Şampiy10
Magazin
Gündem

Koltuk sevdası artık bitmeli!

MHP yeni genel başkan adayı Meral Akşener’in bir konuşması için inceleme başlattı.

Uzunca bir süredir siyasi partilerde “lidere veya izlenen politikalara eleştiri getiren” milletvekilleri için hemen inceleme başlatılıyor.

Disiplin kuruluna sevk ediliyor ve ihraç yolları aranıyor. Kısacası “parti içi demokrasi” sözünü etmeye neredeyse hiçbir partinin hakkı kalmadı.

HDP için durum biraz daha farklı, onlar “PKK’nın tepki vermeyeceği şekilde” konuşmak zorundalar.

Bunu en açık şekliyle seçim sonrası Selahattin Demirtaş “koalisyon yapmak”tan söz ederken gördük. Kandil’den hemen “Biz onay vermedikçe kimse koalisyon filan yapamaz” uyarısı gelivermişti.

Diğer partiler için ise disiplin kurulu ve ihraç konusu artık “tüzük” filan dinlemez halde.

Geri dönüşler

O nedenle, ihraç edilenler (İki örnek; Sinan Oğan ve Süheyl Batum) mahkeme kararıyla yeniden partilerine dönebiliyor.

Parti tüzüklerine göre bir milletvekilinin “kesin ihraç talebiyle disiplin kuruluna sevk edilmesi” için belli şartların oluşması gerekir.

Örneğin; Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerine ve Siyasi Parti Kanunu’nda yer alan usul ve esaslara aykırı eylemlerde bulunmak.

Parti içindeki yetkisini kötüye kullanmak gibi…

Bunların arasında “parti üyeleri hakkında basın aracılığı ile gerçek dışı söylemlerde bulunmak” da var.

Kaçkınlar, ucubeler!

Meral Akşener’i ihraç edeceklerse bu maddeyi kullanacaklar demektir. Ancak…

Olağanüstü kurultay isteyen, bunun için gerekenin üstünde imza toplayan, Genel Merkez “mahkemeye gidin” deyince mahkemeye giden çok sayıda delege ve milletvekili var.

Olağanüstü kurultayda genel başkanlığa aday olacak isimler uzun zamandır biliniyor.

Devlet Bahçeli ise önceleri sadece “olağanüstü kurultay olmayacak” derken mahkemenin kurultay yönündeki kararından sonra “Paralel”e geçiş yaptı ve bu çok sayıda partili ve adaylar için;

“ Paralel artıkları”, “Paralel’e teslim edecek partimiz yok”, “Okyanus ötesi kaçkınlar”, “Bu ucubeler” gibi akla gelmeyecek hakaret ifadeleri kullandı.

Değişimden kaçış yok!

Genel Başkan adaylarından Meral Akşener bu laflardan sonra “Eğer bu çevrelerin iddiası doğru ise ve Sayın Ekmelettin İhsanoğlu bir paralel projesiyse, ben de MHP için paralel projesiysem, ‘baş paralel’ de Sayın Bahçeli oluyor” demişti.

Söylediklerini devamı vardı; “Ama bu doğru değil. Türkiye’de son dönemde birinin kafasına taş düşse birkaç yıl önce Ergenekoncu’ydu, şimdi Paralelci. Yarın ne olacak bakacağız.”

Yani Akşener’in sözü “varsayım” niteliğinde, Bahçeli’nin hakaretleri ise açık ve net.

Bu durumda, Akşener için inceleme yapılıyorsa tüzüğe göre Bahçeli için de yapılmalıdır.

Avrasya Kamuoyu Araştırma Merkezi’nin 24 il, 60 ilçede yaptığı ankette “Akşener genel başkan olursa MHP oylarının yüzde 20’lere çıkacağı” görülmüş.

Bir genel başkan partisini seviyorsa böyle bir durumda direnmekten ve zaman kaybettirmekten vazgeçmelidir.

Aynı “değişim gereksinimi” CHP için de geçerlidir.

Hele de anketler ve yeni bir parti kurulması ihtimali “oyunun daha da düşeceği” endişesi yaratırken!

Yazının devamı...

