Şampiy10
Magazin
Gündem

Sınırlarda kritik süreç!

Türkiye Güney ve Güneydoğu sınırlarından aynı anda sıkıştırılmaya başlandı. Israrla sınır ihlali yapması sonucu Türk jetleri tarafından bir uçağı düşürüldüğü için dünyayı ayağa kaldırıp Türkiye’ye ambargolar uygulayan Rusya, Hatay’ın Yayladağı ilçesi karşısındaki Lazkiye kenti yakınındaki Obin köyüne “füze” attı.

7 kişi öldü, 40 kişi yaralandı. Rusya’nın sivilleri, çocukları öldürme, köyleri harabeye çevirme hakkını kendinde görmesinin sebebi köyde muhaliflerin bulunması… Suriye’de Esad ve Putin’in Türkmenler ve muhaliflere yaptıkları katliamların hesabı sorulamıyor.

Sorulamadığı gibi Rusya, Türkmenleri ateş altında tutma, “Türkiye sınırının bitişiğindeki noktalara füze atma ve bu füzeleri taşıyan gemilerini de Türkiye’nin burnunun dibinde konuşlandırma” küstahlığını sürdürüyor.

PYD’den destek alıyor

Diğer tarafta; PKK’nın Suriye kolu olan PYD’nin Fırat Nehri’nin batısına geçmemesi için Türkiye-Suriye sınır hattında güvenlik önlemlerinin arttırıldığı, kalekol yapımlarının hızlandırıldığı, termal kameralarla izleme ve asker sayısının arttırıldığı haberi verildi.

IŞİD ve YPG(PYD) militanları başta olmak üzere kaçak geçişlere karşı askere “vur emri” verilmiş. Bu emir zaten bizim gibi Suriye-Irak sınırıyla en büyük tehdit altındaki ülkede değil, tüm Avrupa ve dünya ülkelerinde çoktan verilmiş olmalı…

Güneydoğu’da asker PKK’nın “Suriye’de PYD’den ve Irak’ta bulunan PKK güçlerinden de destek istemesini” sağlayacak şekilde terör örgütünü sıkıştırıyor.

Bu nedenle ve PYD’nin başta ABD, Suriye, Rusya olmak üzere birçok dış destek alması, ağır silahlarla donatılması nedeniyle şu sıralarda Türkiye’ye geçişlerinin önlenmesi büyük önem taşıyor.

Vagonlar ve gözyaşları

Güneydoğu’da vatandaşlar bir yanda PKK diğer yanda IŞİD terörü tehdidi altında yaşamaktadır.

Gaziantep Karkamış ilçesi “Suriye’de IŞİD kontrolündeki Cerablus”la sınır komşusu olduğu için onları korumak üzere “sınırın sıfır noktasında boş vagonlar” bekletildiği ve buna rağmen insanlar evlerinde bile korku içinde olduğu bildiriliyor.

IŞİD’le sınır komşusu olmaktan korku duymayacak ülke dünyada yoktur. Ama PYD-PKK ile sınır komşusu olmak da mevcut şartlarda daha az endişe verici değil.

Diyarbakır’da PKK’lı teröristlerin saldırısı sonucu şehit olan polisimiz Haydar Çetin’in 6 yaşındaki oğlu Eymen’in dinmeyen gözyaşları ve yüzündeki tarifsiz acı ifadesi insanlıktan çıkmamış her canlının yüreğini kanatacak kadar üzücüdür.

Çatışma için…

HDP ve DBP ise Güneydoğu ilçelerinde halkı sokağa dökmek, “özyönetim” hevesiyle insanları güvenlik güçleriyle çatışmaya zorlamak için elinden geleni yapıyor.

Sokağa çıkma yasağı olan mahallelerde DBP çağrılar yaparak sokağa davet ediyor, çatışma çıkmasını sağlıyor. Bunlar olurken Demirtaş “gözlemci heyetiyle masaya oturmak”tan söz ediyor.

“Silah ve terör tehdidiyle masa baskısı” da, Rusya ve ABD’nin PYD desteği de, Barzani’nin Suriye ve Irak’taki faaliyetleri de birbiriyle ve Türkiye’nin sınırlarıyla sıkı sıkıya bağlantılıdır.

