Şampiy10
Magazin
Gündem

Çok yönlü ihanet!

Terör örgütü PKK’nın diğer azılı örgütlerin desteğiyle Türkiye’de ortaklaşa sergilediği kanlı eylemlerin önünde duran, Suriye ve Irak’tan gelen tehlikeleri göğüsleyen bu ülkenin şanlı ordusudur.

Temmuz’da terörü tekrar başlattıkları günden bu yana 150’ye yakın güvenlik görevlisi şehit oldu. Onların anaları, babaları, evlatlarının gözyaşı dinmedi, ateş düştüğü yeri yaktı.

Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ Çarşamba günü Yargıtay’daki temyiz duruşmasında gösterdiği tepkilerde haklıdır. Kendisi de dahil yüzlerce onurlu asker yıllar boyu bir “kumpas” nedeniyle hapis yattı, aileleriyle birlikte çekmedikleri sıkıntı kalmadı.

Kendi toprağında yabancı…

En büyük saygıya layık insanların onuru, itibarı zedelendi, çoğunun hak ettiği rütbeleri ellerinden alındı, orduyla ilişiği kesildi. “Sehven” diyerek telefonlarına olmayan numaralar eklenip hapse atılanlar oldu.

Eğer kumpas olduğu açıklanmasaydı hepsi yüzlerce yıl hapse mahkum edilmişlerdi.

İlker Başbuğ olayların içyüzünü bilen, yaşayan bir Genelkurmay Başkanı olarak Ergenekon-Balyoz davaları için “Tarih bunu, bir ülkenin ordusuna yapabileceği en büyük ihanet olarak yazacaktır” dediği konuşmasının “savunma değil, taarruz” olduğunu ifade etti ve bu davaların nedenini açıkladı.

Davalar sürecinde “kendilerini kendi topraklarında yabancı hissettiklerini, bütün karargahını aldıklarını” söyleyen Başbuğ; ABD’nin Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesinde, ılımlı İslam planının uygulanmasında ve yapmak istediği değişikliklerde orduyu ‘önünde engel’ olarak gördüğünü ve paralel yapıyı kullandığını, devletin de buna göz yumduğunu” söyledi.

İllegal yapının marifeti!

Bir Genelkurmay Başkanı’nın yaşayabileceği en büyük sıkıntıları yaşamış olan Başbuğ’un anlattıkları daha önce “kumpas” açıklamasının arkasından dönemin hükümetinin söyledikleriyle örtüşmektedir.

Cemaat üyeleri yargıya, Emniyet’e, tüm kurumlara yerleşerek masum sivilleri ve orduyu yıllarca mağdur ettiler. Bugün ülkenin güvenliği için en güçlü şartlarda olması gereken TSK ciddi şekilde yara aldı.

Siviller ve askerler arasında ağır şekilde hastalanan, hayatını kaybeden veya onurunun kırılmasına dayanamayarak intihar edenler oldu.

O iddianamelerin “sahte” olduğunu yıllarca bilirkişi raporlarıyla, kanıtlarıyla haykırdılar ama kimseye dinletemediler.

Gereği nedir?

Adalet Bakanı Kenan İpek beraatlere bakarak “Önceki yargılamaları yapan hakimler yasadışı bir faaliyet göstermişlerse gereği yapılır. Türkiye bir hukuk devletidir. Türk milleti bizde adalet bekliyor” dedi.

Doğrudur. Eğer Türkiye bir hukuk devletiyse milletin beklediği adalet sağlanmalıdır. Oysa bu iddianamelerin asıl sorumlusu olan 2 isim Zekeriya Öz ile Celal Kara haklarında yakalama kararı çıkmadan bir gün önce yurt dışına kaçtılar.

Bu da kumpası yapanların hala kurumların içinde var olduğunun açık kanıtıdır.

Onları yakalamak, Türk ordusunun ve masum sivillerin ciddi mağduriyetine neden olan, ülke için büyük tehlike yaratan bu “derin paraleller”i temizlemek ve adaleti sağlamak devletin görevidir.

Yazının devamı...

Seçim, terör ve özerklik!

