Şampiy10
Magazin
Gündem

AB’ye güvenli bölge!

Avrupa Birliği’nin Suriye ve Iraklı göçmenlerle ilgili “onları almama” krizi yeni değil biliyorsunuz, bir süredir hem yardım etme niyetinde görünüp hem de “bunu kimin üstüne yıkabiliriz” diye düşünüp duruyorlar.


Sonunda en kolay ve makul çözüm olarak faturayı “bugüne kadar 2 milyonun üstünde sığınmacıyı almış olan” Türkiye’ye kesmeye karar verdiler.

Ekim başında Avrupa medyası “AB’nin kendi ülkelerine mülteci akınını durdurmak üzere bir plan hazırladığını ve Türkiye’nin 2 milyon mülteci daha alacağını” yazdı.

Plan yürüyor

Perşembe günü Brüksel’de yapılan AB zirvesi öncesinde Almanya Başbakanı Angela Merkel

“Türkiye ile birlikte çalışmalıyız” mesajı verdi.

Merkel’in Pazar günü Ankara’ya yapacağı, “terör ve mülteciler” konularının ele alınacağı söylenen ziyaret öncesi Almanya Dışişleri Bakanı Steinmeier “Sığınmacılar konusunda Türkiye’nin kilit ülke olduğunu” söylerken bazı milletvekilleri “Türkiye ile acilen anlaşmalar sağlanması gerektiğini” vurguladılar.

Financial Times 15 Ekim günü bu telaşlı AB tablosu için “AB Zirvesi’nde mülteci sorununun ana gündem olarak ele alınacağını ve AB liderlerinin; bu işbirliği karşısında Türkiye’yi siyasi hediyelere boğacağını” yazdı.

Noel Baba gibi!

Haberde yetkililerin zirve öncesinde Ankara’da bir araya gelerek “mülteciler konusunda bir eylem planı” üzerinde çalıştıkları söylendikten sonra bu plan şöyle anlatılıyordu;

Sınır kontrollerini arttırarak ve Türkiye’deki 2 milyon mülteciye (ki bu sayı çok daha fazla ve doğumlarla da artıyor) teşvikler vererek orada kalmalarını sağlamak.

Bunun karşılığında ise Türkiye’ye “hızlandırılmış vize serbestliği, AB müzakerelerinin yeniden canlandırılması ve Türkiye’nin güvenli ülkeler listesine eklenmesi” gibi bir dizi siyasi hediye verilmesi.

AB’li bir diplomat bu hediyeler konusunda; “2 ay öncesine kadar Türkiye’den uzak duran AB yetkililerinin son günlerde değişip dostane davrandığını” Noel Baba benzetmesiyle söylemiş.

Hileye bak!

Türkiye’nin güvenli ülkeler listesine eklenmesini bütün AB liderlerinin kabulü bekleniyor. İyi de aylardır vatandaşlarını “terör nedeniyle Türkiye’ye gitmemeleri” konusunda uyaran ve turizme darbe vuran ülkeler şimdi nasıl olacak da topluca “güvenli ülke” ilan edecekler?

Yine kendi çıkarları nedeniyle olacak. Bu ülkelerin vatandaşları yine gelmekten kaçınacaklar ama AB ülkelerinin “Türkiye’den kendilerine ‘güvenli yaşam’ sağlamak için yapılacak sığınma taleplerini reddetmeleri” çok daha kolaylaşacak.

“Hızlandırılmış vize” deseniz; mülteciler ve belki tekrar almamız istenecek yeni mülteciler bir daha gitmemek üzere Türkiye’ye yerleştirilince kısa süre sonra onu tekrar kaldırır.

AB müzakerelerini tekrar başlatmak deseniz, hepsinden önce Merkel “kesinlikle karşıyım” diyor ve zaten hali hazırda “nüfusunuz çok fazla” diyen AB milyonlarca Ortadoğulu mülteciyle birlikte hiç düşünmeyecektir.

Sonuç olarak; AB kendi çıkarı ve güvenliği için bizi çocuk kandırır gibi hediyelerle aldatıyor, bu kez “hayır” demeyi bilmek zorundayız!

Yazının devamı...

Fevri siyasetin telafisi yok!