ABD için IŞİD ve PKK farkı!

Savunma, güvenlik ve dış politika analisti Cahit Armağan Dilek, ABD’nin “Türkiye’deki PKK terörü” konusunda iki yüzlü bir politika izlediğini yazmış.

Suriye’de, özellikle PYD’yle ortak çalışma konusunda ısrarından bir türlü vazgeçmeyen ABD’nin PKK terörüne de “IŞİD terörü” kadar ilgi göstermediğine ben de aylardır birçok kez dile getirdiğim için vurguladığı noktalara dikkat çekmek istiyorum.

ABD Ankara Büyükelçisi John Bass’ın 7 Nisan basın toplantısında söylediklerinin izleyen medya mensupları tarafından “PKK silah bıraksın” başlığıyla verildiğini, oysa ABD Büyükelçilik sitesinde yazılanların bu anlama gelmediğini anlatıyor.

Politik hedef mi?

Cahit Armağan Dilek ABD sitesinde; “silah bırakmanın ve teröre son vermenin” tam karşılığının yazılmadığını, “politik hedefler için şiddet kullanmaya karşı oldukları ve söz konusu problemlerin çözümü için masaya oturmak gerektiği”nin ifade edildiğini belirtiyor.

PKK’nın Türkiye’yi bölmeye yönelik hedeflerinin böylece “masum bir politik hedef” olarak gösterildiğini…

İfadenin ise “teröre son verilmesi”nden çok “masada muhatap alınarak politik hedeflerine yönelik taleplerinin karşılanması”nı kast ettiğini vurgulayan deneyimli analistin bir hatırlatması daha var.

Türkiye’deki saldırılar

ABD düşünce kuruluşlarının çalışmalarında da Türkiye’deki terör olayları konusunda fark edilen duyarsızlık!

Bu kuruluşların 15-20 Kasım 2003’te İstanbul’da gerçekleşen büyük El Kaide saldırılarına bile yer vermediğini…

IŞİD’in Batılı ülkelerdeki saldırıları konuşulurken Türkiye’deki Suruç, Ankara Garı ve Kızılay saldırılarının hiç gündeme gelmediğini bildiriyor. Dün Kilis’e ve Hatay’a Suriye’den atılan top ve roket mermileriyle 1’i ortaokul öğrencisi olmak üzere 2 kişi öldü.

Kilis’e atılan mermi bir ortaokulun yakınına düştüğü için okul boşaltıldı. Bu mermiden bir saat önce 2 roket mermisi daha atılmış, biri Devlet Hastanesi’ne düşmüştü.

Bunlar IŞİD’in bulunduğu bölgeden atıldığına göre ABD neden hiç ilgilenmiyor?

Bölgedeki asker yakınlarını ABD’ye geri çağırmasının ve hepsinin dönmelerinin, “bölge boşaltılıyor” haberleri çıkmasının bu saldırılarla nasıl bir ilgisi var?

Masaya dönüş yok

Uzmanlar “Türkiye IŞİD’e karşı askeri harekat yapabilir, bu olaylar ülkenin ciddi bir güvenlik riski içinde olduğunu gösteriyor” derken ABD’nin sadece kendi vatandaşlarının güvenliğiyle ilgilenmesi kabul edilemez.

Dün Nusaybin’de PKK saldırısında 1 şehit daha verdik. Nusaybin’de operasyonların bir aydan fazla süredir devam etmesine rağmen hala hendeklerin kapatılması, barikatların kaldırılması, bombaların toplanması bitmedi.

Bir yandan IŞİD’in top-roket mermileriyle Suriye’den saldırıları devam ederken sanki iki taraflı çembere almışlar gibi PKK da terörünü sürdürüyor.

Bu olaylarda sınırların güvenliği, PKK’ya destek olarak PYD’den, IŞİD’den silah ve militan girmemesi en önemli sorundur.

Şimdi ABD’nin; IŞİD’in temizlenmesi için gösterdiği yaklaşımı Suriye’den Türkiye’ye yapılan saldırılar ve terör konusunda gösterme zamanıdır.

Bekliyoruz!

Yazının devamı...

Mermiler neden Kilis’e düşüyor!

