Şampiy10
Magazin
Gündem

Ortadoğu’yu dönüştürmek!

Eskiden Ortadoğu’daki iç savaşlara, mezhep kavgalarına bu savaşların dışından bakardık. Ne yazık ki artık bu kaos ortamından uzak kalma şansını yitirmiş bulunuyoruz.

Avrupa Birliği’nin “mülteci almaya bile yanaşmayarak kendini koruduğu” karmaşanın tam ortasına düşürüldük. Bize komşu iki ülkede Türkiye’nin geleceğini yakından ilgilendiren gelişmeler adeta bir televizyon dizisi halinde işleme konmuş gibi…

Hem de bu dizide senaryo “birkaç örgütün eş zamanlı ve küresel çapta planlarda kullanılması” üzerine kurulmuş. Akla eski ABD Dışişleri Bakanı Condolezza Rice’ın 2003 yılında Washington Post’ta çıkan yazısı geliyor.

Yıllar önce söyledi

“Transforming The Middle East- Ortadoğu’yu Dönüştürmek” başlıklı yazıda Rice ; Fas’tan Basra Körfezi’ne kadar Ortadoğu’da 22 devletin rejiminin, sınır ve haritalarının değişeceğinden, “Türkiye’nin de bunun içinde olduğundan” söz etmişti.

Yıllardan beri bu değişim için uygun hale getirilen Ortadoğu acaba 2015-2016’da projeyi tamamlama aşamasına mı sahne olacak?

Suriye sınırımızın ötesinde Türkiye’yi de tehlikeli sulara çekecek adımlar atılmaya başlandı. PYD’nin Kobani, Afrin, Cezire’den sonra Tel Abyad’ı 4’üncü kanton olarak ilan etmesi ve bu kantonları birleştirerek Güney sınırımızda bir Kürt devleti kuracağının bilinmesi yeterince önemliydi.

Ortaklık kurdular

Kimin yanında, kimin karşısında olduğu anlaşılmayan IŞİD’le savaşıyor görünen PYD (PKK’nın Suriye kolu) sırf IŞİD’e karşı mücadele eden güç olduğu için Batı’yı yanına aldı, ABD’den her tür yardım sağlandı.

Sonra IŞİD’in Türkiye sınırında aldığı bazı ilçeleri hiç zorluk çıkarmadan PYD’ye bıraktığı haberleri geldi. ABD ve onun öncülüğünde 1 yıldır Suriye’de IŞİD’e operasyon yaptıkları bilinen koalisyon ülkeleri nedense hiçbir başarı elde edemediler. IŞİD yok olmadı tam aksine büyüyerek ve Türkiye’nin içinde de hücreler kurarak duruyor, öte yanda ABD de PYD-PKK’nın yanında…

Birkaç gün önce ise Rusya-Suriye-İran ve Irak Bağdat’ta “ortak istihbarat paylaşım birimi” kurarak birlikte faaliyete başladı yani 4’ü koordineli çalışıyor.

Bu haberin hemen arkasından “Irak’ın da Rusya’ya ‘IŞİD operasyonları için izin veren’ ülkelere katıldığı” haberi geldi.

Bunların hepsi son aylarda Suriye iç savaşının şekil değiştirdiğini ve karmaşayı başta Suriye ile Türkiye olmak üzere neredeyse bir “Ortadoğu savaşı” haline dönüştürme gayretinin ortaya çıktığını gösteriyor.

Büyük tehdit!

Uzun zamandır “PKK-PYD-IŞİD ilişkisiyle ilgili” soru ve yorumlarımı burada veriyor, bu örgütlerin ilişkisini sorguluyorum… Akıl almaz infazlarıyla kendisi dışındaki tüm terör örgütlerinin, PKK’nın da kanlı eylemlerini hafifleten IŞİD neredeyse her ülkeye “istediğini yapma fırsatı veren” bir örgüte döndü.

Ortadoğu haritasını değiştirmede yararlanılan bir proje olduğunu söyleyenler haklı mı acaba?

