Şampiy10
Magazin
Gündem

Dokunulmaz konular!

Türkiye ciddi ve acilen çözülmesi gereken sorunlarla karşı karşıya… Bunlardan ilk akla gelenler “ Suriye meselesi, terör ve mülteci” sorunlarıdır.

Dün yine Hakkari’de güvenlik güçleriyle PKK’lı teröristler arasında çıkan çatışmada 2 uzman çavuş şehit oldu, 1 askerimiz yaralandı.

Operasyon nedeniyle Diyarbakır’ın Lice ve Hani ilçelerinde 22 mahallede Çarşamba gününden başlayarak ikinci bir duyuruya kadar sokağa çıkma yasağı ilan edildi.

Terör devam ediyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan dün yaptığı konuşmada “Terör örgütüne operasyonların; silahlarını betonlayıp gömene kadar, tüm elemanları tasfiye olana kadar devam edeceğini” söyledi.

Çözüm süreci var mı?

Eski Başbakan Yardımcısı ve AKP Van Milletvekili Beşir Atalay ise seçimden sonra “Çözüm sürecinin mimarı Ak Parti’dir ve geleceği de Ak Parti’ye bağlıdır. Biz dokunulmaz konulara dokunuruz, çözülmez konuları çözeriz” demişti.

Bu durumda “çözüm süreci tekrar başlayacak mı” sorusunun cevabını anlamak kolay değil.

Batı medyasının seçim sonrası Türkiye ile ilgili makalelerinde “çözüm sürecinin tekrar başlaması gerektiğine, terör ve mülteci krizinin turizmi vurduğuna, dış politikanın ekonomiyi tehdit eder hale geldiğine” vurgular var.

“Çözülmez konuları çözmek” bir iktidar için başarıdır ama aynı zamanda görevdir. Burada “neyin, nasıl bir anlaşma ile çözüleceği” önem taşıyor.

Çözüm sürecinde nelerin tartışıldığı, taleplerin ne olduğu, “sona yaklaştık” açıklamalarının neleri içerdiği konularını sadece masadaki taraflar biliyordu.

Dış destekli terör

7 Haziran sonrasında Türkiye’de yaşanan terör olayları yapılan açıklamalardan da bilindiği gibi “birden çok terör örgütü”nün yarattığı olaylardır. Bunların artık sadece ülke içindeki terör örgütüyle değil, Suriye ve diğer bazı ülkelerle bağlantılı olduğu, dış politikamızın içeri yansımalarının önemi açıktır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye’de PYD’nin 4’üncü kanton ilanının, Batı tarafından Rojova’nın “Suriye Kürdistanı” olarak ifade edilmesinin Türkiye için tehdit olduğunu söylemişti. Bu durumda ortada sadece “Türkiye içindeki PKK” varmış gibi silahları gömmek veya elemanlarını tasfiye etmekle ilgili vurgular olayın dış bağlantı boyutunu küçümsemek sayılmaz mı?

IŞİD ve diğer terör örgütleri de faaliyete devam ederken onları unutmamak gerekmez mi?

Mülteciler ve güvenlik

İngiltere Başbakanı David Cameron ülkesinin de “Suriye’de IŞİD’e karşı düzenlenen harekata dahil olmasını” istemiş ama parlamentodan onay çıkmamış. Bunun nedeni İngiliz Parlamentosu’nun kendi askerini ve ülkesini IŞİD’in hedefi haline gelmekten korumaya çalışmasıdır.

Dün Avusturya Dışişleri Bakanı Sebastian Kurz’un “Türkiye, AB ülkelerine gelmek isteyen sığınmacıları birkaç günde durdurma gücüne sahip. Ama sadece maddi yardım değil, Türkiye’ye vize serbestisi ve AB’ye üyelik için açık bir perspektif istiyor” sözleri de yine kendini koruma için söylenmiştir.

Bunların hepsini göz önüne alarak içerde ve dışarıda dikkatli karar vermemiz gerekiyor!

Yazının devamı...

ABD neden korkuyor?

Dün son seçimde birçok ilde milletvekillerini kaybeden, oy oranları düşen partilerin genel başkanlarının artık istifa ederek partilerinin önünü açması, yenilenmeye kendiliğinden fırsat tanıması gerektiğini yazmıştım.

Aynı gün içinde basında bu konunun geniş şekilde yer aldığı görüldü.