Son birkaç ay içinde Kilis’e 34 roket mermisi düşmüş, 6 kişi hayatını kaybetmiş, 23 kişi yaralanmış.

TSK Suriye’den “IŞİD tarafından yapıldığı” söylenen saldırılara karşılık veriyor ama roket atışları kesilmiyor.

Bu arkası kesilmeyen saldırılardan sonra Genelkurmay Başkanı ile MİT Müsteşarı bölgeye giderek incelemelerde bulundu.

Uzmanlar “IŞİD’le çatışmaların artacağı, bunun da Türkiye genelinde terör tehdidini arttıracağı” uyarısında bulunuyorlar.

Sınıra yaklaşıyor

Ankara Strateji Enstitüsü Başkanı Mehmet Ali Özcan; Çatışmalar sınıra gün geçtikçe ve önlenemez şekilde yaklaşıyor… Müttefikler Suriye’de hedefleri vuruyor ama bunu “Türkiye’nin savunması konseptine” çevirmeleri gerekir. “Batı Türkiye’nin güvenlik sorununu görmek zorunda” dedi.

Uzmanlar “Türkiye’nin her durumda koalisyon güçleriyle hareket etme olasılığının da yüksek olduğunu” da söylüyorlar.

Ancak buradaki çelişki de gözden kaçacak gibi değil.

Prof. Özcan’ın vurgularından biri “Türkiye’nin sınırda güvenli bölge isteğine ilk karşı çıkan ve asla kabul etmeyenin de koalisyon güçlerinin başındaki ABD olduğu” idi.

Işid ve pyd planı!

ABD, kendisi mülteci almazken, zor durumda olan müttefiki Türkiye’nin ısrarlı “güvenli bölge” taleplerine karşı çıkması konusunda kabul edilir bir açıklama yapamadı.

Rusya ve Esad güçleri ile birlikte “sınır ötemizde PYD’nin ilerlemesine ve kantonlar ilan etmesine” yardımcı oldu. PYD’ye her tür desteği verenler arasında AB ülkeleri de var.

Kilis’ten Türkiye’ye atılan mermilerin Türkiye’yi IŞİD veya PYD ile çatışmaya sokması Güneydoğu bölgesinden sınır ötesi savaşa dahil olmamız için yeni bir plan olabilir.

IŞİD’in Tel Abyad’ı çatışma yaşanmadan PYD’ye bırakmasıyla Cezire ve Afrin kantonları birleşti. Kilis’in karşısında bulunan Azez’i de IŞİD alıp PYD’ye bırakırsa diğer kantonların Kobani ile birleşmesini sağlayacak.

1 milyon göç daha…

Cerablus-Azez hattı PYD’nin “sınırımızdaki koridoru tamamlamak için” ele geçirmek istediği son bölge.

Bunlar ortadayken ABD’nin “Biz IŞİD’e karşı savaştığı için PYD’ye destek veriyoruz” mazeretleri çocuk aldatmaca gibi kalmıyor mu? ABD ve AB “müttefikimiz” dedikleri Türkiye’ye, “Esad’a karşı onu tutuyoruz” dedikleri ÖSO’ya bunu neden yaptılar ve devam ediyorlar sorusunu cevaplamak zorundadır.

IŞİD Azez’i muhaliflerden aldığı takdirde “1 milyondan fazla kişinin oradan Türkiye’ye göç edeceği” bildiriliyor ki şu anda bile sınırda binlerce kişinin toplandığı haberleri fotoğraflarıyla veriliyor.

Türkiye ne yapacak? AB’nin istemediği 1 milyona yakın Suriye-Irak-Afganistan-Pakistan’lı sığınmacıyı alıp 4 milyonun üstüne bir de Azez’den, Cerablus’tan kaçanları mı alacak? Prof. Mehmet Ali Özcan’ın “Batı görmeli” dediği Batı “olayların bu hale gelmesine destek veren Batı” değil mi?

Sonunda dönüp dolaşıp Suriye iç savaşına ilk günlerdeki müdahalemizin yanlış olduğuna geliyoruz. Umalım da Güneydoğu’ya sınır ötesi savaşlarını sıçratmayı başarmasınlar. Türkiye IŞİD’le karşı karşıya getirildiği için terör tehlikesi büyümesin. Önlenmesi gereken bu!

