Şampiy10
Magazin
Gündem

‘Biri bize çözüm göstersin’

Güneydoğu’da terör ve operasyonlar devam ediyor. Hendeklerin kapatılıp barikatların kaldırılması için operasyonların sürdüğü Silvan’da sokağa çıkma yasağı 10 günü geçerken halkın mahallelerden “eşyalarını bile almadan kaçtığı” haberleri geldi.

Silvan’a giden HDP milletvekilleri ve Eş Genelbaşkanı Figen Yüksekdağ ise “Güvenlik güçlerinin hem kendilerine hem de sivil halka saldırı yaptığını” iddia ettiler.

Oysa öte yanda PKK; Şırnak, Mardin-Nusaybin, Silopi, Cizre, Sur, Silvan ve birçok yerde zırhlı araçlar, okullar, hastanelere saldırıyor, yollara bomba döşeyip patlatıyor, TIR ve otomobillere el koyup yol kesiyor, yakıyor, asker-polis-sivil ayırımı gözetmeden öldürmeyi sürdürüyor.

Şehit asker ve polis ailelerinin, hamile eşlerinin, yavrularının gözyaşları dayanılır gibi değil.

Silvan’da son olarak 24 yaşında gencecik Teğmen Altuğ Tek ve polis Arif Demir şehit oldu, 2 asker yaralandı.

Çocuklarla terör

Çarşamba akşamı CNN Türk’te AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu’nun konuşmasını dinledim. “Ben de Kürt’üm, Kürtlerin bir meselesi varsa benim meselemdir” diyen ve 30 yıldır siyaset yaparak bu konuları yakından takip ettiğini söyleyen Ensarioğlu’nun önemli gördüğüm bazı açıklamaları şöyle:

“PKK’nın gençlik yapılanması denilen YDGH 2 yıldır yapılandı, 10-20 yaş arası çocuk ve gençleri alarak silahlandırıyor, beyin yıkama yöntemiyle onları çatışmaya sürüyor.

Okullarda yüzü kapalı YDGH mensupları eğitime izin vermiyor, okulları camileri kapatıyor.

PKK bir “halk ayaklanması” çıkarmaya çalıştı, Kürtleri sokağa çağırdı ama yüzde 90 oy aldıkları yerlerde halk bırakın ayaklanmayı evinden bile çıkmıyor.

HDP siyaset üreterek şiddete itiraz edebilseydi, ortada silah-terör olmasaydı her şey çözülebilirdi.

Bu mesele artık “Kürtlerin hak arayışı” değil, Kürt meselesi değil. 7 Haziran’dan sonra başlatılan çatışma tamamen dış operasyondur. Ortadoğu-Suriye eksenlidir.

“Özyönetim” böyle ilan edilmez.

PKK aslında “özyönetim ilan ettim” dediği bölgelere güvenlik güçleri girsin, halk-devlet çatışsın, iç savaş havası yayılsın istiyor. Bugüne kadar Kürtlerin demokratik haklarının çoğu verildi, geri kalanlar da çözüm sürecinde verilecekti ki bunların muhatabı devlettir. Şiddetin muhatabı ise PKK’dır.

Geriye “ana dilde eğitim” ve “bir etnik kimliği tarif etmeyen” vatandaşlık tanımı gibi Anayasal olarak düzenlenecek konular kaldı. Şu anda tanım “etnik bir kimliği” tarif ediyor.”

Tanım etnik değil

Birçok noktada aydınlatıcı olan konuşmada dikkat çeken nokta Galip Ensarioğlu’nun da Anayasa’daki “Türklük” tanımını “etnik” saymasıdır.

Anayasa’daki tanım, çok sayıda etnik kökenin olduğu hemen her “üniter devlet”te olduğu gibi, ayırım yapmadan “Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türktür” diyor.

Bunun aksi ancak federatif yapılarda mümkündür. Bunu ve “özyönetim” açıklamalarını da tartışacağız.

Yazının devamı...

Özgürlük ve terör!

Radyo Televizyon Üst Kurulu’nda iki dönem, yaklaşık dört yıl yönetim kurulu üyesi olarak bulundum, o nedenle bu kurumla ve hayatımızı fazlasıyla etkileyen televizyonla ilgili konuları tartışmadan geçemem.

Bence RTÜK önceki gün “bir doğru, bir yanlış karar” verdi.