Bu aslında Meclis’e giren 3 muhalefet partisi için de geçerlidir. Nedenini anlamak için bırakın oy oranı ve milletvekili sayılarını, genel başkanların “Türkiye seçim haritası”na bakmaları yeterlidir.

7 Haziran seçiminden sonra azgın bir şekilde ortaya çıkan, yüzlerce vatandaşımızı kaybettiğimiz çok örgütlü terör saldırıları, ortaya çıkan siyasi boşluk ve istikrarsızlık nedeniyle ekonomide, yatırımlarda, turizmde, sosyal yaşamdaki olumsuzluklar elbette sonucu etkilemiştir.

Bununla birlikte, sebep ne olursa olsun Türkiye haritasının belli bölgelerine sıkışıp kalan, ülkenin genelinde destek bulamayan partiler başarısız demektir.

Partilerini düşünmeliler!

Partilerin üçü de öyle veya böyle seçmenin tercihi olma fırsatını kaçırmışlardır. MHP ve CHP liderlerinin istifa etmeyecekleri dün yapılan açıklamalardan anlaşılıyor.

Hiçbir şey olmamış gibi yola devam etmelerinin zorluğunu görmeseler de kendi partileri içinden, milletvekillerinden itirazlar yükselecektir.

Nitekim CHP’den Fikri Sağlar’ın “Yüzde 25 oyda çakılıp kalmak başarı değildir. CHP yönetilemiyor” sözleri, Mustafa Balbay’ın “Bir şahlanış ve silkeleniş süreci gerekiyor. Parti 1 Kasım’da oy oranını korumuş olmasına rağmen 2 ay içinde yapılacak kurultayı bu anlamda bir şans olarak değerlendirmeliyiz” açıklaması başlangıçtır.

MHP de (ve aslında CHP’de de) konuşan milletvekilleri disiplin suçu işlemiş gibi değerlendirildiği ve sonuç “milletvekilliğini kaybetmek” olabildiği için itiraz çıkamıyor. Bu takdirde genel başkanların insiyatifi alması ve kurultay beklemeden ayrılması daha doğrudur.

Türkiye’de demokrasi amaçlanıyorsa artık istifa mekanizması da liderler ve diğer siyasetçiler için işlemelidir.

“Türkiye’ye gitmeyin”

7 Haziran seçiminden kısa süre sonra başlayan ve PKK, IŞİD, DHKP-C gibi örgütlerin yarattığı terör her nasılsa 1 Kasım seçimlerinden önce durdu.

Bu sevindirici bir durumdur ama bundan sonra Türkiye’nin bir numaralı sorununun “terörü önlemek ve her tür önlemi alarak halkın can güvenliğini sağlamak” olduğu gerçeğini değiştirmez.

Dün ABD ordusunun Avrupa Komutanlığı “9 Kasım’dan itibaren askeri ve sivil çalışanların, çifte vatandaşlığı olanlar dahil Türkiye’ye resmi olmayan seyahatlerini yasakladı”. Resmi ziyaretler için ise ordudan izin alınması gerekiyor.

Türkiye’ye seyahat edecek olan Savunma Bakanlığı yetkililerine ise “ protesto olaylarından, miting ve gösterilerden, büyük topluluklardan uzak durmaları” uyarısı yapıldı.

ABD terör saldırılarını ve diğer istihbaratı Türkiye’den çok daha hızlı aldığına göre, nasıl bir tehlike vardır ki bu uyarıyı kendi vatandaşlarına yapmıştır sorusunun üzerinde durmak şarttır.

Hükümetin seçim rehavetini derhal bir tarafa bırakarak sıkı şekilde güvenlik önlemlerine eğilmesi ve halkı dikkatli olmaları konusunda uyarması gerekiyor!

Yazının devamı...

Partisini seven lider!

Seçimden çıkan sonuçlar bana Büyük Britanya eski Başbakanı Margaret Thatcher’ın istifasını hatırlattı.

Çok uzun bir siyasi kariyeri olan, İngiltere’de en uzun süre başbakanlık yapan lider olarak bilinen Margaret Thatcher partisinin ve kendisinin zayıflamaya başladığını, bölünmelerin olacağını gördüğü anda, 22 Kasım 1990’da yapılan genel başkanlık seçiminin “belki de yine kazanacağı” 2’inci turuna katılmadan önce kararını verdi.

