Şampiy10
Magazin
Gündem

En ahlaksız savaş!

Cuma günü Tunceli’de PKK saldırısında şehit olan polis memuru Murat Savaş Kale’nin “bir ay önce doğan bebeğini görmek için” izin istediği ama terör olayları nedeniyle alamadığı açıklandı. Ağabeyi “bebeğini göremeden şehit oldu” diye haykırdı cenazesinde…

Acılı babası Emniyet Müdürüne “Benim oğlum gitti, başkasının oğlu gitmesin, kurban olayım başka şehit verdirmeyin” diye yalvardı.

O ailenin, ana-baba-eş-kardeş hepsinin ruh halini, bundan sonra nasıl “unutulmaz” bir acıyla yaşamak zorunda kalacaklarını düşünebiliyor musunuz?

Terörün ahlaklısı yok!

Hakkari-Şemdinli, Batman Gercüş, Siirt , Nusaybin, Şırnak-Cizre, Tunceli… Bir-iki gün içinde birçok köşede askere, polise, sivillere PKK tarafından yapılan eş zamanlı saldırılar artık il, ilçe merkezlerindeki karakollara, üslere, ilçe müdürlük binalarına kadar ilerledi.

Cizre’ye tüm giriş çıkışlar kapatıldı, sokağa çıkma yasağı ilan edildi, çatışmalarda 2 askerin şehit olduğu ve yararlılar bulunduğu bildiriliyor. Bu kalleşçe saldırılar olurken HDP ve PKK zaman zaman “ahlaklı-ahlaksız savaş” söylemleri yayınlıyor.

HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, PKK’nın Diyarbakır’da genç doktor Abdullah Biroğlu’nu öldürdüğü saldırı için “en ahlaksız savaş koşullarında bile sağlık çalışanlarına saldırı kabul edilemez” dedi.

Daha önce “terörün, silahın demokrasi mücadelesinde yeri yoktur” dediğine göre ve toplum kesimleri arasında bir savaş nedeni de olmadığına göre şu anda Türkiye’de olanlar “savaş” değil bu bir, yapılan arkadan saldırıların hepsi “ahlaksız” kelimesine de çok uygun bu iki!

O nedenle Demirtaş’ın doktorlara, ambulanslara yapılan saldırıları “lanetlemesi” hiçbir anlam ifade etmez, tek taraflı olarak yapılan PKK saldırılarının tamamını lanetlemesi ve önlemek için çalışması gerekir. Bunları tekrar tekrar hatırlatmamın sebebi HDP- PKK ve Öcalan arasındaki “dava bağının” devam ettiğinin gizlenemeyeceği gerçeğidir.

Yine seçim öncesi sahnedeki değişimi izliyoruz ama kulis maalesef aynı kulis… Bu yetmiyormuş gibi başımıza bir de “kimin sardığı anlaşılmayan” IŞİD terörü çıktı şimdi.

Silahlandıran kim?

Demirtaş “Çözüm sürecinin son aşaması olan PKK’nın silah bırakmasına gelindiğini, İmralı’ya marangoz götürülerek müzakere masası kurulduğunu, toplantı odası hazırlanmışken masanın devrildiğini” söylüyor.

“PKK’yı silahlandıran biz değiliz” diyor.

Şimdi, ülke bir erken seçime götürülüyorsa seçmenin “Çözüm sürecinin silah bırakma aşamasına kadar olan kısmında nelerin konuşulduğunu”, İmralı olayını, masanın devrilme nedenini, PKK’yı kimin silahlandırdığını bilmesi gerekiyor.

Seçimi ertelemek!

Bu şartlar altında, büyük bir terör-saldırı tehlikesi sivil vatandaşlar için de mevcutken seçimin ertelenmesi Sayın Kılıçdaroğlu’nun dediği gibi “demokrasiye saygısızlık” olmayacaktır.

Tam aksine “halkın güvenlik nedeniyle sandıktan kaçması” büyük ihtimaldir, seçim sonucunu etkileyecektir ve bu nedenle suçlanmaları da zordur. Muhalefet partileri seçimin ertelenmesini ve diğer partilere verilmeyen koalisyon şansının verilmesini talep edebilirler.