Ortalık o kadar karıştı ki, kimin eli kimin cebinde, hangi terör örgütü kimin arkasında, kim hangi planlar peşinde belli değil.

Ankara saldırısını yapanların IŞİD üyesi çıktığı haberine yoğunlaşırken “IŞİD’in 20 kişilik timinin Türkiye’ye girdiği ve HDP Eşbaşkanı Demirtaş’a suikast yapacağı” ihbarı gündeme geliyor.

Bu durumda doğal olarak “IŞİD’in PYD-PKK’ya karşı olduğu” düşünülürken Başbakan Davutoğlu “28 Mayıs’ta DEAŞ, PKK-PYD ile Suriye rejimi masaya oturdu ve bölgeleri paylaştılar. Tüm bilgiler bizde var” bilgisini şüpheye yer bırakmayacak bir ifadeyle açıklıyor.

Aslında Güneydoğu sınırından mülteciler girerken “PYD’nin yanıbaşında IŞİD militanlarının sınırdan hiç gizlenmeden ve gülerek geçtikleri” fotoğraflarla tespit edilmiş ve yayınlanmıştı. Eğer PYD ile IŞİD arasında bir savaş varsa bu görüntülerin ne anlama geldiği o günlerde de soru işaretleri yaratmış, medyada tartışılmıştı..

Bu oyun ne?

Ben de birkaç kez “aralarında bir anlaşma olabileceği” ihtimalini yazılarımda dile getirdim, şimdi Başbakan bunu “Aynı masada yer aldıklarına dair bilgi ve belgelerin olduğu” açıklamasıyla doğruluyor.

ABD’nin PYD ile yakınlığını ve hatta “bölgedeki en iyi müttefikimiz” dediğini bildiğimize göre öncelikle düşünülmesi ve ona göre tavır alınması gereken şey; “Türkiye’ye karşı oynanan çok yönlü oyunun arkasında kimlerin olduğu ve planın ne olduğu”dur.

Emekli Orgeneral Hüseyin Nusret Taşdeler’in “Ortadoğu bölgesinde gerçekleştirilmeye çalışılan büyük projenin ve bu maksatla oynanan büyük oyunun hedefi denize açılımı olan, müstakil, birleşik bir Kürt devleti kurulmasıdır. Ülkemizde ve Güney sınırlarımızda gelişen olayların iç ve dış güvenlik boyutlarıyla tehlikeli bir maliyet arz etmesinin nedeni budur” açıklaması göz ardı edilmeyecek kadar önemlidir.

Sırayla terör ve Suriye!

Türkiye’deki cihatçı örgüt militanlarının sayısının on binleri bulduğu, El Kaide, IŞİD gibi örgütlerin ve daha birçoğunun hücreler kurduğu bilinirken Emniyet’in, İçişleri Bakanlığı’nın bu durumu “en yakın takip ve en etkin operasyonlarla” ortadan kaldırmaması, militan yakınlarının “onu tutuklayın” uyarılarına rağmen tutuklamaması anlaşılır bir durum değildir.

Eğer PYD-PKK, IŞİD ve Esad arasında Başbakan’ın açıkladığı gibi bir ortaklık söz konusu ise bu terör örgütlerinin sırayla yaptığı kanlı eylemlerde “kim yaptı, nasıl yaptı”dan önce amaçlar ve gizli anlaşmalar üzerinde durmak, Suriye politikasını da kendi çıkarlarımız neyi gerektiriyorsa o yönde, “Önce Türkiye” diyerek yürütmek gerekir.

Kobani’de “IŞİD’le savaş” var dendiğinde Türkiye’nin verdiği desteği unutup bugün durup dururken “Türkiye bizi vurursa kendimizi savunuruz” açıklaması yapan PYD Lideri Salih Müslim’in çıkışı da aynı şüpheyi doğrulamaktadır.

Bunları göz önüne alarak, işin içinde Rusya ve İran da varken Suriye’ye fevri bir müdahale Türkiye’yi geri dönülmesi imkansız bir tehlikenin içine taşıyacaktır. İç ve dış politikanın tek bir hatayı kabul etmeyeceği dönemdeyiz!

Yazının devamı...

Bu örgüt Türkiye’de ne arıyor?