Atatürk’ün ölüm yıldönümü olan 10 Kasım’da O’na hakaret eden alt yazı ve sözler kullanarak “toplumun en milli ve en manevi değerine bilerek, kasten hakaret etmiş olan” Akittv’ye para cezası kesmesi, suçun tekrarı halinde kanalın yayın lisansının iptal edileceğini bildirmesi doğruydu.

Hatta dün yazdığım gibi Atatürk’e, üstelik ekranlardan hakaret etmenin tek karşılığı RTÜK cezası bile olmamalı, yargı görevini yapmalıdır.

Yanlış karar ise Ahmet Hakan’ın “Tarafsız Bölge” programında Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin “PKK’nın terör örgütü olmadığını savunması” nedeniyle CNN Türk’e para cezası kesilmesi, tekrarı halinde kanalın lisansının iptalinden söz edilmesiydi.

Kasıt yok!

Bu olayda kanalın, programın, programcının bir kastı yoktur, konuşma bir konuk tarafından ve “canlı yayın” sırasında yapılmıştır, kontrolü veya önlenmesi mümkün iken yapılmamış değildir. Konuşmadan sonra buna gereken tepkiler de gösterildiğine göre ceza gereksizdir.

Christian Amanpour gibi dünya çapında gazetecilerin, dünyanın izlediği programlarında da, AB İlerleme Raporu’nda da “medya özgürlüğü” konusunda karşımıza çıkan sorular ve yorumlar nedeniyle bunları tartışmamız gerekiyor.

RTÜK kararından 2 gün önce AKP Sözcüsü Ömer Çelik “Devlet ihtiyaç duyarsa Öcalan’la görüşülebileceğini” söyledi.

Devletin daha önce PKK ve Öcalan’la çözüm sürecinde defalarca görüştüğü de biliniyor. Bu durumda, Diyarbakır Baro Başkanı programda teröriste “terörist demediği için” kanal suçluysa, teröristle görüşen devlet niye suçlu değil sorusu akla gelmez mi?

PKK terör örgütüdür!

7 Haziran seçimlerinden sonra birdenbire Suruç saldırısı oldu. Bu saldırının arkasından PKK saldırıları başladı. Bu terör saldırılarının nedeni, PKK’nın IŞİD’le ilişkisi, IŞİD’in neden Türkiye’ye girerek PKK ile eş zamanlı veya paralel şekilde saldırılar yaptığı ortaya çıkarılmadı.

HDP’nin bile 1 Kasım’da kaybettiği oyların sorumlusu olarak PKK’yı gördüğü, toplantılarından gelen haberlerle açıklanıyor.

Bugün Güneydoğu illerini cehenneme çeviren PKK terörünün hiçbir mazereti olamaz. PKK elbette bir terör örgütüdür, fakat HDP’li siyasetçilerin daha önceki ekran söylemlerinde de onları “terör örgütü” yerine “gerilla” veya “silahlı güçler” olarak adlandırdığı bilinmektedir.

Yazının devamı...

Demokrasiye saygı!

Başta Güneydoğu’da “sokağa çıkma yasağı olan ilçelerde, köylerde bile” aralıksız süren PKK terörü olmak üzere son derece önemli, tartışılmadan geçilmeyecek gelişmeler, olaylar izlemekteyiz.

Bunlardan biri de “demokrasinin, ifade özgürlüğünün kötüye kullanılmasının açık örneği” olan ve Atatürk’’ün ölüm yıldönümünde milletin büyük tepkisini toplayan hakaretlerdir. İki ayrı televizyon kanalında bu ülkenin kurtarıcısı ve Cumhuriyet’in kurucusu büyük öndere buraya almayı bile saygısızlık gördüğümüz ağır, haksız, bağışlanamaz ifadeler kullanılmıştır.

Bu toplumun en büyük manevi değeri olan Atatürk’e yayın kuruluşlarından yapılan hakaretler sadece RTÜK’ün müdahalesiyle bile geçiştirilmemeli, yargı bu kanallar hakkında gerekeni yapmalıdır.

AB’den vaz mı geçtik?

AB’nin 2015 İlerleme Raporu ile “Türkiye’nin üyelik sürecini bitirdiğini” söyleyen AB uzmanları var. Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş ise içinde özellikle medya ve yargı bağımsızlığı konusunda ciddi eleştiriler olan AB Raporu’nun “taraflı” olduğunu iddia ederek “Bu rapordaki ifadeleri kabul etmiyor, aynen iade ediyoruz” dedi.

