Şampiy10
Magazin
Gündem

Demokrasi, başkanlık ve istikrar!

Türkiye’de gerçek bir demokrasiden söz etmek için çok ciddi eksiklerimiz olduğuna şüphe yok.

Bunların başında yıllardır sivil toplum kuruluşları ve medyanın ısrarla dile getirmesine rağmen liderler yanaşmadığı için değiştirilmeyen “milletvekillerini genel başkanların seçmesi”, bu yüzden parti içi demokrasiden söz edilememesi geliyor.

Siyaset bilimcilerin Türkiye için “başkanlık sistemi”nin mahzurlu olacağını söylemesinin ilk sebeplerinden biri de budur; iki ayrı meclis, güçlü ve bağımsız denetleme yapacak bir yargı, keskin güçler ayrılığının oturmuş olması gibi diğer “başkanı denetleme” mekanizmalarının eksikliği yanında milletvekilleri lider tarafından seçildiği için parlamento “özgür bir parlamento” değildir.

Bu nedenlerle başkanlık sistemini “başkanlık sistemi olan diğer ülkelerle teknik karşılaştırmaların detaylarını bilmeyen halka referandumla sormak” da hata olacaktır.

Kurultay baskıları

CHP İzmir İl Kongresi’nde kavga çıkmış ve bu CHP kongrelerindeki ilk kavga değil maalesef.

Ana muhalefet partisi daha önce de kongrelerde kavga görüntülerini yaşadı ve belki de bu kendi içinde istikrarsız hava onun seçimlerde “beklediği sonucu” alamayışının nedenlerinden biridir.

İzmir İl Kongresi’nde İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu “taraf olduğu” iddialarına karşılık “Açık ve net söylüyorum ki bazıları Ankara’dan ilçe başkanlarını, kurultay delegelerini, belediye başkanlarını aradığı saate kadar taraf olmadım” demiş.

Kavganın asıl nedeni ise Kocaoğlu’nun “Kulis siyaseti yapanlar-halk siyaseti yapanlar” vurgusunun yanında “Listeden seçilip milletvekili olup kükremenin, hele kontenjanla gelenlerin İzmir’i dizayn etme hakkı yoktur” şeklindeki sözleri.

CHP İzmir Milletvekili Tuncay Özkan bu sözler üzerine; “Aziz Başkan’ı kınıyorum. Ben de kontenjandan geldim…Hangi ön seçimden geldin başkanım” deyince salondan Kocaoğlu lehine protestolar yükseliyor ve sonuçta kavga çıkıyor.

Seçilmişler-atanmışlar

Aslına bakarsanız bugün partilerin durumu böylesi bir kavgaya son derece müsait. Olay daha önce başka konularda yaşadığımız “seçilmişler-atanmışlar” tartışmalarından pek de farklı değil.

Siyasi parti liderleri mevcut durumda “bazı yerlerde ön seçim yapsalar bile” kontenjan adı altında çok sayıda milletvekilini kendileri seçiyor. Ön seçimde dahi adayların belirlenmesinde delegelerin parti veya il yönetimleri tarafından etkilenmesi mümkün.

Başkan Aziz Kocaoğlu da il kongresinde buna benzer müdahalelerin yapılmış olmasından duyduğu rahatsızlığı anlatmış. Aynı zamanda adı “milletvekili” olan fakat gerçekte millet tarafından seçilmeyen vekillere vurgu yapmış.

Belediye başkanları için durum farklıdır. Bir parti tarafından aday gösterilseler de aday oldukları il veya ilçe halkının güvenini kişisel olarak kazanamadıkları takdirde seçilemezler. Yani “bir liste içinde” gelmezler.

Sonuç olarak, mevcut lider sistemi toplumun talepleri ve tepkileriyle değiştirilene kadar baskıların ve kavgaların parti büyük kongrelerinde de yaşanmayacağı hiç mi hiç belli değildir.

Yazının devamı...

Özyönetim terörü!

Dün de değindiğim gibi HDP Meclis’in 3’üncü partisi olarak seçilmiş, seçim önceleri “barış, demokrasi” vurgulu söylemleriyle kendi tabanı olmayan seçmenden de oy almış bir partidir.

