Şampiy10
Magazin
Gündem

Bu neyin fotoğrafı?

Mutluluğun fotoğrafı olmadığı kesin!

Hayır, 70’li yıllardan kalma Woody Allen filmlerinden bir kare de değil.

Ha, yine o dönemin The Graduate filminden olabilir mi?

Olgun kadın- çıtır erkek görüntüsü itibariyle...

Hani, cinselliği ve aşkı keşfederken epeyce kafası karışan ve bunalan Benjamin‘i, babasının patronunun karısı Mrs. Robinson‘ın baştan çıkarma hikâyesinden bir bölüm?

Hayır, o da değil.

Bu ne biliyor musunuz?

Hani şimdi sigara paketlerinin üzerine resim koyuyorlar ya, onlardan biri..

Belki siz de rastlamışsınızdır...

Altında da aynen şunlar yazıyor:

“Sigara içmek kan akışını yavaşlatır ve cinsel iktidarsızlığa neden olur.“

Şimdi fotoğrafa bir daha bakın.

Kadına...

Adama... (Daha doğrusu çıtıra...)

Yatağa...

Yorgana...

Bir kere bunlar hiç Türk’e benzemiyor. Zaten dedim ya, 70’lerden kalma gibiler...

Yani aslında şimdi bunlar yaşıyorsa, kadın 80’lerinde, çocuk da 65’inde falan... (Şimdi kendisi çıtır peşindedir yani...)

Şimdi veya eskiden...

Türkiye’de böyle bir şey olmaz!

Neden?

Anlatayım...

Kış günü. Yorgan var belli!

Kış ama çıplak oturuyorlar. Yani askılı gecelik falan... Türkiye’de kış günü kimse böyle yatağa girmez.

Girse de böyle oturmaz.

İnsanlar gece kombiyi kısar. Merkezi sistemliler kapatır bile...

Kısacak ki, sayaç sabaha kadar dönmesin.

Döner o. Sesini bile duyarsın.

Tırrrr, tırrrrrrr....

Açık ve net yazıyorum; bu fotoğrafın sigarayla bir ilgisi yok.

Daha doğrusu bunların sevişememelerinin nedeni sigara falan değil.

Kadın kıymış paraya, açmış kombiyi... Malum; çıplak kalalım, üşümeyelim falan diye... Köklemiş gazı...

Şimdi kara kara düşünüyor.

“Bu sabaha kadar ne kadar yakar? Şimdi iyi de, asıl fatura gelince görecem günümü. Zaten bu kaçıncı?”

Kadının aklı sayaçta...

Bir de taktı ya kafaya, bitti artık!

Dakikalar geçtikçe fatura tıkır tıkır artıyor...

Sayaç döndükçe geriliyor...

Kadın nasıl gevşesin?

Ha, kombiyle ilgisi yoksa eğer..

Geriye tek olasılık kalıyor:

Kadın yeni boşanmış ya da intikam intikam yatışı yapmaya çalışıyor!

Gelelim adama...

Adam değil de, çocuk!

Zaten kadın bulmuş kendinden en az 15 yaş küçük çıtırı... Ki bu da bize hiç uymaz, o da ayrı...

Şimdi oda olmuş cehennem gibi. Sıcaktan çocuk sünmüş.

O saçlar yakıyor tabii enseyi...

Sonuçta görüntü şu:

Bu iş, bu akşam mümkün değil.

Yaz aylarını bekleyeceksin, bir de o saçları kestireceksin.

Olmaz o saçlarla...

E, saç demişken...

Bir kere bu iş baştan olmaz!

Niye?

Çünkü kadın saçlarını arkadan, enseden bağlamış. Mrs. Rosenmayer saçı...

Sanki başöğretmen!

Yok canım... Kadının hiç niyeti yok.

O saçlar açılacak bir kere... Başka türlü olmaz. Yani...

Bu fotoğrafta bunların sevişmemeleri için her türlü neden var.

Engel olmayan tek unsur ise sigara...

Hatta tam tersine...

Bu yatağı kurtarsa kurtarsa, sigara kurtarır!