Bu rapor aslında, dış basının da seçim öncesinden bu yana vurguladığı gibi “AB’nin mülteci krizini Türkiye’ye yıkmak amacıyla” yumuşatmış olduğu ifadeler taşıyor.

Türkiye “AB müzakereleri hızlanacak” ümidiyle daha fazla mülteciyi asla kabul etmemeye büyük dikkat göstermesi kadar, AB raporlarını kabul etmeme konusunda da dikkatli olmalıdır.

Avrupa Birliği’ne girmekten resmen vazgeçmediysek “aday ülkelerin Komisyon tarafından önem verilen konulardaki tutumunu değerlendiren” bu raporları reddetmek ilişkiyi koparmak anlamına gelir.

Başkanlık sistemi

Başbakan Davutoğlu “Sistemde başbakan ile cumhurbaşkanı arasında yetki tartışması yaratacak sorunlar olduğunu” belirtirken “Güçler ayrılığına dayalı başkanlık istiyoruz” dedi. Bu gibi önemli değişikliklerde istekler değil, gerçekler önemlidir. Mevcut durumda yasama, yürütme, yargı tablosu “güçler ayrılığı”nı neredeyse imkansız hale getirdiği gibi Türkiye’de denetleyici “2 ayrı meclis”in ve eyalet yapısının olmaması da ciddi bir sorun olacaktır.

Başkanlık ve yarı başkanlıkla yönetilen ülkelerdeki sistemlerle hiçbir benzerlik olmayan Türkiye’de “denetim mekanizmalarının yeterli olup olmadığı” iyice ortaya çıkarılmadan başkanlık sistemi ısrarı gerginliklere ve yanlış sonuçlara neden olabilir.

CHP ve MHP kaynıyor

1 Kasım seçiminin ardından CHP ve MHP’de olağanüstü kurultay istekleri ve genel başkanlığa adaylığını açıklayan milletvekilleri giderek artıyor.

Bunlara karşılık iki genel başkanın “olağanüstü kurultay ve genel başkanlık tartışması olmadığını” bazı milletvekillerine açıklattığını görüyoruz. Bu açıklamalar tepki ve girişimleri durdurmayacağı gibi genel başkanları ve iki partiyi yıpratacak uzatmalardır.

Tam aksine, koltuğa yapışmak yerine “kendilerinden sonra akılcı, yapıcı, başarılı ve fevri çıkışları olmayan isimlerin önünü açmaları” doğru olan adımdır. Liderlik “çekilmeyi de bilmeyi” gerektiriyor.

Yazının devamı...

Türkiye için büyük risk!

Röportajları ve vazgeçmeyen sorularıyla sadece ABD’de değil, dünya çapında tanınan gazeteci Christiane Amanpour Başbakan Davutoğlu’yla röportaj yaptı.

Davutoğlu “Suriye’de IŞİD’e karşı kara gücü kullanılması” konusundaki soruya “hem hava hem de kara gücü kullanılmasını içeren bir politika gerektiği ama Türkiye’nin tek başına bu yükü alamayacağı, Türkiye’nin güvenli bölge talep ettiği” cevabını verdi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ise “Obama ile görüştüklerini, koalisyon güçlerinin tavrının önemli olduğunu ama Türkiye’nin başta IŞİD olmak üzere tüm terör örgütlerine karşı gerek kendi başına, gerekse kolektif olarak adımlar atacağını” söylüyor.

Savaşa mı gireceğiz?

Onlar bu konuşmaları yapmadan önce iktidara yakın bir gazeteci olarak bilinen Yeni Şafak yazarı Abdülkadir Selvi “Yakında Suriye’de çok büyük bir savaşın patlayacağını, Türkiye’nin bu savaşta IŞİD’e karşı ABD ile birlikte yer alacağını” net bir ifadeyle yazmıştı.

Hepsini bir araya getirdiğimizde; IŞİD’in, elinde bulunan ve Türkiye’nin stratejik öneme sahip sınırında yer alan Cerablus’u da “PYD’ye devredeceği” veya IŞİD’le sınır komşusu kalma ihtimalinin hükümeti bu bölgede IŞİD’e karşı savaş kararına yönelttiği anlaşılıyor.