Yazının devamı...

‘Sürece dönme’ ve Suriye!

Televizyonlardaki tartışmaları, panellerde yapılan konuşmaları izledikçe sıklıkla ‘Acaba farklı ülkelerde mi yaşıyoruz” hissine kapılıyorum. Örneğin “Çözüm sürecine dönme” tartışmaları… 2015 Temmuz’undan bu yana PKK’nın kanlı saldırılarında en az 400 asker ve polisimiz şehit oldu.

Biz her gün bombalı, roketatarlı, yollara tuzaklanmış patlayıcılı saldırılarla, şehirlerdeki canlı bomba eylemleri ve hayatını kaybeden insanlarımızın üzüntüsüyle uyuduk uyandık.

PKK eylemlerinin yanı sıra bu kez farklı olarak IŞİD de işin içine girdi. “Onlarca insanı bir defada öldürdükleri” eylemleri sırayla yaptılar.

Cenazeye gitmeyen vekil

HDP arada bir çözüm sürecine dönmekten söz ederken aynı anda büyük bir bombalı saldırı haberi duyuluyordu.

Demirtaş iki gün önce “PKK’nın bombalamaları, saldırıları oldukça barışı siyasi zeminde konuşabilmek mümkün değil. Silahlar susmalı ki çözümü konuşabilelim” dedi.

Daha önce de “PKK’nın eylemleri en çok HDP’ye zarar veriyor” dediği olmuştu.

Bunları duyunca HDP’yi bir anda “PKK terörüne, kanlı bombalı eylemlere karşı çıkıyor, insani duygular ifade ediyor” sanmak mümkün.

Ancak aynı Demirtaş’ın; PKK’lı teröristlerin cenazesine katılan HDP’liler için “PKK’lı cenazesine gitmeyen, acısına sahip çıkmayan milletvekiline soruşturma açarım” sözlerini de söylediğini… “Kobani’de olanın aynısı Güneydoğu’da olacak. Kürdistan küllerinden doğacak” diyerek bu acımasız terörün nedenini açıkladığını unutmamak gerekiyor. Kendisinin unutmadığına şüphe yok.

Sınıra saldırıyorlar

PKK terör örgütü “çözüm sürecinde” şehirlere 50 ton patlayıcı stoklamış.

Valilere “karışmamaları” için talimat verildiği açıklanan aynı süreçte silah-bomba stoku yanında “terörist stoku” da yaptılar ve yüzlerce insan öldürdüler.

İlleri, ilçeleri yakıp yıktılar, vatandaşları evlerini terk edip göç etmeye zorladılar.

Şimdi “sürece dönmek”ten söz edildiğinde akla PKK’nın bu eylemleri “tekrar masaya oturma halinde tehdidin boyutu unutulmasın, pazarlık ona göre yapılsın” amacıyla tezgahladığı hatta IŞİD’in de kendisine yardımcı olduğu geliyor.

Sonunda “masaya” dönülecekse yüzlerce sivil, asker, polis neden öldürüldü?

O güvenlik görevlileri neden PKK’yla mücadele etti, saldırıları göğüsledi, şehitleri neden verdik?

Artık sorun sadece PKK’nın silah bırakması değil, sınırın hemen ötesindeki PYD ile neler planladıklarıdır… Birkaç gündür IŞİD “muhaliflerin Azez-Cerablus hattında ilerlemesi” bahanesiyle Kilis’in karşısındaki mülteci kamplarına saldırıyor.

Yine binlerce kişi Türkiye sınırına hücum etti, ABD’nin ve AB neden “IŞİD’e karşı yardım” için ortada yoklar?

Başbuğ’un önerisi

Genelkurmay Eski Başkanı İlker Başbuğ Atatürk Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada:

“Esad’ın savunulacak yanı olmadığını, Suriye konusunda İran ve Rusya ile hareket etmenin yararlı olacağını, ABD ile beraber olma zorunluluğumuz olduğunu” söylemiş.