Ciddi olayların yaşanabileceği bir seçimin sorumluluğunu almak yerine bu daha doğru bir karar olacaktır.

Yazının devamı...

Felaket, adalet ve merhamet!

Hiç şüphe yok ki bugün hissettiklerimizden daha fazla keder ve karmaşa duygusunu yaşam boyu az hissetmişizdir.

Felaketlerin arkasının kesilmediği, adalete olan inancın büyük ölçüde azaldığı, merhametin ise nadiren görüldüğü garip bir dönem yaşanmakta!

Dünkü yazıma “Eğer bebek Aylan’ın denizdeki cansız bedeni de insanlığı harekete geçirmiyorsa dünya duyguyu yitirmiş demektir” diye başlamıştım, neyse ki dünya henüz duygularını tümüyle yitirmediğini gösterdi.

Dün Batı medyası Suriyeli mültecilerin dramını ve küçük Aylan’ın acı sonunu manşetlerinden verdi ve ülke liderlerine “mülteci sorununa el uzatmaları” için baskı yaptı.

Harita değiştiren ABD…

Başta Macaristan olmak üzere birçok Avrupa ülkesi hala Suriyeli Mültecileri almak istemiyor. Ama Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Katar ve daha birçok Müslüman ülke Suriyeli mültecilere ilk günden kapısını kapatmışken onları suçlamak da zor görünüyor.

Batı ülkelerine çağrı yaparken bu ülkelere “neden” sorusunu neden sormuyoruz?

İngiltere bugüne kadar sadece 216 Suriyeli mülteci almış. Başbakan David Cameron’un aksi yöndeki görüşüne rağmen medya baskıları ve “Aylan’ın fotoğrafı” ona bu kararı değiştirtmiş, İngiltere’nin binlerce mülteciyi kabul edeceği tahmin ediliyor. AB’de en fazla mülteci alan ülke Almanya; 100 binden fazla… Fransa Irak’tan 5 bin, Suriye’den 4500 kişi almış ve “Üzerine düşeni fazlasıyla yaptığını” söylüyor.

Ortadoğu ülkelerinde istediği oyunu oynayıp “haritaların değişeceğini” söyleyerek değiştiren ABD Suriye’deki savaşın ilk gününden bu yana 17 bin başvurudan sadece 1500’ünü kabul etmiş, 2015’in sonuna kadar 300 kişi daha alması bekleniyor.

Güvenlik sorunu

Özellikle son iki gündür ABD medyası “Suriye politikası ve mültecilere karşı tavrı” nedeniyle Beyaz Saray’ı sorguluyor. Gelen cevap ise “Bölgede birçok terörist grup bulunduğu, alınacak kişiler hakkında önemli araştırma süreçlerinin geçtiği” yönünde…

Şimdi AB’de konuyla ilgili toplantı yapılacak, ABD de medya konuyu gündemde tutuyor ama görünen gerçek şu ki ABD ve AB ülkelerine alınan toplam mülteci sayısı yine de sadece Türkiye’nin aldığı 2 milyondan fazla sığınmacıya yetişmeyecek.

Hangi fotoğrafı görürlerse görsünler ülkelerinin güvenliğini, “iyice araştırmadan kimseyi almama” kararını önde tutacaklar.

Bu arada İngiliz Times gazetesinin “Türkiye’nin Suriye’den gelenlere mülteci statüsü vermediği, Türk hükümetinin mülteci statüsü olmayanlara çıkış vizesi vermeyeceği” gibi konuları gündeme getirmesi Türkiye’ye bu yönde baskı uygulanacağı ihtimali yaratıyor.

Bu tür baskılar karşısında “terör örgütlerinin bile geçebileceği şekilde sınırlarımızı uzun süre açık tuttuğumuz ve maddi gücümüzün de üstünde yeterinden fazla mülteciyi aldığımız” unutulmamalıdır. Taşıyabileceğimizden fazla sorumluluk bizi “mevcut mültecileri bile kontrol edememe” durumuyla karşılaştırıyor ki bu tehlike iki tarafa da zarar vermektedir.

