Şampiy10
Magazin
Gündem

Seçim hesapları ve istikrarsızlık!

Son bir ayda hızını iyice arttıran terör, toplumda ve siyasette yarattığı olumsuz yansımalarla istikrarsızlık tehlikesini beraberinde getiriyor. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek kısa süre önce “Siyasi istikrarı sağlayıp reform yapmazsak, bırakın 2023 hedeflerini mevcut kazanımları bile koruyamayız” dedi.

Şimşek; böyle giderse yarın öbür gün kredibilite sorunuyla karşılaşacağımızı söylerken “Şu anda Türkiye’de siyasi istikrarın olmadığını, sadece mali disiplinden söz edileceğini, bu da seçim hesaplarıyla heba edilirse Türkiye’nin ‘ikiz açık’ problemiyle karşılaşacağını” vurguladı.

Sloganla olmaz!

Maliye Bakanı’na göre; siyasi belirsizlik uzun süre devam ederse mali disiplin buna dayanamaz. Küresel rekabette elinin güçlü olması için “güçlü ve uzun soluklu bir hükümete” ihtiyaç var. Bakan Şimşek “Dayanıklılığı konuşarak, slogan atarak arttıramayız. Sloganlar 5 kuruşa yaramıyor” dedi.

Görüldüğü gibi Maliye Bakanı’nın kendisi “güçlü ve uzun süreli bir hükümetin, istikrarın acilen sağlanmaması halinde ülkenin çok ciddi sorunla karşılaşacağını” açıklıyor.

Biz de onunla aynı görüşte olduğumuz için koalisyon sürecinde “iktidar partisinin zaman kaybetmeden ‘ancak uzun süreli bir hükümet Türkiye’nin sorunlarını çözer’ diyen CHP ile koalisyon kurması gerektiğini” defalarca yazmıştık. Fakat sonuçta Ana Muhalefet Partisi “kendilerine koalisyonun teklif bile edilmediğini, kısa süreli seçim hükümeti talebiyle gelindiğini” açıkladı.

Şu anda gelinen noktada, artan terör ve zora giren ekonomi, istikrarsızlık tehlikesini arttırdı ve “uzun süreli hükümet” gereğini iyice ortaya çıkardı.

Hdp-pkk bağı

Financial Times da birkaç gün önce “Türkiye’de sadece vatandaşları değil, Batı’daki dostları da alarma geçirmesi gereken bir çalkantı yaşandığını, daha yeni seçim yapılmasına rağmen sonuç alınamadığını, ekonominin çatırdadığını ve bunların ortasında PKK ile savaşın Türkiye için topyekun istikrarsızlık demek olduğunu, bunun önlenmesi gerektiğini” yazdı.

Aynı yazıda “HDP’nin açık şekilde PKK’yla bağları olduğu, bu partinin müzakerelerde Hükümetle PKK arasında arabuluculuk yaptığı” da vurgulanıyordu.

Dün yine birçok il ve ilçede PKK askeri araçları yollara döşenmiş bombalarla patlattı, polise askere ateş açtı, Hakkari’de yolda patlatılan bombada 2 polis şehit oldu, 2 polis yaralandı. İçerden ve dışarıdan gelen “istikrarsızlığın yaratacağı tehlike” uyarıları dinlenmediği takdirde seçim günü gelmeden sorunlar büyüyebilir. Hükümet “HDP ile PKK’nın çözüm sürecini yönetemediklerini söyleyen, bu yüzden onlara kızgın olduğu belirtilen” Öcalan ile HDP’nin ve devletten temsilcilerin görüşmesine karşı çıkma konusunu tekrar düşünmelidir.

Terör sanki PKK tarafından değil, devlet tarafından yapılıyormuş havasında konuşan ve PKK’yla bütün bağları kopmuş gibi davranan HDP’nin ve Öcalan’ın “çözüm ve barışa ne kadar niyetli oldukları” da böylece ortaya çıkar. Ülkede kıyamet koparken seçim araştırması yapan anket firmalarından “kimin oyu düştü, kiminki arttı” sonuçları geliyor ama doğrusu bu ortamda halkın bunu düşünebildiğini sanmıyorum.

Yazının devamı...

Bu kabus bitmelidir!

