Şampiy10
Magazin
Gündem

Siyasi bir panik!

Önümüzdeki Pazar günü büyük ihtimalle uzun süredir tartışması yapılan “Mülteciler” konusu Ankara’daki AB-Türkiye Zirvesi’nde sonuçlanacak.

Bu zirvede Türkiye’den “Suriyeli mültecilerin bundan sonra Avrupa’ya geçişini engellemesi, onların tüm sorumluluğunu üstlenmesi” istenecek. Bu teklif Almanya Başbakanı Angela Merkel’in “bir başka ülkeye yapamayacağı” garip zamanlamasıyla Ankara’daki büyük terör saldırısı sonrası yaptığı ziyarette tartışılmış ve Avrupa medyasında bile “ahlaksız teklif” şeklinde değerlendirmeler yer almıştı.

Önümüzdeki Pazar yapılacak AB Zirvesi’nde ne olacağını Financial Times Brüksel muhabiri Alex Barker dünkü yazısında etraflıca anlatmış.

Avrupa’nın tampon bölgesi

Aynı noktayı daha önce, Merkel’in ziyareti sırasında da bu teklifle ilgili başka yazılarımda vurgulamış, Avrupa’nın Türkiye’yi “kendisini korumak için tampon bölge olarak gördüğünü” yazmıştım. Burada söylenenler de şöyle;

-Avrupalı yetkililer Türkiye’ye bu iş için “adil bir bedel” ödediklerini söylüyor. Milyonlarca Suriyeli’ye önümüzdeki aylarda istihdam ve eğitim sağlanabilecek.

- 1 yıl içinde “Geri Kabul Anlaşması” da uygulanmaya başlanınca binlerce kaçak göçmen Türkiye’ye geri gönderilecek.

- Bunlar yapıldığı takdirde Türkiye göçmenler için tampon bölge haline gelecek.

Aynı yazıda “AB’nin bölünmüş durumda olduğu, Türkiye’ye mali yardım konusunda ülkelerin hemfikir olmadığı, Kıbrıs’ın ‘üyelik müzakerelerine bile engel’ olduğu ve Paris saldırısı sonrası 75 milyon Türk’e Schengen Vizesi verilmesinin de imkansız olduğu” anlatılıyor.

Sınırda onbinler!

AB’nin eski Türkiye Büyükelçisi Marc Pierini “Anlaşma siyasi bir paniğin eseri. Erdoğan’a diz çökerek gittik, o da şimdi bizimle oyun oynuyor” demiş. Diz çökmeleri boşuna değildir.

Avrupa, zaten sınırlarında Rusya ve Esad ortaklığının bombardımanından kaçan on binlerce sığınmacının ihtiyaçlarını karşılamaya ve onların geçişinden korunmaya çalışan Türkiye’yi geri dönüşü olmayan, parayla pulla vaatlerle çözülmeyecek bir yola sokmaya çalışıyor.

Türkiye’yle daha önce üyelik konusunu dondurdukları halde şimdi milyonlarca mülteci varken bu yolu açacaklarını beklemek, Kıbrıs dışında başka ülkelerin de buna itiraz etmeyeceğini düşünmek hayaldir.

AB ile yapılacak toplantıda bu vaatleri hiçbir şekilde kabul etmemek ve kendilerinin neden bu konudan “vebadan kaçar gibi” kaçtıklarını ve karşılığında her şeye razı göründüklerini düşünmek gerekiyor.

Kamran İnan’a veda!

Türk siyasi hayatının duayen isimlerinden ve değeli diplomat, devlet adamı Kamran İnan’ı dün kaybettik.

Birleşmiş Milletler Türkiye Daimi Temsilciliği, Enerji Bakanlığı, Devlet Bakanlığı, senatörlük gibi önemli görevler üstlenmiş ve gurur duyulacak başarılar elde etmiş bu Kürt kökenli diplomat siyasetçimiz uzun siyaset yaşamında ülkesini her görevinde yüceltti.

Onun gibi değerli bir diplomat ve siyasetçi olan Onur Öymen onun şu sözünü hatırlatıyor; “Kimsenin değil, devletin adamı olmaya çalıştım. Tek partim Türkiye’ydi. ‘Türk vatandaşı’ ve ‘Türk insanı’ olur, kimse ayırım yapmasın!”