Rusya’nın Türk askeri uçaklarına taciz eylemleri ve Suriye’deki gelişmeler en zorlu günlerimizde dikkatleri başka yöne çekiyor.

Bu konunun önemine rağmen Türkiye’nin şu anda bir numaralı sorunu tüm diğer olaylardan önce “devam etmekte olan terör ve seçimin bu şartlar altında yapılacak olması”dır.

Diyarbakır’da askeri konvoya yine yola döşenen bombayla yapılan PKK saldırısında çok sayıda askerimiz yaralandı. Aynı gün Diyarbakır Polis Okulu’na saldırı oldu. Bismil’de tekrar sokağa çıkma yasağı ilan edildi ve Diyarbakır’dan takviye birlikler gönderildi.

Savaş ilanı gibi…

Her ne kadar PKK’nın zayıfladığı söylense de Güneydoğu’da adeta devlete savaş ilan edilmiş görüntüsü sürüyor ve ilçelerde sokağa çıkma yasağına rağmen terör durmuyor.

Bu durumda HDP Eş Genel Başkanı Demirtaş’ın I Kasım seçim bildirgesindeki “İnadına barış” sloganı ve PKK’nın yanında devlete yaptığı “silahları susturma çağrısı”nın ne kadar anlamsız kaldığını söylemeye gerek var mı?

Çözüm sürecinin “nedeni anlaşılmaz şekilde” bitirilmesi ve HDP’ye karşı tavır alınması terörün tekrar ve daha azgın şekilde başlamasında rol oynamıştır ama acaba bunun sorumluluğu tek tarafta mı?

Diyelim ki bir sorun çıktı ve bu sürece ara verildi, çözüm sürecinde PKK-Öcalan ile devlet arasında arabuluculuk yapan HDP’nin Genel Başkanı’nın “Artık yola HDP ile devam edeceğiz” diyerek 7 Haziran öncesinde yaptığı gibi “PKK ile tüm bağları kopmuş gibi” davranması ne kadar inandırıcı olabilir?

Öz Yönetim talebi!

7 Haziran bildirgesinde “demokratik özerklik” başlığıyla gündeme gelen HDP 1 Kasım seçim bildirgesinde bunun yanına “demokratik cumhuriyet” ve “öz yönetim” kavramlarını ekledi.

Bu söz edilen “demokratik” gelişmeler silah eşliğinde, bir saldırıda onlarca asker ve polisi hatta sivili katleden PKK’yı durdurmak yerine destek vermekle mi elde edilecek?

DTK Eşbaşkanı Hatip Dicle 28 Şubat 2015’te Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ile HDP İmralı heyetinin bir araya geldiği “Dolmabahçe ortak basın toplantısı”ndan önce yapılan İmralı görüşmelerinde devletle “yerel demokrasi” konusunda anlaştıklarını iddia ederek devlet heyetinin “demokratik özerklik” ifadesi çok uç geleceği için adını “yerel demokrasi” koyduklarını, bunun ise “kendi kendini yönetim” demek olduğunu, Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın da haberdar olduğunu söylüyor.

Eğer HDP “Bize özerklik sözü verildi” diyor ve terör bu nedenle tırmandırılıyorsa o zaman Demirtaş’ın ilk günden bu konuda konuşması ve terörü önleyecek şekilde çözüme yönelmesi gerekirdi.

Bu şartlarda seçim!

PKK’nın katliamları devam ederken, ilçelerde sokağa çıkma yasağı ilan edilirken ve Güneydoğu’da savaş havası yaratılırken seçimde güvenliğin ne ölçüde sağlanabileceğini kimse garanti edemez.

Mevcut şartlar “hiçbir sorun yokmuş gibi” seçim konuşmaları yapmayı da aslında imkansız kılmaktadır. Sonradan üzücü olaylar yaşanması istenmiyorsa Hükümet’in ve HDP’nin “terörün durdurulması” konusunda sorumluluğu üstlenmesi gerekiyor!

Yazının devamı...

Savaş zamanı değil!

Türkiye sadece ülke içinde değil, Suriye sınırında da ciddi bir tehdit altında bulunuyor.