Bununla birlikte durumun göründüğünden daha riskli olduğu konusuna bir kez daha değinmeliyiz. ABD’de siyasetçiler de, anketlerde ortaya çıkan sonuca göre halk da “Obama’nın Suriye’ye ve IŞİD’e müdahalesini” onaylamıyor.

İngiliz Parlamentosu da Başbakan Cameron’un “Suriye’de IŞİD’e karşı koalisyona katılma isteğine” onay vermedi. Diğer tarafta“Rusya-Suriye yönetimi ve ABD’nin PYD’yi desteklediği” ortada.

Biz sınırda, onlar uzakta!

PYD lideri Salih Müslim “ABD’nin 50 ton silah mühimmatının ellerinde olduğunu ve Cerablus’a girebileceklerini” söyledi.

ABD’nin Ortadoğu için niyeti ve Suriye’de iç savaş başladığı günden itibaren Türkiye’yi müdahaleye teşvik ettiği düşünülecek olursa, samimi bir dış politika izlediğinden emin olmanın zorluğu ortaya çıkar. Tablo böyleyken Suriye’ye “tek başına veya kolektif bir saldırı”nın bizi çıkmaz bir sokağa iteceği ihtimali ve Suriye’nin nasıl bölündüğü unutulmamalıdır.

Biz bu terör örgütleriyle artık “onları duyacak kadar yakın” mesafedeyiz, ülkenin içinde de çok sayıda militanları var. Adana Yüreğir’de IŞİD’e katılmak üzereyken yakalanan ve Türkiye’ye nasıl bu kadar kolay girdikleri anlaşılmayan Azeri, Iraklı, Afgan, İranlı, Kırgız, Tacik 38 kişi bunun son örneğidir.

ABD Suriye, Irak gibi bu terör örgütlerinin merkezi olan ülkelerle sınır komşusu olmamasına rağmen parlamentoları ve vatandaşları güvenlik endişesi taşıyor.

Bugün Malta’da yapılacak olan Avrupalı ve Afrikalı liderler toplantısından önce “Avrupa’nın 106 bin mülteciden sadece 135’ini aldığı” konuşulmuş. Bildiğimiz gibi Batı’nın “bizim 3 milyona yakın aldığımız” mültecileri almamasının nedeni de ülkelere getireceği yükün sorumluluğundan kaçma ve güvenliktir.

Sonuç olarak; Türkiye, Suriye’ye müdahale anlamına gelecek her adımı “atmadan önce bin kez düşünmek” zorundadır. Şartlar bunu açıkça gösteriyor!

Yazının devamı...

Akıl ve cesaret!

Büyük önder Atatürk’ün 77’nci ölüm yıldönümünde onu derin bir sevgi ve minnet duygusuyla anıyoruz.

Atatürk bir kurtarıcı ve kurucudur.

Çağdaşları olan diktatörler tarihin çöplüğünde kendilerine ayrılmış yerleri alırken Atatürk bugün hala ülke içinde ve dışında yetmişyedi yıl önceki coşkulu sevgiyle ve takdirle hatırlanmaktadır.

On yılda yaptıkları ile rotasını çağdaş uygarlık seviyesine çevirmiş ve istediklerini, doğru bildiklerini peşine inanç ve güvenle takılmış halkla birlikte yapmıştır.

Atatürk halkının yalnızca şükranını değil aynı zamanda yüzyıllar boyunca bağlılığını da fazlasıyla hak etti.

Türkiye’nin evrensel zeminde en değerli sermayesi Atatürk’tür.

Dünyanın en yaygın ve etkileyici savaşını, elinde kalan bir avuç toprağa aslanlar gibi sarılan Mehmet’lerle vermiştir.

1981’de Atatürk’ün yüzüncü doğum yılı nedeniyle UNESCO’nun verdiği; o yılın dünyada “Atatürk yılı” olarak kutlanması kararı Atatürk’e layik olduğu saygı ve övgüyü bir kez daha sunmuştur.

Birleşmiş Milletler ailesi böylece büyük komutanın ve Türkiye devletini kuran kahraman devrimcinininsanoğluna kazandırdığı onura bir karşılık vermiş oldu, Atatürk’ün yüzüncü doğum yıldönümü şenlikleri böylelikle uluslar arası katılıma sahip hale geldi.