Kamran İnan’a Allah’tan rahmet, yakınlarına ve ülkemize başsağlığı diliyorum. Nur içinde yatsın!

Yazının devamı...

Rusya Türkmenler'den ne istiyor?

Suriye’de Rusya, ABD ve Esad Hükümeti’nin neler yaptığı anlaşılmaz bir hale geldi.

Suriye’nin kuzeyindeki Türkmenler önce PYD Kürt güçlerinin kendilerini “köylerini terk etmeye zorladıklarını ve boşalan bölgelere kendilerinin yerleştiğini” anlattılar. Türkmenler IŞİD ile PYD arasında sıkıştırılıyor ve zulme uğratılıyordu.

Haziran başından bu yana Türkmenler o bölgede “IŞİD’le muhalif güçler savaşıyor” denilerek çıkarılan çatışmalardan kaçarak Türkiye sınırına koşuyor.

5 Haziran’da “çatışma arasında kalan Türkmenler’in bir hafta Türkiye sınırından girmek için bekledikleri” haberi çıktı.

6 Haziran’ın haberi “Binlerce Türkmen Türkiye’ye girmek için Kürdüm demek zorunda kaldığı” idi.

Ortak bir proje!

Rusya’nın Esad’a yardım etmek ve daha çok muhalif güçlerin bulunduğu bölgelere saldırmak üzere Suriye’de operasyonlara başlamasından sonra “daha çok Türkmenleri hedef aldığı” duyuldu. Bunun arkasından “IŞİD’i bombalıyoruz” diyerek yine Türkmenlerin yaşadığı Bayırbucak ve Cebel Ekrad bölgelerini yoğun şekilde bombalamaya başladılar.

Evler yıkıldı, taş üstünde taş kalmadı, Türkmenler çadır kentlere sığındılar ve her ne kadar Türk Kızılay’ı onlara mümkün olduğunca yardım etse de buralarda da hayatları emniyette değil.

Bugün saldırıdan kaçan 40 bin Bayırbucak Türkmeni Türk sınırına sığınmış halde. Rusya’nın “hava harekatı” adı altında yaptığı bombalamaların ve “Suriye ordusunun kara harekatının” neden Türkmenleri hedef aldığının ve yurtlarından sürüldüklerinin açıklanması gerekiyor.

Burada bilinçli bir oyunun, ortak bir projenin yürürlüğe sokulduğu bellidir. Nitekim Türkiye Rusya Büyükelçisini Bakanlığa çağırarak kınadı. Ama kınama yeterli değildir.

Bölge kime geçecek?

Rusya ve Suriye’nin, adeta her saldırı için kilit sözcük haline gelen IŞİD’i kullanarak “IŞİD’e operasyon” bahanesiyle Türkmenleri yaşadıkları bölgede bombalaması, kara harekatıyla bunu desteklemesi ve diğer tarafta PYD’nin de Türkmenlere “köylerini boşaltma baskısı” yapması tesadüf değildir.

Türkiye sınırındaki Türkmen bölgelerinin (örneğin Hatay’ın Yayladağı ilçesinin hemen karşısında bulunan Türkmen Dağı bölgesinin de) ele geçirilmesi amacıyla üç taraftan saldırı yürütülmektedir.

Rusya’nın “IŞİD’e karşı” dendiğinde ABD’nin de ses çıkarmayacağı saldırıları –ki ABD’nin bu olayların neresinde olduğu anlaşılmıyor, sadece PYD’nin yanında, IŞİD’in karşısında olduklarını açıklıyorlar- Türkiye ve Türkmenlerin zararına, Suriye ve Kürt güçlerinin yararına gelişiyor, Arap ve Türkmenlere aylardır katliam yapılıyor.

Türkiye’ye alınmalılar

Bunu daha önce de yazmıştım. Türkiye sınırından Arap ve Kürtler, hatta PKK, PYD, IŞİD dahil terör örgütü militanları rahatça girerken nedense Türkmenler hep sınırda bekletiliyorlar.