Cumhurbaşkanı Erdoğan uzun süre sonra, geçen Pazar günü benim birkaç gün önce değindiğim konuda; “IŞİD ve PYD’nin ortak çalıştıklarını anlatan” bir konuşma yaptı. “Tel Abyad’a IŞİD giriyor, sonra oradan çıkıyor, PYD giriyor…Mesele orayı kantona dönüştürmekti ve ilan ettiler. Artık bu Türkiye için tehdit oluşturuyor, gereği yapılacaktır”.

Evet, tablo doğru okunmuş ama işin içinde ABD, Rusya, İran, Irak ve Suriye varken “gereğinin yapılması” konusu artık çok daha karışık. “Geç kalma sorunumuz”u çözmekte ne yazık ki çok geç kalıyoruz!

Yazının devamı...

Endişeli seçim süreci!

IŞİD üyesi dört canlı bombanın “sansasyonel eylem yapmak için” Suriye’den Türkiye’ye geçtiği haberi çıktığı gün Adana’da bu canlı bombalardan biri için “alarm” verildi.

Bu kez Başbakan Davutoğlu’nun Adana mitinginden bir saat önce… Suriye’den giriş yapan bu canlı bombalardan “Hamza Tombak” sahte kimliğini kullanan teröristin Seyhan ilçesi civarında görüldüğü uyarısı yapılınca polis alarma geçmiş ve kuş uçurtmayacak önlemler alınmış. Bir canlı bombanın “Başbakan’ın mitingine kadar girebilme ihtimali” başlı başına felaket bir ihtimaldir. Neyse ki bölgede yapılan araştırmada şüpheli kimse saptanmamış.

İhmal olamaz

Elli iki vatandaşımızın hayatını kaybettiği Reyhanlı saldırısına ilişkin davada “şüphelilerin kimliğinin önceden bilindiği, haklarında teknik takip olduğu”, MİT’in patlamadan 2 gün önce Hatay Emniyet Müdürü Kılıç’la “gözaltına alınmaları için” görüştüğü HSYK tarafından açıklanmış.

Sonuç olarak Reyhanlı saldırısıyla ilgili soruşturmayı yapan ve MİT TIR’larıyla ilgili soruşturma nedeniyle yargılanan Adana Cumhuriyet Savcısı Özcan Şişman’ın ihmali görüldüğü belirtiliyor.

Yani olayın sorumluluğu “savcı ihmali”ne bağlanmış. Gelişmeleri incelediğinizde, sadece “bu kadar büyük terör saldırılarını planlayan teröristlerin ülkede rahatça dolaşıyor olmasının” sorumluluğunun bile tek bir savcıya ait olamayacağı fark ediliyor.

Madem ki “gözaltına alınmaları gerektiği” bilinmektedir, MİT uyarmıştır, ilgili valilerden, bölgedeki Emniyet müdürlüklerinden İçişleri Bakanlığı’na kadar tüm kurumların olayı ciddiyetle takip ediyor olması gerekir.

Önemli açıklama!

Ankara saldırısı için son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan “Bu eylemin içinde IŞİD, PKK, PYD ve El Muhaberat var” dedi. Cumhurbaşkanı resmen açıkladığına göre elinde kesin kanıtlar var demektir.

Bu durumda “PKK-PYD ve IŞİD’in ortak çalıştıkları” , sınırımızın ötesinde, Rusya ve ABD’nin de, Esad’ın da destek verdiği PYD ile IŞİD’in arasında geçtiği söylenen savaşların göstermelik olduğu iddiası doğruluk kazanır.

Diğer konuya gelelim; bu kadar çok sayıda terör örgütüne ait militanların sınırlarımızdan kolayca geçmeyi, örneğin PYD’nin Türkiye’de PKK ile birlikte kolayca faaliyet gösterir hale gelmeyi nasıl başardığı ortaya çıkarılmalıdır.

Cumhuriyet tarihinin en büyük terör saldırısı olan Ankara felaketinden sonra hala “istihbaratın elinde fotoğrafları bulunan” 4 canlı bomba ülkeye nasıl girebilmiştir, sorumlusu kimdir?

Adana’da “bir otomobil içinde” teşhis edildiği söylenen bombacı “sınırdan geçerken” neden teşhis edilmemiştir?

Batı ülkelerine girerken iş adamları, gazeteciler ve terörle ilgisi olmayan herkes “ne iş yaptığı, nerede kalacağı, hangi nedenle geldiği” konularında sınav verirken Türkiye’ye bombacılar bile nasıl girebiliyor?