İran ve Rusya’nın “Esad’la birlikte hareket ettiğini”, Suriye’nin kuzeyinde “PYD’ye özerk bölge” için ABD’nin de yardım ettiğini düşününce ben işin içinden çıkamadım. Sanıyorum buradaki tek doğru “Esad’ın savunulacak yanı olmadığı”!

Yazının devamı...

AB’nin ‘soykırım’ baskısı!

Avrupa Parlamentosu’nda oy çoğunluğuyla kabul edilen “Türkiye Raporu” Türkiye tarafından reddedildi.

Raporda Türkiye’de “yargı bağımsızlığı, toplanma özgürlüğü, ifade özgürlüğü, insan haklarına saygı, hukukun üstünlüğü” gibi konularda son yıllarda yavaşlama olduğu bildiriliyor.

Avrupa Parlamentosu’nun “demokrasiye saygı ve hukukun üstünlüğü” konularındaki sapma göz önüne alındığında Ankara’nın ‘AB üyeliği için gereken kriterleri ihlal ettiği’nden duyduğu derin endişeden söz ediliyor.

AB üyeliği Türkiye için önemli olduğuna ve bunca yıldır beklediğimize göre bu konulardaki uyarılar tartışılabilir, eksikler giderilebilir. Ancak…

AP aynı raporda Türkiye’nin “1915 olaylarıyla ilgili Ermeni iddialarını tanımasını” da istiyor ki bu konuda Türkiye’nin raporu ret etme hakkı kesinlikle mevcuttur.

Dünya tarihçileri konuşsun!

Türkiye yıllar önce “Türk Tarih Kurumu” tarafından Ermeni tarihçileri masaya oturarak olaylarla ilgili arşivleri, belgeleri birlikte incelemeye davet etti.

Bu daveti sadece Ermenistan’a değil, dünyadaki bütün Ermeni tarihçilere yaptı.

Hiçbiri kabul etmediler, etmedikleri gibi “önce soykırımı kabul edin, sonra masaya oturalım” diyenler oldu.

Oysa İngiltere’de bu dönem olaylarını “Ermeni tezini savunarak” anlatan en meşhur kitaplardan olan Mavi Kitap’ın yazarı Arnold Toynbee bile yıllar sonra kitabın “Ermeni lobileri tarafından finanse edildiğini, birçok bilgide yanıltma olduğunu” açıklamıştır.

Avrupa Parlamentosu üyelerinin oylama yapmadan önce bu bilgileri, Alman-Rus-ABD-İngiliz-Türk arşivlerindeki bilgi ve belgeleri incelemeleri gerekirdi.

Başta dünyaca ünlü İngiliz tarihçi Andrew Mango, bu konularda dünyanın en etkili tarihçisi kabul edilen Bernard Lewis, ABD’li tarihçi Justin Mc Carthy, Fransız tarihçi Gilles Veinstein’ın yıllar süren araştırmalarını, kitaplarını okumaları gerekirdi.

Öyle koltuklara oturup düğmelere basarak tarihi kafadan yazma hakkına sahip olamazlar.

Sadece bu konu, en ufak tereddüde yer bırakmadan “Avrupa Parlamentosu raporunu geri gönderme hakkı”nı Türkiye’ye vermektedir.

Övgülerini istemeyiz

Raporda “Türkiye’nin sığınmacılara ilişkin tavrına” da övgüler var.

Çünkü bu konu Avrupa Birliği’nin menfaatlerini içermekte, istemedikleri Afgan, Pakistanlı, Suriyeli sığınmacıları Türkiye’ye göndererek sorumluluktan kurtulmalarını sağlamaktadır.

Bizim böyle bir övgüye ihtiyacımız yok, bu konudaki sorumsuz tavırları, Birleşmiş Milletler’in defalarca “AB’nin bunu yapması yasalara aykırıdır” uyarılarına rağmen anlaşmayı nasıl inatla yaptıkları bilinmektedir.

AB diğer ülkelere “insan haklarına saygı” dersleri verir, raporlar yazarken mültecileri topluca sınır dışı etme konusunda kendi ilkelerine aykırı davranmış ve özellikle bu konu BM uyarılarında vurgulanmıştır.