Türk milletiyle kan bağı olan Türkmenler’in sınırdan geçmek için Kürt olduklarını söylemek zorunda kalmaları son derece üzücüdür. Aylardır saldırılar arasında sıkışmış, yakınları katliama uğramış Türkmenler mutlaka Türkiye’ye alınmalı ve mülteci kamplarında rahatları sağlanmalıdır. Suriye’de oynanan 3’lü, 5’li oyunları dikkatle izlemek ve tuzağa düşmemek de en önemli görevimiz olmalı!

Yazının devamı...

İşsizlik, terör ve mülteciler!

Türkiye’nin Güneydoğu’daki terör sorununun Suriye bağlantısı hayati önem taşıyor.

Birçok ilçeyi savaş alanına çeviren, Lice’den Silvan’a, Nusaybin’den Cizre’ye kadar güçlenebildiği her köşede yakıp yıkan, evleri ve işyerlerini harabeye çeviren PKK’nın Suriye’den destek aldığı ve sınır ötesindeki PYD-YPG ile ortak bir amaca hizmet ettiği ortadadır.

Bu nedenle G-20’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “sınır ötesinde olanları ve tüm terör örgütlerine eşit şekilde yaklaşılması gerektiğini” söylemesi yerinde olmuştur.

Enteresan bir şekilde onun YPG’nin de terör örgütü olduğunu belirtmesi Batı medyasında “Erdoğan’ın Kuzey Irak’taki Kürt isyancılara saldırma şevki IŞİD, El Nusra veya Ahrar-ul Şam’a saldırma isteğinden güçlü” şeklinde yorumlandı.

Sınırımızın korunması

Özellikle Paris saldırısından sonra açıkça görülüyor ki Avrupa “kendi sınırlarının tamamen kapatılarak korunmaya alınmasını” cansiperane savunurken Türkiye’ye ne olduğu, bizdeki bombalı saldırılarda, ilçelerimizdeki terör olaylarında hayatını kaybedenler onları fazla ilgilendirmiyor.

Suriye’nin kuzeyinde “IŞİD’e karşı en iyi müttefikimiz” dediği PYD-YPG’ye (Türkiye’nin tepkilerinden sonra) silah yardımı yapmayacağını açıklayan ABD’nin, içinde YPG’nin de bulunduğu gruplara 200 ton silah yardımı yaptığının “ABD’li bir yetkili tarafından açıklanması”na ne anlam vermek gerekiyor?

ABD Türkiye’nin sınır ötesinde kendi planlarını “IŞİD’i bahane ederek” yürütmüyorsa bu iki yüzlü politikayı nasıl açıklayacak? Kandil’in “Zayıfladık, Suriye’nin kuzeyindeki güçleri Türkiye’ye çekeceğiz” şeklindeki haberleşmeleri PKK’nın PYD-YPG’den destek aldığının ve alacağının işaretidir. Ve gerek ülke içindeki bitmeyen terör ve verilen zarar, gerek sınır ötemizde yaygın bir PYD bölgesi bizim için, ABD’nin veya Avrupa’nın kendini koruma planları kadar önemlidir.

Çalışma hakkı da!

TÜİK Türkiye’de işsizlerin oranının yüzde 10’dan fazla olduğunu ve geçen yıla göre çok arttığını açıkladı.

Diğer tarafta AB Türkiye’deki göçmenlerin Avrupa’ya geçişinin önlenmesi için 2.5 milyon mülteciye diğer hakların yanında “çalışma hakkı verilmesini” de talep ediyor. Göçmenlerin “Avrupa yolculuğundan vazgeçirilmesi için alınacak önlemler” konusundaki baskıya Türkiye’nin direndiği, AB ile “mali yardımın 1 yıl mı, 2 yıl mı süreceği konusunda görüş ayrılığı olduğu” konuşuluyor, yazılıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ise “önce AB’nin sözlerini yerine getirmesini” istediği için şu anda bir tıkanma mevcut.

Erdoğan bu konuda doğru yoldadır, bunca yıldır Türkiye’yi bekleten AB’nin çıkar oyunlarının faturası yüksek olacaktır.