Ama ille de sigarayla bir ilgisi olacaksa, o da kendimizi zorlarsak, sadece şöyle bir bağlantı kurabiliriz: Yani ben olsam resim altı olarak şunu yazardım:

“Sigarayı yeni bırakmış çift, ‘Sigara mı, seks mi?’ muhasebesi yaparken...”

Yazının devamı...

Bir iyi bir de kötü haberim var

E artık klasik soruyu da yönelteyim: “Önce hangisini söyleyeyim? İyiyi mi, kötüyü mü?”

İyi olanı...

Peki.

Cinsel gücü artıran ve ereksiyon sağlayan bir içecek varmış.

Yani artık viagralara falan gerek kalmadı...

Gazoz gibi iç, o kadar...

Kalbim, tansiyonum derdi yok.

Daha ne olsun?

İyi haber bu.

Gelelim kötü habere...

İçeceğin şöyle bir yan etkisi varmış:

“Bulanık görme, ani işitme kaybı, kızarıklık, baş ağrısı...“

E, ama tam o sırada hık(!) diye kalpten gitmekten iyidir!

Olsa olsa ne olur ki?

Ne ya da neler başınıza gelebilir? Bir düşünelim...

Heh heh hee...

İçeceği içmişsin...

Ortam, saat, kadın her şey tamam...

Tam o sırada...

Bir bulanık görme, bir tuhaflık...

Kadın bir var, bir yok gibi...

Hayır, sorun değil de, tutturamama sorunu olabilir, o bakımdan...

Hemen yanlış anlamayın, tam sarıldım sanıyosun... Sarlıyorsun ama yorganmış mesela gibi!!!

“Lan bu böyle değildi, tuhaflık var ama neyse..” demeyin, sorun.

“Kimsiniz?” diye bir soru olmasın tabii...

“Neredesin?” diye de sormayın, yanlış anlaşılabilir.

“Ben yataktayım da, asıl sen orada ne yapıyorsun?“ gibi bir cevapla karşılaşmak hiç hoş olmayabilir.

Onun için siz siz olun, dürüstçe sorun. Deyin ki:

“Aşkım, biraz bulanık görüyorum da, sen biraz yardımcı olsan bana...“

Başında mutlaka, “aşkım” kelimesini kullanın ki, hem olayı yumuşatsın hem de kadını telaşlandırmasın.

“Biraz yardımcı olsan bana...”dan sonra...

Kadın da anlayışlı ya, büyük olasılıkla,

“Biraz sağa doğru gel sevgilim“ diyecek.

Sonra mı?

Sonrası şu:

“Hı?”

“Sağa kay diyorum, sağa...”

“ANLAMIYORUM Kİ! BAĞIR BİRAZ, BAĞIR!”

Hani bir de kulağını eliyle ona doğru uzatırlar ya, ne fark edecekse!

Heh heh hee...

Artık kadının çaresi kalmamıştır; adamın sırtına “Süpersin” dokunuşu yapıp ertesi sabah o içeceği atmaktan başka...



Bu içecek mi neyse, kim için iyi biliyor musunuz?

Evliler için...

Niye?

“Göz görmeyince gönül katlanır“ hesabı...

Bulanık gör, hatta hiç görme... İstediğini hayal et.

Sesi bile duymayacağın için fantezinin bozulmasına da imkân yok.

Ha, kadınlar mı?

Nasıl olsa duymuyor ya...

Daha iyi bir fırsat mı var?

Aklına ne geliyorsa saydır artık...

Ama yine de temkinli olmakta yarar var. Hani saydırmalar bitince, madem o fantezi yapıyor, ben de yapayım diyerek, kocanın yerine onun patronunun adını falan söyleme..

Neme lazım!

Yazının devamı...

Karşılaştırma yapalım o zaman

Emre yabancı
kadınları öve öve bitirememişti ya...
Hani kaç gündür tartışıyoruz..
Şimdi ben diyorum ki, Emre’nin kıstaslarını alalım...
Bir karşılaştırma yapalım.
Daha doğrusu bir oyun oynayalım...
Emre’nin son cümlesinden yola çıkalım:
“İlişki dediğiniz yabancı kızla yaşanır. Tabii erkek de Avrupa kafalıysa:)” diyor ya, oradan...
Bizim oyunumuz şu:
Ya değilse...
Ya erkek Avrupai değilse!
Ki değildir!
Şimdi o tarif ettiği durumlarda neler yaşanır?
Oyun bu.


