Şampiy10
Magazin
Gündem

Terör, sınırlar ve mülteciler!

Türkiye içerde ve dışarıda Cumhuriyet tarihinin en sıkıntılı dönemi diyebileceğimiz bir süreçten geçiyor.

Güneydoğu’da birçok il ve ilçede PKK terörünü durdurmak için operasyonlar devam ederken her gün gelen genç şehit haberleriyle, “yeter artık” diye bağırarak terör örgütünü lanetleyen şehit ailelerinin feryatlarıyla, çocuklarının gözyaşlarıyla kahroluyoruz.

Sadece Diyarbakır’ın Sur ilçesinde “34 gündür devam eden sokağa çıkma yasağı” sürecinde 9 güvenlik görevlisi şehit oldu, 74’ü yaralandı.

Parti mi, örgüt mü?

Bu kanlı eylemlere rağmen terör örgütüne ve ilçelerde özerklik ilan eden DBP’ye arka çıkan HDP hem Güneydoğu’da halktan beklediği desteği bulamadığı hem de terörü ülke geneline yaymak istediği için “Batı’da özerklik mitingleri yapacağını” açıkladı.

Mardin Dargeçit ilçesinde güvenlik güçlerinin arama yaparak yakaladığı “içi silah ve mühimmat dolu” traktör de DBP’li Dargeçit Belediyesi’ne ait çıktı.

Seçmene barıştan, demokrasiden, kardeşlikten söz ederek oy isteyen ve kendisi de bir baba olan Demirtaş’ın, aralarında Kürtlerin de olduğu şehit asker ve polis çocuklarının gözyaşlarından ve Kürt ana babaların acısından etkilenmemesi inanılır gibi değil.

HDP, bu söylemlere inandırarak aldığı oylarla Meclis’in 3’üncü partisi olmasına rağmen şu anda bir siyasi parti mi yoksa terör örgütünün kolu mu belirsiz bir konuma gelmiştir.

Abd desteğiyle…

PKK tarafından evinde, kahvaltı sofrasında duvarı delen bir mermiyle vurularak yaşamını kaybeden Melek Apaydın’ın Kürt babası terör örgütüne “Allah’tan korkun, bizim için Allah, Kur’an ve bayrak var” diye bağırıyordu.

Aynı sıralarda HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ise “Kürdistan’ın kendi küllerinden yeniden doğduğunu” söylemekteydi.

Burada merak uyandıran nokta, yıllar süren ve sona yaklaşıldığı açıklanan “çözüm süreci”nde HDP’nin çözüm dediği şeyin bu söylem olduğunu açıklayıp açıklamadığı sorusudur.

Zira Güneydoğu’da sürdürülen terörün Suriye’deki son gelişmelerle paralel bir amaç güttüğü de artık ortadadır. ABD ve Rusya’nın IŞİD’i öne sürerek verdiği hava desteği sayesinde Suriye-Türkiye sınırı boyunca kolayca ilerleyen Kürt güçleri Fırat’ın batısında köyleri ele geçiriyor.

Azez’i de aldıkları takdirde 911 kilometrelik sınırın tamamı PYD’nin eline geçmiş olacak. Türkiye’nin yeni anayasa, başkanlık gibi konuları bir yana bırakarak öncelikle bu terör ve sınır sorununa eğilmesi şarttır.

Schengen olmayacak

Biz AB’nin bir yıl sonra Türklere Avrupa’ya serbest geçiş sağlayacağı ümidiyle mültecileri AB sınırından geçirmeme sözü verdik.

Oysa Alman Dışişleri Bakanlığı “sığınmacı akınından dolayı Shengen vizesinin tehlikede olduğunu” açıklıyor. AB Türkiye’yi olmayacak vaatlerle oyalarken her gün 20-30 mültecinin öldüğü bot faciaları haberleri geliyor.

Dün yine aralarında çok sayıda kadın ve çocuğun bulunduğu 31 mülteci bot faciasında hayatını kaybetti ve bu facia Yunan Sahil Güvenliği’nin botları Türkiye’ye çevirmesi ve o sırada çıkan fırtına nedeniyle oldu.