Terör örgütünün Türkiye’de de bir Suriye veya Irak havası yaratma çabaları sürüyor.

Cizre’de Pazar günü tekrar ilan edilen “sokağa çıkma yasağı” dün sabah saatlerinde kaldırıldı, Diyarbakır merkez Sur ve Silvan ilçelerinde de yasak dün kalktı ama halkın panik havasının sürdüğü gelen haberlerden belli…

Bu arada dün Van’ın Başkale ve Çatak ilçelerinde bazı bölgeler “özel güvenlik bölgesi” ilan edildi, bu bölgelere de giriş-çıkış yasak olacak.

Pazar günü Şırnak’ta polis noktasına yapılan saldırıda 2 şehit, 5 yaralı vardı. Aynı gün Diyarbakır Silvan’da yapılan saldırıda 1 polis daha şehit oldu. Sarıkamış kayak merkezine de saldırı yapıldı, yakıldı, yıkıldı.

Kurtarılmış bölgeler!

Dün PKK’nın bu kez Yüksekova’yı Cizre’ye çevirmeye çalıştığı, “kurtarılmış bölge” çalışması sürdürdüğü, hendekler kazıldığı ve 40’a yakın “tuzak bomba”nın yerleştirildiği, Ağrı Doğubayazıt’ta nöbet klübelerine roketatarlı saldırı yapıldığı bildirildi.

Sözüm ona Kürt halkını korumak için şehir yapılanması dedikleri YDGH ve PKK birlikte çalışıyorlarmış.

Şanlıurfa Viranşehir’de “bir parka patlayıcı yerleştirirken” suçüstü yakalananları da bu tabloya ekleyebiliriz.

Yani PKK öldürmek için “sivil-asker-polis” ayırımı yapmıyor, silahlı gruplar halinde şehirlere iniyor ve bir yandan da dünyaya “Türk-Kürt savaşı çıkmış” havası yayıyorlar.

İçişleri Bakanı Selami Altınok ise “Cizre’de 800 kilo patlayıcının imha edildiğini” açıkladı ama hala “bu kadar çok miktarda, yüzlerce ton patlayıcı madde Türkiye’de nasıl rahatça gizleniyor, bombaya çevrilip istenen bölgelere ve fark edilmeden nasıl yerleştiriliyor” sorusunun cevabı verilmiş değildir.

Olağanüstü durum…

Her ne kadar Başbakan “Türkiye’de olağanüstü bir durum olduğunu söyleyenlerin kriz çıkarmaya çalıştığını” belirtse de durumun olağanüstü olduğu maalesef yadsınamaz.

Hafta sonunda yazdığım gibi; PKK strateji değiştirerek artık açıkça terörü toplumun “Türk ve Kürt kesimlerini bir çatışmaya sokmak, dünyaya karşı bir iç savaş havası yaymak” amacıyla kullanmaktadır.

Nitekim Batı medyası çoktan “Türkiye’de iç savaş tehlikesi”nden söz etmeye başlamıştır.

PKK ve HDP mesajları!

Pazar günü PKK liderlerinden Muzaffer Ayata Avrupa’da yayımlanan bir yazısında Türkiye’nin batısında yaşayan Kürtlere “Yaşamını tehlikede görenler Kürdistan’a dönmeli. Kürdistan’da bedeli ağır da olsa bu katil ve faşist güruhlar karşısında halk kendini koruyacaktır. Bu işleri organize eden devlet ve hükümettir” dedi.

Demirtaş benzer şekilde “AKP çıldırmış olabilir” dediği, PKK için “Kürt gençleri” ifadesi kullandığı, “silah ve savaşın kendilerine değil karşı tarafa ait olduğunu” söylediği bir konuşma yaptı.

Katliamlarla sürdürülen terör konusunda ortaklaşa olarak dünyanın nasıl yanıltılmaya çalışıldığı, PKK cinayetlerinin nasıl örtbas edildiği bundan açık görülemez. Hükümet bu imajın yayılmasını ve Güneydoğu’daki kontrolsüz havayı en kısa zamanda durdurmalıdır.

Bayram tatilini 9 güne uzatarak bu nasıl yapılabilir bilmiyoruz, turizmi kurtaralım derken daha büyük tehlikelerle karşılaşılmasın!