Yargı bağımsızlığı, hukukun üstünlüğüne saygı, ifade ve toplanma özgürlüğünün kısıtlanması ve benzeri konularda eleştirebilirler ama “insan haklarına saygı” demesinler!

Yazının devamı...

Ağlatan fotoğraf!

Diyarbakır’ın Hani ilçesinde PKK’nın Jandarma Komutanlığı nizamiyesine bomba yüklü tanker saldırısında 2 asker şehit oldu, 38 asker ve 8 sivil yaralandı.

Dün Milliyet gazetesinin ilk sayfasında ve 17’inci sayfasında gördüğümüz, Diyarbakır saldırısında yaralanan askerlerin tekerlekli sandalyelerde pijamalı, terlikli ve “çoğunun başları sargılar içinde” fotoğrafları yürekleri kanatacak kadar acıydı. Kendileri şehit olmaktan kıl payı kurtulmuşlardı ama “alçakça arkadan vuran bir terör saldırısında” şehit olmuş arkadaşlarının cenazesinde ellerini açmış dua ediyorlardı.

Bu cumhuriyet için…

Aynı fotoğrafın yanında ve altında gencecik 2 şehit haberi vardı; Uzman Çavuş Burak Cantürk ve Uzman Çavuş Halis Uysal…

Burak Cantürk’ün sözlüsü üzerinde fotoğrafları olan yastığa sarılmış ağlıyor, Halis Uysal ise nişanlısıyla nikah kıymış, Ağustos’ta düğün yapacaklarmış.

Bu haberleri “Bir acı haber daha geldi” diye okuyup geçemeyiz. Bu acı haberlerin daha ne kadar süreceği, nasıl bitirileceği konusu bu ülkenin en önemli sorunudur.

PKK’ya yataklık eden, arka çıkan milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması“yargı önüne çıkarılmaları” için gerekli olabilir ama bundan önce düşünülmesi gereken konu askeri lojmanlara, karakollara yapılan bombalı saldırıların, sokaklarda serseri mayın gibi dolaşma fırsatı bulan canlı bombaların nasıl önleneceğidir.

23 Nisan ve çocuklar!

Bu gencecik şehit ve gaziler canlarını bu ülke için, Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve yaşatmak için feda ediyorlar.

Bu Cumhuriyet’in ne fedakarlıklar ve başarılarla kurulduğunu anlatan “milli günlerimizin” her şart altında kutlanması terör mücadelesi veren güvenlik güçlerine motivasyon olacağı gibi şehitlerin de ruhuna huzur verecektir. Son yıllarda ulusal bayramlarımızın çeşitli nedenlerle kutlanmadığı oldu, bu yıl da “terörle mücadele operasyonları sürerken, şehit haberleri gelirken sadece Anıtkabir’de bir tören yapılmasının uygun görüldüğü” açıklandı.

Oysa 23 Nisan yalnızca “egemenliğin millete ait olduğunu” simgeleyen TBMM’nin açılış günü değildir, Atatürk’ün “çocuklara armağan ettiği” bir gündür.

Bu günü kutlamak ve devletin de önem verdiğini görmek ülkenin geleceğini emanet edeceğimiz çocukların hakkıdır.

Devlete düşen görev

Aynı şekilde 19 Mayıs’ların, 29 Ekim’lerin devlet nezdinde ve ülkenin her köşesinde kutlanması aksatılmamalıdır.

Bu yıl 23 Nisan için devletin yapacağı bir önemli görev daha var. Türkiye bugüne kadar “yüzde 1400 arttığı” açıklanan kadın tecavüzü haberlerine üzülürken bu yıl “çocuk tecavüzleri” hiçbir medeni ülkede görülmeyecek ölçüde arttı. Dün yine Bartın’da bir sapığın 7 yaşındaki çocuğu aldatarak tecavüz ettiği haberi verildi. Sanık daha önce de tecavüz suçu işlemiş, sadece 8 ay yatarak çıkmış.

Devlet “suçluların serbest kalmamasını ve çocukların korunmasını sağlamak”la görevlidir, 23 Nisan öncesi bu konuda somut ve radikal adımlar atmalıdır.