AB’nin izlediği bu acımasız siyaset kabul edilmemelidir!

Yazının devamı...

Başkanlık ve demokrasi!

Başbakan Davutoğlu ana muhalefet partisi CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’dan sonra dün de MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile görüştü.

Bu görüşmeler AKP Hükümeti’nin yapmak istediği “yeni anayasa” ve özellikle parlamenter sistemin kaldırılarak yerine “başkanlık sistemi”nin getirilmesi nedeniyle yapılıyor.

Kılıçdaroğlu “Başkanlık ve Anayasa’nın değiştirilemez ilk 4 maddesi” dışında yeni anayasayı görüşebileceklerini söylemiş, konuşmadan “Meclis Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun bıraktığı yerden konuyu tartışmaya tekrar başlayabileceği” sonucu çıkmıştı.

MHP de “başkanlık sistemini zinhar kabul etmeyeceklerini” açıkladı.

Hdp ve referandum

Yeni anayasada en önemli nokta başkanlık sistemi olacağına göre bu durumda iki seçenek kalıyor; iktidar partisi ya referanduma gidecek veya HDP’nin desteğini istemek zorunda kalacak.

Oysa Başbakan Davutoğlu son gelişmelerden, HDP’nin açıkça PKK terörünü destekleme anlamı taşıyan açıklamalarından sonra, liderlerle yeni anayasa görüşmeleri kapsamında “bu partiden randevu istemeyeceğini” söylemişti.

Dün Ak Parti Sözcüsü Ömer Çelik “Davutoğlu-Bahçeli görüşmesi” ile ilgili bilgi verirken “Biz HDP’yi sürece kattık, onlar kendilerini çıkarttı. Siyasi meşruiyet içinde hareket etmeleri gerekirdi” dedi ve teröre verdikleri desteği vurguladı.

Böyle bir tablo altında iktidar partisinin “parlamenter rejimi kaldırıp başkanlık sistemini getirecek” referanduma gitmek için gerekli milletvekili sayısını bulması bile zor görünüyor.

Kaldı ki daha önce de değindiğim gibi; çok geniş teknik açıklamalar ve karşılaştırmalar sonunda bile anlaşılması güç olan “başkanlık sistemi”ni halk oylamasına sunmak hiç doğru bir siyasi karar olmayacaktır.

Sistemin detayları

Unutmayalım ki, siyaset bilgisi olan partiler bile ancak en az 5-6 ay sürecek bir Meclis anayasa uzlaşma komisyonu sürecinde belki “bu sistemin Türkiye siyasi tablosunda ne sonuç vereceğini” anlayabilecekler.

Davutoğlu “Halk bize anayasa yapma yetkisi vermedi, uzlaşarak yapın dedi” vurgusunu yaptığı konuşmasında; 2007 seçimlerinden sonra Ak Parti olarak Ergun Özbudun başkanlığında bir anayasa çalışması yaptırdıklarını hatırlatmıştı.

Dikkat edilmesi gereken nokta, o çalışmayı AKP için yapan Anayasa Hukukçusu Ergun Özbudun’un da bugün diğer birçok meslektaşı ve siyaset bilimciler gibi “Başkanlık sisteminin Türkiye’ye uymayacağına” ve söz edilen “kuvvetler ayrılığı”nın tamamen ortadan kalkacağına inanmasıdır.

Demokratik saymıyor

Özbudun; Bütün güçleri başkanda toplayan, bir nevi süper başkanlık sistemini demokratik saymadığını…

Bazı şartlarda “Meclis’i fesih yetkisi” olmasını, Anayasa Mahkemesi’nin ve HSYK gibi kurulların üyelerinin çoğunu başkanın seçmesini eleştirirken, yine onun kontrolü altında politik bir Meclis çoğunluğuyla kuvvetler ayrılığından eser kalmayacağını söylüyor.

Ak Parti’nin Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na sunduğu başkanlık sistemi modelinin ABD tipi başkanlıkla ilgisi olmadığını anlatıyor. Türkiye’yi saran tehlikeler hızla artıyor ama onların yanında bu konuyu da etraflıca tartışmaya devam edeceğiz.

