Şampiy10
Magazin
Gündem

Başkanlık yeniden gündemde!

Sağlık Bakanı Müezzinoğlu’nun “Cumhurbaşkanı yerine başkanı seçmiş olsaydık Türkiye bugünkü kaosu yaşamayacaktı” sözü unutulmuyor. Her gün ya bir siyasetçi veya bir köşe yazarı tarafından irdeleniyor, yorumlanıyor.

Gerçekten de unutulacak gibi değil.

“Bugünkü kaos” dediği, 7 Haziran seçimlerinin hemen arkasından, IŞİD’in yaptığı söylenen Suruç katliamıyla başlayıp PKK katliamlarıyla, birkaç haftada 60’a yakın şehitle devam eden bir terör süreci… Buna paralel yürütülen bir “erken seçim” siyaseti…

CHP ve MHP ile “ Bu iki partinin hangi şartları, hangi nedenle uzlaşmayı engelledi” sorusu cevaplanmadan ve hükümeti kurma görevi CHP’ye verilmeden, günlerce gidip gelerek zaman kaybedilen, haber üstüne haber yapılan bir koalisyon süreci…

“HDP ile koalisyonu hoş karşılamıyoruz, karşılasak gider koalisyon yapardık” diyen partinin HDP ile seçim hükümeti kuracağı bir yeni süreç de arkadan geliyor.

“Başkanlık” olsa bunlar olmayacaktı zira öncelikle parlamento devreden çıkarılmış olacaktı. Tam demokratik sisteme sahip ülkelerle karşılaştırmayın.

Eksik olan ne?

Bakan Mehmet Müezzinoğlu ve onun gibi “başkanlığı” her derde deva görenler acaba 13 yıllık tek parti iktidarında veya Türkiye’nin yeni tanıştığı “partili cumhurbaşkanı” yetkilerinde neyi eksik görüyorlar da mutlaka başkanlık istiyorlar?

7 Haziran seçimlerinde Cumhurbaşkanı ile Başbakan birbirinden farksız şekilde miting yaptılar. Cumhurbaşkanı rahatça siyasi parti lideri gibi konuşabiliyor, başbakanlara verilen “örtülü ödenek” yetkisi ona da verildi, peki eksik olan ne?

Türkiye’de mevcut siyasi yapı, mevcut seçim sistemi ve yargı tablosuyla getirilecek başkanlık sistemi başbakanın olmadığı, hükümet üyelerinin sembolik olduğu, muhalefet partilerinin etkisini tümüyle yitirdiği, başkanın üzerinde hiçbir denetimin bulunmadığı bir sistem olacak.

Bunu siyaset bilimciler ve tüm uzmanlar defalarca anlattılar ama faydası yok, inatla bu yönde ilerliyoruz.

Sabır beklemeyin!

“Terör kaosu”na gelince… PKK, saldırılarına devam ederken HDP Eş Genel Başkanı Demirtaş görünüşte barışçıl konuşmalarıyla seçim söylemlerine geçmiş görünüyor ve; “Biz silahların susmasını istiyoruz ama tek taraflı değil karşılıklı sussun” diyor.

Tamam, sussun da bu terörü askerin değil PKK’nın… 2 polisi evinde şehit ederek başlattığını ve karakollara, üslere hatta izne çıkmış askerlere saldırılarla sürdürdüğünü, şu ana kadar ölümlü saldırılarının devam ettiğini bir hatırlasa.

Çarşamba günü; KCK yöneticisi Duran Kalkan’ın PKK’ya “Operasyona çıkmayan, vatanı korumak adına karakolunda duran askere saldırmayın” talimatı verdiği haberi çıktı, bunca zamandır yapılan karakol saldırılarında neden aklına gelmemiş acaba?

Herkesin kendi oyununu oynadığı ve “anlaşılmadığını sandığı” günlerdeyiz. Bunlar olurken halktan, hele de şehit ailelerinden sabır beklemek, sabrı taşanları eleştirmeye kalkmak acımasızlıktır, yanlıştır.

Şehit ağabeyi Yarbay Mehmet Alkan için inceleme başlatılmasına halktan gelen büyük tepki bunu net şekilde gösteriyor!

Yazının devamı...

Seçim stresi başladı!