Olaylardan sonra “ihmalleri” değil, olaylar olmadan “önlemleri” konuşmamız gerekiyor, teröristin şakası yok!

Yazının devamı...

Seçim sonrasına dikkat!

Türkiye’nin sorunlarının başında “uyarılara zamanında kulak vermemek” geliyor.Soma, Balyoz-Ergenekon sürecinin sonunda “kumpas” noktasına gelmesi, dış politikada aceleci davranarak yapılan hatalar hep uyarıların tartışılıp “doğru”nun ortak akılla bulunmamasından olmuştur.

Birkaç gün önce Soma duruşmasında işçilerin anlattıkları; maskelerin, kıyafetlerin ve madenin denetimsiz olması, madende yangın çıkmadan önce dinamit atılması, bu dinamitin “madende gaz ölçümü yapılmadan” patlatılmasında da sorumluların daha önce yaşanan maden facialarından ders çıkarmaması yatıyor.

Denetimler ilk olayların uyarıları ışığında ve zamanında yapılsaydı, bu şartlar olmayacağı gibi, yüzlerce işçinin can kaybı da önlenebilirdi.

Suriye’ye dönme tehlikesi!

Bugünün en önemli haberi istihbarat raporlarına göre “PKK’nın 1 Kasım seçimlerinin ardından PYD ile birlikte Güneydoğu sınırından sızarak Cizre, Şırnak gibi ilçeleri ele geçirme planı yaptığı” iddiasıdır.

PKK’nın Ağustos ayından başlayarak başta Silopi, Cizre, Şırnak, Nusaybin, Yüksekova, Silvan, Sur gibi ilçelerde “özerk yönetim” ilan ettiği düşünülürse bu raporun doğru olması ihtimali çok yüksektir. Suriye’nin Türkiye sınırında Tel Abyad da 4’üncü kanton ilan edilince Türkiye sınırının büyük bir kısmı PYD-PKK’nın eline geçmiş oldu.

Bu da bize Suriye iç savaşına müdahalemiz sonunda sınırımıza yakın bölgeye PYD’nin ilk yerleştiği günlerin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.

PKK’nın bugünkü planı ise Suriye’deki kantonların sınıra yakın bölgesine yüzlerce PKK-PYD’linin yerleşmesi ve talimat geldiğinde sınırdan içeri sızarak eş zamanlı bombalı saldırılar yapmaları” üzerine kurulmuş.

Bugüne kadar yaptıklarına bakınca; Suriye’de izledikleri yolu aynen izleyerek, Türkiye’de de ilçeleri ele geçirme ve kanton ilan etme, bunu da dünyaya kabul ettirme amacı zaten ortadadır. O nedenle, sınırlarımızı gevşek bıraktığımız ve Batı’dan bu yönde uyarılar aldığımız dönemde de, daha ilk “özerklik ilan edilen ilçeler” haberinde de bugünkü planı görmemiz gerekiyordu.

PYD ve PKK’nın “IŞİD’le mücadele” havası nedeniyle Batı tarafından destek görmesi Türkiye’ye karşı planlarında onlara kolaylık, bize zorluk yaratacaktır.

Türkiye’nin seçim sürecine girmiş olması bu konuda bize ciddi bir dezavantaj yaratıyor ve örgüt bu ortamı da kullanıyor, bunu hiç unutmamak lazım.

Terör örgütlerinin ve tabii Barzani ile diğer ülkeler gibi onları yönetenlerin Türkiye’de yeni bir Suriye yaratmamaları için Hükümet ve tüm partiler bu konuyu derhal ele almalıdır.

Bir Usta’nın kaybı!

Türk basınının, yazı dünyasının büyük ustalarından birini Çetin Altan’ı kaybettik. Altan sadece bir yazı ustası değil, hayatı, yaşamın anlamını öğreten bir filozoftu.

Tüm ailesine ve sevenlerine başsağlığı diliyorum, Allah rahmet eylesin. Son yazısında yine sık tekrarladığı “enseyi karartmayın” sözünü hatırlatacak şekilde “Hayallerinizden, ümitlerinizden, mücadeleden vazgeçmeyin” demiş. Onu ve bu güzel önerilerini unutmayacağız!