Yazının devamı...

Irkçılık, özyönetim ve AİHM!

Yeni yılın ilk yazısında tüm milletimizin daha huzurlu ve şiddetten, üzüntüden uzak bir yıl geçirmesini diliyorum.

Daha önceki yıllarda “mutluluk”tan söz ederdik ama öyle üzücü ve sıkıntılı bir dönemden geçiyoruz ki mutlu olmak için ihtiyacımız olan tek şey “her tür terörün, şiddetin bitmesi ve huzura kavuşmamız” gibi görünüyor.

2015’in son günleri gibi 2016’nın ilk günlerinde de Güneydoğu il ve ilçelerimizden gelen PKK terörü haberlerinin arkası kesilmedi. Cizre, Silopi, Sur gibi ilçelerden gelen şehit ve yaralı asker-polis haberleri, yollara tuzaklanan bombalarla patlatılan araçlar, PKK’nın cami, okul, hastane demeden saldırıları, evleri bile ateşe vermesi devam ediyor.

Savunma isteği

Bu arada sanki Temmuz’dan bu yana 6 aydır PKK’nın savaş alanına çevirdiği bölgeyi, kaybedilen güvenlik görevlilerini, evini barkını bırakıp beyaz bayraklarla canının kurtarmak için kaçan halkı görmüyormuş gibi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye’den “Cizre ve Sur’daki sokağa çıkma yasakları için” savunma istedi.

Güneydoğu’dan 2 avukatın başvurusu üzerine gelen bu isteğe göre Türkiye’nin 8 Ocak’a kadar AİHM’ye “sokağa çıkma yasaklarının yasal dayanağı ve bölge halkının içinde bulunduğu şartlar” konusunda açıklama vermesi gerekiyor.

Uluslar arası anlaşmalar yasa hükmünde sayılıyor ve Türkiye Anayasası Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni güvence altına almış durumda.

Irkçılık ve ayırımcılık

Bununla birlikte BM İnsan Hakları Demeci “özgürlüklerden yararlanmanın sınırsız olmadığını” bildirdiği gibi uluslar arası hukuka göre “ulusal ve üniter devletlerin etnik farklılıklara göre tartışılması, ulus bütünlüğü içinde yer alan etnik grupların ırkçılığa dayalı ayırımcılığı” da yasaklanmıştır.

Yani; DTK ve HDP’nin “özyönetim, özerk bölge, birkaç şehir bize verilsin” diyerek üniter devletin merkezi yönetiminden çıkma taleplerini ve bu nedenle sürdürülen terörü AİHM’nin savunacak hali yoktur. Bu savunma isteğine cevap, yine AİH Sözleşmesi, AYM’nin buna bağlı ilkeleri bağlamında zaten hazırdır.

İstanbul Barosu’nun cevabı

Dünyanın en büyük barosu olan, Ümit Kocasakal başkanlığındaki İstanbul Barosu birkaç gün önce Demokratik Toplum Kongresi’nin 14 maddelik “özerklik” talebine verdiği 14 maddelik cevapta konu net şekilde açıklanmıştı.

Maddelerde bu özyönetim veya özerklik talebinin “ülke toprağının belli bir bölümünün merkezi yönetim dışına çıkarılarak parçalanmayla sonuçlanacak bir yola girilmesine, Anayasa’nın değiştirilemez ilk 3 maddesinin ortadan kaldırılmasına yönelik bir kalkışma çağrısı” olduğu anlatılıyordu.

Hukuk ve siyaset tablosu, işlenen terör cinayetleri göz önüne alındığında, PKK terör örgütünün yanında yer alan ve “demokratik talep” diyerek başladığı noktadan “bölünme” isteğine gelen HDP’nin dokunulmazlıklarının kalkması söylemine gösterdikleri tepkinin hiçbir anlamı olmayacaktır.

Terörle “toprak alma, üniter devleti parçalama” sonucuna gitmelerinin imkansız olduğunu, kanlı saldırıları desteklemenin kendilerine bir şey kazandırmayacağını bir an önce görmeleri gerekiyor.

Yazının devamı...

Başkanlık soruları!