Ülkesine büyük yararlar sağlamış olan ve dünyada “Demir Lady” olarak anılan başarılı lider ayrılırken yaptığı konuşmada şöyle diyordu; “Meslektaşlarıma danıştıktan sonra ‘Parti’nin birliği ve gelecek seçimlerde başarı sağlaması için’ seçimden çekilip diğer hükümet üyelerine liderlik için aday olma imkanı vermemin daha uygun olacağına karar verdim.”

Thatcher kendisinden sonra yerini alması için John Major’ı desteklemiş ve Major liderlik yarışını kazanmıştı.

Başarı yoksa…

Bu konu toplumun can güvenliğinden huzuruna, adil gelir dağılımından dış politikaya kadar birçok ciddi sorunu çözüm bekleyen, benzer felaketleri ardı ardına yaşayan Türkiye için öncelikle üzerinde durulması, ötelenmemesi gereken konudur.

Siyasetçilerin en kötü ve bağışlanmaz hataları unutturarak geride bırakması, halkımızın da unutmaya pek yatkın olması nedeniyle istifa mekanizması ortadan kaldırılmıştır.

Son örnek 1 Kasım seçimlerinde büyük kayba uğrayan neredeyse bütün illerde oylarını azaltan, milletvekillerini kaybeden veya hiçbir seçimde “başarı” anlamına gelecek bir ilerleme kaydetmeyen partilerin liderlerinin durumudur.

Ortaya çıkan sonuç, her ne kadar tanıtım açısından eşit olmayan şartlarda bir yarış olsa da MHP, CHP ve HDP için açık başarısızlığı gösteriyor.

Dik duruş meselesi

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli “Partimizin tüm organları görev başındadır. MHP dik duruşunu koruyarak, oy ve milletvekili sayısı yeterli olmasa da TBMM’de temsil imkanına yeniden kavuşmuştur” dedi. Böylece istifa etmeyeceğini, bu bozguna rağmen koltuğu bırakmayacağını gösteriyor. Peki bu tabloda hangi organlar, hangi dik duruş, hangi temsilden söz etmektedir?

Kendi seçmeni bir partiyi 81 ilin 79’unda bırakmışsa liderin hala koltuğa yapışması onu lider yapar mı?

Demokrasiyi hatırlamak!

MHP ve CHP liderleri partilerinin başarılı birçok milletvekilini “rekabetinden çekindikleri için veya başka geçersiz nedenlerle” partiden uzaklaştırdılar. Tabanlarının tepkisini çekecek şekilde kendi içlerinde de tek adam yönetimi yarattılar.

HDP ise barış, birlik, sevgi söylemlerine karşılık PKK terörüyle özdeşleşme görüntüsünden uzaklaşmadı, emanet oyları kendi eliyle kaybetti. Sonuç olarak, eğer demokrasiye saygı varsa sandıktan çıkan sonuç tüm liderlerin Thatcher örneğini hatırlamasını gerektirir.

Lidere çalışan ve parti içi demokrasiyi ortadan kaldıran, “ben seni seçeyim, sen beni” yöntemlerinin, “ne olursa olsun koltuğu bırakmam” ısrarlarının terk edilmesi gerektiğini halk göstermiştir!

Yazının devamı...

Kazanan Türkiye olsun!

Nihayet aylar süren bekleyiş bitti ve seçimin sonucuna göre “Ak Parti’nin tek başına iktidar olacağı” yeni bir dönem başladı.

1 Kasım seçiminde AKP 7 Haziran’da aldığı yüzde 40.7 oyu yüzde 49.37’ye çıkarmayı başararak 316 milletvekili ile seçimin galibi oldu. CHP’nin oyu çok az oynadı; yüzde 24.9’dan yüzde 25.42’ye çıktı, milletvekili sayısı sadece 2 arttı. Oyları 37 ilde artarken 44 ilde geriledi.

Mhp’nin büyük kaybı

1 Kasım seçiminin en çok kaybedeni MHP idi. 7 Haziran seçiminde yüzde 16.2 ve 80 milletvekili çıkarmışken 1 Kasım’da yüzde 11.95 ile 41 milletvekili çıkarabildi ve Meclis’in 3. Partisi konumunu HDP’ye kaptırdı.