Yazının devamı...

Yeniden ‘başkanlık’ tartışması!

Seçim öncesi bir kez daha, yoğun olarak başkanlık sistemi söylemlerine döndük.

Eski TBMM Başkanı Cemil Çiçek “Türkiye’nin koalisyon sicilinin bozuk olduğunu, koalisyonla yönetimde başarısız olduğumuzu” söyleyerek çözüm için “başkanlık sistemi”nin uygun olduğunu vurguladı. (Milliyet, 21 Ekim röportajı)

Çiçek, istikrarlı dönemin tekrar başlamasının oksijen kadar ihtiyaç haline geldiğini, başkanlık sistemi olursa koalisyon derdinin biteceğini, seçimden sonra herkesin kendi işine bakacağını anlatıyor. Başkanlık konusunda aynı sıralarda iki büyük muhalefet partisinden de açıklamalar var.

Çözüm Süreci ve Oslo

Çiçek röportajı yayımlanmadan bir gün önce MHP Genel Başkan Yardımcısı Zuhal Topçu, yaptığı televizyon konuşmasında “HDP’nin başkanlık sistemine razı olması halinde çözüm sürecinin buzdolabından çıkarılacağını” iddia etti.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Oslo belgelerini gördüm” açıklaması üzerine AKP Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik “Açıklayamazsa istifa etmesi” için çağrı yaptı. CHP Parti Sözcüsü Haluk Koç’un verdiği cevapta yine “başkanlık” vardı.

Koç; Oslo mutabakatı konusunda “ellerindeki metni” Eylül 2012’de basın toplantısı ile açıkladığını ve AKP’den itiraz gelmediğini, masada hakem ülke olarak İngiltere, PKK temsilcisi ve devlet görevlilerinin bulunduğunu, bir tarafta “başkanlık sistemi isteği” diğer tarafta “PKK’nın bir dizi talebinin kabul edilmesi” olduğunu söyledi.

Bu metin gerçekten de o tarihte açıklanmış, Cumhurbaşkanı Erdoğan da yaptığı konuşmalarda “İmralı ve Oslo’ya MİT Müsteşarı’nı kendisinin gönderdiğini” belirtmişti.

Terör bitecekse…

Sonuç “terörün siyasi ve meşru yollarla bitirilmesi” olacaksa bazı Batı ülkelerinde olduğu gibi devlet terör örgütleriyle de görüşebilir. Bunun tek bir şartı vardır; örgütün masaya oturmadan önce silahı bırakmış olması…

Buradaki hata; hakem devlet olan İngiltere’nin kendisi IRA ile masaya oturmadan önce bu şartı sağlamış olmasına rağmen aynı şeyi PKK’nın yapması gerektiğini söylememesi, Türkiye’nin de bunu baştan şart koşmamasıydı.

Bu ihmal nedeniyle çözüm süreci PKK’nın “terör tehditleri” gölgesinde yürüdü.

Daha sonra o süreçte örgüte tolerans gösterildiği, ve böylece o zaman diliminde büyümesine fırsat verildiği Başbakan ve Cumhurbaşkanı tarafından ifade edildi. Çözüm sürecinin şeffaf yürümemesi ve aniden vazgeçilmesi de seçim sonrasından bugüne kadar yaşanan yoğun terör olaylarında etkili olmuştur.

Partiler arasındaki bu tartışmaların ne yazık ki terörü durdurma konusunda hiçbir yararı olmuyor. Bir değil, birçok terör örgütünün alçak saldırılarında şehitler vermeye devam ediyoruz.

Yaşadıklarımız, kendi ülkemizdeki terör sorununu “Esad’ın gidip gitmemesi” gibi bir başka ülke sorunundan önce düşünmeyi ve tüm mesaimizi buna vermeyi gerektirmektedir.

Cemil Çiçek’in “istikrarlı dönemin yeniden başlaması için başkanlık sistemi” önerisi, bu sıkıntılarımızın “bir koalisyon hükümeti” döneminde ortaya çıkmadığını hatırlatıyor.