İstanbul’da eşi Remziye Eripek’i döverek öldürmekten yargılanan Celal Eripek sadece 3 yıl 4 ay hapis cezası almış. Mahkeme karar için “Öldürücü nitelikte vurmadı, kadın stresten öldü” demiş.

Bu ve benzeri akıl almaz olayların yanında ülkenin siyasi gündemi de, terör sorunu da, ekonomik tablo da insanları stresten götürecek kadar ağır… Koalisyon umudu kalmadı, seçim hükümeti stresi başladı. Dün bütün günü “acaba milletvekilleri Davutoğlu’nun hükümete davetine ne cevap verecek” sorusuyla geçirdik. CHP ve MHP parti olarak erken seçime ve bu nedenle “seçim hükümetine karşı” olduklarını açıklamışlardı.

Türkeş şoku

HDP’nin ise hükümete gireceği biliniyordu. Başbakan Davutoğlu’nun CHP’den teklif götürdüğü tüm isimler; Deniz Baykal (Bu teklife ne cevap vereceğinin sorulmasını bile hakaret sayacağını söyledi), Erdoğan Toprak, İlhan Kesici ve Tekin Bingöl daveti reddederken , MHP’den Meral Akşener ve Kenan Tanrıkulu’nun red cevabı yanında Tuğrul Türkeş’in teklifi kabul ettiği ve bunu yazılı olarak Başbakanlığa bildirdiği haberi verildi. Bu haberin geldiği anda televizyonda konuşmakta olan MHP Genel Başkan Yardımcısı Mevlut Karakaya “Bunun bireysel bir karar olduğunu, partiyi bağlamayacağını” belirtti.

Daha sonra MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın “Türkeş istifa etmeli, etmezse partiden ihraç edilir” dedi ki bu durumda Tuğrul Türkeş “bağımsız milletvekili” olarak bakanlık yapacak demektir.

CHP’li koalisyon…

Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan Salı günü “CHP ile neden koalisyon kurulmadığı” sorusunu “tabanların buna nasıl baktığı çok önemli. Böyle bakıldığında bir sonuca varılamadı” şeklinde açıklamıştı. Bu noktada tüm partiler ve elbette hükümeti kurma görevi verilen Başbakan Davutoğlu, girmek istediğimiz AB’ye dahil ülkelerde böyle bir seçim sonucundan bir değil birkaç koalisyon çıkarılacağını, “taban” bahanesine kimsenin sığınamayacağını, “bunlar zıt parti” diye bir konu olamayacağını hatırlamak zorundalar. Kaldı ki dün Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasında, Yalçın Akdoğan’ın sözlerinin aksine “Beştepe’nin adresini bilmeyenlere hangi görevlendirmeyi yapacaktık” vurgusunu tekrarladı. “Beştepe’nin adresi”, bir koalisyon kurma şansı “seçimden 2’nci çıkan partinin denemesiyle çıkacaksa”, böyle bir ihtimal varsa bunu yok sayma nedeni olabilir mi?

Çözüm süreci

Enerji Bakanı Taner Yıldız ise MHP’nin en çok üstünde durduğu şartlardan biri olan “çözüm süreci bitmeli, silahlar şartsız bırakılmalı” talebinde MHP’nin haklı olduğunu “Çözüm süreci silahlar gömülmeden bir daha masaya konmaz” sözleriyle ortaya koydu. Bu durumda CHP ve MHP ile koalisyon veya herhangi bir koalisyon, teamüllere-yasalara uygun şekilde denenmiştir denebilir mi?

“Baskıyla seçime götürüldüklerini” söyleyen partiler seçim hükümetine girmiyorlar diye eleştirilebilir mi?

Seçim anketlerinde doğru sonuç çıkaran şirketler “7 Haziran sonuçları”nın farklı çıkmayacağını belirtiyor. İçinde bulunduğumuz sıkıntılı tabloda yeniden seçim kararının hiç doğru görünmediğini bir kez daha söylemek zorundayız!

Yazının devamı...

Seçim ve sıkı yönetim!