Dışişleri Bakanlığı 3 Ekim’de bir Rus uçağının Türk hava sahasını ihlal ettiğini, TSK ise 4 Ekim’de 2 savaş uçağının Türk jetlerini taciz ettiğini açıkladı.

Dışişleri Bakanı Sinirlioğlu’nun NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’le yaptığı görüşmede bu konu ile Rusya’nın Suriye’deki mevcudiyeti ve bombalama eylemleri konuşuldu.

NATO “Türkiye’nin güvenliğine yönelik sorumluluğunu” kabul ediyor ve hava ihlallerine karşı dayanışmayı vurguluyor olsa da bu destek vaatlerine güvenerek erken bir askeri tepkide bulunmak özellikle içinde bulunduğumuz şartlarda büyük yanlış olur.

Sorun uluslar arası!

Oysa Rusya’nın niyeti ve Başbakan Davutoğlu tarafından da açıklandığı gibi Suriye’de “IŞİD yerine Esad muhalifi grupları vurması” zaten uluslar arası bir sorundur, Türkiye’yi kışkırtmasına da bu çerçeve içinde bakılması gerekiyor. Türkiye, Rusya’nın “Esad, İran, Irak, PYD ve Barzani” ve daha kimbilir hangi örgütlerle birlikte hareket ettiğini aklından çıkarmamalıdır.

Suriye’de “ABD’nin ne ölçüde desteklediği belli olmayan” bir harita değiştirme operasyonu yürütüldüğü görülüyor. Esad’a muhalif tüm gruplar ve mümkünse Türkmenler temizlenecek, Suriye’nin kuzeyinde PYD’nin daha fazla toprak sahibi olması sağlanacak. Sonuç olarak bu tablo Güneydoğu bölgemiz için de riski arttıracak.

Alman Die Zeit gazetesi AB ve Türkiye’nin “Yunanistan sınırını korumak ve AB’ye mülteci akınını durdurmak için plan yaptığını, Türkiye’de 6 yeni kamp kurularak 2 milyon mülteci daha alınacağını” yazdı.

Umarız yanlış haberdir. Mevcut 2 milyondan fazla mülteci için Batı’nın kılını kıpırdatmadığını ve tüm AB ülkelerinin toplam 500 bin mülteciden fazla almayı kabul etmediğini bildiğimiz halde böyle bir kararın oluru yoktur.

Medya ve sandıklar!

Basın özgürlüğünde Kamboçya, Etiyopya, Zimbabwe,Afganistan gibi ülkelerin bile gerisinde yer aldığımız uluslar arası basın örgütleri tarafından açıklanıyor. Medya baskıları gündemdeyken şimdi ortaya “medya saldırıları” çıktı.

Hürriyet Yazarı Ahmet Hakan’a saldırı emrini bir emekli polis memurunun verdiği ve bunun karşılığında vaat edilenleri saldırganlar anlatıyor ama 7 şüpheliden sadece biri tutuklanıyor.

Bu karar yargıya ve adalete güvensizlik yaratacağı gibi medyaya saldırıları da önleyemez. Saldırganların çekinmeden anlattıkları yargı tarafından doğru değerlendirilmeli ve mutlaka yaptırımı sağlanmalıdır.

Pazar günü açıkladığı seçim beyannamesinde “Başkanlık sistemini tercih ettiğini” bir kez daha vurgulayan Ak Parti’nin yetkili isimleri YSK’nın “sandık taşıma” konusundaki kararını doğru bulmadıklarını açıklıyorlar.

Cumhurbaşkanı Erdoğan “Bu nedenle bir sorun yaşanırsa sorumlusunun YSK olacağını” söyledi. Oysa söz konusu ilçelerde sandık taşımanın sorunu çözmeyeceğini, hatta araçlarla nakledilecek seçmenler için ilave tehditler ortaya çıkabileceğini göz önüne almak gerekiyor.

Hükümet ve güvenlik güçleri seçmenin can güvenliğini sağlamalıdır!

Yazının devamı...

Seçmen nasıl korunacak?

Tekrar seçim yaklaşırken gündem de giderek yoğunlaşıyor.