Dış politikayı bu bağlantıya göre dizayn etmezsek çok pişman olacağız!

Yazının devamı...

Çözüm süreci ve özyönetim!

Suriye ve Irak’ta Türkiye’yi sıkıntıya sokan gelişmeler nedeniyle Güneydoğu’da yaşanan terör, çok sayıda il ve ilçede devam eden sokağa çıkma yasakları, buna rağmen kesilmeyen çatışmalar ikinci plana itildi.

Oysa PKK Güneydoğu’da okulları, camileri yakıyor, ilçelerin yollarına hendekler kazmayı ve güvenlik görevlilerini öldürmeyi sürdürüyor. Okul ve ibadet yerleri gibi “iki ülke arasındaki savaşta bile dokunulmayacak” özel mekanlar yakılıp yıkılıyor.

Sadece Diyarbakır’ın Sur ilçesinde üç ilkokul, bir ortaokul, bir cami yakıldı. Zarar gören Kurşunlu Camii bahçesinde PKK’nın yerleştirdiği patlayıcıyı imha etmeye çalışan polislere teröristlerce ateş açıldı, bir polis başından vurularak şehit oldu.

Silahların kaynağı?

O sırada PKK’nın uzaktan kumanda ile patlattığı bomba bir polisi yaraladı ve çatışma çıktı. Burada hemen “PKK’nın elindeki binlerce ton patlayıcının, keskin nişancı tüfeklerinin, uçaksavarların kaynağının neden hala kesilemediğini” de bir kez daha sormak gerekiyor.

Öyle ya, dünya ülkeleri –kendilerine de zarar veren- IŞİD’in silah ve para kaynaklarını kesmek için el ele veriyor da Türkiye’de arkası kesilmeyen cinayetlere devam eden PKK’nın kaynakları neden kimsenin gündeminde değil?

Acaba bu silahlar ABD, Rusya, AB ülkeleri, Suriye gibi birçok ülkenin “IŞİD’le savaşıyor” perdesi arkasında PYD’ye gönderdiği tonlarca silahtan geliyor olmasın? Bombalar ve ham maddeleri hala oralardan Türkiye’ye giriyor olmasın?

HDP ile Selahattin Demirtaş’ın söylem ve eylemlerine bakacak olursanız, bütün o yakıp yıkmalara, bombalama ve silahlı saldırılara rağmen bunları yapan; terör örgütü değil, güvenlik güçleri…

Özyönetim-özerklik

Bu iddiayı çok sık tekrarlayarak Türkiye içinde ve dışında insanların buna inanmasını sağlıyorlar.

Oysa tehlikenin sürdüğü ilçe ve mahallelerde “sokağa çıkma yasağı” ilan edilmesinin amacı halkın can güvenliğini sağlama çabasıdır. Bundan dolayı vatandaşların yaşadığı birçok mağduriyetin sebebi terör örgütünün kendisidir.

PKK’nın şehir merkezlerine inmesi DBP’nin (eski BDP, yani HDP’nin Doğu’daki adı) birçok il ve ilçede “özyönetim” ilan etmesiyle başladı ve buna katkı sağlamak üzere hendek kazma ve saldırılar, terör olayları arttı.

Dünyaya “Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu’sunda bir gerilla savaşı olduğu, bu bölgeleri devletin kendilerinden alarak işgal ettiği” mesajı verildi.

DBP Eş Genelbaşkanı Emine Ayna “Özerklik ve öz yönetim aynı şeydir. Bölge halkı kendini yönetecek” dedi. HDP Eş Genelbaşkanı Figen Yüksekdağ “Bizler özyönetim irademizi hep birlikte göstereceğiz” dedi.

Selahattin Demirtaş da “Halkın özyönetim kararının meşru olduğunu ve iktidarla müzakere yürütürlerse yönetim modeli olarak ‘özerkliği’ önereceklerini” söylüyor.

Bunun için “silah kullanılmaması, şiddetsiz olması” vurgusunu unutmamış.

Halkın değil, HDP ilçe teşkilatlarının “silah, bomba, terör eşliğinde” özyönetim ilan etmesini, zaten ilan edilmiş saydıkları özerkliği iktidara neden önereceklerini açıklamamış.