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Meclis Başkanı Yılmaz birlikte erken seçim kararını aldılar. Başbakan Davutoğlu’nun yaptığı açıklamada “Bu bir devlet görevidir. Bu bir Anayasal zorunluluktur” dedikten sonra şöyle devam etti: “Gönül isterdi ki ‘tüm siyasi partiler sorumlu davransın’ ve bugün Türkiye’de bir kez daha seçime gitme ihtiyacı oluşmamış olsun (…)

Sayın Kılıçdaroğlu’na bir kez daha teşekkür ediyorum. Son derece kapsamlı bir çalışma yürüttük. Koalisyon teklif edilmedi kanaati yanlıştır. O görüşmeleri ‘koalisyon zemini olup olmadığını’ görmek için yaptık”.

Öncelikle CHP ile olan duruma bakalım; Erken seçim “tüm seçenekler ortadan kalkmışsa” zorunluluk olabilir. Başbakan konuşmalarında Kılıçdaroğlu’na tekrar tekrar teşekkür ettiğine göre CHP tarafından bir engelleme yapılmamış.

Sorumlu davranış!

Bu demektir ki “tüm siyasi partilerin sorumlu davranmadığı” söylenemez. Türkiye’nin içinde bulunduğu en ağır şartlarda koalisyon görüşmeleri “zemin yoklama” için değil, şartlar üzerinde iyi niyetle anlaşmaya çalışma” için yapılır.

Başbakan, Bahçeli ile görüşmesinden söz ederken onun “AKP azınlık hükümetine ve Meclis’ten erken seçim kararına” karşı olduğunu söyledi. Ve sonra “partilere ‘erken seçim kararını birlikte alma’ teklifi yaptığını ama çağrısının karşılık bulmadığını” ekledi, “Bu noktaya bizim siyasi irademizle gelmedik” dedi.

İmkansız olan neydi?

Tabloya uzaktan baktığınızda CHP ve MHP’nin “üzerinde uzlaşması imkansız olmayan, bir orta nokta bulunabilecek” şartlarının hangisinde ve hangi nedenle anlaşılmadığını kimsenin bilmediği görülüyor.

CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu “Cumhurbaşkanı’nın Anayasa hükümlerine rağmen hükümeti kurma görevini kendilerine vermediğini, bunun sivil darbe anlamına geleceğini” söyledi.

MHP Lideri Bahçeli hala “MHP gerekli özveriyi gösterecektir. Seçimlerin yinelenmesinin esas sorumlusu Erdoğandır. Millet namlu ucunda seçime gidecek” diyor. Durum böyleyken seçime ortak bir irade yerine “tek partinin iradesiyle gidildiği” yadsınabilir mi? Bu partilerden seçim hükümeti desteği istemek mantığa sığar mı?

Davutoğlu birinci turda HDP ile “çözüm süreci” konuştuklarını söylemiş, ikinci turda “tabanımız istemiyor” denerek HDP ile görüşme yapılmamıştı. Oysa şimdi AKP ile HDP’nin kuracağı bir seçim hükümeti ortaya çıkacak ki HDP’liler buna hazır olduklarını memnuniyet içinde açıklıyor. Madem ki iki parti seçim hükümeti kurabiliyor, koalisyon için neden bir araya gelmediler?

Birbirlerini suçlamak yerine, yıllarca “çözüm süreci” diyerek halka ümit verdikleri sürece dönüp terörü durdurmaya çalışmaları neden imkansızdı? Seçime giderken ve seçim ertesinde AKP-HDP görüşmelerinin neden birden kavgaya dönüştüğü, sürecin neden aniden bitirildiği de cevap verilmesi gereken sorulardan biridir.

Seçim zamanı mı?

Hakkari Şemdinli’de PKK bombasıyla 2 asker şehit, 5 asker yaralı, Nusaybin’e izne giden polis çapraz ateşte şehit, analar, babalar, ağabeyler ağlıyor haykırıyor.

Hakkari Valiliği Şemdinli, Çukurca, Yüksekova’dan sonra ilin içinde de “özel güvenlik bölgesi” yani sıkıyönetim ilan edildiğini duyuruyor. Dünyadan uyarılar geliyor.

Sizce seçim zamanı mıdır?

Yazının devamı...

Bilinmeyen siyasi sular!

Türkiye’de bir “savaş” havası yaratılmak istendiği, “terör”ü eşit güçler arasında savaş gibi gösterme çabası olduğu ortadadır.