Bu söylemler maalesef sadece seçim öncesi yapılan konuşmalarda kaldı. Destekledikleri terör örgütü 7 Haziran seçimlerinden sonra aynen 90’lı yıllarda yaşanılan kanlı terör sürecine döndü. Hatta bunu da aşarak, Türkiye’nın dış sorunlarla uğraşmasını fırsat bilerek, zaman zaman IŞİD’in kitle saldırılarına paralel ve aralıksız saldırılarla ülkeyi savaş meydanına çevirdiler.

Sınır ötesindeki kaosu Güneydoğu’ya taşıdılar.

Sonuç olarak, halka normal yaşamın haram edildiği, göçe zorlandığı bu ilçelerde “PKK’nın şehir yapılanmasını, kazdıkları hendekleri ortadan kaldırmak” için büyük bir operasyon başladı.

Gerçek dışı konuşma

Bu operasyona rağmen güvenlik güçlerine yapılan roketatarlı saldırılarda dün Sur’da 1 asker şehit oldu, biri yaralandı. Nusaybin’de 3 özel harekat polisi yaralandı.

HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ise yaptığı konuşmada “Hükümetin işgal tutumundan, Hükümetin Kürt halkına açtığı savaşta halkın yanında olduklarından, kendi topraklarında özgür yaşama isteklerinden” söz ederek “Türkiye’nin yönetim biçiminin ‘özyönetim’ olması gerektiğini” tekrarlıyor.

Cizre’de 2 PKK’lı var diye operasyon yapılmasını eleştiriyor, “gençlerin hendek kazdığını, halkın barikat kurduğunu” iddia ediyor ve “Kürt halkına temizlik yapılıyor” diyerek gerçekleri topluca saptırıyor.

PKK ile Kürt’ü karıştırıyor

Oysa bunu yaparken operasyonların Kürt vatandaşlarla değil terör örgütüyle ilgili olduğunu, o il ve ilçelerde Türk vatandaşların da yaşadığını, Türkiye’de “Türk halkı, Kürt halkı” diye bir ayırımın kendileri dışında kimse tarafından yapılmadığını, buna bizzat HDP’nin Meclis’teki varlığının örnek gösterilebileceğini, hendek kazanların “gençler ve halk” değil, PKK’lı olduğunu, “Cizre’de 2 PKK’lı var” sözünün bir yalan olduğunu ve “Türkiye’ye kendi istediği yönetim şeklini dayatamayacağını” biliyor.

Aslında HDP ve PKK’nın baştan beri terör yoluyla bu yönetim şeklini dayattığı, “yeni anayasa”yı bu nedenle istediği açıktı. Bu nedenle “çözüm çok yakın, neredeyse bitti” türünden açıklamalar nasıl yapıldı bunu bilmiyoruz.

Hak nereden çıkıyor?

Unutmamaları gereken şey Türkiye’nin yapısının İspanya, Birleşik Krallık gibi devletlerin yapısından çok farklı olduğu, Türkiye Cumhuriyeti’nin başından beri üniter devlet yapısının bulunduğu ve topraklarında kimsenin hak iddia etme nedeni bulunmadığıdır.

İspanya özerk bölgelerden oluşmuş ve krallık olmasına rağmen “özerk bölgeler”in bugün bile “bağımsız devlet” talebiyle ülkelerine siyasi ve ekonomik sorunlar yarattığı da biliniyor.

Bütün bu nedenlerle Demirtaş’ın ve partisinin haklılığından söz edilemez.

Hükümetin yapması gerekenlerin başında ise ABD, Rusya, AB ülkelerine “IŞİD’in gelir ve silah kaynaklarını kesmek için uğraşırken PKK’ya aynı önlemleri neden düşünmediklerini” sormak geliyor.

PKK kendilerine zarar vermediği için ona ağır silahlar ve her tür yardımı yapma hakkını nereden buluyorlar?

Yazının devamı...

Zor süreçte sorumlu politika!