Başkanlık sisteminin bundan sonra daha da çok gündeme oturacağına ve bu konuda referandumun işaretlerinin verildiğine dün değinmiştim.

Son birkaç yıldır “Başkanlık sistemi daha iyi olur, karar almada rahatlık sağlanır” tezi üzerinden gündeme gelen sistem artık “Halk böyle istiyor, mutlaka geçmemiz lazım” noktasına geldi. Seçim öncesi anketlerde “halk istemiyor” çıkıyordu, demek yenileri yapılmış.

Başkanlık sistemine geçiş için Meclis’te gereken oy sayısı 367, buna ulaşılmadığı takdirde referanduma gitmek için yeterli oy ise 330… İkinci durumda bile AKP’nin diğer partilerden 13 milletvekilini razı etmesi gerekiyor.

Diyelim ki bu oy sayısına ulaşıldı, başkanlık sistemi ile parlamenter sistem karşılaştırmasını hakkıyla yapamayan, başkanlık sistemine sahip ülkelerde neler olduğunu veya Türkiye’deki uygulamanın ne yarar sağlayacağını bilmeyenler referandumda neye göre oy kullanacak?

Her şey konuşulmalı

- Acaba gerçekten “dünyanın en gelişmiş ülkeleri” başkanlık sistemiyle mi yönetiliyor, bunlar hangileri? Gelişmiş olup da parlamenter sistemle yönetilenler hangileri?

- Başkanlık sistemine sahip ama gelişmiş olmayan, hatta “özgür olmayan ülkeler” sınıfında olan ülkeler var mı, hangileri?

- Başkanlık sistemi olan ülkelerin hepsinde “demokrasi” var mıdır? Olmayanları sayar mısınız?

- Neden “başkanlık sistemi ancak demokratik gelenekleri güçlü ülkelerde başarılı olur” denmiştir?

- Başkanlık sistemi olan ülkelerin hemen hepsi savaş veya darbeler sonrasında mı bu sisteme geçmiştir?

- Nispeten başarılı olan başkanlık sistemine sahip ülkelerde neden “2 meclis, güçlü ve bağımsız yargı, federatif yapı” vardır?

Farklar ne?

- Başkanlık sistemi deyince akla ilk gelen ülke ABD’de başkanlık çok başarılı olmuş mudur? Sistemin kilitlendiği durumlar yaşadılar mı, hangi nedenle?

- Başkan Obama neden her istediğini yapmakta özgür değildir? Türkiye ile ABD’de benzemeyen taraflar nedir?

- Türkiye’de Yargıtay, Danıştay gibi iki önemli yüksek mahkemenin ve Askeri Yargıtay’ın kalkması, en yüksek merci olan Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçilmesini nasıl etkileyecek?

- Bu durum “seçilecek olan başkanların ve tüm sistemin” yargı tarafından denetimini nasıl etkiler?

- Başkanlık sisteminde federatif yapı neden önemlidir? Üniter yapıdan federatif yapıya geçmiş ülke örneği var mıdır, yoksa bu devletler baştan “eyalet yapısı” üzerine mi kurulmuştur?

- Türkiye’nin “özerk bölgeler”e ayrılarak yönetilmesini isteyenler için “başkanlık sistemi olan ülkelerde federatif yapı” tartışmaları kolaylık sağlar mı?

- Seçilecek başkanların “Meclis’i fesh etme” yetkisi, “memurları doğrudan atama yetkisi” gibi yetkilere sahip olması demokrasiyi etkiler mi?

- Yargı, 2 meclis ve federatif yapı ile sıkı şekilde denetlenmezse, bir başkanlık sisteminde hükümet ve muhalefet partilerinin durumunda nasıl bir değişiklik olur?

Hiç değilse bu soruların cevaplarını milletvekilleri, vatandaşlar ve “halka başkanlık sistemini anlatması istenen” muhtarlar verdiği gün referanduma biraz olsun hazır sayılırız.

Yazının devamı...

Başkanlığı kim anlatmalı?