Atatürk’ün olağanüstü bir devrimci olduğu göz önünde tutularak özellikle sömürgecilik ve emperyalizme karşı açılan savaşların ilk lideri olduğu inancı, genel kurulda ezici bir karar çoğunluğu sağlamıştı.

Ata’ya ihanet olmaz

“Hocaların Hocası” olarak anılan Ord. Prof. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu özetle şu değerlendirmeyi yaptı. “Eğer Atatürk Kurtuluş Savaşı’nda tarihsel fırsatları iyi kullanmasaydı bugünkü bağımsız Türkiye Cumhuriyetiolmazdı yer yüzünde. Bunu görmemek için ya bilinçsizlik içinde ya da vatanına ve onun çocuklarına beslenen korkunç kin ve düşmanlığın oluşturduğu ahlaki bir körlük içinde bulunmak gerekir.”

Türkiye’nin en zor dönemlerinden birini yaşadığımız şu günlerde Atatürk’ün bize kazandırdıklarını hatırlamak hepimiz için bir görevdir!

Yazının devamı...

Değişim nasıl olmalı?

Bu günlerde muhalefet partilerinin seçim yenilgisi, bunun nedenleri ve “değişim” gerektiği her platformda tartışılıyor.

Bu yenilginin “seçmenleri bazında” önemli nedenlerinden biri, kendilerinin de itiraf ettiği gibi “tarihi bir fırsatı koalisyon kuramamakla” kaçırmış olmalarıdır ama çok köklü başka nedenler de vardır.

İç ve dış politikalarda özgün ve aydınlatıcı bir yol izlemek ve örneğin kendi aralarında bir koalisyon imkanı yaratmak yerine daha çok “rakip partiyi veya partileri suçlamakla” zaman geçirmeleri de bu nedenlerden biridir.

Seçimden sonra “yanlışa, baskılara direneceğiz” derken diğer tarafta partilerinin içinden ve dışından kendilerine gelen tepkilere tehdit ve hakaretle cevap verme, hatalarını kabullenip çekilme büyüklüğünü göstermeme yanlışında ısrar etmeleri, sonuçtan ders almadıklarını gösteriyor.

Akılcı tartışma!

Türkiye’nin artık ciddi konularını doğru tartışmalarla, doğru vizyonlarla açığa kavuşturmaya ve büyük olayların üstünü “bir suçlu bularak örtme” yerine dürüst ve çözümcü siyaset anlayışına ihtiyacı var.

Örneğin Türkiye’nin diğer ülkelerden farklı yapısını gözetmeden “başkanlık sistemi” gibi, bir rejim değişikliği getirecek, gerekli denetim mekanizmaları olmadığı takdirde demokrasi açısından sorun yaratacak bir sistem sadece tepkilerle veya inatlaşmalarla, liderlerin çekişmesiyle gündeme gelmemelidir.

Basın özgürlüğü konusunda ABD Ankara Büyükelçisi John Bass “ABD’nin hiçbir siyasi görüşe taraf olmadığını ama demokrasi ve basın özgürlüğüne verdikleri destekte geri adım atmayacaklarını” söyledi.

Demokrasiyi korumak

ABD Sözcüsü Trudeau da 2 Kasım’da “medya baskılarından ve seçim sürecinde baskıların arttığından” söz etmişti. Avrupa Parlamentosu Başkan Yardımcısı Ulrike Lunacek de seçim sonrası aynı konuda bir konuşma yaptı.

Eğer Türkiye’deki basın özgürlüğü dünya tarafından tartışılıyor ve kötü puan alan ülkeler arasında sayılıyorsak öfkeli çıkışlar yerine akılcı görüş alışverişleri yapmak, bu konunun düzelmesini sağlamak zorundayız.

Devlet, masum vatandaşların telefonlarının dinlenmesi, sahte delillerle yıllarca hapsedilmesi gibi bağışlanmaz yanlışları önlemekten, Türkiye tarihinde bir daha yer almamasını sağlamaktan da sorumludur.

Tabloya dikkat!

Müslüman çoğunluğa sahip ülkeler arasında, kusursuz olmasa da hala “demokrasiyi koruyabilen” tek ülke olarak bir rejim değişikliği de, en temel ve gerekli özgürlükleri koruma da özenle düşünülmesi gereken konulardır.