Yüksek Seçim Kurulu uzun süredir tartışılan ve Hükümet’in “daha önce de benzer uygulamanın yapıldığını” söylediği “Güneydoğu’da bazı sandıkların taşınması” konusuna noktayı koydu ve oy çokluğuyla bu teklifi reddetti.

Kabul etseydi başta Şırnak-Cizre ve Hakkari-Yüksekova olmak üzere istenen ilçelerde sandıklar başka yerlere taşınacaktı.

Dünkü yazımda “nereye taşınırsa taşınsın fak etmeyeceğini, seçim günü ülkenin her köşesinde aynı şekilde seçmenin can güvenliğinin korunması için her önlemin alınması gerektiğini” yazdım.

Nitekim terör örgütünün yol kesmeleri, bomba yerleştirmeleri, uzun namlulu silahlarla asker ve polise saldırma eylemleri sürüyor.

Asker kaçırma

Genelkurmay dün “Tunceli’de 2 erin yol kesen PKK’lılar tarafından kaçırıldığını” açıkladı. Bu yazı yazıldığı sırada erlere ne olduğu henüz belli değildi.

Aynı sırada Diyarbakır Silvan’dan Cuma günü operasyonunu bitirerek çekilen polisin Silvan’a geri gönderildiği haberi geldi. Özel Harekat polisi ilçeye girdikten sonra silah sesleri duyulmaya başlanmıştı.

Görüldüğü gibi PKK ile bitmek bilmeyen bir mücadele içindeyiz ve bu mücadele sivil vatandaşlar için de büyük tehlike oluşturuyor. Seçime bir aydan az zaman kaldı ve güvenliğin sağlanması tüm partilerin öncelikli konusu olmalıdır.

Demirtaş’a düşen görev!

HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş kısa süre önce AKP, CHP ve MHP’ye bir çağrı yapmış; “Gelin bir araya gelerek sandık güvenliğini sağlayalım. Seçim günü en üst düzey yöneticilerimizi gönderelim, birlikte sandık sandık denetim yapıp güvenliği sağlasınlar” demişti.

Aynı konuşmada “bugün başbakan olsa öğretmen maaşını iki katına çıkaracağını, eğitimcinin kirayla, geçim derdiyle uğraşmaması gerektiğini” de vurgulamıştı.

Demirtaş, her gün en az iki-üç güvenlik görevlisinin PKK tarafından şehit edildiği, asker-polis-sivil demeden araçların geçeceği yollara bomba döşediği, yol keserek adam kaçırdığı bir ortamda bırakın “sandık güvenliğini” vatandaşın-siyasetçinin “can güvenliğinin” nasıl sağlanacağını biliyor mu?

Biliyorsa anlatsın da herkes öğrensin.

Kendisi öğretmenlerin maaşını arttırmaktan söz ederken koruyup kolladığı PKK’nın ilkokullara saldırmasını, önündeki yanındaki yollara bomba döşemesini ne yapacağız?

Demirtaş “Biz ülkemizi birlikte yönetelim istiyoruz” dediğine, “demokratik seçenek” gibi söylemler kullandığına göre yukarıdaki sözlerden önce PKK terörünün durması için nasıl bir rol oynayabilir, seçim günü PKK’nın vatandaş ve görevliler için tehlike yaratmamasını nasıl sağlayabilir onu düşünmelidir.

Türkmenler korunmalı!

Rusya Suriye’deki hava saldırılarında IŞİD’i bombalıyoruz diye büyük ölçüde Esad muhaliflerini bombalıyor. O arada “Türkmen nüfusun yoğun olduğu bölgeleri de vurduğu, onlarca sivilin can kaybına neden olduğu ve büyük bir saldırıya hazırlandığı” Türkmen komutan Ömer Abdullah tarafından açıklandı.

Türkiye’nin bu konuda Rusya’yı uyarması gerektiği gibi zaman kaybetmeden ABD’nin dikkatini de bu konuya çekmelidir. Türkmenlerin canını bizden başka düşünecek kimse yok!

Yazının devamı...

Tehlikeli sürecin içinde!