Seçimden sonra kasıtlı ve planlı olarak başlatılan PKK terörü dünyaya “devlet ve Kürtler arasındaki çatışmalar” olarak yansıtılıyor. Ve uzunca bir süredir Batı ülkeleri vatandaşlarına “Türkiye’ye gitmeyin” uyarısı yapmaktalar.

Terör saldırıları sadece ülkenin huzurunu, güvenliğini değil, turizmini-ekonomisini de büyük çapta etkiledi.

Çatışma ve seçim

Uzmanlar Türkiye’nin risk priminin de son 8 ayın zirvesine çıktığı ve bu durumun yakında yatırım konusundaki kredi notumuzu düşürebileceği uyarıları yapıyorlar.

Bir çok uzman bu gelişmelerin nedenini “Hükümeti kurulamayan ve siyasi belirsizlikler içinde tekrar seçime gidecek bir ülkenin yabancı yatırımcıları doğal olarak korkutması” olarak açıklıyor.

Economist dergisi “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın erken seçim çağrısıyla Türkiye’nin bilinmeyen siyasi sulara girdiğini, yükselen tansiyonla seçimde AKP’nin kendisinden kopan oyları geri döndüreceğini umduğunu” yazdı.

İndepent gazetesi ve birçokları “Türkiye’nin Güneydoğu’sundaki şiddet olayları ve TL’deki değer kaybı arasında seçim kampanyalarının zorluğundan” söz ediyor.

PKK ve Kürtler

Bu haberlerde çoğu kez “PKK terörü” yerine “Kürtlerle çatışmalar devam ederken” denmesi dikkat çekicidir. Bu yanlış ve “Türk-Kürt çatışması” şeklinde çıkan haberler Türkiye’nin olup bitenleri, PKK’nın “vur-kaç” taktiğiyle yaptığı saldırıları dünyaya doğru anlatamadığını gösteriyor. Dün Diyarbakır Silvan’da PKK’nın açtığı hendekleri kapatmaya giden güvenlik güçleri yine PKK saldırısıyla karşılaştı, çatışmaların büyümesiyle ilçeye giriş çıkışlar kapatıldı.

Şırnak’ta karakol saldırısında şehit düşen 32 yaşındaki Yüzbaşı Ali Alkan’ın binlerce vatandaşın katılımıyla yapılan cenaze töreninde Yarbay ağabeyi Mehmet Alkan’ın büyük acısıyla tabuta kapanarak söylediği “Vatanına sevdiklerine doyamadı, bunun katili kim, sebebi kim” soruları yalnızca onun değil diğer şehitlerin aileleri tarafından da soruluyor.

HDP kenara çekilemez!

Demirtaş’ın “PKK amasız olarak eylemleri durdurmalı, silahın demokrasi mücadelesinde yeri yoktur” sözleri, HDP ile Kandil ve Öcalan bağlantısı bilinmese, Demirtaş seçimin ertesinde “Öcalan silah bırakma çağrısı yapmak için hazır, bekliyor” demiş olmasa kabul görebilirdi belki.

Selahattin Demirtaş ve HDP, PKK terörünün neden aniden başlatıldığını ve neden durmadığını bilmiyor olamazlar. Durması için ellerinden hiçbir şey gelmiyor olamaz.

Bu tablo içinde; Metropoll Araştırma Merkezi Başkanı Prof. Özer Sencar’ın “Son anketlere göre oyunu arttıran tek parti HDP oldu” açıklamasını nasıl yorumlamak gerektiğini anlayan var mı?

Saldırı ve şehitler, PKK’nın siyasi uzantısı denilen ve bunu yalanlamayan bir partinin veya bir başkasının oyunu nasıl arttırabilir?

Bu şartlar altında ve 2 muhalefet partisi “katılmayacağını” açıklamışken hala seçim hükümetinde ısrar etmek tüm riskleri arttıracaktır, bunu bilmek zorundayız!

Yazının devamı...

Terör eşliğinde seçim!

PKK ve diğer terör örgütlerinin Türkiye’deki eylemlerinin seçimden hemen sonra başlamasının nedenlerini araştırmak önceliklerimizden biri olmalıdır. Zira IŞİD’in Suruç katliamı da, ondan hemen sonra ortaya çıkan ve arkası kesilmeyen PKK saldırıları da, arada bir eylem yapıp kaybolan DHKP-C de şüphe yaratan bir paralellik gösteriyor.