Milyonlarca mülteciye Türkiye tarafından çalışma hakkı verilmesini de talep eden AB’nin bir veya 2 yıl yapacağı mali yardımdan sonra bu yükün onlarca yıl sürme ihtimali de, zaten karışık olan Güneydoğu’da bulunan çok sayıda mültecinin çalışmasıyla kendi insanlarımızın karşılaşacağı iş kayıpları da düşünülmelidir.

Batı nasıl ki vatandaşlarına ve çocuklarına güvenli bir ülke vermek için hesap yapıyorsa aynı hesabı biz de yapmalıyız!

Yazının devamı...

Bir parmak bal çalarak!

Cumhurbaşkanı Erdoğan AB ve ABD’nin Suriyeli mülteci almayacağına ikna olmuş görünüyor.

Yaptığı konuşmada “Suriye’den çıkışı engelleyeceksek, bizdekilerin kendi topraklarına dönmesine imkan hazırlayacaksak yapılması gereken şey var. Terörden arındırılmış güvenli bölgede süratle, yoğun bir şekilde onların yerel mimarisine uygun konutlar inşa etmek ve o konutlara bu insanları yerleştirmek” dedi.

Devamında da “DAEŞ’e karşı koalisyon ülkeleriyle adım atmamız gerektiğini, 3 başlığın önemli olduğunu, bunların; uçuşa yasak bölge, terörden arındırılmış bölge, eğit-donat olduğunu” söyledi.

ABD karşı çıkıyor!

Burada akla gelen ilk dört soru şöyle;

Bu konutları tümüyle yapmayı, maddi yükü karşılamayı AB ile ABD üstleniyor mu? Yoksa milyonlarca mülteciden sonra bu yükü de biz mi taşıyacağız?

Türkiye’de bulunan 2.5 milyondan fazla mültecinin çoğunun “kalıcı olduğu” Başbakan Davutoğlu tarafından açıklandığına göre bu konutlara kaç mülteci geçecek?

Daha önce ABD Dışişleri Bakanlığı’nın defalarca söylediği konuyu G-20 toplantısından sonra ABD Başkanı Obama vurgulayarak “Uçuşa yasak bölge veya bir tür güvenli bölge çağrısı yapanlar yanılıyor. Bu tür adımlar amaca zarar verir, gerçek bir güvenli bölge saha operasyonu gerektirir” dedi. Bu durumda Türkiye ile ABD karşı karşıya mı gelecek?

Daha önce ABD ile başlatılan ve onca emeğe, masrafa rağmen başarısızlığa uğradığı bildirilen “Suriyeli muhalifleri eğit-donat” tekrar mı başlayacak?

Avrupa birden değişti

On yıldır Türkiye’nin yüzüne bakmayan AB’nin tutumu “mülteci krizini ya da akınını gidermek için” hemen değişiverdi.

AB’nin Genişlemeden Sorumlu Üyesi Johannes Hahn “Türkiye ile AB ilişkilerinde hareketlilik var. Yıl sonuna kadar AB üyelik görüşmelerine yeniden başlamayı önereceğim” diyor.

İngiliz Times gazetesi “Yunanistan ve Türkiye tarihi düşmanlığı bir kenara bırakıp onları ayıran denizi geçmeye çalışan mültecilere engel olacaklar” diye yazıyor.

AB Türkiye topraklarındaki mültecilerin geçişini önlemek, bu sorunu olduğu gibi Türkiye’ye bırakmak için “3.2 milyar dolar yardım, AB’ye katılım görüşmelerinin hızlanması, vize serbestisi” vaadiyle bir parmak balı bize çalıyor.

Samimiyetsizlik!

Suriye iç savaşı ve mülteci olayından önce Türkiye ile ilişkilerini donduran ve bunun nedenlerinden biri olarak da “kalabalık Müslüman nüfusu” gören AB’nin, şimdi Avrupa için ortaya çıkan terör tehlikesinden de sonra 2.6 milyon mülteciyle beraber Türkiye’nin üyeliğini istemesi mümkün müdür?

Batı medyası “Türk polisinin mülteci kılığında Avrupa’ya geçmeye çalıştıkları iddiasıyla 8 IŞİD militanını gözaltına aldığını” yazıyor. Paris saldırısına katılan bir IŞİD militanının mülteci kılığında Avrupa’ya geçmiş olduğu”ndan söz ediliyor.