Türkiye bu kadar zor bir durumda “başkanlık” tartışmalarına ve yeni referandum planlarına nasıl zaman ayırıyor anlamak çok zor.

Güneydoğu il ve ilçelerinde polis ve ordunun birlikte önlemeye çalıştığı ve buna rağmen hız kesmeyen terör bir ülke için başlı başına yeterli bir sorundur.

Terör örgütü Kuzey Irak’tan ve ABD ile AB ülkelerinden her tür desteği bulduğu için bu güce şaşmamak gerekir. Asıl şaşılacak konu seçilmiş bir parti olan HDP’nin artık açıkça “devlete isyan”a dönüşmüş olan bu terör eylemlerine destek vermesidir.

Görünüşte ırkçılığa karşı tutum alırken “Kürt halkı, Türk halkı, Türkiye halkları” gibi ifadelerle ırkçılık yapması ve bölgeyi olduğu gibi halkı da ayrıştırmaya çalışması kendi çelişkilerini ve ülkeye verdiği zararı gösteriyor.

Rusya da destekliyor

Dün Diyarbakır merkezde HDP ve DBP’nin “basın açıklaması” görüntüsü altında topladığı gruplar Sur ilçesine yürümek istedi ve bekleneceği gibi polis müdahalesiyle karşılaştı.

Gözaltına alınanlardan 2’sinin “Rusya uyruklu” olduğu ortaya çıktı. Bu da sürpriz değildir. Rusya’nın Suriye’de bombardımana başladıktan sonra PYD ile yakınlaştığını, Moskova’da görüşmeler yaptıklarını dünya basını yeterince yazdı.

Bu durumda; Esad’ın, Kuzey Irak Bölgesel Kürt yönetiminin ve ABD’nin yanında, Rusya’nın da PYD-PKK’ya açık destek verdiği ortadadır.

İsrail faktörü

Son olarak İsrail ve Türkiye’nin “ilişkileri normalleştirme” amacıyla İsviçre’de ön mütabakata vardığı ve anlaşmanın şartları açıklandı.

Bunlar arasında ikisi dikkat çekiyor. Birincisi; İsrail’in Mavi Marmara gemisine yapılan saldırıda ölenler için “20 milyon dolar” ödemeyi kabul etmesi, ikincisi ise “Türkiye’nin İsrail’den doğal gaz alacak olması ve gaz aramada işbirliği” yapmaları.

Rusya ile ortaya çıkan doğal gaz sıkıntısından sonra bu konuda yeni bir anlaşma doğaldır. Bununla birlikte İsrail’in önceleri reddettiği halde şimdi sorumluluğu alarak 20 milyon dolar tazminat ödemesi aynı anda Türkiye’yi Rusya’nın “düşürülen uçağı için özür ve tazminat talebini” kabul etmesi için yapılacak baskılara açık hale getirecektir.

Barzani-peşmerge ile ilişkiler

İsrail’in Kuzey Irak’ta Kürt devleti istediği ve “kurulacak bağımsız bir Kürt devletini ilk kendisinin tanıyacağını” açıklaması biliniyor. ABD de bunu istiyor ve bu nedenle Barzani-PKK-PYD ile yakın ilişki içinde. Erbil’de ABD yetkilileri ile bu tarafların sık sık buluşup görüşmelerinin tek nedeni IŞİD midir?

Irak’ta bağımsız Kürt devletinin arkasından Suriye’nin geleceği ve hatta Duhok Anlaşması’yla bunun kantonlar bazında ilk adımının atıldığı, Türkiye sınırının topluca PYD’nin kontrolüne geçeceği açıktır.

İsrail askerlerinin “peşmergeleri eğittiği” İsrail, Fransız, İtalyan basınında yer almıştır. Bu durumda Türk askerinin Musul’da peşmergeleri eğitmek için üs kurması ve Barzani ile yakınlaşması dünyanın gözünde soru işaretleri yaratacak ve Türkiye’nin geleceği açısından sakıncalı sonuçlar doğurabilecektir.

Dış politikada karışık ve sorunlu adımların atılmaması gereken bir dönemde olduğumuz unutulmamalı!