Ankara katliamından sonra Emniyet Müdürü ile İstihbarat ve Güvenlik Müdürü görevden alındı. Bakanlığın ve Valiliğin sorumlulukları göz ardı edilemez ama şu anda “soruşturma bitene kadar istifa istemek yanlış olur” dendiğine göre beklemek gerekiyor.

Reyhanlı, Suruç ve Diyarbakır saldırıları da aynı şekilde hala bekleme sürecinde… İhmaller, nedenler ve sorumlular için net bir açıklama yapılmadı.

Emniyet kaynakları Ankara’daki saldırıyı yapan canlı bombalardan birinin Suruç bombalı eylemini yapan canlı bomba Abdurrahim Alagöz’ün ağabeyi olduğunu, İkinci bombacının da onunla birlikte hareket ettiğini bildiriyor.

Sınır yok gibi…

IŞID’le bağlantılı bu isimler Adıyaman’da yaşıyor, Suriye’ye geçip bomba eğitimi alıyor ve tekrar Türkiye’ye geçerek kanlı eylemlerini kolayca gerçekleştiriyorlar.

Olayın sadece bu kısmı bile yeterince ihmali açıklarken bir de üstüne bu isimlerin “istihbarat birimlerinin yani MİT’in takibe aldığı eylemci listesinde” olduğu Emniyet kaynakları tarafından açıklandı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan “Her olayda hemen istifa mekanizmasını çalıştırmak doğru değil” diyor, haklıdır, soruşturma bitip tüm gerçekler ortaya çıkmadan doğru değildir. Ama benzeri katliamları kısa süre öncesinde yaşamış ve terörün kesilmediği bir süreçteki ülkede büyük bir miting öncesinde önlemlerin yetersiz olduğu ortaya çıkmışsa sorumlu tüm görevlilerin istifası kaçınılmaz olur.

Nasıl bir takip?

Mesela “takibe alınmış eylemciler” listesindeki isimlere nasıl bir takip yapılmaktadır ki bunlar hala Suriye ile Türkiye arasında kolaylıkla ve yakalanmadan mekik dokumakta, eğitim alıp geri dönebilmektedir?

Bugün Türkiye’de canlı bomba eylemi yapabilecek 21 IŞİD militanının kimlikleri biliniyor ve bunların hemen hepsinin Adıyamanlı olduğu ifade ediliyor. Acaba bu kadar felaket yaşadıktan sonra bile hala Adıyaman’da kurulan hücre evlerinin, orada barınan militanların yeterince kontrol altında tutulduğu söylenebilir mi?

Neden yakalanamadıkları ve tutuklanmadıkları sadece “eyleme dönük yeterli veri olmadıkça hukuk devletinde tutuklayamazsınız” sözleriyle açıklanabilir mi? Bunun PKK öldürmeyi sürdürürken askerin onlara operasyon yapamadığı ve örgütün bu nedenle güçlendiği “süreç”ten farkı olur mu?

CHP Başbakan’a “Türkiye’de IŞİD diye bir örgüt var mıdır” diye sormuş ve bugüne kadar kaç kişinin bu örgüte üyelikten soruşturulup yakalandığının ve ceza aldığının açıklanmasını istemiş.

Araştırma komisyonu

PKK terörü “ateş kes yaptık” demelerine rağmen devam ediyor. Dün Van’da PKK saldırısında 1 polis memuru şehit oldu. Bingöl Valiliği 6 bölgeyi 12-26 Ekim arası “geçici güvenlik bölgesi” ilan etti, vatandaşların buralara girmesi yasak.

Türkiye terörle “Suriye benzeri bir ortama” taşınmak istenirken “Terör olaylarının araştırılması için Meclis komisyonu kurulması” teklifine 2 partinin neden “hayır” dediği daha da fazla merak konusudur.

Meclis’in şu anda bundan daha önemli bir görevi olamayacağına göre bu konu seçim telaşı arasında kaynamamalı, ivedilikle tekrar tartışılmalıdır.

Yazının devamı...

Seçim ve seçim sonrası!

21’inci yüzyıl’ın medeniyet beklenen dünyasında Ortadoğu vahşi savaşlara sahne olurken Türkiye’nin de terörün en acımasız örnekleriyle karşılaşıyor olması, bunu önleyememesi son derece üzücüdür.