Yazının devamı...

Genel başkanların sorusu!

Türkiye’nin en deneyimli eski siyasetçileri ile konuştuğumda hepsi “Ülkenin bugüne kadarki en tehlikeli, en riskli süreçlerinden birini yaşadığını” söylüyorlar. Onlara hak vermemek mümkün değil. Yurt içinde ve dışında üzücü gelişmelerin arkası kesilmiyor.

Dün yine PKK’nın evlere tuzakladığı bombalarla ve saldırılarla 4 askerimiz şehit oldu, 9’u yaralandı.

Hakkari’de Jirki aşireti PKK saldırısında yaralanan aşiret liderleri için “PKK’dan intikam alma yemini” etti.

PKK ile mücadelenin “sivil halk” zeminine inmesi, PKK’nın beklediği “iç savaş” havasını yaratacağı için yeni bir tehlike ortaya çıkarır.

Sınır ne kadar güvenli?

TSK Suriye’den atılan roket mermilerinden sonra Suriye’deki IŞİD mevzilerini bombalamış. Oysa sınır ötemiz öyle bir karmaşa içinde ki bu mermileri kimin attığı belli değil, IŞİD olduğundan emin miyiz?

Türkiye’yi savaş konusunda kışkırtmak için de olabilir, Güneydoğu’yu Suriye’deki kaosa çekerek istenen bölünmeyi bu şekilde hızlandırma amacı da olabilir.

Güneydoğu’dan gelenler “sınırın hala geçişlere çok müsait olduğunu, özellikle Barzani’ye ait sınır kesiminden geçişlerin son derece kolay olduğunu” anlatıyorlar.

Bu durum sürerken PKK terörünün bitmeyeceğini, “PYD-YPG’den gelen desteklerin kolayca bu örgüte ulaştığını” vurguluyorlar.

Savaş planı!

PKK “Şehirlere inmekle hata yaptık, kırsala çekileceğiz” gibi yanıltıcı açıklamalarla tam aksini yaparken aynı zamanda Kandil’de “Devrimci savaş başlasın” kararları alınıyormuş.

Yani Hükümet “PKK tümüyle silah bırakana kadar mücadele sürecek” derken bir yandan silah ve militan desteği geliyor, diğer tarafta terör örgütü de eylemlerini daha çok “savaşa çevirme” planı yapıyor.

Terörle mücadele bu bilgilerin ışığı altında ve acil önlemlerle yapılmalı, sınırlar AB ülkelerinin sınırları gibi “en güvenli hale” getirilmelidir. Bu gelişmeler ve terör son hızla sürerken Hükümet’in yaptığı ve medyada yer alan açıklamalarda “terörle ilgili” bilgilerin yeterli olmadığı göze çarpıyor.

Toplumun bütün ilgisinin “terör”de yoğunlaştığı göz önüne alınarak bu konu öncelik sıralamasında ilk sırada yer almalıdır.

Muhalefet de sormalı!

MHP eski Milletvekili ve 4 yeni genel başkan adayı arasında olan Sinan Oğan dün bir açıklama yaptı.

“Biz ülkücüyüz, bu parti ne paralele sapar, ne de başka bir kimliğe dönüşür. Sayın Genel Başkan kurultay delegelerinin iradesine ve mahkeme kararına saygı göstererek kurultay kararı almalıdır. 2018 tarihini vermenin anlamı yok” dedi.

Ortadaki tablo Sinan Oğan, Meral Akşener gibi adayların tümüyle haklı olduğunu gösteriyor. MHP’nin değişim ihtiyacının önlenemez hale gelmesinden söz ederken aynı durumun CHP için geçerli olduğunu hatırlatmaya çalışıyorum. Aslında soru gayet basit, iki liderin kendilerine şunu sormaları gerekiyor; kısa süre içinde bir seçim olsa partime ne kazandırabilirim. Onlara “başarı vaad edecek durumda mıyım?”

Bir demokraside güvenilir durumdaki muhalefet partilerinin varlığı hayati önem taşır. CHP ve MHP en kısa zamanda “beklentileri karşılayacak konuma” gelmelidir!