Barıştan söz ettiği konuşmalarında “neden silahı hiç bırakmadıklarını” da açıklaması gerekiyor!

Yazının devamı...

Musul ve Barzani bilmecesi!

Dün Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani öğle saatlerinde Türkiye’ye geldi.

Gelir gelmez de bir soru işareti daha yaratarak, “programında olmamasına rağmen” önce Hakan Fidan’la görüşmek üzere Milli İstihbarat Teşkilatı’na (MİT) gitti.

Musul’da Türkiye için yeni bir gerilim ve tehlike yaratan önemli bir durum ortaya çıkmışken ve Irak Başbakanı İbadi NATO’dan “Türkiye’nin Kuzey Irak’ta bulunan askerlerini çekmesi için gücünü kullanmasını” istemişken Barzani’nin Türkiye’de gideceği ilk yer olarak MİT’i seçmesi anlaşılabilir mi?

Peşmerge, pyd, pkk

Suriye’de Rusya ile olduğu gibi Irak’ta Musul’la ilgili gelişmelerde de çok soru işareti var.

IŞİD Musul’a saldırdığında Irak ordusu teslim bayrağını çekerek Musul’dan kaçmıştı. Bu durumda eğer Türk askeri “Peşmergeyi Başika’da IŞİD’e karşı savaşmak üzere eğitiyorsa” Irak Başbakanı İbadi’nin buna tepki göstereceğine memnun olması gerekmez mi?

Daha önce yine IŞİD saldırısında Barzani “Irak hükümetinden yardım istediğinde” onlara yardım etmişlerdi, şimdi Musul’un “IŞİD kontrolünde kalmasını” tercih ediyor olabilirler mi?

Kobani olayında Türkiye’den geçen peşmergenin üzerinde Amerikan üniformaları varken, Irak’taki onbinlerce peşmergenin ABD silahlarıyla donatıldığı, ABD ve İsrail tarafından desteklendiği bilinirken ABD neden Başika’da bu çalışmanın içinde değildir?

IŞİD saldırısından kaçarken Suriye’de PYD-PKK’ya sığınan, Kobani’de onların yardımına koşan peşmergeyi eğitmek sonuçta Türkiye’ye yarar sağlar mı orası da bir başka soru işaretidir.

Türkmenler…

Musul, Kerkük gibi kentlerin tarihi olarak Türkiye için önemli olduğunu, Kerkük’ün Türkmenler için sembol sayılan bir Türkmen şehri olduğunu düşünecek olsak, daha dün Irak’ta Kürdistan Demokrat Parti Genel Sekreteri’nin “Artık Kerkük’ü Türkiye de, bir başkası da Kürtler’den alamaz, Kürdistan bölgesine dahil edeceğiz” dediğini yazdım.

Peşmergenin daha önce “IŞİD’e karşı Türkmenlere destek vermediğini”, Barzani’nin de onları bölgesine sokmak istemediğini de bunlara ekleyebiliriz.

Bu durumda neden şimdi Başika’da (Irak yönetiminin tepkisine rağmen) Barzani ile ortak hareket edildiği sorusu ortaya çıkıyor.

Başkonsolos’un sorusu

IŞİD’in 47 kişiyle birlikte 101 gün rehin tuttuğu eski Musul Başkonsolosu, CHP Milletvekili Öztürk Yılmaz da geçen Pazartesi Hürriyet’te bu konuyu dile getirmişti. Şöyle diyordu;

“Musul IŞİD’den kurtarılabilirse terör örgütünün damarlarından biri kesilmiş olur ancak kurtarıldıktan sonra kime bağlı olacak? Sincar’daki gibi Kürtlerin eline geçecekse, ki Kürtlerin uzun süredir beklediği olay Musul’u, Kerkük’ü ilhak etmek, o zaman başka bir senaryo çıkıyor ortaya.

Kürt Bölgesel Yönetimi’nin sınırları büyük bir devlete doğru gitmiş oluyor. Suriye’de de çok büyük bir alanı PYD kontrol etmiş oluyor. O zaman, başkasının genişlemesine zemin mi hazırlamış oluyoruz?”