Bir seçim süreciyle daha zaman kaybederken Suriye ve mülteci politikasının da “terör” gibi en öncelikli sorunlarımızdan olduğunu aklımızdan çıkarmayalım!

Yazının devamı...

Seçim ve tezkere!

Türkiye’nin ve medeni dünya ülkelerinin bugünkü en önemli gündemi “3 ve 5 yaşlarındaki 2 Suriyeli çocuğun da hayatını kaybettiği, umuda yolculuk adı altında yapılan “felakete yolculuk’ları önlemek için çözüm” olmalıydı.

Eğer bebek Aylan’ın denizdeki cansız bedeni de insanlığı harekete geçirmiyorsa dünya duyguyu yitirmiş demektir. Türkiye eğer can kurtarmak istiyorsa Davutoğlu’nun dün yaptığı çağrıyı AB’de, BM’de ve gereken her platformda yapmak, bu “insanlık ayıbının önlenmesini ve bunun da yine Türkiye’ye bırakılamayacağını” anlatmak olmalıdır.

Dün olağanüstü toplanan Meclis’in gündemi “sınır ötesi harekat yapılması için verilecek tezkere ve geçici seçim hükümeti üyelerinin yemin etmesi”ydi.

Aynı safta olunurmuş!

CHP adına söz alan Manisa Milletvekili Özgür Özel “AKP’li olduğu halde ‘bağımsız’ durumuna getirilen milletvekillerinin hükümete seçildiğini” söyleyerek “8 bakanın Anayasaya aykırı şekilde atandığını” vurguladı. Bu haklı bir vurguydu ama seçilen isimlerin yemin etmesini engellemedi.

HDP Grup Başkanvekili İdris Baluken “Seçim kabinesinin 7 Haziran’da oluşan halk iradesinin boşa çıkarılmasının, çözüm masasının devrilmesinin ve koalisyon sürecine dışarıdan müdahale edilmesinin sonucu” olduğunu söyledi.

Geçici hükümet üyelerinin yemin etmesi konusunda CHP-MHP ve HDP aynı oyu kullanarak “hayır” dediler, tekrar açık oylama yapıldı ve CHP’de farklı kararlar duyulsa da sonunda“bakanların yemin etmesi” yönünde karar çıktı.

Bu aslında partilerin duruma itirazı olduğunu ama ülkede yeni istikrarsızlıkları önlemek için gönülsüz oy verdiklerini gösteriyor. Bir şey daha gösteriyor;

Demek ki MHP Meclis Başkanlığı’nda verdiği kararın aksine hareket edebilir ve HDP ile aynı oyu kullanabilirmiş. Demek ki katı ve değişmez kararlar “ülkeyi ve örneğin ‘erken seçim kararını’ ön plana alarak” bir kez daha düşünülebilirmiş.

PKK ve IŞİD tehdidiyle…

Tezkereye gelince… CHP “Ortadoğu’daki gelişmeler ve IŞİD ile PKK tehdidi nedeniyle bu kez tezkereye olumlu oy kullanacağını” açıkladı. MHP de tezkereye “evet” diyeceğine göre Suriye tezkeresi kabul edilecektir.

Yalnız bu kararı alan Meclis’in “Ortadoğu’da ABD’nin kendi planları doğrultusunda yaptıklarını, koalisyon güçlerini bile bu planlara göre kullandığını” göz önüne alması gerekiyor.

ABD bunca zamandır IŞİD’e karşı şiddetli saldırılar yaptığını ve onu gerilettiğini söylerken “IŞİD’in Suriye’nin kuzeyinde , Türkiye sınırı boyunca yeni alanları, Türkmen köylerini de alması”nın açıklaması nedir?

PKK ve IŞİD neden Türk askerine, siviline “paralel şekilde” saldırmaktadır? Türkiye’nin İncirlik ve diğer üslerini ABD’ye açması karşılığında lehimize bir durum oluştu mu, yoksa bir oyunun piyonu olarak mı görülüyoruz?