Seçim sonrası koalisyon da çıksa yapılması gereken “en kısa zamanda istikrarlı bir hükümetin kurulması, sorunların şeffaf ve demokratik şekilde çözülmesi”dir!

Yazının devamı...

Türkiye’yi köşeye sıkıştırıyorlar!

Suriye sınırımızdaki gelişmeler giderek hızla bizim için daha tehlikeli bir hal alıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan Rusya Devlet Başkanı Putin’le telefon görüşmesi yaptı ve PKK’nın Suriye kolu olan PYD-YPG ile PKK bağlantısına dikkat çekerek “Tüm terörist gruplarla mücadele edilmesi gerektiğini” söyledi.

Aynı sıralarda Reuters’in haberine göre PYD “Rusya’da ofis açmak ve bu ülkeyle ilişkilerini pekiştirmek için” Moskova’da Rusya Dışişleri Bakanı’yla görüşmekteydi.

Ajans haberi “Türkiye, Rusya’nın PYD-YPG’ye destek verdiğini düşünüyor. Ankara, Suriye’nin kuzey batısında kendi sınırına yakın bölgede Kürtlerin toprak kazanmasına izin vermeyeceğini Moskova’ya iletmişti” açıklamasıyla verdi.

Yeni kanton ilanı!

Bu uyarımız için oldukça geç kalınmıştı, yine aynı sıralarda Şanlıurfa sınırımızda bulunan ve “PYD’nin IŞİD’den aldığı söylenen Tel Abyad’ın da Cezire- Afrin ve Kobani’den sonra 4’üncü Kürt kantonu ilan edildiği” duyuldu.

Tesadüfen diyoruz ama PYD’nin ABD ve AB ülkeleri tarafından “IŞİD’e karşı savaşan tek güç” denerek desteklenmesinden sonra Tel Abyad’la birlikte Güneydoğu sınırımızın büyük kısmının Rojova “Özerk Suriye Kürdistanı” haline getirilmesi tesadüf değil.

“Kobani’de PYD-IŞİD savaşıyor” dendiği günlerde bile IŞİD’in Türkiye sınırına yakın bölgede elinde tuttuğu önemli yerleşim yerlerini fazla zorluk yaratmadan PYD’ye terk ettiği” söylentileri vardı.

Barzani anlaşması

O sıralarda Suriye’de Barzani’nin çağrısı ve organizasyonuyla PYD ve Rojova’daki diğer Kürt gruplar toplandılar ve “ortak yönetim, ortak güç” oluşturduklarını bildiren Duhok Anlaşması isimli bir anlaşma imzalayarak 3 kantonu “Rojova Kürdistanı” olarak ilan ettiler. Şimdi bunlara Tel Abyad da katılmıştır.

Kısacası onlarla dönüşümlü olarak saldırı yapan IŞİD’in “birbirinden farksız olan PYD ve PKK” ile ilişkisi belli değildir.

Batı desteği için…

Bu noktada Başbakan Davutoğlu’nun birkaç gün önce iki ayrı konuşmasında vurguladığı “PYD-IŞİD ve Esad masaya oturdu ve anlaştı. Elimizde belgesi var” sözlerini hatırlamak gerekiyor.

Hemen arkasından yine Başbakan’ın “Türkiye’ye dönük terör saldırısı tek kaynaktan gelmiyor, birçok kaynaktan geliyor” sözleri de düşünülmelidir. Bu iki hatta “PKK ile birlikte üç örgüt” nasıl bir ilişki içinde?

“Kobani’de savaşıyorlar” dendiği günlerde de bir yanıltma, Esad’ın ve Barzani’nin de içinde olduğu ve Batı’nın desteğini sağlayacak bir plan mı söz konusuydu?

Türkiye’nin Suriye iç savaşının başından itibaren muhaliflerin yanında “taraf” olması sonunda zaten Kuzey illerini PYD’ye bırakarak çekilen Esad’ın kendisiydi.

Bunlar ve Rusya’nın her şart altında Esad’ın yanında olacağı birlikte düşünülerek uygulamakta olduğumuz politika dikkatle gözden geçirilmelidir. Şehit verdiğimiz terör saldırıları aynı hızla sürüyor ve Başbakan’ın dediği gibi “terör kaynağı tek değil, örgütler birlikte” ve ortak bir proje için verilen desteklerle hareket ediyor.