Kimse mutlu değil, herkes endişeli bir bekleyiş içinde… Tüm umutlar hükümetin ve bütün siyasi partilerin ortak bir çözüm arayışına girmesinde kilitleniyor.


Dün Vatan’ın manşetinde yer alan; Ankara’yı kana bulayan ve gencecik vatandaşlarımızın hayatını kaybetmesine yol açan terör eylemini “IŞİD’in Türkiye kolu”nun, bu örgüte Türkiye’den katılanların” yaptığı ve aralarında çocuk militanların olduğu haberi saldırının acısını ikiye katlamıştır.


Bu militanların IŞİD’e ait bölgelerde eğitim alıyor, dini alet ederek katliamlar yapıyor olması ve Ankara katliamından da sorumlu olması Türkiye adına ikinci bir şoktur. Sadece biz bu şoku ve utancı yaşamakla kalmayacağız, dünyanın gözünde IŞİD elemanı Türkler olduğunun görülmesi ülkemizin imajını da çok olumsuz etkileyecektir.


Tepkiler ve zafiyet


IŞİD’cilerin Adıyaman’da örgütlendiğini düşünürken Başkent Ankara’nın göbeğinde de hücre evlerinde saklanıp eylem yapabildiklerini görmek kabul edilir, anlaşılır bir durum değil. Valilikler, Emniyet, istihbarat bunları izlemek ve önlemek zorundadır. Binlerce insanın bulunduğu mekanlar, mitingler sadece giriş ve çıkışta değil, her köşede karış karış kontrol edilmelidir.


Batı ülkeleri can güvenliğini sağlamak için sınırlarından geçecek herkesi sıkı kontrole aldıkları gibi mülteci konusunu bile Türkiye’nin üzerine yıkarak bu kontrolü elden kaçırmamaya çalışıyorlar.

Başbakan Davutoğlu Ankara katliamından sonra ortaya çıkan tepkileri göz önüne alarak “güvenlik zafiyeti” konusunda ilgili bakan ve bürokratlara sorular sormuş ve açığın nereden kaynaklandığının bulunmasını istemiş.


Unutturulmamalı!


Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş ise “Milletçe terör hadisesine karşı yekvücut olduğumuzu göstermek için bu olay hiçbir şekilde unutulmamalı, unutturulmamalı” diyor.


Ne yazık ki unutmamak ve unutturmamak yüze yakın insanımızı tek bir terör eyleminde kaybettikten sonra onları geri getirmiyor, acıları gidermiyor. Toplum tepkileri “olayın kısa sürede aydınlanmaması”na değil, “güvenlik zafiyeti” şüphesinedir. Bu şüpheyi Başbakan da taşımaktadır.

Kimsede endişe yaratmak istemeyiz ama böyle bir ortamda seçim hazırlıkları ve seçimin kendisi “seçmenin ve siyasetçilerin can güvenliği” açısından da çok risklidir. Vatandaşlarla konuştuğunuzda bu endişeyi herkeste görmek mümkün.


Eğer “şartlar ne olursa olsun” seçim kararı değişmeyecekse şimdiden başlayarak tüm karayolları ve seçim yapılacak alanlarda had safhada güvenlik önlemi almak tek düşüncemiz olmalıdır.

İkinci konu ise partilerin şimdiden seçim sonucunda yine koalisyon çıkarsa nasıl bir yöntem izleyeceklerini iyi düşünmesi ve en küçük zaman kaybı olmadan ülkeyi “kalıcı bir hükümete” kavuşturmasıdır.


1 Kasım sonrasında toplumun 7 Haziran’dan sonra aylarca hükümet beklediği gibi bir sabrının olmayacağı, ülke konularının ise zaman kaybını kabul etmeyeceği unutulmamalıdır.

Yazının devamı...

Türkiye nasıl kurtulur?

Toplum olarak dayanılmayacak kadar çok acıyı birkaç ay içinde yaşadık.

Yakın tarihimizin en büyük terör saldırısı olan Ankara felaketinden önce yaşadığımız açıklaması yapılamayan, hangi zafiyet nedeniyle olduğu, gerçek sorumlunun kim ve ne olduğu anlaşılamayan Reyhanlı, Diyarbakır, Suruç saldırıları, Savcı Kiraz suikastı ve bugün Ankara saldırısı “tek bir örgüte” ait değil.