Türkiye içerde ve dışarıda karışık, sancılı bir dönemden geçiyor. Bu dönemi ancak sükünetle, olayları soğukkanlı olarak atlatmak mümkün… Aksi takdirde seçime kadar üzüntüden üzüntüye savrulup duracağız.

Bu arada geçmişte yapılan haksızlık ve hukuksuzlukların su yüzüne çıkması da gerginliği arttırıyor. Örneğin yıllarca toplum olarak sıkıntısını yaşadığımız davalardan biri olan “Poyrazköy davasında 83 sanığın tamamına beraat kararı” çıktı.

Sahte delil üretenler için “suç duyurusu” yapılmasına karar verilmiş. Bu dosyanın içinde “Kafes Eylem Planı, Amirallere suikast, Gölcük’te bulunduğu iddia edilen belgeler, ÇYDD ve ÇEV gibi iki önemli sivil toplum kuruluşunun yöneticileriyle ilgili iddialar” birleştirilmiş olarak bulunuyordu.

İşkence ve itibar

Kısacası, tek bir dosya ile sadece ülkenin saygın, önemli isimleri ve kurumları yıllarca ekranlardan, gazete manşetlerinden suçlanmakla ve itibarları zedelenmekle kalmadı, evlerine baskınlar yapıldı, arandı, eşyalarına el kondu ve başka şeyler de oldu.

Hayatını ülkesinin gençlerini yetiştirmeye, çaresiz hastalıklar için hastaneler kurmaya,sağlıktan eğitime her konuda ilerleme sağlamaya adamış olan ÇYDD Başkanı Türkan Saylan hayatının son günlerinde çirkin iddialara cevap vermek zorunda bırakıldı ve hayatını bu şartlarda kaybetti.

Yaptırım gerekiyor

Şimdi yıllar sonra “sahte delil üretenler için suç duyurusu yapmak” acaba adaleti sağlayacak, maddi-manevi büyük kayıpları onaracak mı? Bu olayları yürüten savcılara, haberleri manşetlerden, TV’lerden “yargısız infaz” şeklinde verenlere uygulanacak bir yaptırım olmayacak mı?

Bir demokraside, hukuk devletinde bunlar mutlaka yapılmalıdır. Aksi takdirde gelecekte bu fahiş yanlışların benzerlerinin yapılması önlenemez.

Hükümet üyelerinin sık sık “yılanın beli kırıldı” açıklamaları yapmasına rağmen terör eylemlerinin arkası kesilmiyor ve birçok yerde PKK’nın arkadan saldırmalarıyla, yollara döşenen bombalarla şehitler vermeye devam ediyoruz.

Bu şartlar altında 1 Kasım’da Güneydoğu’da seçmenlerin hayatının güvence altına alınması kolay değildir. AKP genel başkan yardımcıları arasında bu konuda görüş ayrılıkları var ama sandıkların yeri değişse de değişmese de asıl çözülmesi gereken konu “sandığa gidecek seçmenlerin can güvenliğinin sağlanması” olmalıdır.

Financial Times birkaç gün önce “IŞİD’in özellikle Türkiye’nin sınır kontrolünü kaybetmesi üzerine ülkedeki gizli operasyonlarını arttırdığını” yazdı. Türkiye bir değil, birkaç terör örgütünün ağır tehdidi altında ve sınır kontrolünün en üst düzeyde sağlanması çok önemli.

Suriye’de durum giderek karışıyor, Rusya’nın IŞİD’den çok Esad muhaliflerinin elindeki toprakları geri almak üzere onların bulunduğu bölgeleri bombaladığı, İran ve Hizbullah’ın aynı saflara katılacağı haberleri Ortadoğu’daki dengeleri değiştirdiği gibi ABD’nin politikalarını da hızla değiştirecektir.

Bu tablonun sonuçları Suriye kadar Türkiye’yi de etkileyecek. Ekim ayı içinde gözümüzü dört açmamız gereken günler geçireceğiz, riskler her zamankinden çok fazla!

Yazının devamı...

Terör her yerde!