MHP’nin oyları yalnızca 3 şehirde artmış, buna karşılık 79 şehirde azalmıştı.

HDP’nin oyları da 80 şehirde azalmış, sadece 1 ilde artmış olmasına rağmen yüzde 10.68 oranla 59 milletvekili çıkardı.

Açıkça görülen o ki seçmen muhalefet partilerini “7 Haziran’da ortaya çıkan tabloyu iyi değerlendirmedikleri, ülkenin istikrara kavuşması için gerekeni yapmadıkları için” cezalandırmıştır.

Katılım düşük!

Türkiye siyasi tarihinin en önemli seçimlerinden biri olmasına rağmen, bir önceki katılım yüzde 83 iken bu seçimde yüzde 75’e düşmesi ve oy kullanmayan 14 milyon seçmenin yarısının CHP seçmeni olduğunun söylenmesi dikkat çekicidir.

CHP seçmeninin sandığa gösterdiği ilgisizliğin nedeni en az MHP’nin “izlediği tutarsız ve uzlaşmasız politikayı, attığı ve seçmenini kızdıracağı belli adımları ve bu nedenle milletvekillerini bir başka partiye kaybetmesi” kadar tartışma gerektirir.

Seçimden hemen sonra Devlet Bahçeli’nin istifa ettiği söylentisi yayıldı ama MHP kaynakları bu söylentiyi yalanladı. CHP’nin açıklaması ise “Koalisyon kurmaya yanaşmayan ve her şeye ‘hayır’ diyen yaklaşımın sonucu bu oldu. MHP’nin uzlaşmaz tutumu, PKK’nın terör eylemleri seçmeni korkuttu” şeklindeydi.

Bu konuda hak vermek mümkün; 7 Haziran seçimi aslında rahatça bir koalisyon çıkaracak sonucu vermişti ama gerçekten de Meclis başkanlığı seçimi dahil katı tutumundan vazgeçmeyen Devlet Bahçeli bu imkanı eliyle itmiştir.

Beklenti, huzur...

Bu nedenle seçmeninin de açık tepkisiyle kaybeden ve 4’üncü parti konumuna gerileyen MHP’de normal şartlarda “genel başkanın değişmesi” tartışması beklenebilirdi. Ama Türkiye’de istifa mekanizması çalışmadığı için hiçbir hata liderleri veya bakanları yerinden oynatamıyor.

Selahattin Demirtaş seçimden sonra “1 milyon oy kaybettik ama ortada bir zafer vardır” dedi. Oysa onlar için de hiçbir zafer yoktur, 3’üncü parti konumuna gelmeleri MHP’nin büyük oy kaybı, seçim sistemindeki yanlış ve oy vermeyen 14 milyon seçmenden kaynaklanıyor.

Yoksa halk HDP’ye de “söylemleri ile PKK ilişkisi arasındaki çelişki” nedeniyle, terör ve şehitler nedeniyle gereken cevabı vermiştir.

Bundan sonra beklenen her partinin özeleştiri yapması ve ülkenin huzuru için çalışmasıdır. Davutoğlu’nun “Kaybeden yok, Türkiye kazandı” sözünün gerçek olması ülkenin beklentisidir!

Yazının devamı...

Sandığa gitmeyen konuşmasın!

Türkiye’de artık vatandaşların siyasetçiden farkı kalmadı, konuşulan tek konu siyaset! Bu bizim ülkemiz için doğal görünse de Batı ülkelerinde böyle bir durum yoktur.

Siyasetçileri halk “ülkeyi yönetsin ve sorumluluğu üstlensin” diye seçer, tüm kararlar parlamentolarda milletin temsilcileri tarafından ve oylanarak alınır, o sorumluluk da bir partinin değil tüm temsilcilerin sorumluluğu olur.

Bizde ne yazık ki milletvekillerini “parti liderlerinin belirlemesi”nden, böylece seçimlerin “milli iradenin seçimi yerine liderlerin seçimi” haline gelmesinden, yüzde 10 barajının hala kalkmamış olmasına kadar anti demokratik birçok şart hala olduğu gibi durmaktadır.

Bunlar demokrasiyi göz ardı edilmeyecek kadar büyük ölçüde etkiliyor ve milletvekillerinin “özgür iradesi”yle karar alması önlendiği gibi milli iradenin önemli bir kısmı parlamentoya yansımıyor.