Bunlar çok doğru açıklamalardır, dış politikada karar ve ilişkilerimize son derece dikkat etmemiz gereken dönemdeyiz.

Yazının devamı...

Anlaşılmaz tesadüfler ve çelişkiler!

Suriye’de Esad hükümeti ve Rusya’nın birlikte gerçekleştirdiği operasyonlar, Türkiye ile yaratılan sorunlar ve şimdi Irak’la çıkan sürtüşme “bir bulmacanın parçaları gibi” görünüyor.

Bulmacanın çözülebilmesi için bu parçaların ustaca birleştirilmesi ve “yanlış parça” olmaması gerekir.

Ortadaki “gerçeklerin gizlenmesini” sağlayan çelişkili açıklama ve eylemler yalnız bizim değil, birçok ülkenin ve yabancı medyanın şüphelerini arttırıyor.

Sorgusuz sualsiz…

Rusya bir uçağı düştüğü için dünyayı ayağa kaldırırken “Akdeniz’de bulunan Moskova kruvazörümüzü Lazkiye kıyılarına yanaştırdık, füzelerle bize tehlike oluşturan her hedefi sorgusuz sualsiz vururuz” açıklaması yapması çelişkidir.

Ekim başından beri kasıtlı sınır ihlali yapan ve Türkiye’nin burnunun dibinde Türkmen soydaşlarını bombalayan uçaklarla Türkiye-Rusya arasında zorla çıkarılan gerilimden sonra Türkiye ve Irak arasında çıkan “Musul gerilimi” olmayacak bir “tesadüf”tür.

Başbakan Davutoğlu “Musul’da Türk askerleri yerel unsurları uzun süredir Irak yönetiminin bilgisi dahilinde eğitiyor” derken ve Mesut Barzani bunu doğrularken Irak Başbakanı Abadi’nin ısrarla “Musul’a gönderilen Türk askerleri için Irak hükümetinden izin alınmadı, derhal askerleri çekin” demesi çelişkidir.

Irak yönetiminin de aynen Esad’ın yaptığı gibi “Gerekirse Rusya ve İran’ı davet ederiz” demesi olmayacak bir “tesadüf”tür.

Dikkat çekiyor!

ABD “IŞİD’e karşı operasyon”un başını çekerken, Musul’da “IŞİD’e karşı yerel güçleri eğittiği” bildirilen Türk askerinin “orada bulunmasına karşı” görünmesi çelişkidir.

ABD ile Rusya’nın aynı anda “PYD’yi desteklemeleri” dikkat çeken bir “tesadüf”tür.

Bazı NATO ve AB yetkilileri de birkaç gün önce Rusya olayını analiz ederken bu çelişkilerden bir kısmını açıkça ortaya koymuş ve “Normal şartlarda Rusya’nın bölgeye S-400 füzelerini konuşlandırıp faal hale getirmesi ABD ve İsrail tarafından kesinlikle kabul edilmeyecek bir gelişmeydi ama şimdi itiraz eden çıkmadı” demişlerdi. Hatta “Rusya’nın Suriye’de istediğini yapmak için bilinçli olarak uçağını feda etmiş olma ihtimali” dillendirildi. Rusya’nın “bu olaydan sonra PYD’ye daha açık destek verme fırsatı bulduğu da” vurgulandı.

Barzani çelişkisi!

Ortada Rusya ve ABD’nin (hatta Kanada’nın) PYD’yi güçlendirme çabası varken, Suriye Kürdistan’ını ilan etmek için bir anlaşma bile yapmış olan Barzani’nin “Musul’a Türk askeri” konusunda Türk Hükümeti’nin tarafını tutmasındaki çelişkiyi de unutmayalım. Onun açıklamasıyla aynı sırada Irak’ta Kürdistan Demokrat Sosyalist Partisi Genel Sekreteri Hacı Mahmut; “Barzani’nin Suudi Kralı’na Kürt devletinden söz ettiğini ve Kürt devleti ilan edildiğinde Suudi Arabistan’ın engel olmayacağını” söylüyordu.