Türkiye son aylarda, özellikle son haftalarda deyim yerindeyse “kaynayan bir gündem”e sahip…

HDP teröre ara vermeyen PKK’nın yanında yer almış durumda… Şehitlerin arkası kesilmezken dün HDP ile DBP’nin öncülüğünde 2 bin kişinin Şırnak’ın İdil ilçesinden, sokağa çıkma yasağı süren Cizre’ye yürüyüşe geçtiği haberi geldi.

Aralarında HDP milletvekili, HDP ve DBP yöneticileri ve belediye başkanlarının bulunduğu bu kalabalık Cizre girişinde güvenlik güçleri tarafından durdurulduğunda çıkacak olayların, terör eylemlerini “terör eylemi” olmaktan çıkarıp “halkla devlet çatışıyor” görüntüsü yaratması zaten HDP’nin baştan beri yapmak istediği şeydir.

Oysa Öcalan’ın “halkın PKK’nın eylemlerine destek vermediğini, halkın desteklemediği bir savaşın kazanılamayacağını” söylediği iddia edilen ve hükümet kaynaklarına dayandırılan haberler aslında gerçekten söylenmiş olsa da olmasa da gerçeği yansıtıyor.

Tam bir çıkmaz!


HDP ve PKK Türkiye’yi de Ortadoğu kaosuna çevirmek için ellerinden geleni yapıyorlar.

PKK-PYD’ye destek veren ABD ve Rusya dahil birçok ülkenin yanında Irak yönetiminin de “PKK’yı silahlandırarak kendi çıkarları için kullanmak istediği, bunun Türkiye’ye savaş ilanı anlamına geldiği” açıklaması ise aslında bu örgütlerle işbirliği içinde olduğu bilinen Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nden geldi.

Görüldüğü gibi, Rusya’yla süren kriz, mülteci krizi gibi büyük sorunların yanında, kimin kimle ne işler çevirdiği anlaşılmayan bir ortamın içine dalmış durumdayız.

Koalisyon görüşmelerine dönmesin

Türkiye, en büyük sorunları, terör tehlikelerini yaşarken ve Meclis tüm dikkatiyle bunlara yoğunlaşmalıyken “Başkanlık sistemi ve yeni anayasa” konusunda gelişmelere hız verildi.

Başbakan Davutoğlu’nun yeni anayasa ile ilgili görüşme talebi CHP, HDP ve MHP tarafından kabul edildi. CHP “Anayasa’nın ilk 4 maddesi kırmızı çizgimiz” derken iktidar partisinin grup önerisiyle getirdiği “Meclis çalışma sistemi”nin muhalefeti dışlayan bir öneri olduğunu vurguladı.

Bir yandan PKK ile eylemler düzenleyen HDP ise, silahlı terör gölgesinde “Biz diyalog kanallarını açık tutmak istiyoruz, herkesle görüşmeye hazırız” dedi.

Umalım da bu görüşmeler “koalisyon görüşmeleri”ne dönmesin ve tüm partilerin her detayı, her riski göz önüne alarak tartışacağı bir süreç olsun.

Başkanlık…korkuyor muyuz?

Cumhurbaşkanı Erdoğan muhtarlarla yaptığı son toplantıda muhtarların başkanlığı halka anlatmasını isteyerek, bu sistemin halkın talebi olduğunu, “dünyanın en gelişmiş ülkelerinin başkanlıkla yönetildiğini” söyledi ve “neden korkuyoruz” sorusunu sordu.

Çok haklı bir sorudur bu ve bir referandumun geleceğinin işaretleri görülürken “neden korkuyoruz” sorusunun cevabı mutlaka verilmelidir. Ama bu cevaba “başkanlık sisteminin bilimsel detaylarını bilmeyen ve dünyadaki örneklerinin analizini yapamayacak olan” muhtarlar yardımcı olamaz.

Yeni anayasa ve başkanlık sistemi konusunda görüşleri, sadece konunun uzmanı “siyaset bilimciler” TV kanallarında tartışarak halka açıklamalıdır. Yapılması gereken budur.

Yazının devamı...

Şehirlerde terör!

Başbakan Davutoğlu Brüksel dönüşü kendisine sorulan “Güneydoğu’da yaşanan terör, iç savaş sahneleri hiç gündeme geldi mi” sorusuna “gündeme gelmediği” cevabını vermiş.