Yazının devamı...

TSK terör ve savaşın içinde!

Türk Silahlı Kuvvetleri Güneydoğu’yu PKK teröründen kurtarmak için aylardır mücadele veriyor.

Kuzey Irak’tan Kandil’den ve PYD’den destek alan terör örgütü bugüne kadar eylemlerine hiç ara vermedi. Haziran seçiminden sonra ortadan kalkan “çözüm süreci” ile birlikte Güneydoğu’yu orada yaşayan vatandaşlar için cehenneme çevirdi.

Aynı aylar içinde HDP de seçim öncesi verdiği “Türkiye partisi olacağız, barış için çalışacağız” benzeri söylemlerini unutarak Diyarbakır, Mardin, Şırnak, Hakkari’de ve ilçelerinde DBP’nin yaptığı “özyönetim” ilanlarını destekledi, PKK’nın eylemlerini durduracak hiçbir girişimde bulunmadı.

Bunları yapmadığı gibi milletvekilleri, genel başkanları terör örgütünün “hendekler kazarak, yollara bombalar yerleştirerek, roketatar ve uzun namlulu silahlarla güvenlik güçlerine suikastlar düzenleyerek” yürüttüğü saldırıları da onayladığını belirtecek konuşmalar yaptı.

Türk-kürt savaşı değil

Güneydoğu’yu bir savaş alanına çevirmek ve bu savaşı bir “Türk-Kürt savaşı” gibi yaymak üzere yapılan bu eylemleri durdurmak için kalan tek çare devletin her imkanı kullanarak il ve ilçeleri terör örgütünden temizlemesiydi.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 10 bin askerin katıldığı ve 14 general ile 26 albay tarafından yönetilen ve zırhlı araçların, tank ve iş makinalarının kullanıldığı büyük operasyonu hala Sur, Cizre, Silopi, Nusaybin gibi ilçeler başta olmak üzere tüm bölgede sürüyor. Sur’da 2 askerimiz şehit oldu, 17 asker yaralandı.

Dün de yazdığım gibi bu süreçte en çok dikkat edilmesi gereken nokta “vatandaşların operasyonlar sırasında güvenliğinin sağlanması”dır.

Bu nedenle vatandaşların mağdur olmaması için yapılan gıda ve sağlık malzemesi yardımlarının, ambulans ve doktor hizmetlerinin kusursuz şekilde sürmesi ve en iyi şekilde korunmaları gerekiyor.

Hiçbir ülkede terör örgütlerinin savaş tehdidi ile toprak elde etmesine devlet izin veremez. Buna göz yumulması Türkiye’nin de Suriye ve Irak gibi bir kaosun içine düşmesi demektir. Nitekim sınır ötemizdeki tüm gelişmelerin “Türkiye’nin toprak bütünlüğünü, sınırlarını yakından ilgilendirdiğini” gelişmeler göstermektedir.

Neden Irak’tayız?

Türkiye’de bunlar olurken Irak’ta Başika’ya gönderilen Türk askerlerinin üs bölgesine yapılan IŞİD bombalı saldırısından etkilendiği, 1’i ağır 4 Türk askerinin yaralandığı haberi geldi.

IŞİD’in peşmergelere attığı mermilerin üs bölgesine düştüğü söylense de Dışişleri Bakanlığı’nın açıklaması “saldırının özel olarak Türk üs bölgesine yapıldığını” anlatıyor.

Bu açıklamadaki “Bazı çevrelerin maksatlı olarak yaydığı abartılı haberler nedeniyle” ifadesi ise “Irak hükümetinin ‘işgal, saldırı’ dediği tepkileri, BM’ye şikayeti, hatta Türk bayrağı’nın yakılması” hatırlandığında tümüyle geçersiz kalıyor.

Türkiye Güneydoğu’da gerekeni yapmaktadır ama Başika’da askerlerimizin “peşmergeye yardım” için IŞİD’in karşısına gönderilmesi, hedef olması yanlış bir karardır.

En kısa zamanda bu karardan dönmek gerekiyor!

Yazının devamı...