Yazının devamı...

Yeni yönetimin işi zor!

Dünkü haberleri özetleyecek olursak Ak Parti kongresi yapıldı, yeni yönetim kadrosu belirlendi, tek aday olan Ahmet Davutoğlu Genel Başkan seçildi ve önemli bir NATO toplantısı İstanbul’da başladı.

Kongrede 13 yıldır AKP yönetiminde olan birçok ismin Merkez Karar Yönetim Kurulu (MKYK) dışında kaldığı görülürken bazı yeni isimlerin girmiş olması gün boyu yorumlarda tartışılan konuydu.

Örneğin; 13 yıldır ekonomi yönetimini yapan ve “tüm AKP hükümetlerinde bulunmuş tek bakan” olan Ali Babacan, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, çözüm sürecinin mimarlarından eski Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, görevini Tuğrul Türkeş’e devreden eski Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç partinin MKYK’ya giremeyen önemli isimleri arasındaydı.

Başkanlık sistemine halk desteğinin fazla olmadığını söyleyen Osman Can’ın MKYK’ya girememesi ama bu sistemi ilk günden beri savunan, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Burhan Kuzu’nun girmesi dikkat çeken noktalardan biriydi.

Eski dinamikler!

Eski kongrelerin daha dinamik havası yerine biraz yorgun ve durgun görünen kongre sırasında TV’lerde konuşan AKP milletvekilleri “2001’de AKP’yi doğuran dinamiklerin yeniden canlandırılması, eski motivasyonun yakalanması gerektiğini, bu başarılırsa tek başına iktidarın mümkün olacağını” söylediler.

Oysa 2001’den bu yana geçen uzun yıllar içinde hiçbir şey eskisi gibi kalmadı. Türkiye’nin siyasi hayatında, iç ve dış politikasında çok önemli değişiklikler oldu.

Seçmen bu olaylardan etkilendiğini ve birçok şeyin değişmesini istediğini 7 Haziran’daki tercihleriyle gösterdi.

Sonra terör eskisinden beter şekilde yeniden başladı ve hala durdurulamıyor. Halkın morali bu nedenle de çok bozulmuş durumda ve Türkiye çok kritik, üzücü, “acil çözümlerin getirilmesi beklenen” bir sürecin içinde…

Nato ve terör!

NATO Askeri Komite Genelkurmay Başkanları Konferansı dün İstanbul’da başladı. Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar; “Türkiye’nin şu anda NATO’yu etkileyen 3 büyük krize; Suriye, Irak ve Ukrayna’ya komşu tek NATO ülkesi” olduğunu, IŞİD’in bölgeye ve NATO güvenliğine oluşturduğu tehdidi ve faaliyetlerinin Türkiye sınırında gerçekleştiğini” anlattı. PKK teröründen söz etti.

Suriye ve Irak’taki krizin komşu ülkeler için daha büyük bir soruna dönüştüğünü ve şu anda müdahalenin önemini vurguladı. Nato Askeri Komite Başkanı Pavel ise “Türkiye NATO ittifakının sarsılmaz bir üyesidir” şeklindeki klişe cümleyi tekrarladı.

Oysa NATO, Birleşmiş Milletler, AB, ABD hepsinin bu dönemde “Irak ve Suriye kaosunun Türkiye’de yaşanmaması için” ellerinden gelen desteği vaat etmeleri önemlidir. Bu baskıyı hissetmelerinin sağlanması gerekiyor.

Aynı sıralarda PKK Kandil liderlerinin yaptığı toplantıda “erken seçimde zarar görülmemesi için seçime kadar ateş kes olup olmaması” tartışılıyordu. Bu toplantıdan “terörün sürdürülmesi” kararı çıktı.

“Erken seçimde zarar görmek”ten söz ediliyorsa PKK’nın HDP ile ilişkisi ve planlarından haberi olmadığı düşünülebilir mi sorusu cevaplanmalıdır. Seçim öncesi gerçekler anlaşılmalıdır!

Yazının devamı...

PKK’nın niyeti ve devlet!

Terör örgütü Türkiye’yi Suriye karmaşasına çevirme gayretini sürdürüyor.