Anlaşılıyor ki görüşmeler, konuşmalar hep “Suriye, Rusya, IŞİD ve tabii ki Avrupa’nın istemediği ve Türkiye ile mülteci göçünü durdurması için yaptığı anlaşma” çerçevesinde geçmiş.

Oysa bu köşede de birçok kez değindiğimiz gibi AB’nin ve ABD’nin “IŞİD terörü” konusunda gösterdiği gayret ve duyarlılığı aynen Türkiye’nin yaşadığı “PKK terörü” konusunda göstermesi gerekir.

IŞİD Batı için de tehlike oluşturması nedeniyle AB ülkelerinin “ortak düşmanı” ilan edilirken PKK terör örgütü Batı’yı hedef almadığı için bu örgütün yaptığı katliamları görmezden gelmelerine susmak siyasi hatadır.

“Sadece Güneydoğu” değil…

Batı ülkeleri, İsrail ve şimdi onlara katılan Rusya, Kuzey Irak’ta ve Kuzey Suriye’de PYD ile işbirliği içinde hareket ediyor, PYD-PKK’yı müttefik görüyor ve bunu her fırsatta açıklıyorlar.

PYD’nin Rusya’yla Suriye’deki son gelişmelerle daha da yakınlaşması ve önce PYD’nin Moskova’ya yaptığı ziyaretler, sonra Demirtaş’ın Moskova’da Dışişleri Bakanı Lavrov ile yaptığı görüşme ve Lavrov’un bir kez daha “Suriye’deki silahlı Kürt grupları desteklemeye hazırız” sözleri Rusya’nın oynayacağı rolü açıklıyor.

Elbette Demirtaş-Lavrov görüşmesinde yalnız “Suriye’deki silahlı Kürt gruplar”ın konuşulmadığı, aynı desteğin PKK’ya da verileceğini tahmin etmek mümkün.

Cumhurbaşkanı Erdoğan son konuşmasında “Ülkemizin Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde bazı ilçe, mahalle ve köylerde yaşanan güvenlik sorununu takip ediyoruz. Bölücü terör örgütü ile mücadele sonuna kadar tavizsiz sürecektir. Artık ne bu örgütün, ne de ipini teslim eden siyasi partilerin devletimiz nezdinde hükmü kalmamıştır” dedi.

PKK ise sürdürdüğü kanlı terörü Doğu ve Güneydoğu ile sınırlı tutmayacağını gösteriyor.

Sabiha Gökçen ve Mersin

İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanında Salı gecesi olan patlamada 2 kişi ağır yaralandı ve bu yaralılardan biri hayatını kaybetti.

Haberler “havan mermisi ile saldırı yapıldığını” bildirdi. Daha önce Doğu ve Güneydoğu’da okul, cami yakan, ilkokullara bile saldıran terör örgütü dün Mersin’de okul yaktı.

Güvenlik güçlerinin olaylardan sonra o bölgede kapsamlı arama başlattığı tüm terör haberlerinde veriliyor. Tekrarlayalım; bu yeterli değildir, “kapsamlı arama ve tüm önlemler” olayları önlemek üzere her köşede önceden alınmalıdır.

HDP’nin seçim önceleri verdiği sözleri unutarak terörden yana tavır alması, PKK’yı “hendeklerdeki insanlarda hafif silahlar var” diyerek halk gibi göstermesi, bölge halkının katılmadığı ve onaylamadığı terörü “iç savaş” olarak duyurmaya çalışmasında bağışlanır bir durum yok...

Partinin tutumu seçim öncesi birçok seçmenin geçersiz vaatlerle aldatıldığını ortaya koyuyor. HDP eğer sınır ötesinden kendisine verilen talimatlara uyarak “Parlamentodan çekilmeyecekse” taleplerini terörle değil, Meclis’te anlatmaya çalışmalıdır.

Bu gidişin hiç kimseye yarar sağlamayacağını hiç değilse Demirtaş görsün!

Yazının devamı...

Demirtaş, özerklik, bağımsızlık!