Terör örgütünün aralıksız süren saldırıları ve verdiğimiz şehitler maalesef gündemden düşmüyor ama şehirlerde estirilen terörün de artık PKK’dan geri kalmadığı anlaşılmıştır. Hürriyet yazarı Ahmet Hakan’a programını bitirip evine dönerken 4 saldırgan tarafından uygulanan terör bunun en bariz ve üzücü örneğidir.

Onu evine kadar takip ettikleri ve teröristlerin yaptığından farksız saldırıyı gerçekleştirdikleri anlaşılan ve 2’sinin çeşitli suçlardan sabıkası olduğu açıklanan saldırganlar bu rahatlığı nasıl buluyor?

Avukatı Turgut Kazan yapılan tehditler üzerine uzun süre önce savcılığa suç duyurusunda bulunmuş. Hakan köşesinde ve TV programında kendisi de bu tehditlerden söz ederek suç duyurusu yaptı.

Diğer avukatı da 17 gün önce İstanbul Valiliği’ne müracaat ederek ısrarla “acilen güvenlik önlemi alınmasını, yakın koruma verilmesini” istemiş.

Valilik cevap vermemiş.

Kınamak yetmez!

İçişleri Bakanı “Yakın koruma talebinin 2 gün önce sonuçlandığını, işlemler uzadığı için koruma verilemediğini” açıkladı.

Gazeteye yapılan ciddi saldırıdan ve gazeteciye yapılan tehditler konusunda defalarca uyarıdan sonra suçlular için soruşturma açılmamışsa bu mazeret kabul edilebilir mi? Güneydoğu’da kamu görevlilerinin yüzlerce ton patlayıcı ve silah yığma faaliyetlerindeki “ihmal”leri gibi şehirlerde de sorumluluğu “ihmal”e yıkıp çekilecek miyiz?

Emniyet’ten ve hükümetlerden beklenen şey olayların arkasından kınamak değil, vatandaşların ve özellikle medyanın can güvenliğini sağlamaktır ve bu hatanın bağışlanır tarafı yoktur.

Sandıkların taşınması

Meclis dün açıldı ve 1 Kasım genel seçimleri nedeniyle tekrar tatile girdi.

Muhalefet partilerinin ilgi göstermediği, liderlerinin katılmadığı açılışta Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptığı konuşmada ekonomik göstergelerdeki düşüşün geçici olduğunu, Suriye iç savaşı ve bunun Türkiye’ye yansımalarını, seçim sonrası başlayan ve artarak süren PKK terörünü, yapılan yatırımları ve AKP’nin 2023 hedeflerinin sürdüğünü” vurguladı.

PKK terörünün nasıl durdurulacağı, bunu sağlamanın önemi seçim sandıklarının birçok il ve ilçede, köylerde yapılacak “sandık taşınması ve birleştirilmesi” konusuyla da ortadadır. Cizre’de 23 köy ve 3 mahallede sandık taşınması kararından sonra Hakkari Yüksekova Seçim Kurulu da 53 köyde sandık taşınmasına karar verdi. Dile kolay, sadece Cizre’de 48 bin 680 seçmenin taşınması gerekecek.

Seçmenin güvenliği

Yoğun terör olayı yaşanmamasına rağmen Erzincan’da da aynı kararın çıkması bekleniyor. Valilik; “seçmenlerin can ve mal güvenliğinin temini amacıyla ‘güvenlik birimlerinin’ sandıkların taşınması için başvuru yaptığını” açıkladı.

Diğer tarafta İçişleri Bakanı Altınok; sandıkların taşınma veya birleştirilmesinin söz konusu olmadığını, güvenlik zafiyetinden de söz edilemeyeceğini” söylüyor.

Oysa eğer seçmenlerin can ve mal güvenliği için seçim sandıklarının başka yerlere taşındığı seçim kurulları, valilikler tarafından açıklanıyorsa o bölgelerde “devletin kontrol edemediği bir güvenlik sorunu” olduğu açıktır. Bu sorunun gelecekte başka ne gibi sorunlar yaratacağı tartışılmalıdır!

Yazının devamı...

Çözüm süreci kimle yürüyecek?