Türkiye içinden çıkılamayacak bir noktaya sürüklenmesin!

Yazının devamı...

Biz nerede hata yaptık?

Bir gün içinde duyduğumuz, yaşamak ve kabullenmek zorunda kaldığımız tahammülü zor olaylar o kadar fazla ki insan psikolojisi, dayanma gücü bazen yetersiz kalıyor.

Henüz 23 yaşındaki, 3 ay önce evlenmiş ve eşi 2 aylık hamile olan genç polis Furkan’ın veya bir genç askerin şehit olduğunu duymaya artık dayanamıyoruz.

Bu şehitlerimizin analarının ağıtlarını, babalarının “acıdı mı bir yerin oğlum” diyerek bayıldığını, mezara kapanmış eşlerinin “o burada üşür” dediğini duymaya, görmeye dayanamıyoruz.

Siyasi parti liderlerinin ülke bu ortamdayken bile her konuşmalarında rakiplerine hakaret etmelerine, şiddetin siyasetle de yayılıyor olmasına dayanamıyoruz.

21’inci yüzyılda çok daha huzurlu, rahat, Batı ülkeleri gibi güvenli bir ülkeye kavuşmayı umarken bir Ortadoğu ülkesi karmaşası yaşıyor olmaya dayanamıyoruz. Sokaklarda, alışveriş merkezlerinde aklımıza terör gelmeden dolaşamıyor olmak dayanılmaz geliyor.

Ders almak ya da almamak!

Peki biz nerede hata yapıyoruz ki bunlar başımıza geliyor? Bu soruyu sorup cevabını aramadığımız sürece “tarih tekerrürden ibarettir” sözünü tekrarlayıp duracağız.

Oysa bu söz “bir kez yaşadığı tatsız olaydan ders çıkaran ve bir daha olmasına izin vermeyen” ülkeler için geçerli değildir, ders almayanlar için söylenmiştir.

Örneğin Türkiye’de sadece PKK değil artık IŞİD, DHKP-C, MLKP gibi birçok örgütün faaliyette olduğu Başbakan Davutoğlu tarafından ifade edildi. Batı medyası maalesef IŞİD hücreleri nedeniyle Adıyaman’ın “Türkiye’nin en ölümcül terör hücresini besleyen kent haline geldiğini, buna rağmen kentte etkin bir soruşturma ve gözaltı olmadığını” yazdı.

Ankara saldırısını yapanların “Gaziantep bağlantılı” oldukları tespit edildikten sonra bu ildeki yapılanma da ortaya çıktı. Ankara ve İstanbul’da tehlikeli örgütlerin hücre evleri olduğu biliniyor. Birçok ilde binlerce ton patlayıcı bulunuyor.
Sadece bu olaylar bile Türkiye’ye mülteci havasında kolayca giren ve kolayca barınabilen yabancıların, sınır ötemizdeki yapının değişmesinin ne kadar tehlikeli olduğunu ve faaliyet gösterdiği bilinen militanların hemen tutuklanması gerektiğini göstermeye yeter. Sadece bu bile dış politikada dikkatin önemini anlamaya yeter.

AB 3 milyar Avro’yu Türkiye’ye verip mültecilerden kurtulma anlaşması için çalışacağına 1 milyon mülteciyi ülkeleri arasında dağıtsaydı o zaman “uluslar arası sorun paylaşılmış” sayılabilirdi.

Seçime günler kala Tunceli’den Kars’a, Van’dan Ağrı’ya, Iğdır’dan Diyarbakır Lice’ye kadar “özel güvenlik bölgesi” ilan edilmiş durumda. Buna rağmen çatışmalar durulmuyor. Meclis’in toplanıp seçim öncesi “riskleri görüşmesi” gereği vardır, tablonun ciddiyeti ötelenmemelidir!

Esad’lı geçiş!

Suriye’de “Esad’lı geçiş hükümeti”ni Türkiye’nin de birçok ülke gibi kabul etmesine, fakat “6 ay sonra iktidarı bırakma şartı” koymasına gelince..