Aslına bakarsanız, seçmendeki istikrar endişesini, terör korkusunu bir yana bıraktığımızda; 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinde çıkan sonuçları karşılaştırmak, 7 Haziran’daki tabloyu da iyi anlamak tüm partiler için iyi bir uyarı olur. Sadece HDP’nin “Türkiye partisi olacağım” dedikten sonra sözünü tutmaması bir sonraki seçimde “aldığı oyları kaybetmesine” yol açtı.

Geçmişten ders çıkarmak ve gerçekleri açıkça-dürüstçe ortaya koymak, sorumluluğunu bilmek siyasi partilerin görevidir, ülkenin hepsinden beklediği en önemli değişim budur!

Yazının devamı...

Terör ve liderlik!

Öncelikli olarak düşünmemiz gereken konu Türkiye’nin seçim süreçleriyle kaybettiği zamanı telafi etmesi, sorunların çözümü konusunda çok hızlı davranması gerektiğidir.

Başta terör olmak üzere uzun süredir devam eden kaos ortamı ve istikrarsızlık bize çok şey kaybettirdi. Örneğin; Güneydoğu’da PKK’nın yol kesme, yola patlayıcı yerleştirme, araç yakma ve saldırıları turizmi sekteye uğrattı. Mardin gibi en gözde turistik illerde sezonun en aktif döneminde bile rezervasyonlar iptal edildi, turizm yatırımları durma noktasına geldi. Birçok otelin kapanma aşamasına geldiği, otel inşaatlarının durdurulduğu, yüzlerce personelin işsiz kaldığı ilgili kuruluşlar tarafından açıklanıyor.

Diğer tarafta PKK’ya operasyonlar sürerken şehit sayısı da her geçen gün artıyor.

Meclis çalışmalı!

Irak’ta Peşmerge Komutanı Kasım Şeşo Türkiye’de de konuşulan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da vurguladığı bir gerçeği dile getirdi ve “YPG ve PKK IŞİD’e yardım ediyor. IŞİD’in kuzey Irak’ta faaliyet göstermesine destek veriyor” dedi.

Irak’ta ortak çalışan iki terör örgütünün Türkiye’de de bunu yapmaması için neden yoktur.

Demek ki artık durum “açılım” sürecinin başladığı günlerden çok farklı bir noktadadır, PKK destek alıyor, terör saldırıları Suriye bağlantılı ve bu nedenle çözüm politikaları da ona göre düşünülmek zorunda… Yani sınır ötesindeki gelişmelerden, ilan edilen kantonlardan, PYD-PKK-IŞİD’in birlikte hareket etmesinden, ABD’nin PYD’Yi müttefik görmesinden bağımsız olarak bir çözüm düşünülemez.

Bu konu ve AB’nin ödüller karşılığında “2.5 milyon mülteciyi Türkiye’ye hapsetme ve Avrupa’ya geçişlerini engelleme” çabası acilen karar bekliyor. Bunlar TBMM’de tartışılması gereken kararlardır.

Yeni hükümetin en kısa zamanda kurulması ve bu çalışmaların başlaması gerekiyor.

Muhalefetin önemi!

CHP ve MHP genel başkanları, partilerindeki tepkileri duymazdan gelerek daha önce kaybettikleri her seçim sonrası yaptıkları gibi “hiçbir şey olmamış” havasında yola devam ediyorlar.

Kılıçdaroğlu, Baykal ile uçakta yaptığı konuşmada “7 Haziran’da ele geçen tarihi fırsat kaçtı” demiş. Her ne kadar bunun tek sorumlusu olarak MHP’nin, Meclis başkanlığı seçiminde bile süren uzlaşmaz tutumunu gösteriyor iseler de genel başkanlar “kaybettikleri çok sayıda seçimi” göz önüne almak zorundadır.

Lider olmak “partisinin içinde bulunduğu tabloyu doğru analiz etme ve yenilenme ihtiyacına saygı duyma becerisi”ni de gerektirir.

Her iki partide “olağanüstü kurultay ve lider değişimi” talepleri sadece partilerin içinden değil, eski ve deneyimli üyelerinden de geliyor ve taleplerinin nedenleri açık şekilde listeler halinde ortaya konuyor. CHP ve MHP liderlerinin bu tepkilerin haksız olduğunu söyleyecek şansı kalmamış, başarmaları için tanınan uzun süre bitmiştir.