Bu yazıyı yazdığım sırada; PKK’nın sınırda askerin bulunduğu 3 noktaya eşzamanlı saldırı yaptığı, Cizre’de ise devriye görevi yapan polis aracına yola döşenmiş bombayla yapılan saldırıda ise 1’i ağır 4 polisin yaralandığı haberleri geliyordu.

Dünkü yazımın sonunda da vurguladığım gibi bu aralıksız terör saldırılarının dünyaya bir “Türk-Kürt savaşı çıktığı” mesajı vermek istediği artık iyice görülüyor.

PKK’nın son eş zamanlı 3 saldırısı; Dağlıca, Keritepe ve Peytepe’de “hudut” karakolu veya tabur merkezine yapıldı. PKK nedenaynı sırada 3 sınır noktasındaki askere saldırıyor?

Demek ki öncelikle sınır boyunca istediği hareket serbestliğinin engellenmemesini, ayrıca Irak ve Suriye’den isteyen herkesin ve bombalar, roketatarlar dahil her şeyin kolayca geçmesini istiyor.

Özerk bölge için…

Aslında Türkiye’nin o noktalarda sınırı olmasını toptan istemiyor. Bunun ve Güneydoğu’da yaşanan olayların, Cizre’de ve birçok ilçede yapılan “özerklik ilanı” ile yakından ilişkisi var. İşyeri yakılan ve hatta evladı PKK saldırısında şehit olan Kürt vatandaşlarımız bile hala ülkelerine bağlılıklarını söylüyor, “Kürt-Türk kardeştir, bunu bozamazlar” diyor ve bu da terör örgütünü çok rahatsız ediyor.

Onların yaptığı terör yüzünden masum Kürt ailelerin yaşamları altüst oldu, ilçelerde “sokağa çıkma yasağı” ilan edildi buna rağmen o ilçelerde terörü sürdürüyor ve güvenlik güçleriyle halkı çatıştırmak için her provokasyonu yapıyorlar.

Hatay sınırında devriye gezerken “Suriye’de ÖSO kontrolündeki bölgeden açılan ateşle” şehit olan er Gökhan Çakır da Kürt’tü. Ailesinin perişan fotoğrafı, amcasının “dün dükkanıma girdiler, bugün evladım şehit oldu” sözleri bu kalpsiz teröristlerde zerre kadar duygu uyandırmıyor.

Onlar için Türk-Kürt farkı yok, çünkü istedikleri şey “toprak”tır.

Öso’yu eğitmedik mi?

Böyle olduğu, uzun zaman önce Öcalan’ın yol haritası diye verdiği ve eğitimden ordusuna kadar devletten ayrı bir yapıyı anlattığı “özerk bölge” tariflerinden, HDP’nin yaptığı benzer açıklamalardan belliydi.

Bu nedenle “çözüm süreci” denilen sürecin PKK silah bırakmadan başlatılması ve şeffaf yürütülmemesi, bugün hükümet üyelerinin de “terör örgütü o süreçte güçlendi” demesine neden olacak kadar hatalı oldu. Maddi-manevi güçlenen örgüt, senaryo mu değil mi anlaşılmayan “Kobani ve IŞİD çatışması”nedeniyle Batı’nın da sempatisini kazandı.

Terörle ilgili gelişmelerde dikkat edilmesi gereken nokta “Suriye ve Irak’taki terör örgütleriyle PKK arasındaki ilişkileri, ortaklıkları” doğru değerlendirmek olmalı…

Örneğin Türkiye Esad’a karşı ÖSO denilen örgüte “eğit donat” projesi sunarken ÖSO’nun Hatay’daki askere ateş açması cevabı olan bir soru değildir.

Devlet Cizre, Yüksekova gibi sokağa çıkma yasağı ilan edilen ve terörün sürdüğü bölgelerde yaşayan Kürt vatandaşların zarar görmemesi için de gereken her türlü önlemi almalıdır. Terör örgütünün bölgeyle ilgili planlarının bozulması ancak “vatandaşın can güvenliğinin sağlanması”yla mümkün olabilir!

Yazının devamı...

Belirsizlik nereye varacak?