“Türkiye ve Körfez ülkelerinin artık Kerkük’ü Kürtlerden alamayacağını, Kerkük’ün Kürdistan bölgesine dahil olması için çalışacaklarını” vurgulamayı unutmadı.

Ortadoğu bulmacasının çözülmesi yakındır!

Yazının devamı...

Mehmetçik, kaynayan Ortadoğu’da!

Dünyayı alarma geçiren azılı terör örgütü IŞİD ismiyle boşuna kendisine “Irak’la Şam arasında bir devlet” süsü vermemiş. Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğünden söz etmek bu ve birkaç örgütün faaliyetiyle giderek imkansız hale geliyor.

Tabii burada ABD, Rusya, Suriye hükümeti başta olmak üzere devletlerin gizli kapaklı hesaplarının rolünü de göz ardı etmemek lazım. Türk askeri taburu birkaç gün önce “IŞİD’in kontrolünde bulunan” Türkmen şehri Musul’a girdi. Haziran 2014’te IŞİD Irak’ın ikinci büyük kenti olan Musul’da kontrolü ele geçirmişti. Türk eğitim birliği ise Kuzey Irak Kürt Bölgesel Yönetimi kontrolünde olan ve Musul’un 13 kilometre yakınındaki Başika ilçesinde Mart’tan bu yana Peşmerge ve Türkmen güçlerini IŞİD’e karşı savaşmak üzere eğitiyor.

Türk ordusunun gelen takviye ile birlikte buradaki 600 askerlik birliği, Başika’yı “kalıcı bir Türk üssü”ne dönüştürüyor. Bu adımın atılması için Türk Dışişleri Bakanı ile Barzani arasında daha önce bir anlaşma imzalanmış.

Koalisyon nerede?

“Ortadoğu’ya girdin mi çıkamazsın” sözünün doğruluğu umarız Türkiye’yi daha büyük sorunlara itmez.

Zira “IŞİD’e karşı mücadele için koalisyon” oluşturduğu söylenen ülkeler, başta ABD, Fransa ve İngiltere olmak üzere neden bu eğitimde yer almıyor sorusu ilk akla gelendir. “Esad muhaliflerini eğitip donatmak” için öne atılırken bile önce Türkiye’yi yanına alan ABD neden IŞİD’e karşı sürdürülen bu eğitimde yok? ABD Savunma Bakanlığı neden “Bu faaliyetlerin ABD liderliğindeki koalisyonla bir ilgisi olmadığını ve desteklemediklerini” açıkladı?

Tehlike ve tehditler!

Türkiye’nin Musul için yaptığı girişimin çok yönlü tartışmalara ihtiyacı vardır. Suriye’de Esad ve Rusya ile, Irak’ta ise Irak yönetimi ile ve her iki ülkede IŞİD’le “koalisyon haricinde, tek başına” karşı karşıya gelmesi “ülke dışında ve içinde” ne gibi yeni tehdit ve tehlikelere yol açar, bunların çok iyi hesaplanması gerekir. Nitekim ilk adımda Irak Başbakanı El Abadi Musul’a giren Türk askerleriyle ilgili sert bir açıklama yaptı; Irak hükümetinden izin alınmadığını ve 48 saat içinde çekilmeleri gerektiğini Rusya’dan farksız bir tehdit ifadesiyle söyledi.

Bu tepkiye karşılık Başbakan Davutoğlu’nun Abadi’ye yazdığı ve “Musul yakınındaki Başika’da yapılan eğitimden söz ettiği” dostane ifadeli mektup karşı tarafta en ufak bir etki yapmadı. Abadi’den dün gelen cevap daha öncekinin aynıydı; “Türk askeri derhal çekilmeli”! Şimdi, bunca iç ve dış karmaşa arasında bir de Irak’la başımızın derde girmesi en istenmeyecek şeydir.

Rusya sorunu

Diğer tarafta Rusya’nın düşürülen uçak geriliminden sonra Suriye’deki hava saldırılarını daha özgür şekilde arttırması, S-400 hava savunma sistemini yerleştirerek faal hale getirmesi NATO ve AB’nin de ABD’nin de olayı incelemesini ve gelişmeleri dikkatle takibe alırken önlem üretmesini sağladı.