Güneydoğu’da ordu ve polis hala il ve ilçeleri teröristlerden, sığınak, cephanelik ve hendeklerinden, bombalarından temizlemek için operasyonları sürdürüyor.

Başbakan Davutoğlu dün AKP Grup toplantısında yaptığı konuşmada “Halkımız terörün baskısına boyun eğmiyor. Hiçbir vatandaşımız PKK’nın tuzağına düşmedi. Devlet vatandaş ile teröristi birbirinden ayıran bir dikkat ile hareket ediyor” dedi.

Güvenlik güçlerinin denetlenmesi, terör eylemlerini durdurmak dışında silahını asla vatandaşa yöneltmemesi için gereken her önlemin alınması büyük önem taşıyor.

Bu nedenle Davutoğlu’nun “vatandaş ile teröristi-suçluyu ayıran dikkat” vurgusu son derece gereklidir.

Güneydoğu’da halkın gerçekten de göç etmeyi veya evinden çıkmamayı “PKK’ya destek vermeye” tercih ettiği görülüyor. Bununla birlikte terörün ve operasyonların sürdüğü ilçelerde evler de harabeye dönmüş durumda.

HDP ayrılsın teklifi!

Son 2 gün içinde Bitlis ve Diyarbakır’da PKK terör örgütü el yapımı patlayıcıları infilak ettirerek, saldırarak 3 askeri şehit etti, bazıları ağır olmak üzere 10’dan fazla asker yaralandı.

Suriye’deki örgüt yönetimi, Kürdistan Topluluklar Birliği KCK’ya “HDP’nin halkla toplantılar yaparak halkın onayı ile Meclis’ten çekilmesi” yönünde talimat vermiş. Haberde, bunu yaparken “Bize demokratik siyaset yaptırılmıyor, halkın özyönetimi kabul edilmiyor, bizi seçen halka ‘tek tek hendeklerde öldürülürsünüz’ deniyor, halkımız katliam altında” mesajları verileceği belirtilmiş. Bunun arkasından PKK Kandil lideri Murat Karayılan “Oradaki gençler polisi istemiyor. Eğer AKP hükümeti özerkliği tümden reddeder ve bunu isteyenleri yok etmeye kalkarsa ‘ayrılmayı’ düşünürüz. Öcalan özgürleşmeden, özerklik tanınmadan bu savaş durmayacak” açıklaması yaptı.

Çözüm ile kastedilen…

Karayılan’ın “Kürdistan ve Erdoğan” vurguları ise PKK ve HDP’nin yıllardır tekrarlanan “çözüm, Kürt sorunu” gibi ifadelerden ne anladıklarını, aslında istenenin ne olduğunu açıkça ortaya koyuyor.

“Erdoğan Güney Kürdistan’daki federasyonu tanımıyor mu, tanıyor. Hatta bağımsızlığına da karşı çıkmadı. Oradaki 6 milyonluk Kürt halkı o haklara sahipse Kuzey Kürdistan’daki (Güneydoğu) 20 milyonluk halkın da aynı haklara sahip olduğunu unutmamalılar.” Bu mesajlardaki “ayrılmayı düşünürüz”, Kuzey Kürdistan, “savaş bitmeyecek” gibi ifadeler aslında binlerce masum insanın canına kıyan bu kanlı ve arkadan vuran terörün “bağımsız devlet”e kadar bitmeyeceğini anlatıyor.

PKK yerine “Kürt”

Nitekim HDP Eş Genel Başkanı Demirtaş’ın “özyönetim” lafını dilinden düşürmemesi ve ısrarla PKK terör örgütünün yaptıklarını ve amacını “Kürt vatandaşlara” mal eden, onlarla özdeşleştiren, PKK için söylenmiş “Sileceğiz, süpüreceğiz” benzeri sözleri bile “Kürtlerin duyguları”yla bağlayan yanıltıcı konuşmaları terörü desteklemeye devam edeceklerinin işaretidir. PKK’nın Güneydoğu’yu Suriye’ye çevirme girişimine destek veren bir HDP “PKK’dan farksız algılanacağını” unutmamalıdır.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.