Dün İçişleri Bakanı Selami Altınok “62 parti binasına saldırı yapıldığını, 7 ilde toplam 30 ev ve işyerinin, araçların tahrip edildiğini” açıkladı.

Bu saldırı ve tahribatın “kaos yaratmak isteyen provokatörler, programlanmış gruplar” tarafından yapıldığı açıklamalarla olduğu kadar görüntülerle de ortaya çıktı.

Başbakan ve Ak Parti Genel Başkanı Davutoğlu “Terörle mücadelede demokrasi ve kamu düzeninden hiçbir zaman ödün vermedik” derken, diğer partilerden olduğu gibi kendi partisinden isimlerin de kamu düzenini bozan şiddet eylemlerinde kesinlikle görünmemesi gerekir.

Hükümetin görevi…

Hiçbir “demokrasi”de basın kuruluşlarına ya da parti binalarına saldırı olamaz ve olduğu takdirde cezasız kalamaz.

Hükümetin, İçişleri Bakanlığı’nın bu saldırıları yapanların ve örneğin “MHP’yi zan altında bırakacak şekilde” simge ve sembolleri kullananların bulunmasını ve yargılanmasını sağlaması gerekir.

Ülkü Ocakları Başkanı’ndan sonra MHP İstanbul İl Başkanı Mehmet Bülent Karataş da “bozkurt işareti yapanların ülkücü olmadığını ve bu saldırıları kınadıklarını” açıkladı.

Bu nedenle MHP’yi olaylardan sorumlu tutmak, “Siyasette hesaplaşma yeri sokak değil, sandıktır” demek haklı bir uyarı gibi görünmemektedir.

Psikolojik savaş!

Türkiye’nin Güneydoğusu savaş alanına döndürülmüşken, 7 Haziran seçimlerinden sonra yüzlerce can kaybı yaşanmışken, halkın “neyin doğru, neyin yanlış olduğunu” karıştırdığı psikolojik bir savaşı da yaşamaya başladık. Böyle bir ortamda yapılan konuşma ve açıklamalarda kafa karışıklığına neden olmamaya dikkat etmek gerekiyor.

Dün akşamüstü gelen haberde “Mardin’de patlayıcı yapımında kullanılan 20 ton alüminyum nitratın ele geçtiği” bildiriliyordu.

Daha önce Şanlıurfa’da 5.5 ton, Mayıs’ta Kıbrıs’ta tonlarca patlayıcı madde ele geçmişti. PKK’nın hain saldırılarda kullandığı bombaların hammaddesinin Türkiye’den, bazı belediyelerin yardımıyla Kobani’ye gönderildiği ve bunların bomba olarak tekrar Türkiye’ye döndüğü haberleri, bu kadar büyük miktarda patlayıcının nasıl olup da fark edilmeden yerine ulaştığı araştırıldı mı?

Genelkurmay’ın MİT’e devredilen elektronik sisteminin kullanılmadığı haberindeki gerçek payı nedir, bu istihbarat zafiyetinin nedenleri açıklanmalıdır.

Bomba yüklü araçların patlatıldığı, yollara mayınlar döşenerek askeri araçlara saldırılar yapıldığı günlerde öncelikli konu bu olmalıdır.

Ülkede yaratılmaya çalışılan hava; teröre “Türk-Kürt çatışması varmış gibi” bir hava vererek bunu dünyaya yaymak olduğuna göre buna en güzel cevabı gerçekten de dün Vatan’ın manşetindeki “konfeksiyon mağazaları yakılan” Kırşehirli 2 kardeş vermiştir.

“Mağazamıza saldırı ülkemizi iç savaşa sürüklemeye çalışan provokatörler tarafından yapılmıştır. Yüzyıllardır bir bütünüz ve bir bütün kalacağız” pankartıyla!

Yazının devamı...

Korku ve demokrasi!

Ülke çapında PKK cinayetleri ve kaos havası maalesef sürüyor. Bu havayı planlı olarak başlatanlar herhalde masum insanların ölümü ve toplumda yarattıkları huzursuzluğa bakarak ellerini ovuşturuyorlardır.