Elbette sığınmacılarla terörü ilişkilendirmek yanlıştır ama bu olayları gören Avrupa’nın kendini daha da fazla korumaya almak için Türkiye’yi kullanacağı doğrudur.

Daha fazla zaman kaybetmeden bu çelişki ve ilişkileri incelemek, ona göre karar vermek zorundayız.

Yazının devamı...

Yenilmiş komutan ve ordu!

Dünya IŞİD tehlikesi ve tehditleriyle çalkalanmaya devam ederken Türkiye bundan da ciddi tehlikelerle karşı karşıya.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve Başbakan Davutoğlu’nun da konuşmalarında vurguladığı gibi biz bir değil, birçok örgütün saldırıları altındayız.

IŞİD dün Fransa’ya yönelik yeni bir tehdit videosu yayınlayarak “Müslümanların intikamını aldıklarını ve Paris’e yeniden saldıracaklarını” açıkladı.

Salı akşamı ise Almanya’da Hollanda-Almanya milli futbol takımları arasında oynanacak maç stad yakınında bomba yüklü ve ambulans havası verilmiş bir kamyonetin bulunması nedeniyle iptal edildi. Hanover’de yine saldırı tehlikesiyle tren, tramvay, metro seferleri durduruldu.

Toplumun korunması

Bu olaylarda dikkat çeken nokta, Paris katliamında istihbarat hataları üzerinde durulurken saldırının arkasından tüm ihtimallerin gözetilerek ülkelerin her köşesinde topluma açık alanlarda büyük dikkatle önlem alınması ve tüm bilgilerin halkla, yerel ve uluslar arası medyayla paylaşılmasıdır.

Türkiye’de ise hangi örgütün nerede toplandığı, hangi teröristlerin hangi ilde bulunduğu gibi bilgiler çoğu kez Emniyet ve istihbarat birimleri tarafından gizli tutuluyor. En tehlikeli militanlar ancak yakalanırsa haber oluyor.

Oysa vatandaşların korunması, kendilerinin de tedbirli davranması ve hatta çocuklarının bu örgütler tarafından aldatılmasını önlemeleri açısından bu bilgiler zamanında ülke çapında paylaşılmalı ve topluma açık alanlar için gerekli uyarılar Türkiye’de de yapılmalıdır.

Muhalefet partileri

Türkiye’nin çözüm bekleyen dünya kadar sorunu dururken muhalefet partilerinde sular durulmuyor.

Dün MHP Hatay İl Yönetim Kurulu Üyesi Mustafa Sasunlu partisinden istifa etti. İstifa konuşmasında Genel Başkan Devlet Bahçeli’ye şöyle diyordu;

“Neden tabanın sesine kulak vermiyorsun. Milyonlarca ülkücünün çağrısını neden duymuyorsun? Neden yeter artık git, seni istemiyoruz diyorlar. Yenilmiş bir komutanın israrla ordunun başında durması kabul edilemez. Kalırsan ordu da kalmayacak, asker de”…

MHP’de genel başkanlığa adaylar arasında adı geçen Iğdır eski Milletvekili Sinan Oğan da Bahçeli’nin çözümü olarak “partiden ihraç istemiyle” parti disiplin kuruluna verilmişti, mahkeme bu cezaya yer olmadığına karar verdi.

Oğan’ın “bir Saray ürünü” olduğu gibi anlaşılmaz açıklamalar da yapan Bahçeli hala, partisinin yıpranıyor olmasına ve seçimde 4’üncü parti durumuna düşmesine rağmen koltuğunu bırakmak niyetinde değil.

Aynı durum ana muhalefet partisi CHP içinde sürüyor. Genel Başkanlığa aday isimlerden biri olan Muharrem İnce’nin açıklamaları da, diğer aday ve muhaliflerin açıklamaları da 6 seçimdeki başarısızlığı ve o süreçlerde yapılan yanlışları ortaya koyuyor.