İşin içinde “IŞİD dahil” birden fazla terör örgütü olduğu biliniyor. Bir bakıyoruz DHKP-C’nin, bir bakıyoruz IŞİD’in yaptığı açıklanıyor. Ankara saldırısında da önce Başbakan Davutoğlu “IŞİD, PKK, DHKP-C, MLKP”nin adını sayarak “Belki bu 4 örgütten birinin yaptığını” söyledi. Aynı gün iki istihbarat yetkilisinin “tüm bulgular IŞİD’i işaret ediyor. Suruç saldırısıyla benzerlikler var” açıklamasını duyduk.

Neden biz?

Toplumun bugünkü tablo karşısında sorduğu en önemli sorulardan biri “bütün bu terör örgütlerinin aynı dönemde neden Türkiye’yi hedef seçtiği ve ülkede nasıl konuşlanabildiği”dir.

İkincisi “Hepsinin nasıl olup da ülkenin istihbarat örgütü, Emniyet’i tarafından önceden fark edilmeden korkunç eylemlerini özgürce Türk halkına yöneltebildiği ve başarabildiği” sorusudur. Bunların da birden çok nedeni var. Türkiye’nin Suriye iç savaşına ABD’nin de etkisiyle ilk günden müdahil olması, Suriye yönetimi muhaliflerine destek vermesi Türkiye sınırının ötesindeki yapının değişmesinde rol oynadı.

PYD-PKK’nın dışında IŞİD ve cihatçı birçok örgüt o bölgede yer aldı. Sınırlarımızın uzun süre mültecilerle birlikte terör örgütlerinin de rahatça geçebileceği bir durumda kalması bu örgütlerin ülkemizde hücreler kurmasını kolaylaştırdı.

Kaosu seçmek…

Bu mesele Burhan Kuzu’nun “Millet kaosu seçti demiştim. Bu tespit zaman içinde beni doğruladı” sözlerinden çok daha başka ve derin bir içeriğe sahiptir. Türkiye’nin son aylarda yaşadığı çok yönlü terör saldırılarının nedeni seçim sonucuyla açıklanamaz.

Örneğin Ankara saldırısı konusunda IŞİD üzerinde durulurken Adıyaman’da Suriye için örgütlenen IŞİD bağlantılı “Dokumacılar” adlı grup gündeme geliyor. Bu grupların il ve ilçelerde örgütlenmesi, yerleri bilindiği halde zamanında önlem alınmaması istihbarat ve Emniyet’in, ilgili valiliklerin sorumluluğundadır.

Merkel ne istiyor?

Almanya Başbakanı Merkel “terör, mülteci ve Suriye konuları”nı görüşmek üzere Pazar günü Ankara’ya geliyormuş.

“Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olduğunu ve bunu Erdoğan’ın bildiğini” her fırsatta söyleyen, “güvenli ülke statüsüne” alınmasını bile AB’nin çıkarı için isteyen Merkel’in asıl amacı “Avrupa’yı mülteci akınından korumak üzere Türkiye’yi yeni mülteciler alma ve Batı’ya geçişi önleme” konusunda ikna etmek ve kendi ülkesinin güvenliğini korumaktır.

Türkiye’nin kurtuluşu ABD ve AB baskılarıyla kendi güvenliğini tehlikeye atacak yeni adımlara “hayır” demek ve seçim dahil her konudan önce ülkeden terör örgütlerini temizlemeye çalışmaktır.

Eylem yapacak fırsat bulamayacakları şekilde istihbarat ve güvenlik derhal sağlanmalıdır.

Gerçek vatansever!

Değerli sanatçı, sevgili dostum, gerçek bir vatansever olan Levent Kırca’nın vefatını derin bir üzüntüyle öğrendim. Bana göre Kırca; hayatı boyunca ülkesinin gülmesi, mutlu olması için çalışan bir sivil toplum kahramanıydı.