Olaylara tarafsız gözle bakanlar, videoları izleyenler ne yapılmak istendiğini, araya karışan provokatörlerin nasıl bir plan yürüttüğünü görebiliyor. Pazar akşamı çok ciddi ve tehlikeli bir saldırıya uğrayan Hürriyet gazetesinin İstanbul ve Ankara binalarına Salı günü kalabalık gruplar tarafından tekrar saldırı yapıldı. Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni, deneyimli gazeteci Sedat Ergin olaylara karşı soğukkanlı tutumuyla tanınır.

Ve bugüne kadar hiç kimse Ergin’i olay akşamı Tarafsız Bölge’de Ahmet Hakan’a olayı anlatırken olduğu kadar heyecanlı, panik halinde görmemiştir.

Can güvenliği!

Sedat Ergin “40 yıllık gazeteciyim hayatımda böyle olay görmedim. Bizi tehlikeye karşı önlem olarak binaya soktular, bu insanlar içeri girmiş olsa biz ne olacaktık, yarın kapıdan girerken kendimi güvende hissedecek miyim?.. Korku ve demokrasi yan yana olamaz. Hükümetin temel görevi can güvenliğini, medya güvenliğini sağlamaktır” diyordu. Pazar günkü saldırıdan sonra Hükümet’in, İçişleri Bakanlığı’nın gerekli önlemi alacağını düşündüklerini, oysa bunun yapılmadığını, polisin ise olayın başlamasından 20-25 dakika sonra geldiğini anlattı.

Zaten olayın haberi ilk dakikalarda verilirken de “az sayıdaki polisin, kalabalıklaşan grubu kontrolde zorlandığı, kapıya ulaşmalarına engel olamadığı” görülüyordu.

Neden serbest?

Çarşamba günü ise bu olay nedeniyle gözaltına alınan 6 kişinin “Emniyet’teki sorgularından sonra serbest bırakılması” tepkilere neden oldu. Ortada kamera kayıtları olduğuna ve Emniyet bu göz altıları ezbere yapmadığına göre neden gözaltı, neden serbest bırakma? Tepkiler haksız değildir.

Büyük bir saldırı geçirmiş olan gazetenin “büyük güvenlik önlemleriyle” korunmuyor olması, polisin olay yerine gecikmesi de kabul edilir değildir. Madımak gibi yakın tarihin en dehşet verici ve çağdışı olayını yaşamış bir ülkede vatandaşın, gazetecinin, sanatçının benzer planlı saldırılardan korunamıyor olması devlet zafiyeti olarak algılanacaktır.

Terör örgütü gibi…

HDP ve CHP binalarına saldırılar da önlenemedi. Kırsalda ve şehir merkezlerinde görev yapan güvenlik güçlerine yapılan saldırıların istihbaratı da önceden alınamıyor.

Terörü kınama yürüyüşü yapan halkın arasına karışan provokatörler masum tepki yürüyüşlerini bir anda şiddet görüntüsüne çevirebiliyor veya olayla ilgisi olmayan parti veya grupları “terör örgütünden farksız eylemlerine” ortak gösterebiliyor.

HDP binalarına ve Hürriyet’e yapılan saldırılarda bu gayret fark edilmişti ki dün Ülkü Ocakları Genel Başkanı Olcay Kılavuz “HDP binalarına saldırılarla ilgilerinin olmadığını… Bir gazete binasına saldırıda Ülkücü Hareket’e ait simge ve sembolleri kullanarak kendini ülkücü göstermeye çalışan ahlaksız güruhun kurumla ilgisi olmadığını” açıkladı.

Sivillere saldırı!

Öte yanda onlarca şehit cenazesi bir günde kalkarken, Şırnak Cizre’de PKK önce polis aracına roketatarlı saldırı yaptı, evinin içinde bulunan bir vatandaş da bu saldırıda ağır yaralandı. Hastaneye götürülürken terör örgütü bu kez sivil araca saldırarak iki sivilin ölümüne neden oldu. Olaylar giderek iyice kontrolden çıkmıştır, hükümetin en kısa zamanda güvenliği sağlamak için ne gerekiyorsa yapması gerekiyor!

Yazının devamı...

Tehlikeli gerilim!

Dağlıca saldırısından sonra da PKK saldırılarını sürdürdü. Diyarbakır, Batman, Van, Bitlis, jandarma, polis, askeri araç demeden nereyi bulursa orada saldırdı.