ABD Türkiye kadar PYD’nin de desteğini istiyor, yanında yer alıyor. “IŞİD’le mücadele kapsamında” diyerek PKK-PYD’yi destekliyor.

Sanatçı Selda Bağcan gerçeği söylemiş; HDP’nin PKK ile ilişkisini kesmesi lazım. Türkiye’de iç savaş yok, terör var!..

HDP gibi ABD de “IŞİD terörüne karşı olduğu kadar Türkiye’nin bu iki örgütten gelen tehlikelere karşıkorunması ve daha fazla can kaybının önlenmesi” için çalışmak zorundadır.

Yazının devamı...

İki ayrı Türkiye!

Ülkenin doğusu-güneydoğusu ve batısı, doğusu ve güneyi, doğusu ve kuzeyi ya da içi adeta iki ayrı ülke gibi… Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde askeri üs bölgelerine saldırılar, yollara döşenen mayınlar, her gün yaralanan-şehit olan askerler, polisler, hatta mayınlar yüzünden hayatını kaybeden çocuklar var.

Diğer bölgelerde yaşayanlar ise adeta “bir başka ülkede, örneğin Suriye veya Irak’ta süren savaş ve terör eylemlerini izler gibi” uzaktan, ekrandan, gazetelerden duyuyor olanları ve o fedakar askerlerin, ailelerinin çektiklerini.

Bedelli haksızlığı

İngiliz Times gazetesi “Türkiye’de kamuoyunun giderek PKK ile çatışmalarda hayatını kaybeden askerlerin sosyal çevrelerine odaklandığını” yazmış.

Times “Yaşamını yitirenlerin çoğu, askerlik görevini yapmış sayılmak için gereken 18 bin Lirayı ödeyemeyecek fakir çevrelerden” diyor. Sizce haksız mı? Acaba bedelli askerlik yapabilen veya tehlikesiz yerlere gönderilen ayrıcalıklı kesim dışında kalanların “siyasi hatalardan doğan ortamda” tehlike içine atılması adil bir yöntem midir?

Nereye kadar?

Diyarbakır’da PKK’nın açtığı ateş sonucu hayatını kaybeden Doktor Abdullah Biroğlu’nun mahallesinden ağıt sesleri yükseliyor. Ana babası ilaçlarla ayakta duramazken acılı kızkardeşi Halime “Bir lokma ekmeğimiz bile yoktu, babam o zor şartlarda ağabeyimi üniversitede okuttu. Daha 2 yıldır göreve başlamıştı, onu son kez göremedik bile” diyor ve soruyor;

“Daha nereye kadar kan dökülecek?”

Terörist için ödül!

Şimdi “teröristleri ihbar edenlere para ödülü” verileceği açıklandı. İçişleri Bakanı Selami Altınok “Hiç kimseye müsamaha gösterilmeyeceğini, gerektiğinde teröristin kafasını ezeceklerini” söyledi. Uzunca bir süre PKK’lılara ses çıkarılmazken, gelinen bu noktada hala “çözüm süreci”nden söz etmenin, koalisyon konusunda “diğer parti süreç kalksın istiyor, her şeye karşılar” demenin anlamı var mı?

Kamuoyu cevap bekliyor!

Terörün bitmesi “birkaç çapulcu” diyerek tehlikenin büyüklüğünü önemsemiyor görünmekle veya “Türkiye’den çekilsinler, silahları bıraksınlar” demekle mümkün değil, bunu hepimiz biliyoruz.

Demirtaş’ın “silahla özerklik ilanı olmaz, bu bir sivil insiyatiftir” sözünün PKK’nın artan terör eylemlerine hiçbir etkisi olmadığını, bunların “seçime yönelik söylemler” olduğunu da biliyoruz. Masum insanlar terör e kurban giderken “Şiddet böyle sürerse seçimler yapılamaz” diyeceğine şiddet neden sürüyor, nasıl durdurabiliriz konusunda konuşması gerekir!

KCK Yöneticisi Zübeyir Aydar “İmralı’nın kapısı açılırsa terörün kesileceğini, kendilerinin ateşkesi bozmadıklarını, saldırılara misilleme yaptıklarını” söyledi. Saldırılara misilleme kısmı yalandır, terörü PKK başlattı ve sürdürüyor.