Çözüm süreci denilen ve muhalefet partilerinin “içeriğini biz bile bilmiyoruz ama Kandil ve Öcalan biliyor” dediği süreçte PKK tarafından depolanan silahlarla saldırıya uğrayarak hayatını kaybeden insanlarımızın yanında ülke her konuda yokuş aşağı inişe geçmiş durumda.

Belirsizlik tehlikesi

Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi her ne kadar “Türkiye güçlü ülke, kriz gelmez. Ben söylüyorum” dese de ekonomi göstergeleri onu doğrulamıyor. Uluslar arası kredi değerlendirme kuruluşu Standart & Poors “Erken seçim çağrısının Türkiye’de yıl sonuna kadar siyasi belirsizliği yüksek tutacağını, yılbaşından bu yana TL’nin Dolar karşısında yüzde 25’ten fazla değer kaybettiğini, bunun da yatırımcıları kaçıracağını” açıkladı.

Financial Times “Şiddet ve siyasi belirsizlik”ten, “erken seçim çağrısı ardından TL’nin dip seviyeleri gördüğünden” söz etti. Durumumuzun parlak görünmediği ve belirsizlik sürerse daha da kötüye gideceği uyarılarını dikkate almak için geç kalıyoruz.

Cenaze tepkileri

Cuma günü daha Siirt’te kaybettiğimiz 8 askerimizin üzüntüsü içindeyken Van ve Şırnak’ta yapılan PKK saldırılarında 5 asker yaralandı, 1 yüzbaşı şehit oldu..

Bu tablo ve şehit cenazelerinde AKP’li bakan ve milletvekillerine şehit yakınlarının gösterdiği “sorumlu tutan” tepkiler Hükümet tarafından doğru değerlendirilmelidir. Tepki olaylarında medyayı sorumlu tutmak veya sağduyu eksikliğinden söz etmek yerine “nerede hata yapıldı, nerede hata yapılmakta” sorularını sormak ve mevcut ortamda erken seçime gitmenin getireceği ilave zaman kaybını ve belirsizlik sürecini düşünmek gerekir.

Demirtaş ve Öcalan!

Barış sürecine başta yapılan itirazlar “devletin, silah bırakmamış terör örgütüyle görüşme başlatması ve şeffaf olmayan süreç” içindi. O süreçte PKK’ya gösterilen aşırı güven ve hoşgörünün sonuçlarına duyulan endişeydi.

Bu endişelerin haksız olmadığı ortaya çıkmıştır. Demirtaş’ın ise daha önce “Bize söylense PKK eylemlerini durdurabilirdik” derken şimdi terör eşliğinde hala “barış ve kardeşlik”ten söz etmesi, “silahın mazereti yoktur” sözünün yanında, masum gençleri arkadan vuran terör örgütü militanlarına; sanki PKK’ya ait bir ülke işgal edilmiş de işgal güçlerine karşılık veriyorlarmış gibi “gerilla” demesi kendisiyle düştüğü çelişkileri gösteriyor.

Bu arada Öcalan’ın “Çözüm sürecinin kesintiye uğramasına sebep olan gelişmelerden HDP’yi de sorumlu tuttuğu, HDP ve PKK’yı eleştirdiği” haberi çıktı dün. Hiç de inandırıcı olmayan bir haber bu.

Yani insanların “Öcalan, Kandil ve HDP’nin birbirleriyle bağımsız hareket ettikleri”ne mi inanması gerekiyor? “Çözüm sürecini kesintiye uğrattı” dediği gelişmeler onlarca kanlı saldırı ve şehittir.

Bunu düşünüyorsa “silahlar derhal bırakılsın” talimatını çoktan verebilirdi.

Terörün bumerang gibi olduğunu herkes bilmek zorundadır!

Toplum tüm çelişkilerin farkındadır, kimse bunu unutmasın.

Yazının devamı...

Halk gerçeği bilmeli!

Ortada çok bilinmeyenli bir denklem var, her kafadan ayrı bir ses çıkıyor. Yapılan açıklamalara bakan halkın “gerçeğin hangisi olduğunu” anlama şansı yok.

Çalışma Bakanı Faruk Çelik dün NTV’nin sorularını cevaplamış ve “Cumhurbaşkanı 1 Kasım’da Türkiye tekrar seçim yaşayacak dedi. CHP Liderine hükümeti kurma görevi vermediğini bir kez daha açıkladı, siz ne diyorsunuz” sorusuna uzun bir açıklama yapmış.