Bunlar tabanın da konuştuğu konulardır. Kılıçdaroğlu ise “Ocak’ta kurultay yapılsın, ben de adayım” diyor. Tüm imkanları ve milletvekili seçimini elinde tutan genel başkanın aday olduğu kurultayda adil bir seçim olmayacağı bellidir.

Her iki partinin genel başkanının adaylıktan çekilerek partilerinin önünü açmaları şart olmuştur. Türkiye için bunu yapmak zorundalar!

Yazının devamı...

‘Yeni dönem’in sorunu!

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 26’ıncı dönemi dün yapılan milletvekili yemin töreniyle başladı, ülkemiz için hayırlı bir dönem olmasını diliyoruz.

Büyük olasılıkla “yeni bir anayasa”nın da yapılacağı önümüzdeki aylar ve yıllar içinde halledilmesi gereken en önemli sorunlar; ülkenin her tür terör saldırılarından korunması, Güneydoğu’nun birçok il ve ilçesinde “sokağa çıkma yasakları ve operasyonlara rağmen sağlanamayan” asayişin sağlanması, mülteci sorunu ve Suriye’deki savaşların Türkiye’ye sıçratılmasının önlenmesi olacaktır.

‘Çözüm’le güçlendi

Obama G-20 Zirvesi’nde Erdoğan’dan “çözüm sürecinin canlandırılmasını” istemiş ve bunun “Suriye’deki mücadeleye de katkı sağlayacağını” söylemiş.

Daha önce “Çözüm sürecinde PKK’ya müsamaha gösterildiği için örgütün güçlenip silahlandığını” açıklamış olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “mevcut şartlarda çözüm sürecine dönmek imkansız” dediğini bilmiyor olamaz.

Aynı şekilde son zamanlarda HDP, Demirtaş ve PKK’nın ortaklaşa söz ettikleri “öz yönetim” konusunun tamamen ayrı bir devlet statüsünde olacak “özerk bölge” talebi olduğunu da bilmiyor olamaz.

Terör bu nedenle sürdürüldüğüne göre Obama’nın “yeni bir çözüm sürecindeki beklentisini” de açıklaması yerinde olurdu.

İspanya örneği

Bunu açıklarken İspanya’nın Katalonya ve Bask bölgelerinde gelinen noktayı da vurgulamalıdır.

İspanya baştan “17 özerk bölgeye ayrılmış olmasına ve Katalonya ile Bask ‘tarihsel özyönetimler’ arasında olmasına rağmen” yıllardır bağımsız devlet olma talepleri sürüyor.

Daha geçen hafta Financial Times; Katalonya’nın bağımsızlığı amaçlayan önergesini eleştiriyor “İspanya’nın parçalanmasını ‘daha iyi refah koşulu elde etme’nin aracı yaptıklarını, sosyal adalet, eşitlik gibi değerleri öne sürdüklerini” belirtiyordu.

Obama yukarıdaki tabloya göre “Güneydoğu’daki terörün Suriye sınırının ötesindeki gelişmelerle yakın ilişkisi olduğunu” ima etmekte haklıdır ama sadece IŞİD’i sorun olarak görüp “YPG’yi destekliyoruz, IŞİD’i püskürtüyor” demekle ve PYD-YPG’yi “Ortadoğu’daki en iyi müttefik” saymakla Türkiye’nin sorununu dert etmediğini, tam aksini düşündüğünü ortaya koymaktadır.

Terör fabrikası

Fransa Cumhurbaşkanı Hollande’nin “Terörizm için en büyük fabrika haline dönüştü” dediği Suriye’de PYD-YPG de bu fabrikanın içindedir ve PYD ile IŞİD arasında nasıl bir ilişki olduğu, gerçek bir savaş mı, yoksa harita değiştirirken başvurulan bir yanıltma mı olduğu soruları da net cevabını bulamamıştır.

Diğer tarafta ABD’nin 7 önemli eyaleti “terörden vatandaşlarını korumak için Suriyeli sığınmacı almayacaklarını” Obama’ya bildirdiler. Bu sayı giderek artabilir, AB ülkelerinin de benzer tutum alması beklenebilir.

Avrupa medyası bile Türkiye’nin “gerçekleşmesi artık daha da zor” olan AB üyeliği veya para teklifleri karşısında AB’nin mülteci sorumluluğunu atmasına yardımcı olmaması gerektiğini yazdı.