Demokrasi için…

Dileğimiz ve tüm vatandaşların dileği bugünkü seçimlerin Türkiye’de demokrasinin eksiklerini giderecek adımların atılacağı bir dönem yaratmasıdır.

1 Kasım seçimi sonunda ortaya çıkacak hükümet öncelikle “birden çok azılı terör örgütünün, canlı bombaların hedefi haline gelmiş” olan ülkemizde terör sorununu bitirme göreviyle karşı karşıya olacak.

Bunun yanında vatandaşın ve her alanda çalışan işçisinin-memurunun can ve mal güvenliğini sağlayacak, şiddet denilen çağdışı eylemleri en etkin çözümlerle sonlandıracak, sivil toplumun taleplerine kulak verecek, hangi görüşü desteklerse desteklesin medya kuruluşlarına baskıları , baskınları, yolsuzluk ve haksız gelir dağılımını-yoksulluğu önleyecek acil çareler üretmesi gerekecektir.

Adil seçim ve saygı!

Türkiye tarihindeki en zorlu ve sorunlu dönemden geçiyor. Daha önceki seçimlerden yüksek bir katılımın beklendiği bu seçimde sandığa gitmek artık tercih olmaktan çıkmış, zorunluluk haline gelmiştir.

Ülkenin şartları tüm vatandaşları gün boyu siyaset konuşur hale getirmiştir ama sandığa gitmeyen, görevini yapmayan vatandaşların konuşmaya da hakkı yoktur.

Demokrasinin bir numaralı şansının “milletin kendini yönetecek hükümetleri seçmesi” olduğunu aklımızdan çıkarmadan ve oylarımıza sahip çıkarak adil bir seçimi gerçekleştirmemiz ve artık sonucuna da sözle değil, gerçekten saygı duymamız gerekiyor.

Paralel yapı ve terör

21’inci yüzyılda 15 seneyi arkada bırakırken Türkiye artık ifade ve basın özgürlüğü konusunda uluslar arası tepki çeken, listelerde son sıralara yerleşen bir ülke olmaktan kurtulmalıdır.

“Devletin içine virüs gibi sızdığı, tüm istihbarat kurumlarından Emniyet teşkilatına hatta TSK’ya kadar her köşede yer aldığı” söylenen paralel yapıların bunu nasıl başardığı, yollara bomba döşeyen, ülkeye yüzlerce ton patlayıcı, canlı bomba, terörist dolduran örgütlerin buna nasıl fırsat bulduğu soruları da hükümetlerin cevaplaması gereken sorulardır.

Önümüzde çok zorlu bir süreç var. Bizi güzel günlere taşıması, hayırlı olması umuduyla seçimimizi yapalım. Sandığa mutlaka gidin!

Yazının devamı...

Bombayla sandık arasında!

Halkın ülkede dostluk, barış havasını, kinden kavgadan uzak bir ortamı özlediği artık çok net… Cumhuriyet Bayramı törenlerinde Başbakan Davutoğlu ile CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun dostça konuşması bile haberlerde mutlu, gülen yüz ifadeleriyle, verildi.

Herkes uzun süredir toplumu umutsuzluğa sürükleyen, huzuru bozan çekişme ve şiddet görüntülerinin seçimden sonra ortadan kalkmasını umuyor.

Yine mülteci teknesi

Dün yine İzmir’den Aydın’a, Kuşadası’ndan Muğla’ya kadar bir çok ilin kıyılarında denizden göçmenler kurtarıldı. Bu kadar batan tekne olayı, bu kadar facia yaşandıktan sonra hala Midilli’ye mülteci taşıyan bir teknenin battığı ve 7’si çocuk 10 kişinin hayatını kaybettiği haberi geldi.

Gün içinde Türkiye’den Yunanistan’a çıkmaya çalışan 44, Bulgaristan’a geçmeye çalışan 22 mülteci yakalandı. AB bu mültecilerin Yunanistan ve Bulgaristan üzerinden Avrupa’ya geçmemesi için bizden söz almış bulunuyor. Bu söz Türkiye’ye bir-iki değil, onlarca yıl hatta süresiz olarak çok büyük maddi-manevi sorumluluk yükleyecektir.

Mülteci sorumluluğu içinde Avrupa’ya geçmek için küçücük çocukların bile ölümüne sebep olan aileleri önceden durdurmayı başarmak, bu facialara son vermek de vardır.