Ama “İmralı’nın kapısı” tartışılmalıdır. Madem ki insanlarımızın katledilmesini buna bağlıyorlar, müzakerenin 2 tarafı da, Demirtaş da “gönüllü olarak masaya oturdukları sürecin neden bittiğini” açıklamak zorundadır.

Irak’da 18 vatandaşımız kaçırıldı. Sebepsiz yere başka ülkelerin savaşının ortasına atladık. ABD’nin rolünü de tartışacağız!

Yazının devamı...

Sistem böyle değişmemeli

“Artık ülkede sembolik değil, fiili gücü olan bir cumhurbaşkanı var.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen hafta sarf ettiği bu söz, ülkemiz üstüne yorum yapan Batılı medyanın hareket noktası oluyor.

Economist Tayyip Erdoğan’ın sözlerine bir meydan okuma havası kazandırmak için şu şekilde vermişti:

“İster kabul edilsin, ister edilmesin; Türkiye’nin yönetim sistemi fiili olarak değişmiştir.”

Bu ifade, Erdoğan’ın hedef güttüğü sistem değişikliği için Anayasa ile oynamak mecburiyetinden kurtuldukları anlamını içeriyor.

Cumhurbaşkanı bu şekilde istediği hedefe ulaşmayı başarmış, bu başarıyı Anayasa’yı değiştirerek değil, başka bir yöntemle, oldu-bittiler yaratarak elde etmiştir.

Başkanlık sistemine geçişi güvenceye bağlayacak tedbir Anayasa değişikliğidir ve AKP iktidarı ister istemez Kasım’daki seçimi bekleyecektir.

Sistemi alt üst edecek riskleri göze almak kumardır.

Başkanlık sistemini dayatma zorlamaları Türkiye’ye çok şey kaybettirmiştir. Son ekonomik krizin sarsıcı maliyetini bu kadar ağır bedeller ödemeden aşmayı becerebilirdik.

Bundan böyle hiç değilse istikrarın değerini bu tufanda öğrenmiş olabilsek!

Türkiye’nin hem ekonomisi, hem etnik yapısı çok kırılganlık taşıyor. Yeni bir kumar anlamı doğuracak tutumlardan sakınmak, sorumluluk mevkiinde oturan tüm aktörler için mecburiyettir.

Bu iklimi Cumhurbaşkanı’nın tercihi sağlayabilir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın anayasanın sınırlarına çekilme basireti göstermesi, yerinden oynamış taşları yerli yerine koyabilir.

Denemekte yarar var!

Operasyonlar etkili oldu

Anadolu Ajansı terörle savaş konusunda dikkate değer bir haber verdi abonelerine.

PKK’nın kendi içindeki telsiz konuşmalarından derlenen bu değerlendirme, son zamanlardaki çatışmaların terörü bastırmak yolunda önemli bir ilerleme olacağı ümidini veriyor.

Telsiz konuşmalarında örgüt mensupları Kandil’den eskisi gibi destek alamadıkları, hava operasyonlarının Kuzey Irak’ta büyük kayba sebebiyet verdiği, yöre halkından eskisi kadar destek görmedikleri ifade ediliyor.

Konuşmalardan çıkan bilgiler son operasyonların etkisini ve caydırıcı unsurları çoğaltıyor.

Mesela bu açıklamaya göre güvenlik güçlerinin 22 Temmuz’dan bu yana PKK’ya yönelik operasyonlarda 943 terörist etkisiz (yani savaşamaz) hale getirilmiştir.

Raporlar bu bilançonun bölücü örgüt mensupları arasında panik yarattığını belirtiyor.

Korku ve paniğin hükmünü yitirdiği günlere kavuşmak dileğiyle..

Yazının devamı...

Seçim, terör, anketler!

Partiler arasında bir koalisyon ihtimali varken, açıkça bir-iki partinin “kaprisi” denebilecek nedenlerle bu ihtimal rafa kaldırıldı ve erken seçim kararı alındı.