Son olarak dün Iğdır’da Dilucu sınır kapısında görevli polis servis aracına düzenlenen bombalı saldırıda 13 polisimizin, Tunceli’de ise 1 polisimizin daha şehit olduğu haberi geldi. 17 askerimizden sonra 14 kayıp daha…Buna yürek dayanır mı?

Terör örgütünün özellikle arazideki askeri araçların “belli yerden, belli saatte” geçeceği bilgisini nasıl aldığı, PKK saldırılarının hiçbirinin istihbarat bilgilerinin önceden alınamaması kitlelerin merak ettiği bir konu…

Pazartesi akşamı Dağlıca saldırısını protesto ettiği bildirilen kalabalık grupların beş ilde HDP binalarına saldırdığı ve HDP Tekirdağ İl Eşbaşkanı Şehnaz Kaya’nın linç edilmek istendiği haberleri ise Türkiye’nin sürüklenmekte olduğu tehlikeli gerginlik ve kutuplaşmayı gösteriyor.

Provokasyona dikkat!

Toplum bunalım halinde, adeta nefes alamıyoruz. Bununla birlikte HDP binalarına saldırıların aynı saatlerde başlaması ve internet üzerinden organize olduklarının bildirilmesi, aynen Hürriyet Gazetesine saldırı olayında olduğu gibi; provokasyon ihtimallerini de akla getiren bir durum.

Saldırıda bulunan gruplar bazı yerlerde “tekbir getirerek” yürüyüşe başlarken bazı yerlerde “bozkurt işareti” yaptıkları ve milliyetçi sloganlar attıkları belirtiliyor.

Dağlıca saldırısının toplumu derin bir üzüntü ve tepkiye yönelttiği doğrudur, bununla birlikte insanlarımızın tepkilerini mesajlara dökmesi dışında “HDP’ye karşı” yaygın bir şiddet hareketine girişme işareti sosyal medyada mevcut değildi.

Ortamı karıştırma ve bu kaos sayesinde belli çıkarlara hizmet etme amacı güden provokatörlere herkesin dikkat etmesi gerekir.

PKK nasıl güçlendi?

PKK terörü olaylarının 7 Haziran’dan sonra aniden başlayıp erken seçime kadar da kesilmeyeceğinin görülmesi meselenin kaynağına inmeyi gerekli kılıyor.

Örneğin Başbakan Davutoğlu Pazartesi günü “7 Haziran sonrası bölücü terör örgütü ‘çözüm sürecinin bittiğine dair’ sinyalleri vermişti” dedi. Oysa Demirtaş da birkaç gün önce “İmralı’da çözüm görüşmeleri için özel masa yapıldı, toplantı salonu hazırlandı, hükümet masayı devirdi” sözlerini söyledi.

“Çözüm sürecinin iki tarafı”nın açıklamalarındaki çelişkilerin, yıllarca çözüm olacak, terör bitecek diye bekletilen halka açıklanması gerekir.

“Bu süreç içinde PKK’nın büyüyüp güçlendiği”, süreci yürüten parti tarafından söyleniyorsa buna neden izin verilmiş olduğu sorumluluğun sahipleri tarafından açıklanmayacak mıdır?

Akan kan durmalı!

Davutoğlu “Muhalefet partilerine sesleniyorum, küçük hesapları bırakın, bütün partileri terörle mücadelede aynı dili kullanmaya davet ediyorum”dedi.

Oysa çözüm süreci hakkında hiçbir bilgi alamadıklarını yıllarca dile getiren, “HDP ve PKK biliyor, biz bilmiyoruz” diyen muhalefet partilerini, çözüm süreci bittiğinde küçük hesaplarla suçlamak haksızlık olur.

Cumhurbaşkanı Erdoğan “Terör örgütü silahları devlete teslim edene kadar” bu sürecin bitmeyeceğini söylüyor. PYD Lideri Salih Müslim’in “Sınırdan silah geçirmekten kolay birşey yok” sözlerini unutmamak gerekiyor.

Akan kan bir an önce hangi yöntemle durdurulacaksa o denenmelidir, bu gidişi durdurmak hükümetin, devletin görevidir!

Yazının devamı...

Yas ortamında seçim!