Onur ödülü aldığı törene hastaneden gönderdiği mektupta yazdıkları onun vazgeçmediği ilkeleriydi ve ülkesine bıraktığı son mirastır; “Dik durun. Adil olun. Daha iyi bir dünyada görüşmek ümidiyle…Atatürk ile kalın. Cumhuriyet’le kalın. Hoşçakalın”…

Güle güle sevgili dostum, seni özleyeceğiz ve unutmayacağız!

Yazının devamı...

Örgüt değil, önlem önemli!

Bölücü terör örgütü PKK bir süre önce “seçime kadar eylemsizlik” kararı alacağını açıklamıştı ve Ankara saldırısı olduğu Cumartesi günü “ateşkes” ilan ettiği yabancı haber ajanslarında yer aldı.

Dün ise Erzurum Şenkaya’da PKK güvenlik güçleriyle yaptığı çatışmada 2 askerimizi daha şehit etti. Aynı gün Şırnak’ta operasyonlar devam ederken bölgeye 70 araçlık bir askeri destek konvoyu gönderildi.

Görünen o ki terör örgütü kendi ateşkes kararına kendisi uymayarak, çözüm sürecinde yaptığı gibi bir yandan cinayetlerini sürdürecek, bir yandan Batı’yı eylemsizlik sözlerine inandıracak.

IŞİD veya PKK…

Reuters’a konuşan 2 üst düzey Türk güvenlik sorumlusu “Ankara saldırısındaki bulguların IŞİD’i işaret ettiğini, Suruç saldırısına benzerliğin dikkat çektiğini” belirtmişler.

IŞİD, PKK veya bir başka terör örgütü, hangi örgütün yaptığı üzerinde durmak zaman kaybıdır. Maalesef çok sayıda terör örgütü militanı ülkeye çoktan girmiş ve kimler tarafından yönetilip, hangi amaca hizmet ettikleri belirsiz şekilde, birer saatli bomba gibi her köşeye dağılmışlardır.

Türkiye tarihindeki en büyük terör eylemlerinden biri olan bu saldırıyı “hangi terör örgütünün yaptığı”ndan önce bunu önlemek için neler yapıldığı ve “arkasında kimlerin olduğu” soruları üzerinde durmak zorundayız.

Batı medyası uyardı!

Mitingden önce sosyal medyada atılan ve “saldırıyı önceden bildiren hatta Suruç gibi bir bombalı eylemden söz eden” twitler araştırılmalı ve bu kişiler sorgulanmalıdır.

Bununla birlikte Avrupa ülkeleri medyalarının çok daha önceden Türkiye’yi IŞİD konusunda uyardığını hatırlamak zorundayız.

Örneğin dünyanın en saygın gazetelerinden Financial Times geçen hafta “IŞİD’in özellikle Türkiye’nin sınır kontrolünü kaybetmesi üzerine Türkiye’deki gizli operasyonlarını arttırdığını, örgütün başta Türkiye olmak üzere 3 uluslararası hedefe yöneldiğini” yazdı.

Bu yazıda “IŞİD’i hangi güçlerin kullandığının, kime düşman kimin yanında olduğunun belli olmadığı” vurgusu da vardı.

Güvenlik sağlanmalı!

Ortadoğu ülkeleri, özellikle Suriye kaos ve iç savaş sürecindeyken Türkiye, bu ülkelerle sınırı olması ve en çok riski taşıması nedeniyle son derece dikkatli bir dış politika izlemek ve sıkı sınır kontrolü yapmak zorundaydı.

Bunlarda hatalar olmuştur. Bugün 2 milyonun üstünde mülteci, sınırlarımızda haritanın değişmesi ve ülkeye sızan terör örgütlerinin yarattığı büyük sorun bu hatalarla bağlantılıdır.

Bu durumu kabul etmek ve bütün illerde güvenlik tedbirlerini en üst düzeye çıkarmak hükümet için en önemli görev olmalıdır.

“Eksiklik varsa…”

Başbakan Davutoğlu Ankara saldırısı konusunda aynı akşam yaptığı basın toplantısında “Bir eksiklik, zaaf söz konusuysa, bir ihmal varsa gerekli tedbirleri alırız” dedi.

Emniyet bu tedbirleri Mehmet Ali Şahin’in dediği gibi “saldırıdan önce” almış olmalıydı. Daha önce benzer saldırılar yaşamış ve her gün terörle yaşayan bir ülkede ihmalden söz edilmemesi gerekirdi.

