde bulunduran Esad karşıtı ÖSO’ya bağlı güçler PYD’yi püskürttü.

IŞİD bahane!

Rus savaş uçakları hemen devreye girerek ÖSO bölgesine 10 hava saldırısı düzenledi. PYD Azez’i alırsa Türkiye’nin Suriye sınırını ele geçirmiş sayılacak.

Görüldüğü gibi “IŞİD’le savaşıyoruz” diyerek PYD’nin sınırımızda toprak almasına ortaklaşa ve açık bir yardım söz konusu..

Bunlar olurken Türkiye’nin bu olayları gözden kaçırması da aralıksız IŞİD ve PKK saldırılarıyla sağlanıyor gibi. ABD Genelkurmay Başkanı ve yönetimi Türkiye’yi ziyaret ediyor ama sıra desteğe gelince ABD desteğini “Türkiye’ye karşı” kullanıyor.

Artık kim dost, kim düşman belli değil. Bu işten nasıl çıkacağımızı zaman kaybetmeden düşünmek lazım!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.