“Sözün bittiği yerdeyiz” demek için daha ne yaşamamız gerekiyor ülke olarak?

Diyarbakır merkez Sur ilçesinde PKK tarafından polise yapılan roketatarlı saldırıda 2 polis şehit, 6’sı yaralıydı Pazar sabaha karşı… Öğlen bir saldırı daha oldu, 3 polis yaralandı.

Aynı gün Hakkari Dağlıca’da yola döşenen mayınların zırhlı 2 askeri aracın geçişi sırasında uzaktan kumandayla patlatılması sonucu 16 şehit verdik ve Türkiye ayağa kalktı. Sosyal medyada binlerce mesajla başlayan tepkiler saatler içinde çığ gibi büyüdü.

Son günlerde dayanılmaz hale gelen şehit haberlerinin arkasından aynı gün içinde bu kadar çok sayıda genç askerimizi kaybetmek milletin sabrını, dayanma gücünü ortadan kaldırmıştır.

Medyaya saldırı

Sitesinde verdiği haber nedeniyle Hürriyet gazetesine kalabalık bir grup tarafından yapılan baskın ise medya organlarının hedef gösterilmesinin yaratacağı sonucu ortaya koymaktadır.

Ülkenin büyük ve saygın bir yayın kuruluşuna saldırma ve “terör örgütünden farksız olduğunu” söyleme cesaretini kimse kendinde bulamamalıdır. Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde asla rastlanmayacak, kabul edilmeyecek bir durumdur bu ve yaptırımı olmalıdır.

Türkiye adeta ülke çapında bir cenaze evinin yas havası içinde… Dünya sınır ötemizdeki terör örgütleri arasında süren savaştan söz ederken seçimin ertesinde birkaç günlük süre içinde biz aynı duruma geldik.

Bunun nedenleri ortaya çıkarılmalıdır.

Organik bağ meselesi!

HDP Genel Başkanı Demirtaş 23 Nisan 2015’te “PKK ile HDP arasında organik bağ yok” demişti.

Bu söze rağmen Dağlıca saldırısının; Demirtaş’ın “TSK kaybedecek, PKK kazanacak” anlamındaki; “Halk karşısında bütün ordular çaresizdir, Saray’ın ordusu ve polisi… Yenildiler, yine yenilecekler” sözlerinden kısa süre sonra yapılmış olmasının açıklaması ne?

Madem ki aralarında organik bir bağ yok, bu laf nedir?

Öcalan nerede?

Aslında PKK “istediğini alana kadar” silah bırakmayı hiç düşünmedi, Leyla Zana da, Demirtaş da, birçok HDP’li de bunun olmayacağını defalarca söylediler. Kandil söyledi ama öte yanda bunlar hiç söylenmemiş gibi halka farklı bir tablo sunuldu.

Şimdi Demirtaş, Zana gibi isimlerin ve bütün bu katliamlar olurken hiç sesi çıkmayan Öcalan’ın lafı dolandırmadan açıklaması gereken “bu isteğin ne olduğu”dur. Sınırın öte yanındaki gelişmelerle ne ilişkisi olduğudur.

Demirtaş’ın “TSK değil, PKK kazanacak” sözleri PKK’nın ne istediğini, neden silaha sarıldığını bildiğini ve desteklediğini gösteriyor, o zaman bu çift yüzlü siyasete ne demek lazım?

Şehitler ve oy!

Diğer tarafta, toplumu rencide eden bir başka konu PKK terörü ve buna karşı yapılan operasyonların, çözüm sürecinin bitmiş görünmesinin bazı partilerin oylarında nasıl bir değişiklik yaptığını anlatan açıklamalardır.

Toplum terör şehitleri için üzülürken seçimden, oy değişimlerinden söz edilmesi kabul edilir bir durum değildir.

Tekrarlayayım; mevcut “olağanüstü” şartlar altında seçim mitingleri yapmanın, partiler ve toplum kesimleri arasında seçim gerginliği yaratacak konuşmaların son derece yanlış olacağına inanıyorum.

Biz uyarılarımızı baştan yaptığımızda dinlemeyenlerin sonunda o uyarılara hak verecek duruma gelmesi bu ülkede bir değil, birçok kez görüldü, yine görülmesin!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.