Türkiye’yi Suriye benzeri bitmez bir kaosa itilmekten korumak için seçimden de önce “önlemler”i düşünmeliyiz!

Yazının devamı...

Bitmeyen kara gün!

Dün yine Türkiye kara bir güne uyandı. Kara Cumartesi, kara Salı, kara Çarşamba derken haftanın tüm günleri bir kötülüğü, bir vahşeti simgeler hale geldi. Ankara’da sendika ve meslek örgütlerinin yapacağı ve bazı partilerin de katılımı beklenen “Emek-Barış-Demokrasi Mitingi” öncesinde patlatılan iki bomba ile 95 vatandaşımız hayatını kaybetti, 246 kişi yaralandı.

Üç gün ulusal yas ilan edilen ve sivillere yönelik bu lanetli, alçak saldırıyı, bırakın “siyasi” amacı hiçbir “insani neden”le açıklamak mümkün değildir. Saldırıdan sonra konuşan ve bazıları olay yerinde bulunan birçok isimin ortak noktası “miting alanında güvenlik önlemi alınmamış olması”ydı.

Güvenlik açığı

İçişleri Bakanı Selami Altınok saldırıyla ilgili olarak yaptığı basın toplantısında kendisine sorulan “Bariyerlerde güvenlik araması yapıldığını söylediniz, ancak çok yoğun olarak güvenlik açığından söz ediliyor. İstifa etmeyi düşünüyor musunuz” sorusuna “Güvenlik açığıyla ilgili hiçbir sorunun söz konusu olmadığı” cevabını verdi.

Oysa kısa süre sonra Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin çok daha gerçekçi bir duruşla şunları söyledi: “Ankara’da bir yürüyüş yapılırken çevrede de çok ciddi aramaların yapılması, bu tür eylemlerin meydana gelmemesiyle ilgili tedbirlerin alınması icap ederdi.

İki sorunun cevabı aranmalıdır; 1- Bu eylemi kimler, hangi amaçla yapmıştır? 2- Bu eylemin meydana gelmemesi için güvenlik güçlerimiz üzerine düşen görevi yapmış mıdır? Çok ciddi araştırılması gerekir”.

Sınırların korunması

Kendi kurduğu seçim hükümetiyle ülkeyi yönetmekte olan partinin ikinci ismi bunu söylüyorsa “hiçbir güvenlik zafiyeti yoktur” diyerek konuyu geçiştirmek kabul edilemez. Türkiye sınırları çok uzun bir süre iyi korunamadı. Bunu daha önce İçişleri Bakanı olarak görev yapmış isimler de dile getirdiler. Batı medyası ve siyasetçileri Suriye’deki terör örgütlerine ait çok sayıda militanın Türkiye’ye kolayca girdiğini yazdılar, haberlerinde gösterdiler.

PKK’nın “çözüm sürecinde güçlendiği ve silah depoladığı” Başbakan ve Cumhurbaşkanı tarafından dile getirildi.

Bunun yanında “Reyhanlı, Suruç, Diyarbakır ve diğer terör saldırıları”nın neden ve nasıl bu kadar kolay yapıldığının, tonlarca patlayıcının ülkeye nasıl girdiğinin ortaya çıkarılmamış olması terör örgütlerine cesaret vermiştir.

Pkk ve seçim!

Ankara saldırısını hangi terör örgütünün yaptığı henüz belli değil. Saldırıdan hemen sonra ise “PKK’nın eylemsizlik kararı” Reuters Haber Ajansı tarafından açıklandı.

Bu kararın HDP’yle bağlantısı ortadadır. Demirtaş ise her konuşmasında terör olaylarını “çözüm masasının ortadan kalkmasına” bağlıyor. Bir anlamda Hükümete “siyasi çözüme tekrar oturmazsanız bu terör sürecek” mesajı veriyor.

Her büyük terör saldırısından sonra “Türkiye bu tabloyu hak etmiyor” demekle, “her türlü terörün karşısında olduğumuzu” söylemekle veya kınamakla hiçbir sonuç alınamaz.