Yazının devamı...

Gerçekleri görmek çok mu zor?

Bir değil, birçok konuda apaçık ortada olan gerçeklerin görülemiyor olması insanı hayrete düşürüyor.

Gaziantep’te “ÖSO militanı, aynı zamanda Suriyeli gazeteci olduğu bildirilen bir kişinin sokak ortasında vurulduğu” haberine bakalım.

“IŞİD’in yaptığı” tahmin ediliyormuş. ÖSO’lu gazeteci ise 10 ay önce sınırdan geçip Gaziantep’e yerleşmiş.

Suriye’de görülebilecek olayların Türkiye’ye kolayca taşındığını gösteren açık örneklerden biridir. ÖSO’dan IŞİD’e kadar bu militanlar Türkiye’ye neden ve nasıl yerleştiler?

Aynı sıralarda Yunanistan’ın Makedonya sınırı yakınlarındaki bir kampta bulunan 11 bin mülteciden 500’ünün “sınırlarını kapatmış olan” Makedonya’ya geçmek için dikenli tel örgülere saldırdığını duyduk.

Makedon polisi aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu bu mülteci grubunu plastik mermi ve göz yaşartıcı gazla durdurdu. Bu mülteciler de Yunanistan’dan Türkiye’ye mi gönderilecek acaba? Yunanistan’daki kampta kalmayı da istemeyen, Batı’ya doğru ilerlemek için ölümü göze alan insanlar buraya gelirse neler olacak?

Avrupa Birliği’nin polis gücü Europol “Türkiye’den Yunanistan’a geçiş yapan mülteciler arasındaki IŞİD ve benzeri terör örgütü militanlarını yakalamak için harekete geçti” haberi de bununla birlikte veriliyor. Bu ne demek? “Türkiye’deki mülteciler arasında da bu örgütlerin militanları mevcut” demek değil mi? Peki Europol az sayıdaki mülteci arasında arama yaparken Türkiye “milyonlar” arasındaki teröristleri nasıl bulacak?

Yasa dışı diyerek…

Avrupa Birliği polisi “Paris ve Brüksel saldırılarını yapan IŞİD militanlarının da mülteci kılığında Yunanistan üzerinden Avrupa’ya geçtiğini” söylüyor.

Türkiye’de canlı bomba saldırılarını yapan IŞİD’liler, aranan-yakalanan canlı bombalar da Suriye’den Türkiye’ye geçenler değil mi?

Biz kendi ülkemizde PKK ve IŞİD terörüyle mücadele ederken, bir de üstüne AB’den “yasa dışı gelmişler” denerek gönderilenleri ne yapacağız? Türkiye’ye gelince “yasal” mı olacaklar?

AB ile “mülteci teknelerini Yunanistan’a geçirmeyeceğiz” diye anlaşma yaptık, Cumartesi günü Ege’de yine Türkiye’den Yunanistan’ın Sisam adasına geçmeye çalışan mülteci teknesi battı.

Biri çocuk, 4’ü kadın 5 sığınmacı öldü. 4’ü kayıptı ama onların da sağ kalmadığı bellidir.

Bugüne kadar defalarca vurguladığımız gibi bu tekneleri veya herhangi bir başka şekilde Yunanistan, o olmazsa Bulgaristan üzerinden geçişleri önlemek mümkün değil.

Önlemek için Yunanistan’ın tekneleri geri çevirdiğini, bu teknelerin battığını kaç kez duyduk. Bu can kayıplarının vebali AB’ye aittir, bizim bu vebale ortak olmayı kabul etmemizin ise açıklaması yoktur.

Pyd-pkk ve silahlar!

İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Richard Moore “PYD ile PKK bağlantılıdır… Biz PYD’ye silah vermiyoruz, bildiğim kadarıyla ABD de vermiyor” dedi.

Moore en iyisi PYD Lideri Salih Müslim’e sorsun; 14 Ekim 2015’te “ABD’nin YPG’ye 50 ton silah ve mühimmat verdiğini” söylemişti, belki bir kez de ona anlatır. Türkiye’deki terörde hepsinin sorumluluğu var!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.