Seçimden sonra kurulacak hükümet Almanya Başbakanı Angela Merkel’e verilen bu sözü etraflıca tartışarak Türkiye’nin “kendi nüfusunu ve milyonlarca mültecinin getireceği zorlukları” hesaplamalı, ona göre kararı tekrar ele almalıdır.

Sınırda tehlike!

PKK terör örgütünün dışarıdan, özellikle Suriye kolu olan PYD’den destek alacağı Kandil liderlerinin ağzından duyulmuştur.

Genelkurmay dün Suriye’den Türkiye’ye girmeye çalışan 709, Türkiye’den Suriye’ye geçmeye çalışan 25 kişi olmak üzere toplam 734 kişinin yakalandığını da açıkladı. Bunların büyük ihtimalle terör örgütlerine yardım için gelen veya katılmak için giden militanlar olduğu açıktır ve bu faaliyet devam edecektir.

Dün İngiliz gazetelerinin deneyimli Ortadoğu uzmanı yazarları “Suriye’deki savaşın niteliğinin değiştiğini, bu savaştan etkilenen ülkelerin yeni stratejiler aradığını” yazdılar. Yorumlarında ABD’nin de “IŞİD’e karşı” hava saldırılarını arttıracağı, özel güçlerini devreye sokacağı ve Suriye’deki en önemli ortağının YPG-PYD olduğu bilgisi de vardı.

Türkiye’nin Suriye politikasının yanlış olduğu vurgulanıyor, Tel Abyad’ın PYD tarafından kanton ilan edilmesinden sonra “Türkiye bir müdahale yaparsa ABD ve Rusya’nın karşı çıkacağı” belirtiliyordu ki biz bu köşede aynı tabloya günler önce değinmiştik.

Guardian gazetesi HDP barajı geçtiği takdirde “çözüm sürecinin tekrar başlayabileceğini” belirtirken Demirtaş’ı “özgürlük ve barışı savunmasına rağmen, acımasız silahlı bir hareketin sivil uzantısı olarak bombayla sandık arasına sıkışmış bir adam” olarak tarif etmiş.

HDP geçen seçimde barajı geçmiş ama PKK seçimin arkasından teröre daha acımasız şekilde başlamıştı. Bakalım Demirtaş bu tarifin arkasından siyasi sorumluluğunu farklı bir çizgiye oturtacak mı?

Yazının devamı...

Cumhuriyet ve milli irade!

Bugün Cumhuriyet’in 92’inci yıldönümünü kutlarken, bunun ne anlama geldiğini de doğru algılamamız, doğru değerlendirmemiz gerekiyor.

29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilan edildiği ülke tarihin en büyük savaşlarından birini, yokluk-yoksulluk içinde ama onurla ve omuz omuza vermiş, dünyayı kendisine de, bunu başaran önderine de hayran bırakmıştı.

Bu rejim “demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti” temeline oturur ve “egemenliğin kaynağının millete ait olduğunu” kabul eder. Yani kendisini yönetecek iradeyi belirleme hakkının seçimle halka verilmesi demektir, bu nedenle “seçimlerin adil ve güvenli şartlarda yapılması” ve bunlar sağlanmışsa sonuca saygı gösterilmesi aynı zamanda “Cumhuriyet’e saygı”yı anlatır.

Türkiye dünyadaki diğer Müslüman ülkelerin yaşadığı din-mezhep savaşlarından bugüne kadar kendini koruyabilmiş olmasını Cumhuriyet’e, laik-demokratik özelliğine ve Atatürk’ün o yıllardan geleceği görebilen vizyonuna, attığı sağlam temellere borçludur.

Olmazsa olmaz!

Cumhuriyet’in kurucusu Atatürk “Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kaste ve fiile dayanan taassupkar hareketlerden sakınıyoruz” demişti.

Bu sözler laikliğin tanımıdır ve ülkemizin geçmişinde olduğu gibi geleceğinde de insan haklarını ve devleti koruyabilmenin temelidir. O nedenle Anayasa’sında yer alan bu özellikleri, ilkeleri yitirmemeye çalışmak varlığının devamı için olmazsa olmaz şarttır.