Bu keyfi kararın uygulanmasını Türkiye yine sessizce kabullenirken erken seçim kararının ekonomiye olan olumsuz etkisini bizden çok Batı medyası ve uluslararası kredi kuruluşları net şekilde dile getirdi.

Son olarak Moody’s’in “Genel seçimden kısa süre sonra tekrar seçime gidilmesinin uzayan belirsizlik dönemiyle ekonomide iyileşme sağlanmasını imkansız kılacağı, bunun da Türkiye’nin kredi notu açısından olumsuz etki yapacağı” açıklamasını duyduk.

Tüm kredi kuruluşları “Anketler farklılık gösterse de bir sonraki seçimde hiçbir parti tek başına iktidara ulaşamayacak gibi görünüyor” diyorlar.

Turizm felç!

Bu arada Güney’de geçirdiğim birkaç gün içinde otellerin ve turizm sektöründe çalışan herkesin bu yaz turizmin ne kadar çok etkilendiği, rezervasyonlar iptal edildiği için otellerin çoğunun zamanından haftalar önce kapanacağı yönündeki şikayetlerini dinledim.

Bunda kesilmeyen ve karayollarının kapanmasına, birçok yerde sokağa çıkma yasağı ilan edilmesine, aralıksız can kaybına (dün 3 şehit daha var derken yenilerinin haberi geldi) neden olan PKK terörünün olduğu kadar ülkedeki belirsiz siyasi tablonun da etkisi vardır.

Seçim Hükümeti olarak 30 Ağustos’ta birlikte Anıtkabir’e giden, törenlere katılan AKP, HDP, MHP’li siyasetçiler için bu mümkünse, neden bir koalisyon hükümeti mümkün olamasın sorusunu düşünmek ve sormak milletin hakkıdır.

Tuğrul Türkeş’in partisinin kararına aykırı olarak bu hükümete girmeyi kabul ettiğini biliyoruz ama eğer gerçekten istenseydi Davutoğlu’nun; MHP veya CHP’nin koalisyon için koydukları şartlarda bir uzlaşma formülü bulmasının imkansız olmadığını da biliyoruz.

Öyle veya böyle “bir seçim hükümetinin ortaya çıkarılmış olması” ortada sorun kalmaması anlamına gelmiyor. Bağımsız davranmak zorunda olan bu hükümete girmiş olan birçok isim “bağımsız olmaktan uzak”tır.

Araştırma değilse…

Bu da seçimlerin güvenliği, sürecin gerektiği gibi yönetilmesi ve daha birçok konuda sorunlar ortaya çıkarabilir.

Daha şimdiden “seçim araştırması” diye sunulan bazı sonuçların “sadece tahminle yapıldığı” tartışması sürüyor.

Metropol Araştırma Şirketi’nin sahibi Özer Sencar, 7 Haziran seçimlerinde de gündeme gelen “A&G’nin sahibi Adil Gür artık siyasi araştırma yapmıyor. Sadece tahmine dayalı sonuçlar veriyor” yorumlarını tekrar gündeme taşıdı.

Adil Gür’ün Sabah gazetesine verdiği sonuçlarda “4 parti için verilen rakamların hiçbirinin alanı yansıtmadığını, bunun da tahminden çok manipülasyon olacağını” söyledi. Toplumun anketlerle şartlandırılması ve yanıltılması son derece önemlidir ve gerçek ortaya çıkmalı, buna izin verilmemelidir.

Yalçın Akdoğan’ın 7 Haziran seçimlerinden sonra “Güneydoğu’da birçok köyde tulum oy çıktığını” söylemesi, seçime hile karıştığının ve buna göz yumulduğunun açıklaması değil midir?

Türkiye’nin uzunca bir belirsizlik sürecinin zararlarını göreceği biliniyor ama umalım da telafisi imkansız noktaya gelinmesin!

Yazının devamı...

Koltuk Meselesi!

PKK saldırılarında çocuklar hayatını kaybediyor, Cizre’de 2’si çocuk 4 kayıp verilmişken 16 yaşındaki bir başka çocuk da 2 kurşunla hayatını kaybetti.