Ülkenin geleceğini belirleyecek olan erken seçim elbette çok önemli ama diğer tarafta önümüzdeki bir ay içinde PKK terörüne daha kaç şehit, kaç can vereceğimiz belli değil ki bu da en az seçim kadar önemli. Meclis bugün, tüm dikkatler bu iki konuya yoğunlaşmışken açılacak. Görünüşe bakılırsa açıldığı gibi de seçime kadar tekrar kapanacak. Bunu önleyecek tek şey Meclis çoğunluğunun teklife karşı çıkması. Böyle olsa bile seçim mitingleri ve çalışmaları nedeniyle fazla bir anlamı olmayacak.

Partiler şimdiden seçime odaklandı, CHP dün seçim beyannamesini açıkladı, MHP Cumartesi, Ak Parti ise Pazar günü açıklayacak.

Seçim beyannameleri

CHP’nin seçim bildirgesinde neredeyse hiçbir konuda eksik bırakılmamış; Ekonomik vaatler yanında Hukukun üstünlüğünün ve kuvvetler ayrılığının sağlanması, siyasi baskıların kalkması, medya özgürlüğünün korunması gibi maddeler de dikkat çekiyor. Çözüm süreci konusunda ise; CHP’nin süreci yapıcı ve hızlı şekilde ele alacağı ve “halka açık şekilde” yürüteceği açıklandı.

Ekonomiye güvenin düştüğü, doların TL karşısında rekor yükselişler kaydettiği ve yoksulluk, açlık sınırlarının çok yükseldiği bir dönemde partilerin ekonomik vaatleri de çok önemli ama “teröre çözüm” şu anda ülkenin bir numaralı meselesidir.

PKK, HDP, çözüm!

Yıllardır PKK, Öcalan ve HDP ile yürütülen çözüm sürecinde PKK’nın Güneydoğu’ya silah ve patlayıcı yığınağı yaptığı, örgütün yeni militanlar yetiştirerek güçlendiği Hükümet ve Cumhurbaşkanı tarafından da açıklandı.

Bu patlayıcılar, silahlar bugün ilkokulları bile açıkça tehdit eder durumda… PKK’nın operasyonlarla zayıfladığı söylenirken örgüt saldırılarına aynı hızla devam ediyor, Salı günü Şemdinli ve Batman’da 3 şehit daha verdik.

Bu şartlar altında; Güneydoğu yıllar boyunca silah deposu haline gelmişse bunu sadece kamu görevlilerinin zafiyeti olarak açıklamak sorumluluğu devletin sırtından atmaya yeterli olmaz. Başbakan Vekili Yalçın Akdoğan “Çözüm sürecinde başa dönmenin mümkün olmadığını, sürecin sürdürülemez hale geldiğini” söyledi. AKP ile HDP’nin süreçteki bağları tamamen kopmuş gibi… Kandil “terörü ancak Öcalan durdurabilir” diyor ama o da devreden çıkarıldı.

HDP’den tepkiler!

Peki, partilerin seçim beyannamesinde yer alan “çözüm” veya PKK terörünün bitirilmesi bu durumda nasıl sağlanacak? Süreç kiminle yürütülecek?

HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş “PKK bizi, biz de onu temsil etmiyoruz” dese de HDP’nin daha önceki eylem ve söylemleri PKK ile yakın bağlarını yeterince göstermiştir.

Son günlerde HDP içinden de “PKK derhal koşulsuz olarak silah bırakmalıdır” sesleri yükseliyor.

Demirtaş, saldırıların güvenlik güçleri tarafından değil, PKK tarafından başlatıldığını örtmeye çalışmadan, hiç değilse kendi partisinden gelen seslere kulak vermek ve “PKK’nın terörü durdurması için aktif rol” oynamak zorundadır. Tabii bu arada Kandil liderlerinden Murat Karayılan’ın “Kürdistan’ı kurma aşamasındayız” sözünün bu terörle ilişkisini de açıklarsa iyi olur!

Aksi takdirde “İnsanlar, çocuklar, kadınlar ölüyor” gibi tepkileri hiç de inandırıcı değil!

Yazının devamı...

Suriye, Türkiye ve terör!