İkiyüzlü siyaset

Türkiye Güneydoğu’da birçok il ve ilçede; özellikle de DBP’nin “özyönetim ilan ettik” dediği ilçelerde yaratılan azgın PKK terörünü bitirmeye çalışırken ortaya çıkan dış sorunlar giderek artıyor.

Terör örgütünün yurt içi ve dışındaki kamplarını ortadan kaldırmak, şehir yapılanmasını mahallelerden söküp atmaya yönelik büyük TSK operasyonu dün Diyarbakır’ın Sur ilçesinden başlatıldı.

Rojova örneği

Sur’dan başlayan bu operasyonun önce Diyarbakır geneline yayılacağı, sonra da diğer il ve ilçelerde devam edeceği biliniyor.

HDP hala bir yandan bu terörün “savaş”a dönüşmesi, halkla devlet güçlerinin karşı karşıya gelmesi için yoğun faaliyet gösterir ve kışkırtıcı konuşmalar yaparken diğer tarafta “müzakere masası kurulmasından, yeni anayasa yapılmasından” söz etmeyi sürdürüyor. HDP Eşgenel Başkanı Yüksekdağ bu kez de “masaya dönülsün” derken “Suriye Kürdistanı” olarak tanımlanan ve Barzani’nin hazırladığı Duhok toplantısı ve sözleşmesiyle bir anlamda resmiyet kazandırılan Rojova’yı örnek göstererek “Bu program Türkiye’de de denenecek ve kazanacak” vurgusu yaptı.

Türkiye’de bir Rojova yaratmak üzere Güneydoğu bölgesinin savaş alanına çevrildiğinin açık itirafı değilse nedir bu sözler?

Vatandaş korunmalı

PKK’ya karşı operasyonlarda en çok dikkat edilmesi gereken konu; zaten uzunca bir süredir evinden çıkamayan, elektrik ve su gibi en temel ihtiyaçlarından ve can güvenliğinden mahrum kalan, göçe zorlanan bölge halkına en ufak bir zararın gelmemesidir.

Aksi takdirde HDP-DBP partilerinin ve destekledikleri terör örgütünün istediği olacak ve sanki operasyonlar teröre değil, Kürt vatandaşlara karşı yapılmış mesajları dünyaya verilecektir.

Güneydoğu’yu terörden temizlemek, vatandaşların güven içinde yaşamasını sağlamak devletin görevidir ama bunu yaparken diğer ülkeler ve medyaları “kazılan hendekler, kesilen ve bomba yerleştirilen, mayın tarlasına çevrilen yollar, trafolara ve su şebekelerine, okul ve hastanelere varıncaya kadar verilen zararlar” konusunda açık ve net bilgilendirilmelidir.

Abd-Rusya anlaşması

Rus Dışişleri Bakanlığı “Türkiye’nin bir daha uçak düşürme olayını tekrarlamaması, özür dilemesi ve tazminat vermesi” gerektiğini savunurken Türkiye’ye uyguladıkları yaptırımların genişletilmesi konusunda bir kararname de hükümete sunulmuş.

Aynı sırada ABD ve Rusya “IŞİD’in en büyük gelir kaynağı olan petrol ticaretinin önlenmesi için BM Güvenlik Konseyini devreye sokma ve Türkiye’nin Suriye sınırını BM’in denetlemesi” konusunda anlaştılar. İlk bakışta fark edilen gerçek şu ki Rusya “Türk hükümetinin IŞİD’den petrol aldığı” iddiasına ABD ile ortaklaşa denetim getirme isteğini kabul ettirmiştir.

Bunu kabul eden ABD’nin Türkiye’deki PKK terör vahşetine ve Rusya’nın Suriye’de Türkmenlere ve muhalif gruplara yaptığı katliamlara karşı neden bu kadar sessiz kaldığı, PKK ve PYD’yi desteklediği sorulmalıdır. Batı ülkelerinin iki yüzlü siyaseti, IŞİD’e karşı olurken diğer terör örgütlerine yardımları bağışlanır gibi değil!

Yazının devamı...

Kardeşlik süreci başlayacak mı?