Türkiye’nin Güneyi ve Güneydoğu’sunu yakından ilgilendiren Suriye ve Irak’taki gelişmeler önce biz, sonra tüm dünya için önümüzdeki ayların bir numaralı gündemi olmaya devam edecek.

Umalım da Irak’tan aldığımız petrol de tehlikeye girmesin!

Yazının devamı...

Adaletle oyun olmaz!

Bir ülkeyi yönetenler vatandaşlarının can ve mal güvenliğini sağlamaktan sorumlu oldukları kadar “adil ve eşit şartlarda yaşama hakkı”nı sağlamaktan da sorumludur.

İnsanların kendi ülkelerinde özgür ve insan hakları korunarak yaşama hakkı Anayasa ile güvence altına alınmıştır. Yasalara somut, görünür şekilde kesin verilerle karşı gelmemiş insanlar kanıtlanamayacak veya hukuk dışı iddialarla özgürlüğünden mahrum edilemez. Türkiye “keyfi iddialarla” yüzlerce insanın uzun yıllar özgürlüğünün alındığı bir süreci Balyoz-Ergenekon davaları döneminde yaşadı.

Sivillerin ve askerlerin hayatından yıllar haksız şekilde çalındı, meslekleriyle onurlarıyla oynandı.. Terörle mücadele etmiş, ülkesi için hayatını ortaya koymuş onurlu askerler, komutanlar, hatta Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ yıllarca özgürlüğünü kaybetti.

Geçenlerde bir taksi şoförü askerliği sırasında “İlker Başbuğ’la omuz omuza terörle mücadele ettiklerini” anlatıyordu, üzüntüyle dinledim.

Aynı hata…

Bugünlerde Balyoz mağdurlarına milyonlarca liralık tazminatların ödendiğini duyuyoruz.

Bununla birlikte hiçbir maddi tazminat bir insanın haksız yere, yasalara aykırı bir eylem yapmadığı halde tek bir gün bile “bir hücreye tıkılıp tecrit edilerek yaşatılmasının” karşılığı olamaz.

Balyoz ve Ergenekon davalarında müebbet hapis cezaları verildikten sonra olayın “Devlet kurumlarına sızmış Cemaat üyelerinin kumpası” olduğu açıklandı ve beraat kararları çıktı.

O süreçte bu tutuklamaları destekleyen, kendi meslektaşları için bile olumlu konuşmayanlar bugün; şahit ve yardımcı oldukları büyük hukuk hatasını gördükten sonra gazetecilerin tutuklanmasına karşı çıkıyorlar.

Böyle bir tecrübeyi yaşamış olan ülkede artık benzer hataların tekrarlanmaması için, özellikle de “ifade ve basın özgürlüğünü” içeren davalarda büyük dikkat gerekir.

Neden tecrit?

Başbakan Davutoğlu da Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanma kararını doğru bulmadığını belirtti ama görünen o ki normal tutukluluk bile gazetecilerden esirgeniyor, bir de üstüne “hücrede tek başına tutularak tecrit edilme, bir yazıcının bile verilmemesi” gibi ağır ceza hükümlüsü uygulaması yapılıyor.

Oysa yargı süreci devam etmektedir ve gazetecilerin “tutuklanmayı gerektirecek bir suç işledikleri”, hele de “terör üyesi olmak” gibi gerçeklerden tümüyle uzak bir gerekçeyi hak ettikleri kanıtlanmamıştır.

Uluslar arası basın kuruluşları, AB ülkeleri, ABD bu olayı protesto eden açıklamalar yapıyor. Beyaz Saray’ın önünde protesto gösterisi yapıldı. Bunlar ve tutukluluğun devamı Türkiye’nin imajını dünya gözünde olumsuz etkileyecek olaylardır. Gerekmediği halde tutukluluk yaşamış herkes Türk mahkemelerinde, değilse AİHM’de devlet aleyhine yüksek tazminat hakkı kazanabilir.

Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanmasından hemen sonra yazdığım gibi bu tazminatların hepsini; devlet yerine “yanlış karar veren hakimlerin ödemesi” için de gereken değişiklik yapılmalıdır, adalet ancak böylelikle hatalardan arınabilir. Bu tutukluluk kararının kalkması toplum vicdanını rahatlatacaktır!