Çok önemli bir süreçteyiz, yeni dönemde tek hatanın bile maliyeti büyük olacaktır.

Yazının devamı...

Mülteci sorunu ve terör!

Paris’teki büyük IŞİD saldırısından sonra G-20 ülkelerinin liderler toplantısı beklendiği gibi “IŞİD terörü ve Suriye sorunu” üzerinde yoğunlaştı.

Dünya nüfusunun 2/3’sinin yaşadığı G-20 ülkelerinin liderleri “IŞİD’e karşı işbirliği “konusunda aynı fikirdeler. Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması, geçici bir hükümetle seçime gitmesi ve bu seçimde Esad’ın aday olmaması konusunda da anlaşmaya varıldı.

Yalnız bu anlaşmaya Esad’ın ve örneğin Rusya’nın ne kadar uyacağını, kabullenip kabullenmeyeceğini kimse bilmiyor.

Ateşkes, nasıl?

Nitekim Putin’in Basın Sözcüsü “Putin ve ABD Başkanı Obama’nın 20 dakikalık görüşmesinin bir dönüm noktası olması gerektiğinin beklenmesi gerçek dışıdır. İki ülke arasındaki görüş ayrılıkları aynen devam ediyor” açıklaması yaptı.

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-Mun ise “Suriye’de geçici bir hükümet ve seçime gidilmesinin 2 yıllık bir süreç gerektireceğini, bunun başarılı olması için ülke çapında bir ateş kes sağlanması gerektiğini” söyledi.

Kısacası “Suriye’nin meşru bir yapıya kavuşması ve toprak bütünlüğünün korunması” için ideal bir çözüm kararı ortaya çıkmış görünse de mevcut kaosu ve şiddeti kaldırmanın uygulamaya konması oldukça zor görünüyor.

AB ve Schengen vizesi

Batı ülkeleri terörü o kadar ciddiye alıyor ki, Fransa’da bir kamuoyu yoklamasında “Bugün seçim olsa Cumhurbaşkanı Hollande’nin ilk turu dahi geçemeyeceği” sonucu çıkmış. Bu tepki, Fransa ve diğer AB ülkelerinin Suriyeli mülteciler konusunda yakın gelecekteki tutumu hakkında da fikir verebilir.

Avrupa Komisyonu Başkanı Juncker her ne kadar “Sığınmacılarla suç işleyen teröristleri karıştırmayalım, mülteciler de bu korkunç olaylardan kaçmak için kapımıza geliyor” diyorsa da bırakın mültecileri, Avrupa’ya normal seyahat edenler için bile “Shengen vizesi’nin tehlikede olduğunu” aynı konuşmada bildiriyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Terör olayları ile mülteciler arasında ilişki kurmayı sorumluluktan kaçma olarak değerlendiririz” sözleri bu nedenle çok yerindedir.

Irkçılık tehlikesi

Biz “terörün dini, ırkı, vatanı yoktur” desek de Batı bunu böyle algılamıyor. “Suriyeli, Mısırlı ve Cezayir kökenli Fransız” IŞİD’li teröristlerin yer aldığı Paris saldırısından sonra özellikle Avrupa ülkelerinde Anti-İslamist bir ırkçılık akımının başlaması ve yayılması kolay olacaktır.

Dün Fransa İslam Konseyi Başkan Yardımcısı Ahmet Oğraş TV’de “Fransa camileri koruma altına aldı ama Müslümanlar dışarıda tehlike altında” diyordu.

“Suriye’den yeni mülteci akınlarının olacağını” ve Türkiye’nin de ciddi terör sorunuyla boğuştuğunu bilmelerine rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “2.5 milyon mülteci aldık, bu sorun tek başımıza göğüs gerebileceğimiz bir sorun olmaktan çıkmıştır” sözlerine Batılı liderlerden açık bir cevap gelmemiştir.

Suriye ve Irak’la sınır komşusu olan Türkiye diğer ülkelerden daha fazla risk altındadır, kendi mülteci sorunumuzun çözümüne ve sınırlarımız kadar tüm illerimizin sıkı şekilde korunmasına onlardan daha çok ihtiyacımız var!