Öncelikle Cumhurbaşkanı’nın takdir yetkisini kullanırken “oluşmayacak bir hükümet için formalite gereği işlemlere ihtiyaç duymamış olabileceğini, Cumhurbaşkanı’nın CHP-MHP ve HDP koalisyonunu mümkün görmediği için takdirini böyle kullandığını” söylüyor.

4 şart kabulse…

MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural’ın “Biz 4 şartı gösterip kapatmadık, AKP 4 şartı kabul etmedi” sözleri ve Sayın Başbakan’ın, Bahçeli ile görüşmesinde çantasından protokolü çıkarıp “bakan dağılımını gösterdiğine” yönelik mesaj verdiği sorusuna ise:

“MHP koalisyon kurmak istemediği için uzlaşma olmadı. 4 madde ortada, Ak Parti’nin 4 maddeyle ilgili sorunu yoktur, bu şartlar koalisyon kurulmasına engel değil ” cevabını veriyor.

Sadece bu açıklamalara baktığınızda hemen; demek ki MHP’nin 4 şartı kabul edilerek bir AKP-MHP koalisyonu mümkündü , o zaman neden gerçekleşmedi sorusu akla geliyor.

Partilerin anlaşması mümkünse ve bunu denememişlerse birbirlerini suçlamak veya “seçim hükümeti” baskısı yapmak milli irade tarafından nasıl değerlendirilecektir?

“Davutoğlu kuracaktı”

MHP’li Koray Aydın “Kanın durmasını isteyen herkes MHP’nin şartlarını kabul edebilir. Türkiye Saray’ın verdiği kararla seçime gidiyor” dediği konuşmasında şunları söyledi; “Hükümet kurma yetkisi vermeyi Saray’ın yolu mu tayin ediyor?... Görev verirsem koalisyonu sağlarlar, erken seçim hayalim suya düşer diye düşünüyor sanırım. Bence Davutoğlu’na kalsa Kılıçdaroğlu ile koalisyon kuracaktı ”

CHP kulislerinden gelen haberlere göre Davutoğlu’nun AKP-CHP koalisyonuna sıcak baktığı fakat son anda Cumhurbaşkanı’nın “Koalisyon kurulmazsa intihar mı edecek” şeklindeki sözlerinin baskısıyla vazgeçtiği kanısı orada da yaygın.

Şimdi durup düşünelim; tabloya göre “tüm koalisyon seçenekleri sıfır şans kalacak şekilde tükendi” demek mümkün değil. MHP de, CHP de “bir koalisyon ümidi vardı ama önü tıkandı” görüşünde.

Bakan Çelik de “MHP’nin 4 şartı engel değildi” diyor. MHP “4 şartımız kabul edilirse koalisyona varız” demişti zaten. Bu durumda “erken seçim şartları” oluşmuş sayılır mı?

Kararı meclis alır mı?

Başbakan Davutoğlu erken seçim kararını Cumhurbaşkanı yerine Meclis’in alması ve seçim hükümeti kurulması konusunda çağrı yaptı.

Diğer partiler “seçeneklerin kullanılmadığını hatta yetki gaspı yapıldığını” söylerken bu nasıl mümkün olur, “seçim ısrarı yapanlar sorumluluğu da alsınlar” derler mi bunu bilmiyoruz.

Bildiğimiz; halkın ne olup bittiğini anlamasına fırsat verilmesi gerektiğidir!

Yazarımız Güngör Mengi’nin dünkü köşe yazısının son paragrafı teknik bir hatadan dolayı yanlış yayınlanmıştır. Yazının aslı yandadır.

Düzeltir, özür dileriz.

Savaş değil, terör!

İyi düşünülünce tablo, Türkiye’de olanların siyasi hatalardan kaynaklandığını, Bahçeli’nin dediği gibi “iç savaş” değil, terör ve kaos ortamıyla Güneydoğu’da Suriye’ye benzer bir yapı oluşturulma çabasından söz etmek gerektiğini gösteriyor.

Çelişkili siyaset ve zaman kaybı çok can kaybına ve geleceğimize mal olabilir!

Yazının devamı...