Yazının devamı...

Bu kriz aşılmalı!

Türkiye’nin Rusya’yla yaşadığı uçak krizinin derinleşerek sürmesi Güneydoğu’da teröristlerin cesaret kazanarak fırsattan yararlanmasına yol açıyor.

Dün Diyarbakır’ın 6 mahallesinde daha sokağa çıkma yasağı ve Bingöl’de 19 bölge “özel geçici güvenlik bölgesi” ilan edildi. Yasağın devam ettiği Sur ilçesinde tüm önlemlere rağmen çatışmalar, patlama ve silah sesleri kesilmiyor, operasyonlar sürüyor.

Sur’da dün çıkan çatışmalarda 4 polis yaralandı.

AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu’nun “çözüm sürecinin devam ettiği ve devletin Öcalan’la görüştüğü”nden söz ettiği açıklamaları bu süreç hakkında daha açık bilgilerin paylaşılması ihtiyacını yaratmıştır.

Çözüm kimle sürüyor?

HDP’den herhangi bir açıklama duyulmuyor. PKK şehirlere kaydırdığı yapılanmalarıyla bırakın çözümü, tam bir savaş havası yaratmak için elinden geleni yapıyor.

Bu durumda Ensarioğlu’nun anlattığı “çözüm” nasıl ve kiminle ortaya çıkacak?

HDP Meclis’in üçüncü partisi olarak çıktığı seçimden sonra neden sessizliğe bürünmüş ve Selahattin Demirtaş neden iktidar partisiyle çekiştiği söylemler dışında konuşmamayı, “terörü sonlandırmak için” hiçbir gayret göstermemeyi seçmiştir? HDP ile PKK arasında gerçekten bir kopma mı söz konusudur yoksa bu belli bir politikanın parçası mıdır? Güneydoğu savaş meydanına çevrilirken ve can güvenliği sıkıntısı ortadayken bu konular açıklığa kavuşmayı bekliyor.

Rusya sorunu!

Başbakan Davutoğlu Rusya krizi için dün “Rusya uçağı bilinmeden düşürüldü” dediği şu açıklamayı yaptı; “Uçak olayı öyle bir durum doğurdu ki her gün yeni açıklamalarla derinleşiyor. Olayın psikolojik boyutu bazen olgusal boyutunu aşar, böyle bir durumla karşı karşıyayız, bundan çıkmak lazım”…

Kendisinin de Rus yetkililere çağrı yaptığını, karşılıklı siyasi iradeleri devreye sokmak gerektiğini açıklayan Davutoğlu ambargoların da sadece Türkiye’yi değil, iki tarafı da olumsuz etkileyeceğini söyledi.

Burada dikkat çeken nokta “karşılıklı siyasi irade” olarak Dışişleri Bakanları’nın zaten görüşmüş olması ve Bakan Çavuşoğlu’nun da belirttiği gibi bundan “sorunun çözülmesine yönelik bir sonuç” çıkmamasıdır.

Özür bekliyor

Rus uçağı Türk jetleri tarafından düşürüldüğünde Başbakan Davutoğlu “milliyeti bilinmeyen bir uçağın hava sahamızı ihlali sonunda vurulması emrini bizzat ben verdim” demiş ve Türkmen bölgesine yapılan saldırılardan da söz etmişti.

Rusya olaydan sonra uçağın “Suriye sınırları içinde düşürüldüğünü” iddia ederek tehditlerine devam ettiler. Oysa Esad’ın yardımıyla Türkmenler’e nedensiz olarak yaptıkları bombardımanlar ve buna sınırımızın birkaç kilometre yakınında bile devam etmeleri Türkiye’nin haklılığını yeterince gösteriyor.

Avrupa medyası da aynı noktayı sürekli vurgulamaktadır. Bununla birlikte görünen o ki Rusya “özür dilenmediği sürece” iletişim kanallarını açık tutma ve masaya oturup aynı şeyleri konuşma konusunda taviz vermeyecek.

Güneydoğu’daki PKK terörüne yardımcı olmaları dahil Türkiye’ye yönelik yeni tehditler yaratılmasını önlemek ancak Putin’i “uçağın milliyeti bilinmeden düşürüldüğüne” iknadan geçiyor.