Yazının devamı...

İslam’a en büyük zarar!

Taliban ve El Kaide ile başlayan ve İslam dinini en vahşi eylemlere alet eden terör dünyaya yayıldı.

Fransa’nın başkenti Paris’te Cuma gecesi Bataclan konser salonu, Fransa-Almanya maçının oynandığı Stade de France ile bir restoran, bir metro istasyonu dahil olmak üzere 7 ayrı bölgede bombalı ve silahlı saldırı gerçekleştiren ve 3’ü öldürülen teröristlerin “IŞİD militanı” olduğu CNN International tarafından duyuruldu.

Bu saldırılarda en az 140-150 kişinin hayatını kaybettiği bildirilirken, dün son gelen haberlerde sadece konser salonunda 118 kişinin öldüğü açıklanıyordu.

Batı’da ciddi önlemler

Olayın hemen arkasından Fransız kabinesinin toplanarak “2’inci Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez” tüm sınırlarını kapattığı, ülkede olağanüstü hal ilan ettiği ve Paris’te güvenlik kontrolünü ordunun aldığı açıklandı.

Fransa bunu “teröristlerin kaçmaması ve başka teröristlerin ülkeye girmemesi” için önlem olarak yaptığını açıkladı.

ABD ve Belçika sınırlarda ve büyük kentlerinde benzer bir saldırı olasılığına karşı güvenlik tedbirlerini ciddi düzeyde arttırdı.

Avusturya “ülkemizde 250 silahlı cihatçı olduğunu biliyoruz, Paris’tekinin benzeri bir saldırı ihtimalini göz ardı edemeyiz” açıklaması yaparak güvenlik seviyesini en üst düzeye çıkardı.

İngiltere’de uzun süre önce arttırılmış olan güvenlik önlemleri aynı şekilde en üst düzeye çıkarıldı. Suriye’de IŞİD’li İngiliz vatandaşı “Cihatçı John” olarak bilinen teröristin öldürülmesinden sonra İngiltere “Londra’da bir misilleme saldırısı” bekliyordu.

Terör tehlikesi!

Dünya çapında alarmla görüldüğü gibi İslam dinini yaptıkları katliamlara dayanak yapan IŞİD ve benzeri terör örgütleri İslam’a da, Müslümanlara da, mültecilere de en büyük zararı verdiler.

Yine görüldüğü gibi Batı ülkeleri “cihatçı terör örgütleri”nin son derece profesyonel ve organize faaliyet yürüttüğünü, sınırlardan sızarak eylem gerçekleştirdiğini anladıkları için sınırlarını ve kentlerini, toplumlarını güvenceye almak için had safhada alarma geçtiler.

Türkiye’de “bombalı eylem yapmak veya IŞİD’e katılmak üzereyken yakalanan” onlarca teröristin kimliklerine baktığımızda Afganlı’sından Tacikistanlı’sına, Iraklı’dan Suriyeli’ye hepsinin rahatça içeri girip yaşayabildiğini görüyoruz..

Aynı tepki gerekli!

Avusturya “250 silahlı cihatçı olduğunu biliyoruz” diyerek önlem alıyor, Türkiye’de acaba kaç silahlı cihatçı var ve sınırlar, kentler için hangi “üst düzey güvenlik önlemleri” düşünüldü, alındı?

Fransız Basın Ajansı AFP’nin “Cihatçı John’un yardımcısının İstanbul’da yakalandığı” haberi doğru mudur, doğruysa bu azılı teröristler ülkeye nasıl girebilmektedir?

Yıllarca terörle mücadele etmiş olan eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ doğru söylüyor; “Dünya Paris’te olan terör eylemine de diğer ülkelerdeki eylemlere de aynı tepkiyi göstermedikçe terör bitmez”.

Yüzlerce vatandaşımızı kaybettiğimiz Suruç, Reyhanlı, Diyarbakır gibi katliamlar, Güneydoğu’da yaşadığımız terör, verdiğimiz şehitler de, Suriye sorunuyla birlikte G-20 zirvesinde gündeme getirilmelidir!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.