Doğrusu, iktidarı bırakmamak için 160 binden fazla sivilin ölmesini bile umursamayan, kendi vatandaşlarını bombalatacak kadar gözü kararmış birinin başka ülkeler istedi diye buna razı olması bana hiç de inandırıcı gelmiyor!

Yazının devamı...

AB’nin sorunu ve bizimkiler!

Avrupa Birliği özellikle son yıllarda Türkiye’ye hiç de yakınlık göstermedi, tam aksine başta ifade özgürlüğü olmak üzere birçok konuda sert eleştirileri her zaman gündemdeydi.

Türkiye’nin üyelik sayfasını da neredeyse süresiz olarak rafa kaldırmışlardı. Avrupa’da “mültecileri ne yapacağız, biz almasak da buraya kaçanlardan nasıl kurtulacağız” krizi çıkınca birden Merkel öncülüğünde Türkiye’nin üyelik sürecini hızlandırma tartışması başladı.

Sonunda Merkel, Türkiye’nin “Ankara saldırısı nedeniyle üzüntü içinde olduğunu” bile düşünmeden Hükümetle görüşmek ve bu sorundan kurtulmak için İstanbul’a geldi.

Partisi düşüşte!

Dün hemen hemen tüm Batı medyası Angela Merkel’in “Avrupa’ya göçmen akışını durdurması karşılığında Türkiye’ye ‘AB üyeliğini hızlandırmayı’ teklif ettiğini” yazdı. Bu teklifi eleştirenler vardı.

İngiliz Independent gazetesi ise “Avrupa’nın kirli anlaşması” başlığıyla verdiği haber yazısında “Merkel’in göçmenlere yönelik tavrına kendi partisi ve Almanya’da pek çok kişinin şiddetle karşı çıktığını” belirtirken Avrupa Komisyonu’nun Türkiye, Ürdün, Lübnan gibi ülkelerde kamplarda yaşayan 200 bin göçmenin AB ülkelerine yerleştirilmesini önerebileceğini bildiriyordu.

Türkiye’nin şu ana kadar aldığı ve 2 milyon 600 bine ulaştığı söylenen mültecilerle karşılaştırıldığında “tüm AB ülkelerinin alacağı” göçmen sayısının ne kadar az olduğunu ve yasal göç diye sığındıklarının da bu olduğunu söylemeye gerek yok.

Aynı gazete Merkel’in lideri olduğu muhafazakar Hıristiyan Demokrat Parti’nin rekor bir gerileyişle yüzde 37’e düştüğünün haberini de veriyor.

Garantisi yok!

Almanya Başbakanı Merkel’in, kendi ülkesinde eleştirilen “göçmenlere yönelik tavrı” Türkiye için de aynı tavırdır.

Göçmen gelmemesi için kriz yaşayan AB’ye Türkiye’nin girmesini “kalabalık Müslüman nüfusu” nedeniyle de yıllardır istemeyen ülkelerin ve buna en başta karşı çıkan Almanya’nın şimdi Suriye, Irak gibi ülkelerden gelen milyonlarca nüfusla artan ve daha da artacak sayıyı hiç istemeyeceği açıktır.

Nitekim “üyelik için bütün ülkelerin onayı gerekir” şartı ile bunun ne kadar uzak bir ihtimal olduğu, kendi ülkesinde-partisinde bile eleştirilen Merkel’in verdiği diğer sözlerin de bir garantisinin olmadığı görülmektedir.

Bütün bu gerçekler ortadayken ve Türkiye’deki mültecilerin “bir daha gitmemek üzere” burada kalacağı resmen açıklanmışken AB’den gelecek maddi yardım, zaten başta terör olmak üzere sayısız sorunla boğuşacağımız bir gelecekte “çekeceğimiz sıkıntılar için” yeterli olamaz.

Türkiye’de arka arkaya yaşanan dayanılmaz terör acıları ne yazık ki Avrupa’yı “göçmen almak zorunda kalmaları” kadar ilgilendirmiyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan “Teröre diz çöktüreceğiz” sözleriyle PKK terörüne karşı operasyonların süreceğini bildirdi. Merkel ise “Seçim sonrası Kürtlerle barışma süreci yeniden başlasın” diyerek olayları “terör saldırısı” ifadesine bile sokmadı.