Birleşmiş Milletler toplantısında “IŞİD’le küresel çapta mücadele ve Suriye” tartışılırken PKK’nın Türkiye’deki terör eylemleri aralıksız sürüyor.

Bu toplantıda “PKK terörü, PKK-PYD ilişkisi, ABD’nin ve Batı’nın; PKK ve PYD’ye “farklı örgütlermiş gibi” yaklaşımı, PKK’nın şimdi de PYD güçlerini Türkiye’ye kaydırma projesi, son 2 ayda verdiğimiz şehit sayısı, terör kurbanı siviller ve hatta çocukların” neden BM’de öncelikler arasında olmadığı merak konusudur.

Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinin “Suriyeli mülteci alacağız” söylemlerine rağmen sınırlarında mülteci avına çıkmaları, Türkiye 2 milyondan çok daha fazla mülteciye milyarlarca dolar harcamışken verecekleri “1 milyar Euro”yu yeterli bir yardım olarak düşünmeleri ve terör katliamları tartışılacak kadar önemli değil midir?

Başbakan Davutoğlu New York’ta “AB’ye Suriye’li mültecilerin Suriye’de barınması için Cerablus-Azez arasında 100 bin nüfuslu 3 şehir kurulmasını teklif ettiğini” açıkladı. Şanlıurfa, Kilis ve Gaziantep kamplarındaki mülteciler buraya aktarılacakmış.

BATI’NIN İKİ YÜZÜ…

Geriye kalan 2 milyondan fazla ve “çoğunun kalıcı olduğu açıklanan” mülteciler, nüfusları her yıl artarak Türkiye’ye maddi-manevi nasıl bir yük getirecek?

Birleşmiş Milletler, ABD, AB bunu tartışmaya ve daha aktif şekilde yardım etmeye, bu yükü paylaşmak için somut adım atmaya zorlanmalıdır.

Batı ülkeleri mülteciler konusunda uyguladıkları ikiyüzlü siyaseti PKK ile “onun Suriye kolu olan PYD konusunda” uyguluyor ve başta ABD olmak üzere PYD’yi bırakın terör örgütü saymayı, IŞİD’le mücadelede baş müttefik olarak görüyor.

Ciddi bir sorun

Davutoğlu ise New York’ta yaptığı basın toplantısında “PYD’nin hem Suriye rejimiyle, hem de PKK ile bağlantısının olmadığını net hale getirmesi gerektiğini” söyledi ve “PKK ile bağlantısı olan gruplar Türkiye için tehdit oluşturur” dedi.

Hiç şüphe yok ki Sayın Davutoğlu da PYD’nin “bu bağlantıların olmadığını” iddia edemeyeceğini bilmektedir. PKK’nın bağlantısı tartışılmaz şekilde ortadayken Esad-PYD ilişkisi de birçok olayda görülmüştür.

Türkiye ise “IŞİD’e karşı uluslar arası ittifak” kuracak olan ABD ve diğer ülkelerin (ki yakın gelecekte bunlar arasına Esad’ın da göstermelik olarak katıldığını görebiliriz) PYD-PKK ile işbirliği karşısında ciddi bir dış ve iç politika sorunuyla karşı karşıyadır.

İç savaş tehdidi

PKK artık bombalı, silahlı saldırılarını ambulanslara, ilkokullara kadar indirdi, bırakın sandık güvenliğini “çocukların can güvenliği” bile kalmadı.

Buna rağmen, terör ve PKK işgali nedeniyle Güneydoğu’da bazı ilçelerde seçim sandığının yerini değiştirmek terör örgütü tarafından “devletin zayıflığı” olarak algılanacaktır. Bu algı daha büyük zararlara neden olabilir.

HDP sözcüsü Bilgen “sandıkların birleştirilmesi halinde biz seçim boykotu yapabiliriz ve ülke iç savaşı tartışabilir” dedi.

Meclis’e girmiş bir parti olarak HDP’nin bu söylemi kabul edilir gibi değildir. Okullara bomba konulan günlerde; PYD’den önce HDP için artık “terörle mesafesini açıklama” günü gelmiştir!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.