Çözüm Sürecinin “Milli Birlik ve Kardeşlik Süreci olarak devam edeceği, bölgedeki tüm unsurların bu sürecin içinde yer alacağı” Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş tarafından açıklandı.

Takdir edileceği gibi böyle bir sürecin, böyle bir ortamda “tek taraflı” olarak ve sadece halkla yürütülmesi mümkün değildir. Mümkün olmayacağı bilindiği için daha önceki sürece HDP ve Öcalan dahil edilmiş, görüşmeler onları da kapsamış, “Akiller grubu”nun halkla yaptığı toplantılardan bir sonuç çıkmamıştı.

Şırnak’ın Silopi ve Cizre ilçelerinde, Diyarbakır Sur’da PKK terör örgütü ile polis ve asker arasındaki çatışmalar “sokağa çıkma yasağı” olsa da, olmasa da sürüyor.

Teröristlerin çözüm sürecinde yeterli zaman bularak depoladıkları ve yollara döşedikleri bombalara, açtıkları hendeklere, kısacası “vur-kaç” yöntemiyle yapılan saldırılara asker veya polis birliklerinin yetişmesi zordur.

O süreçte sayılarını da arttırdıkları, Kuzey Irak’tan militan, birçok ülkeden silah desteği aldıkları da unutulmamalıdır.

Savaş alanı gibi…

Hükümet Sözcüsü Kurtulmuş “Bizim hedefimiz hendek siyasetini sona erdirmek. Terör örgütü teslim olacak ve bu siyasetten vazgeçtiğini açıklayacak” dese de terör olaylarının giderek daha çok “savaş havasına” sokulacağı Diyarbakır, Şırnak ve birçok ilçedeki örneklerle ortadadır.

İki gün önce “HDP ile özyönetim ilanlarını yapan kardeş partisi DBP” Sur ilçesine destek adı altında bir yürüyüş tertipleyerek halkı direnişe, sokağa çağırdılar.

Pkk yanında!

Bu partiye ait gruplar toplanırken yüzleri maskeli PKK’lılar da ateşler yakarak yolları kapattı, polisle çatışmalar çıkarttı. Bu çatışmalarda 2 kişi öldü, 2 kişi yaralandı.

Dün de Silvan karayolunda PKK’nın yola döşediği bombanın patlatılması sonunda 2 polis şehit oldu, 3’ü yaralandı. Cizre’de sokağa çıkma yasağına rağmen ağır silahların kullanıldığı çatışmalar sürdü. Habur sınır kapısı kapatıldı.

Polisin saldırıları durdurma çalışmaları sırasında bazı vatandaşların polise “Burası Kürdistan, ne istiyorsunuz” demesi dikkat çekicidir.

Hdp sorumlu!

Bu tür vurgu ve sorular “özerk bölge, özyönetim” adı altındaki taleplerin arkasında “devlet kurma” amacının yattığının vatandaşa bildirilmiş olduğunu gösteriyor.

HDP bugün Meclis’in 3’üncü partisi olarak seçilmiş, demokratik yollarla olayları tartışma imkanı olan bir partidir. HDP Eşgenel Başkanı Figen Yüksekdağ “Masaya dönelim” çağrısı yaparken “Hendek açılmasını biz de istemiyoruz. Siyasi zemini stabil hale getirmek siyaset kurumlarının işidir” dedi.

Doğrudur ama bu siyaset kurumlarının içinde kendileri de var. Onlar bir yandan halkı evlerinde oturamaz hale getirip, direniş çağrıları yaparken stabil hale gelme imkanının olmadığını biliyorlar.

Ciddi hata!

Bu şartlar altında “masaya dönüş”ten söz edilemeyeceğini de biliyorlar.

PKK daha “açılım”dan söz edildiği gün Hükümet silah bırakmasını şart koşmalıydı, o noktada ciddi bir hata oldu. Ama bugün Güneydoğu’yu savaş alanına çevirme eylemleri terör örgütü kadar HDP’nin de sorumluluğundadır. Hiçbir parlak konuşma bu gerçeği gizleyemez!