Tekrarlanan seçime 3 gün kala kutladığımız bu önemli bayramda; demokrasi açısından olumsuz gelişmeler, seçim güvenliği korkuları, seçim sonucunda neler olacağı konusunda endişeler, terör örgütlerinin saldırı ve tehditleri duygularımızı etkiliyor.

Koalisyon çıkarsa…

Son yayınlanan seçim anketleri büyük ölçüde yine “bir koalisyon hükümeti ihtimali” göstermesine rağmen yapılan “koalisyon karşıtı” açıklamaların yanlışlığı yadsınamaz.

Eski Başbakan Yardımcısı Ali Babacan “Kamuoyu yoklamaları Ak Parti açısından bıçak sırtı bir durumu gösteriyor” dedi. AKP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin ise “7 Haziran benzeri bir sonuç çıkarsa korkarım yeniden seçim konuşulacak” sözleriyle bir anlamda partisinin görüşünü belirtmiş oldu.

Yalnız aynı konuşmada Şahin’in “Artık milletimiz sandık ve seçim demiyor, seçim değil geçim istiyoruz diyor. Türk ekonomisinin yeni maceralara tahammülü yok” sözlerini ve Maliye Bakanı Şimşek’in benzer yorumlarını unutmayalım.

Ne ekonomi, ne ülkede dolaşan IŞİD canlı bombaları, ne PKK terörü ya da mülteci sorununda bir günlük zaman kaybı göze alınamaz.

Seçim sonucu koalisyon çıktığı takdirde siyasi partilerin hepsi “ben yaptım, sen yapmadın” kavgalarını bir tarafa bırakarak, milli iradeye saygılı ve en hızlı şekilde “ülke yararına uzlaşma” görevini yerine getirmelidir.

Avrupa’da 22 ülkenin 2-3-4 hatta 6 partili koalisyonlarla başarılı şekilde yönetildiğini unutmasınlar!

Yazının devamı...

Seçim, terör ve mülteciler!

Türkiye’nin en önemli ve en acil çözüm bulunması gereken iki sorunu; ülkeye zorluk çekmeden sızan ve birlikte hareket eden terör örgütleri ile “ciddi sorunları ortaya çıkmaya başlayan” mülteciler.

Bunlarla uğraşırken aynı zamanda yaşanılan seçim sürecini de “zorluğu katlayan neden” olarak yaşıyoruz.

PKK terörü aylardır devam ederken IŞİD eylemi olduğu söylenen fakat örgütün üstlenmediği büyük saldırılar, diğer terör örgütlerinin de birlikte çalıştığı açıklamaları moralleri ve güvenlik duygusunu ciddi ölçüde zedeledi.

Neden buradalar?

Ankara saldırısının arkasından önce “en kuvvetli ihtimal IŞİD” dendi, sonra “bu işin içinde birden çok örgüt var” açıklamalarıyla birlikte DHKP-C’den MLKP’ye kadar çok sayıda örgütün adı ortaya çıktı. Sonuç belirsiz!

Pazartesi günü Diyarbakır’da IŞİD evine yapılan operasyonda 2 askerimiz şehit oldu, 7 IŞİD’li öldürüldü, 19’u yakalandı.

Adana’da toprağa verilen 25 yaşındaki şehidimiz, Özel Harekat Polisi Sadık Özkan’ın cenaze töreninde dedesi, babası ve annesinin yürek yakan görüntülerine bakarken bu örgütlerin ve özellikle IŞİD’in “böylesine çok sayıda teröristi sınırlarımızdan geçirip Adıyaman’dan Diyarbakır’a, Ankara’dan İstanbul’a Antalya’ya kadar örgütlemeye nasıl fırsat bulabildiği” sorusu akıllardan çıkmıyor.

Ortada küresel bir planın olduğuna şüphe yok ama bugüne kadar PKK terörünü yaşayan ve buna çözüm arayan Türkiye’nin önemli kentlerine nasıl bu kadar çeşitli örgüte ait militanın ve patlayıcının dolabildiği sorusunun da cevabı bulunamıyor.

Antalya zirvesi

Kasım ortasında Antalya’da yapılacak ve bütün büyük ülkelerin katılacağı G-20 Zirvesi’ne Türkiye ev sahipliği yapacak.

Dün Antalya’da da 2’si Rus, biri Türk 3 IŞİD militanı yakalandı. “Suriye ve Irak’ta IŞİD’le irtibat halinde” imişler.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.