Dün de yazdığım gibi; bunlar olurken, çocuklara bile saldırılırken, sözüm ona PKK’ya “vatan görevini yapan güvenlikçilere saldırmayın” talimatları veren Kandil liderleri, onlarla paralel hareket ederek teröriste “gerilla” yakıştırması yapan, saldırıların yıldönümünü kutlayan HDP’lilerin söylemlerinin ne anlamı var?

Dün geçici hükümette yer alan “HDP’li 2 bakanın devir teslim töreni yapmayacakları” açıklandı. HDP’li AB Bakanı olan Ali Haydar Konca aynen Demirtaş gibi, özellikle olayların içyüzüne değil yüzeysel bakanları inandıracak barışçıl bir konuşma yapmış.

“Ne makam ne mevki derdimiz var. Tek derdimiz silahları susması. Biz farklı politika yürüteceğiz. Somut göstergeside ‘kırmızı plakalı araç’ kullanmamak olacak” demiş.

Resmi araçta pkk!

Şırnak’tan Bitlis’e, Diyarbakır’dan Van’a, Şanlıurfa’dan Muş’a Hakkari’ye kadar koca bir bölgeyi cehenneme çeviren, çocuk, polis, korucu, asker demeden önüne kim çıkarsa katleden, yüzlerce kiloluk patlayıcılarla eylem planlayan PKK’yı durdurmak için küçük parmağını bile kıpırdatmayıp öylece seyreden HDP’nin bu romantik ve etkileyici konuşmaları ancak “saf”ları inandıracak durumdadır.

Perşembe günü Ağrı Eleşkirt Emniyet Müdürlüğü ekipleri, HDP Eleşkirt İlçe Başkanı Engin Dursun yönetimindeki aracı, kaçmasına rağmen durdurdu ve içinden çıkan 2 kişinin verdikleri ifadede “Dursun’un kendilerini kandırarak PKK-KCK kadrosuna teslim etmeye götürdüğü” anlaşıldı.

Daha önce HDP’nin resmi plakalı araçlarla PKK’ya yardım ettiği haberi de duyulmuştu. Bu durumda “kırmızı plakalı bakan aracı” kullansalar ne olur, kullanmasalar ne olur. Her siyasi parti elbette “ortada ciddi ilkesel engeller veya başka engellemeler yoksa” yüksek makamlara gelip ülkeyi yönetme amacı taşır, bunda bir yanlışlık yok.

Seçimden önce açıklayın!

Önemli olan devlet görevini “dürüst ve millete, yeminine sadık kalarak” yapabilmektir.

7 Haziran seçimlerinin sonuçları çıktıktan kısa süre sonra ve HDP 80 milletvekili ile Meclis’e girmişken başlayan PKK terörünün nedenini 1 Kasım seçiminden önce bu halka açıklamak zorundalar. Bugün “bakan koltuğuna oturma” ayrıcalığına kavuşmuşken hala devam eden terörü açıklamak zorundalar.

Çözüm sürecinde de terör tam olarak kesilmemişti, askeri araçları devirmekten, asker şehit etmeye, yollara hendek kazıp, yol kesip kimlik sormaya kadar terör devam etti. Ama süreç nedeniyle bunlar ön plana çıkarılmadı.

Madem ki şimdi seçim yapılacaktır, çözüm sürecinin muhatapları “süreçte, Dolmabahçe mutabakatında ve seçimin sonunda ne olup bittiğini, saldırı ve şehitlerin nedenini” şeffaflık adına halka bildirmelidir.

Diğer tarafta “tarafsız olması, mevcut hükümetten de kimsenin girmemesi” gereken seçim hükümetinde bunun yapılmamış olması da bağımsızlığın sağlanmaması açısından çok önemlidir.

Bugün 30 Ağustos Zafer Bayramı… Büyük Taarruz’da uzaktan yönetmek yerine “askerlerinin başında savaşan” Gazi Mustafa Kemal Paşa öncülüğünde imkansızı başaran kahraman şehitlerimize ve tüm şehitlerimize şükranla doluyuz. Onları hiç unutmayacağız!