Yazının devamı...

Savaş tehlikesi sürüyor!

Ortada ilginç bir paradoks var, tüm ülkeler barıştan yana görünürken savaşa yol açacak girişimlerin arkası kesilmiyor. “Uçurumun eşiğinde dans etmek”ten farksız bir tablo sürüyor.

Türkmenistan’ın başkenti Aşkabat’taki uluslar arası konferansta Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu ile Rusya Federasyon Konseyi Başkanı Valentina Matviyenko karşılaştılar ve kısaca konuştular.

Hemen arkasından Matviyenko açıklama yaptı; “Resmi görüşme yapmadım, Türkiye Dışişleri Bakanı yanıma geldi… İki ülke arasındaki ilişkiler ancak Türkiye özür dilerse düzelir”…

Türkiye’ye hakaret gibi yapılan bu kaba konuşmanın arkasından adeta Putin’in “Türkiye yaptığına pişman olacak, ekonomik ambargoyla bu işin biteceğini kimse düşünmesin” sözlerinin devamı gibi Ege’de bir Rus devriye gemisi Türk balıkçı teknesine “uyardık, dinlemediler” diyerek ateş açtı.

Açık tehdit!

Rusya Savunma Bakanlığı olaydan sonra yaptığı açıklamada da “Türkiye’nin dikkatsiz eylemlerinin yıkıcı sonuçları olabileceğini” bildirdi.

Bu eylemler sonradan yapılan düzeltmelerle geçiştirilebilir ama açıkça görülüyor ki Rusya’nın izlediği ve izleyeceği yol Türkiye’yi “özür dileyene kadar” yaptığına pişman etmektir. Kaldı ki Ege’deki olaydan sonra Karadeniz’de de iki ülke gemileri arasında bir gerginlik daha yaşandı.

Ortadoğu’daki savaşın hız kazanacağı Putin’in “Tam donanımlı ve radar sistemleri tarafından fark edilmeyecek bir nükleer savaş uçağının hazır tutulması için verdiği talimat”tan, İran’ın Suriye’ye gönderdiği askeri güçlerini çekmesinden” de anlaşılmaktadır.

Irak’a cevap

Aynı sıralarda Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı El Maliki’nin Türkiye’nin Musul’da asker bulundurmasını “işgal” olarak nitelendirip “Türk müdahalesine karşılık vereceklerini” açıklaması dış politikada çok kritik günlerden geçtiğimizin bir başka göstergesidir.

Yurt içinde ise Güneydoğu’da başta Diyarbakır-Sur, Cizre, Silopi olmak üzere PKK’nın “savaş havasında terör” sürdürdüğü, birçok ilçede vatandaşların evlerinden kaçıp göçe zorlandığı ve göç edenlerin evlerinin yakıldığı, ilçelerin harabeye çevrildiği bir süreç yaşıyoruz.

Deneyimli bir diplomat ve siyasetçi olan Onur Öymen gönderdiği yazısında “Musul’a asker gönderilmesinin ancak Irak’la yapılmış detaylı ve hukuki bir anlaşma ile mümkün olacağını” belirtirken şunları söylüyor;

“Irak’la daha ciddi bir sorunumuz var. Irak uzun zamandır topraklarında PKK’nın yönetici kadrosunun, kamplarının, cephaneliklerinin varlığına engel olmuyor, hatta Türkiye’nin oradaki teröristlere yönelik hava operasyonlarına tepki gösteriyor.

Bu tutumu kendi anayasasına da BM Güvenlik Konseyi’nin 28 Eylül 2001 tarihli kararına da açıkça aykırıdır. Türkiye’nin bu nedenle Irak’ı protesto etmesi ve BMGK’na şikayet etmesi gerekmektedir.”

ABD’nin de Türkiye için “IŞİD petrolü, Musul gibi konularda” rahatsız edici açıklamalarda bulunduğunu, Batı ülkelerinin IŞİD’e karşı olurken PYD-PKK’yı desteklediğini unutmayarak son derece dikkatli siyaset planlamalıyız!