ABD’nin rolü ne?

Koalisyon görüşmeleri başlayacağı sırada yaşanan ve IŞİD’in yaptığı söylenen Suruç katliamı ve buna misilleme olarak PKK’nın Ceylanpınar’da 2 polisi evlerinde şehit etmesiyle başlayan “paralel terör” hızını arttırarak sürdü.

PKK’nın Güneydoğu’da karayollarını kesmesi, kimlik kontrolü yapması, araçları yakması, asker-polis-sivil demeden onlarca kişiyi katletmesi neden IŞİD eylemleri ve tehditleriyle aynı zamana denk geldi, bu bilinmeyenlerden biridir.

HDP yüzde 13 oyla Meclis’e güçlü bir parti olarak girdikten ve demokratik çözüm şansını arttırdıktan hemen sonra terör örgütünün en kanlı şekilde teröre geri dönmesinin nedeni de bilinmemektedir.

Çözüm, IŞİD, PYD

Çözüm sürecinin sonucuna gelindiği söylenirken Dolmabahçe’de yapılan ve mutabakat olarak açıklanan AKP-HDP zirvesinden sonra ne oldu da çözüm sürecinin bittiği söylendi, bu bir muamma!

Suriye’deki cihatçı örgütlere Türkiye’den TIR’larla yardım gönderildiğini öne süren AB ülkelerine itiraz ederken IŞİD militanlarının Türkiye’ye girişine, hastanelerimizde tedavi edilmesine neden göz yumuldu bu da anlaşılmayan bir nokta.

Türkiye Kobani-IŞİD savaşı sürecinde (ABD’nin de ısrarıyla) sınırda koridor açıp peşmergeleri geçirerek PYD’ye yardım etmişken PYD’nin ortağı olan PKK’nın kanlı eylemlere başlaması nedendir, merak edilecek bir soru…

Kısacası Türkiye’ye sıçratılan Ortadoğu karmaşasında anlaşılmayan çok şey var. Ama en anlaşılmayanı ABD’nin bu konulardaki rolü… Ortadoğu’yu dizayn planı!

Şimdi PKK’lı Cemil Bayık “ABD ile gizli görüşmeler yapıyoruz. ABD garantörlüğünde ateşkesi kabul ederiz. Barış için arabulucu olsunlar” diyor. Peki Dolmabahçe öncesinde defalarca devlet-hükümet temsilcileriyle, heyetlerle görüşen HDP dururken Kandil ne istemektedir?

ABD garantörlüğü ne fark yaratacak? Neden PKK’nın bazı bölgelerde özerklik ve kanton ilan ettiği haberleri veriliyor?

Suriye sınırında ne oluyor?

Bu soruların cevabı 17 Ağustos’ta Hürriyet’te çıkan “Ortadoğu uzmanı Hasan Kanbolat röportajında” bulunabilir. Bazı alıntılar yapalım:

“ABD’nin IŞİD’e yönelik hava bombardımanı muhalif güçleri korumak için değil, Kürtleri korumak, onların ilerleyişini rahatlatmak içindir. IŞİD aslında yoğunluklu olarak Orta ve Doğu Suriye’de. Peki hava bombardımanı neden kuzeyde yapılıyor?

Türkiye’nin güney sınırında oluşmaya başlayan 2 Kürdistan ve ikinci bir Suudi Arabistan yapısının Türkiye’yi etkilemeyeceğini beklemek saflık olur”.

Kanbolat sınır ötemizde olanları ve ABD’nin Türkiye için bir de “IŞİD terörüne fırsat verecek” şekilde İncirlik’i de kullanma amacının aslında ne olduğunu açık şekilde yorumlamış. Kerkük’ün, petrol bölgelerinin sessizce nasıl alındığını, IŞİD’in PYD ve PKK’ya meşruiyet kazandırdığını anlatmış.

Bu durumda Türkiye bir yanda PKK terörüyle savaşırken, diğer tarafta PKK-PYD ortaklığına ABD yoluyla destek vermiş oluyor.

Savaş değil, terör!

İyi düşünülünce tablo, Türkiye’de olanların siyasi hatalardan kaynaklandığını, Bah3ve kaos ortamıyla Güneydoğu’da Suriye’ye benzer bir yapı oluşturulma çabasından söz etmek gerektiğini gösteriyor.