Demokrasilerde güçlü muhalefet partileri, güçlü iktidarlar kadar önemlidir.

Ülkeyi düşünerek en kısa zamanda partilerine “geniş kitlelere hitap edebilecek, daha aktif ve özgün liderler” açısından yeni bir fırsat sunmaları doğru karar olacaktır!

Yazının devamı...

Yeni partiler, yeni anayasa!

Öyle görünüyor ki Türkiye’de bugünden sonra tartışılacak ilk üç konu; yeni anayasa ve başkanlık sistemi, yeniden çözüm süreci ve CHP ile MHP’nin yenilenmesi olacak. Nitekim seçimin hemen arkasından Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın “Başkanlık sistemi Cumhurbaşkanımızın daha başbakanken konuştuğu bir söylemdir. Referandum gerekiyorsa referanduma gidilir” açıklamasını yaptı.

Ak Parti’nin milletvekili sayısı Anayasa’yı değiştirerek başkanlık sistemini getirmeye yeterli olmadığı için gerçekten de 2 yol var; ya bir referandum daha yapılarak halkın karar vermesi sağlanacak veya bir başka partinin “367 oy”a yetecek şekilde destek vermesi gerekecek.

Referandum doğru mu?

Ak Parti bir başka partinin, en büyük ihtimalle HDP’nin desteğini alamazsa referanduma gitmesi için de 330 oy gerekeceği için yine dışarıdan destek arayışına girecektir.

Burada çok riskli olan nokta son derece teknik bir konu olan “parlamenter sistem-başkanlık sistemi karşılaştırması”nı ancak siyaset bilimci ve hukukçular, uzmanlar yapabilecekken bunu halkın önüne koymak olacak.

HDP’den gelen son açıklamalar “eğer bir işbirliği olursa referanduma gerek kalmadan başkanlık sisteminin getirilebileceğini” gösteriyor.

ABD tipi, Meksika tipi…

7 Haziran öncesinden 1 Kasım’a kadar olan olan dönemde HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş seçim propagandasını hep “başkanlığı getirtmeyeceğiz” söylemleri üzerine kurmuştu. 1 Kasım seçiminden sonra HDP politikasının birden değiştiği görülüyor.

HDP Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat “Meksika modeli tartışılabilir” derken, Celal Doğan “ABD modelinin tartışılabileceğini” söyledi. Bu iki açıklama “herhangi bir modeli HDP’nin kabul edebileceği” anlamına gelir. Elbette bu kabul edişin “HDP-PKK’nın istediği çözüm” olan özerk bölge konusunun tekrar masaya yatırılmasını gerektireceği açıktır ama bugün hala süren terör ve hükümetin terör politikası şartlarında masaya dönüş nasıl gerçekleşir sorusuna cevap bulmak da zordur.

Diyelim ki AKP ve HDP başkanlık konusunda anlaştılar. Örnek olarak gösterilen ABD ve Meksika’nın her şeyden önce ayrı birer devlet gibi eyaletlerden oluştuğu ve her ikisinde de “senato ve temsilciler meclisi” gibi iki ayrı meclisin denetimi olduğu ve ayrıca bunlara rağmen sistemde zorluklarla, yanlışlarla karşılaşıldığı gibi noktalar nasıl göz ardı edilecek?

Bu konularda halk aydınlatılmalıdır.

Muhalefetin yenilenmesi

Seçim başarısızlığının ardından CHP ve MHP’de genel başkan değişikliği yoğun olarak gündeme oturdu. CHP’de Umut Oran, Kılıçdaroğlu’nun “Başarının tek ölçüsü iktidara gelmektir” sözünü hatırlatarak “gereğini yapmasını”, aksi takdirde olağanüstü kurultayı toplayarak güven tazelemesini istedi ve adaylığını açıkladı. MHP Genel Başkanı Bahçeli ise “istifa etmesi gerektiğini” söyleyen tüm kesimlere çatarak istifa etmeyeceğini ortaya koydu. Buna rağmen partisindeki kendisine karşı muhalefet hızla artıyor.

İki liderin partileri ve kendileri yıpranmadan karar vermesi ülke yararına olur. Bu konuyu yarın daha detaylı olarak ele alacağız!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.