Yazının devamı...

Gündemimiz Putin!

Rusya tarafından sergilenen çelişkilerle dolu bir güç gösterisi devam ediyor.

Esad’la ortaklık içinde Suriye’ye tepeden inme girerek, yağdırdığı bombalarla masum sivillerin ölmesine, yaralanmasına yol açan ve buna devam eden Putin, sınır ihlali yaptığı için düşürülen Rus uçağı ve ölen pilotu nedeniyle tehditlerine ve yaptırımlarına ara vermiyor.

İşin giderek karmaşıklaşan ve daha da ciddiye binen boyutu bu tehditlerin Türkiye ile sınırlı kalmaması, Türkiye’yi destekleyen diğer ülkeleri, toplulukları ve hatta NATO’yu hedef almasıdır.

Çarşamba günü Putin’in Sözcüsü Peskov “Karadağ’ın 29’uncu üye olma yolunda NATO’ya davet edilmesi”ni, Doğu’ya doğru genişlemesini kabul etmeyeceklerini ve misillemede bulunacaklarını söyledi.

“Pişman olacak”

Başbakan Erdoğan, Putin’in “Türk Hükümeti’nin IŞİD’e yardım ettiği, finansal destek ve koruma sağladığı, petrol aldığı” yönündeki açıklamalarına karşılık “bu iddiaları ispata çağırmış, kanıtladığı takdirde Cumhurbaşkanlığı görevinden ayrılacağını ama kanıtlayamazsa kendisinin de aynı şeyi yapmak zorunda olduğunu” söylemişti.

Erdoğan bu sözlerini tekrarlarken Putin dün Federal Meclis üyelerine yaptığı konuşmada bir yandan Türk milletini övdü ve “Türkiye’deki dostlarımızı yönetici elitlerden ayırıyoruz” dedi, diğer tarafta “Türkiye’nin Rus uçağını düşürmesinden dolayı pişman olacağını, domates ambargosuyla kurtulamayacağını, ekonomik yaptırımların sınırlı olacağını düşünenlerin yanıldığını” söyledi.

Teröristlerle ticaret yapmasına izin verilmemesi gerektiğini, teröristlere yardımının görmezden gelinemeyeceğini bir kez daha vurguladı.

Bu arada Gazprom’dan “İki ülke arasındaki gerilime rağmen Türkiye’ye doğal gaz sevkiyatının normal şekilde devam ettiği” açıklamasının gelmesi sevindiriciydi ama aynı gün içinde Rusya’da halı üreten Merinos’a silahlı ve maskeli kişiler tarafından baskın yapılması da sürecek çelişkili kararları gösteriyordu.

İşadamları gönderilecek

Baskını yapanlar bilgisayar hard disklerini söktü, üretim durdu ve fabrikanın Rus Müdürü “böyle bir şeyin şimdiye kadar görülmediğini, duyulmadığını” söylerken yönetici kadrosundaki Türklerin sınır dışı edileceği bilgisinin geldiğini de açıkladı.

Putin’in uçak olayını Suriye’de Türkiye aleyhine gelişmeler yaratmak için kullanacağı açıktır. Esad’ın bu süreçte sesini duymasak da bütün bu gerilim onun “planları doğrultusunda” Rusya’dan alacağı desteği olumlu etkileyeceği için durumdan memnun olduğuna şüphe yoktur.

ABD “Türk Hükümetinin DAEŞ’le işbirliği yaptığı iddialarını reddediyoruz” dediğine ve NATO da Türkiye’nin yanında yer aldığına göre Türkiye şu anda Putin’in tehditlerine karşı yalnız değil.

Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov İle Türk Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun görüşmesi “Lavrov’un beklediği, özür benzeri söylemleri duymaması” nedeniyle ne kadar ümit vericidir bunu şu anda kestirmek güç.

Bütün bu tablo, arkadan gelecek ambargoların ve siyasi gelişmelerin önümüzdeki günlerde Türkiye’yi önemli ölçüde etkileyebileceğini gösteriyor.

Umudumuz gerilimin ve olumsuz etkilerinin bir an önce bitmesidir!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.