Çelişkili siyaset ve zaman kaybı çok can kaybına ve geleceğimize mal olabilir!

Yazının devamı...

Terör zirvede!

Ülkenin içinde bulunduğu kaos haline, gelen şehit haberlerine bakınca toplumun ruh sağlığını koruyabiliyor olması takdire şayandır.

Salı günü yine Diyarbakır Lice’de aslan gibi 3 askerimiz yol kesen PKK’lılarla çıkan çatışmada şehit oldu. Dün Siirt’te karayoluna PKK’nın yerleştirdiği bomba askerler geçerken patlatıldı, ilk belirlemede 8 askerimiz şehit!

Ve dün İstanbul’un göbeğinde, en önemli tarihi sarayımız Dolmabahçe’nin kapısındaki nöbetçilere el bombası atıldı, uzun namlulu silahlarla ateş açıldı ve 1 asker yaralandı . Şehitleri, yaralıları saymak, haberini vermek bile zorlaştı.

Bu durumda gündemin hala “hükümeti kurma görevi CHP Genel Başkanı’na verilecek mi, verilmeyecek mi” sorusuna kilitlenmesi nerede görülmüştür?

Erdoğan ne dedi?

Ankara’da ortaya atıldığı söylenerek yazılan anlamsız senaryoların yanlışlarını çıkarmak yerine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 14 Haziran’da uçakta gazetecilere yaptığı açıklamayı hatırlayalım; “milli iradeye saygı” dan söz etmiş ve “Birinci parti kuramazsa görevi ikinci partiye veririm, yine kurulamazsa tekrar seçim yapılır” demişti.

Bu durumda görevin CHP’ye verilmesi Cumhurbaşkanı’nın dile getirdiği kendi tercihidir, senaryo yazmaya, buna “parlamenter sistemin açığı” demeye ne gerek var?

Mevcut şartlarda…

Görevin devredilmesi, özellikle Türkiye’nin içinde bulunduğu “tek bir günün kaybedilmemesi gereken” tabloda “sistem açığı” değil, yerine getirilmesi gereken ciddi bir vazife olarak görülmelidir.

Hükümet kurmayı ikinci partiye vermeden seçime gitmek ve “teamüle uymadım” demek yanlış olacaktır, mevcut durumda eğer bir hükümet kurulması ihtimali varsa bu ihtimal sonuna kadar zorlanmalı, Cumhurbaşkanı’nın dediği gibi “eğer o parti de kuramazsa seçim” gerçekleşmelidir.

Liderlerin, Meclis’e girerken yapmış oldukları milletvekili yeminini unutmamaları lazım. Vatanın milletin bölünmez bütünlüğü tehlikede olduğu gibi vatandaşların hayatı da tehlike altındadır ve toplumda huzur kalmamıştır.

Sorun yalnızca hayati tehlike de değil, Türk parası dolar karşısında hızla değer kaybetmeye devam ediyor, dün dolar neredeyse 2.91’e fırlayarak yeni bir rekor kırdı. Türkiye’nin vadeli borçlarıyla ilgili risk primi de 2 yılın en yüksek düzeyine çıktı.

Terör şantajı

Selahattin Demirtaş “CHP’nin kuracağı hükümete gireriz” derken MHP’nin böyle bir hükümete yanaşmayacağını biliyor. Ve aynı sırada PKK liderlerinden Cemil Bayık “ABD araya girerse ateş kes yapıp çözüm için görüşecekleri” mesajı verdi.

Görüntüdeki samimiyetten uzak durum gözden kaçmıyor. Birkaç haftada onlarca masum insanı katleden ve kentlere indirilen terör adeta ABD’nin de desteğiyle “masaya oturma tehdidi ” olarak kullanılıyor gibi…

Bu durumda “Dolmabahçe açıklamasından sonra ne oldu da masadan kalkıldı ve bugünler yaşandı” sorusu ortaya çıkıyor ve toplum haklı olarak sürecin taraflarından bu sorunun cevabını bekliyor.

Türkiye senaryolar, acımasız oyunlar ve şantajlarla zaman ve can yitiriyor, anlaşılmadığı zannedilen samimiyetsizlikleri toplum anlıyor.

Herkes kararlarını buna göre vermeli, Meclis acilen çözüm üretmelidir!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.