İş gerçekten de bir 3’üncü dünya savaşına gidebilir, şakası yok!

Yazının devamı...

Tansiyon düşürülmeli!

Türkiye’nin de maalesef artık içinde bulunduğu Ortadoğu kaosu azalmıyor, aksine giderek artmayı sürdürüyor.

Başbakan eski Yardımcısı ve Ak Parti Ankara Milletvekili Ali Babacan Roma’da siyasi bir panelde yaptığı konuşmada Rus uçağının düşürülmesi olayıyla ilgili olarak “İki ülke arasındaki sorunun iyi niyet temelinde çözülebileceğini, sınırı ihlal edilen ve hava sahası ile topraklarını savunan Türkiye’nin kendini müdafaa hakkı olduğunu” söyledi.

Oysa Rusya Devlet Başkanı Putin’in yaptığı açıklama ve Suriye’nin Türkiye sınırına çok yakın kasabaların bombalanması ile son bir haftada birçok köy ve kasaba tahrip edilmesi, 141 kişi ölmesi, bu saldırıların devam etmesi iyi niyetle bağdaşan bir görüntü değildir.

Eylem ve söylem!

Putin “Suriye’deki hava üslerini ek savaş uçakları ve hava savunma sistemi ile güçlendirdiklerini, uçaklarının devamlı olarak operasyona çıktığını ve bir tehdit halinde yanıtlarının çok sert olacağını” söylüyor.

Bugünden itibaren Türkiye’nin sınırına bitişik yerleşim yerlerindeki Türkmenleri korumak üzere Suriye ve Rusya’ya herhangi bir öneride bulunması bile imkansız hale getirilmiştir.

Buna karşılık Türkiye bir yandan sınırını birkaç kilometre geçen Rus uçağını düşürme hakkına sahip olduğunu söylerken Irak hükümetinin tepkilerine karşın Irak Başika’da bir üs kurma ve takviye güç gönderme eylemiyle dünyanın gözünde kendi politikasına ters düşen bir durum sergilemektedir.

Krizi arttırır

Dışişleri Müsteşarı ile MİT Müsteşarı’nın “Başbakan Davutoğlu’nun özel temsilcileri” olarak Bağdat’a gidip konuyu görüşmelerine rağmen Irak Başbakanı İbadi olayı “İşgal ve BM prensiplerinin çirkin şekilde ihlali” olarak değerlendiren ve “Birleşmiş Milletler’den Musul’daki Türk askerinin derhal çekilmesi için resmi başvuru yapılmasını isteyen” bir yazılı talimatı Dışişleri Bakanlığı’na gönderdi.

Biz ise Başika’da alınan tedbirin gizli bir faaliyet olmadığını söyleyerek “Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması ve terör örgütlerinin yarattığı tehdit”i öne sürüyoruz.

Eğer konu “IŞİD’e karşı önlem almak veya savaşmak” ise bunu Irak hükümetinin onayını alarak yapmak gerekiyor. Şu anda ısrar ettiğimiz karar; başta ABD ve Rusya olmak üzere diğer ülkelerin, belki BM’nin bize karşı tavır almasına neden olur.

Bu ülkelerin de Suriye’de veya Türkiye’nin Güneydoğusunu ilgilendiren olaylarda kendilerini bağımsız ve sorumsuz hissetmelerine fırsat verir, örnek yaratır, ekonomimizi de olumsuz etkileyen mevcut krizleri derinleştirir.

Barış istiyorsak!

Dış politikada unutmamamız gereken nokta ortaya çıkan krizlerin iç politika kadar kolay, söylemlerle ve ikna girişimleriyle düzelmeyecek olması ve bedelinin de ağır olmasıdır. Bunu Rusya ve Irak’la olan sürtüşmelerde son birkaç haftada açıkça gördük.

Bu nedenle kendimizin de söz ettiği “sorumluluk” çerçevesinde adım atmak, tansiyonun yükselmesine değil düşmesine çalışmak ve barış isterken savaşın tam ortasına düşmemek önceliğimiz olmalıdır.

Aksi takdirde Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmamız bu ortamda mümkündür, unutmayalım!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.