Yazının devamı...

Bir Ökkeş daha…

Bir zamanlar hafta sonları insanları üzmeyecek konuları seçer, biraz keyifli yazılar yazmaya çalışırdık. Bu imkan artık yok ne yazık ki! Doğu ve Güneydoğu kaynıyor, PKK saldırıları sonucu kayıplarımız sürüyor ve “Türkiye’nin, sınır ötesinde güvenli bölge olmasını istediği” bölgede ilçelerin IŞİD tarafından ele geçirildiği bildiriliyor.

Şehit ailelerinin acısını medyada görmek dayanılır gibi değil. Yoksul veya alt gelir sınıfından olan şehitlerin çoğu 20-23 yaşlarında…

Diyarbakır Lice’de PKK saldırısında Perşembe günü şehit olan Jandarma Uzman Çavuş Ökkeş Korkmaz da henüz 23 yaşındaydı. Cenazesini memleketi Kahramanmaraş havaalanında karşılayan babası koşup tabuta sarılmış ve bayılmış.

15 gün içinde bu ilimizin verdiği 4’üncü şehit Ökkeş’in cenazesini daha sonra baba evine götürüp “helallik” alınmış. Öncelikle hayatını vatanı için feda etmiş “şehitlerin cennete gideceği”ne inandığımız halde onlar için helallik istemeye son verilmesi gerekiyor.

Şehitlerimize aklını ihtiraslar uğruna kaybetmemiş her vatandaşın hakkı helaldir.

Bu oyun değil!

Demirtaş “Silah bırakılsın, demokraside silahın yeri yoktur” sözlerini kime söylüyor, bize mi, PKK’ya mı? PKK asker, polis, karakol demeden saldırıya devam ederken, PKK kim bilir hangi yöntemlerle Yüksekova’da “sokağa çıkma yasağı”ndan sonra binlerce kişiyi tencere-tava sokağa döküyor.

Bu yasağın uygulandığı diğer ilçelerde de geceleri hendekler kazılıyor, patlayıcılar yerleştiriliyor, saldırılar düzenleniyor. Silvan’da “saldırı için bekletilen 600 kilo patlayıcı” bulunması, 12 ilçede “kanton provası” yapıldığı haberleriyle Demirtaş’ın barışçıl, demokratik söylemleri arasında ilişki kurulabilir mi? Kandil liderinin medyadan PKK’ya “vatan hizmeti yapan güvenlik güçlerine karakol saldırısı yapmayın” dediği yayınlanırken PKK’nın karakol ve askerlere saldırılar yapması anlaşılabilir mi?

Öcalan’ın “HDP’ye de, PKK’ya da ‘çözüm sürecine zarar verdikleri için’ kızdığı” haberine inanılabilir mi? Kendilerine göre, dünyayı inandıracak “akıllıca” bir oyun yürüttüklerini sanıyorlarsa yanılıyorlar.

Bu oyun değil ve millet olup biteni anlamaktadır.

Silah bırakma

Demirtaş “Silahlar karşılıklı olarak amasız bırakılmalı” diyor, 600 kiloluk patlayıcılarla eylem planlayan, sokağa çıkma yasağına rağmen eylemlerine devam eden terör örgütü için “PKK silah bırakmalı” demiyor. Eğer bu isteğinde samimiyse “Seçim startını Avusturya’dan verdiğini” söylemek yerine bu konuda bir çaba göstermesi gerekmez miydi? Türkiye’de bu dehşet yaşanır, aileler hayatını kurtarmak için çoluk çocuk kaçışırken Avusturya Cumhurbaşkanı’yla ne görüşüyor ve neyin startını veriyor?

Örgüt silah bırakmadan başlatılan ve yürütülen “çözüm süreci”, ülke bu haldeyken “seçimin tekrarlanması” kararı yanlıştı…

Demirtaş ve HDP’nin samimiyetsiz politikaları en az bunlar kadar yanlıştır.

Bu ortam sürerken Demirtaş artık demokrasi ve barış söylemlerine inandıramayacağını görmelidir.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.