Türkiye bu ziyaretle “terör ve mülteciler” konusunda yalnızlığından kurtulmamıştır, bunu bilelim ve AB’nin talebine o ışık altında tekrar bakalım!

Yazının devamı...

PKK ve IŞİD birlikte mi çalışıyor?

Önceki gün PKK Hakkari Yüksekova’da havalimanına uzun namlulu silahlarla saldırı düzenledi, dün ise yine PKK çatışmasında Dağlıca’da biri tabur komutanı olmak üzere 3 şehit verdik, biri ağır 6 yaralı askerimiz var.

Ankara’daki katliam saldırısından sonra yapılan resmi açıklamalar ise Türkiye’deki saldırıları yapan IŞİD ve PKK ilişkilerinin en az adı geçen diğer terör örgütlerinin durumu kadar karmaşık, hatta içinden çıkılmaz olduğunu gösteriyor. Başbakan Davutoğlu “Ankara saldırısının arkasında temel aktör olarak IŞİD var… Asker ve Emniyet demokratik olarak seçilmiş hükümetin emrindedir. Bu vatan coğrafyasının her santimetrekaresine hakimiz” dediği konuşmada bir kez daha “PKK, DAEŞ ve Esad yönetiminin 28 Mayıs’ta bir araya geldiğini ve anlaştığını” vurguladı.

Avrupa’nın taktikleri!

1- Seçim hükümeti eğer en küçük noktalara bile hakimse, en büyük terör saldırıları neden önlenemiyor ve terörün arkası kesilmiyor?

2- IŞİD neden Türkiye’de aynen Suriye’de olduğu kadar rahatça dev saldırılar düzenlemeye başladı ve illerimizde nasıl bu kadar rahat militan devşirip plan yapabiliyor?

3- Bu iki örgüt birlikte ve Esad’la ortak bir plan dahilinde hareket ediyorsa ABD ve AB neden bunu bilmiyor gibi davranıyor?

Abd ve Rusya buluştu!

İngiliz Independent gazetesinin deneyimli Ortadoğu muhabiri Patrick Cockburn bu soruların cevaplarını kendi haber-yorum yazısında vermiş.

PKK ve PYD’yi Batı’da sıkça gördüğümüz gibi “Kürtler” olarak yanlış şekilde değerlendirmesini bir tarafa bırakırsak önce güvenlik zafiyetine değinerek ; Ankara ve Diyarbakır bombacılarının aynı yerden çıktığını, bu adresin bilindiğini, bir intihar saldırganının ailesinin polise “oğlumuzu tutuklayın” demesine rağmen ifadesi alınıp serbest bırakıldığını” anlatıyor.

Cockburn daha sonra “Kürtlerin Washington’la Ankara’nın arasını açtığını, her alanda düşman olan Rusya ile ABD’nin PYD’ye yardımda birleştiğini” söylüyor.

Sınırın yarısı onlarda

Dikkat etmemiz gereken nokta; biz “üç beş çapulcu” ekseninde giderken Batı’nın uzun süredir PYD’nin ne kadar güçlendiğinden söz etmesi ve bu yazıda da vurgulandığı gibi PYD-PKK-YPG’yi “Suriye’de IŞİD’e karşı en etkili mücadele eden grup” olarak hafızalara kazımasıdır.

Bir PYD yetkilisi “50 bin YPG’li olduğunu” açıklamış. Bunların Türkiye’deki saldırılarında PKK’ya destek vereceği açıktır. Kaldı ki aynı yorumda; Suriye sınırının 900 km’lik kısmının yarısının PYD’ye ait olduğu, Rusya, İran, Esad ve ABD’nin desteğiyle kontrol alanlarını genişletecekleri ve Türkiye’nin bunu önlemesinin zorluğu da hatırlatılıyor.

Eğer Başbakan Davutoğlu’nun dediği gibi; elde “IŞİD-PYD-Esad ortaklığının kanıtları” varsa burada ortaya çıkan küresel planları göz önüne alarak ve sadece ülke içindeki terör olayları olarak düşünmeden önlemler aranmalıdır. Seçimin tehlikeli şartlar altında yapılacağını ve bu küresel planların acımasızca yürütüldüğünü aklımızdan çıkarmadan!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.