Bu ortamda yapılacak seçimin çok riskli olacağını da bir kez daha vurgulamak gerekir. Mehmet Ali Şahin’in dediği gibi “çok ciddi araştırma” ve çok ciddi çalışma isteyen bir dönemde olduğumuzu hiç unutmayalım!

Yazının devamı...

Samimiyetsiz siyaset!

PKK bir yanda “seçime kadar ateş kes” kararını gündeme getirirken diğer yanda sivil, asker, çocuk, kadın demeden kanlı saldırılarını aynı acımasızlıkla sürdürüyor. Diyarbakır Silvan ilçesinde çocukların bulduğu bombanın patlamasıyla bir çocuk öldü, 3 çocuk yaralandı.

Güneydoğu’da birçok il ve ilçede sokağa çıkma yasağı kaldırılsa da kısa süre içinde tekrar uygulanmaya başlıyor. Terör eylemlerini büyük şehirlere taşıyacaklarının işaretini de veriyorlar.

“HDP için” ateşkes!

PKK terörü sürdürürken KCK Yürütme Konseyi Başkanı Bese Hozat “HDP’nin zaferine katkı sunmak için örgütün seçim süresince tek taraflı ateşkes ve eylemsizlik kararı aldığını” açıkladı.

Bu açıklamada hemen dikkati çeken iki nokta var; Birincisi HDP Eş Genel Başkanı Demirtaş’ın 7 Haziran öncesinde de yaptığı gibi “PKK ile organik bağımız yok” veya bu seçim öncesinde söylediği gibi “Bundan sonra yola HDP ile devam edeceğiz” benzeri söylemleri yalanlıyor olması…

Eğer bu “terör eylemsizliği” kararı HDP yararına alınıyorsa elbette ortada her tür bağ olduğu düşünülecektir. Görünüşe bakılırsa PKK “Demirtaş’ın sözlerinin de geçersiz olduğunu” vurgulamaktadır.

İkincisi PPK ve kardeş örgütleri “tek taraflı ateşkes” söylemini mümkün olduğunca sık tekrarlayarak dünyaya karşı sanki “devletle terör örgütü arasında bir savaş varmış havası” yaymaya çalışsa da bunun artık yurt içi ve dışında hiç de inandırıcı bulunmadığını aslında biliyorlar.

Bakış değişti

Batı medyasında son çıkan yorumlarda “PKK ve PYD’nin Suriye ve Irak’ta IŞİD’le ve diğer cihatçı gruplarla mücadele ettiğine dair haberlerin Kürt militanlarına farklı bakılmasına neden olduğu ama gelinen noktada bu yaklaşımın ortadan kalktığı” anlatılıyor.

Hükümetin tavrı!

Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan PKK’nın 15 Ekim’de ateş kes ilan edeceği haberi sorulduğunda “Buna karnımız tok, terör örgütü sıkıştığı zaman veya siyasi uzantısının işine yarasın diye bu tür siyasi taktik hamleler yapıyor. Özerklik ilanı çöktüğü için seçim güvenliğini bahane ediyor” anlamında bir açıklama yaptı.

Bu tür açıklamaların, “silahları ya teslim edecekler veya üzerine beton dökecekler” benzeri söylemlerin terörü durdurduğuna dair bir örnek yoktur. Zaten ellerindeki silahları teslim etmelerinin de anlamı yoktur, tonlarca patlayıcının ve sayısız silahın sınırdan kolayca girebildiği “aylardır yakalanan mühimmatla” ortaya çıkmıştır.

PKK bu “eylemsizlik” kararını referandumdan önce de, diğer seçimlerden önce de verdi ama terörü hiç durmadı, çözüm sürecinde bile devam etti.

HDP Milletvekili Hişyar Özsoy “ En azından seçimlerin barışçıl şekilde yapılması için çalışıyoruz. İnşallah çatışmasızlık durumunu sürdürebilecek bir siyasi pozisyon çıkar” diyor.

HDP’nin söylemesi gereken bu değil, seçim sonucu ne olursa olsun “bugün yaptığı ve sonuç aldığı çalışmayı seçimden sonra da yapacağını” bildirmesidir. Terörün hangi nedenle yapıldığını açıkça anlatması ve Meclis’te çözüm aramasıdır. Samimiyetsiz siyaset tüm partiler için son bulmalıdır!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.