* “Erkeği boğmayan derinlikler, komplekssiz espriler, sürekli bir guard halinin olmayışı...”
Kadını ya terk eder ya da evlenir. Kısaca, yok etmeye çalışır!
* “İlla da bir commitment gerekmeyişi...”
Commitment derken? Sadakat anlamında mı? Bizde gerekiyor da, kimse yapmıyor!
* “İlişkinin tadının kaçmaya başladığını anladıkları an olaya el koyup ‘Yürümüyor mu?’ diye sormayı becerebilmeleri...”
Biz sormuyoruz sanki! Ama cevap ne? ‘Yürüyor aşkım!” “Ama kaç kişiyle???“
* “Ve ayrılığı hiç ama hiç dramatikleştirmemeleri gerçekten beni çok etkilemişti.”
Ayrılsalar! Bizimkiler ayrılmaz ki! Yedekte tutarlar.
* “Soğukkanlılıkları ve hiçbir ilişkinin ne ilk ne de son olduğunu bilmeleri de ayrıca bir etkilenme sebebi idi benim için.”
Biz de biliyoruz da, 2’den fazla ilişki sayınca, fahişe muamelesi yapmasalar, söyleyecez!
* “Onlarlayken her zaman Papermoon’a gitmek zorunda değilsiniz mesela. Mutluysanız hamburgeci bile inanılmaz bir eğlence yerine dönüşebiliyordu onlarla.”
Bizimkiler onu da kestiler. Evde makarnaya kadar düşüldü!
* “En önemlisi de yaşamayı biliyorlardı ve eğlenmeyi.”
Ha! Biz eğlenelim... Hele onlarsız eğlenelim!!!
* “Yanlarında saçmalama özgürlüğünüz sınırsızdı.”
Bizimilerin başka seçenekleri yok zaten!
* “Bir erkeğin bir kadına yönelen ilgisinin kıymetini o kadar iyi biliyorlardı ki, bakışlarında onları sevdiğiniz için size duyulan minnet duygusunu okuyabiliyordunuz.”
Bu ‘minnet’ işi, olayı biraz oryantalleştiriyor biliyorsun! Duymamış olalım.
* “Giyinmeyi çok iyi bilirlerdi. Yanımdayken bütün gözlerin onlara dönmesine bayılır onları daha çok sever, kendimle gurur duyardım.”
E, hiç ‘Yerler senin o göbüşünü!!’ diye sevimlilik (!) de mi yapmazdın?
* “Topluluk içinde çok seksi giyinmeyi başarırlardı. Ve bu beni çok mutlu ederdi.”
Bizimkiler evin içinde bile özgüven kaybına uğrar. Yalan diyen?
* “Bir insanın sabah kalkınca sevgili yükünü hissetmemesine rağmen onu araması, özlemesi paha biçilemez...”
Bu cümle var ya!
Bak işte bu cümle beni derinden yakaladı... (Cidden.)
Hepinize ödev veriyorum: Bu cümleyi 10 sayfa yazacaksınız...
Herkese de böyle ilişkiler diliyorum.
(Bu ne be! Ölecekmişim gibi!)
Ölürmüşüm....
Bakın ben başlıyorum:
“Bir insanın sabah kalkınca sevgili yükünü hissetmemesine rağmen onu araması, özlemesi paha biçilemez...”
Vay be!
Düşünmesi bile güzel!
Limonata gibi...
Olsa da, içsek!

Yazının devamı...

Emre haklı diyenler?

Çook...
Çoğunluk ona hak vermiş.
Hani yabancı kadınlarla birlikte olmanın güzelliklerini sıralayan Emre...
Herkes bir yorum yapmış. Ama benim de onlara söyleyeceklerim var tabii!!!
* “Ben Avrupa’da yaşadım. İnsanların ne denli farklı olduklarını açık ve net görebiliyorum. Artıları olduğu gibi eksileri de mevcut. Her şeye rağmen Türk’ün gözünü seveyim.”
Ne diyeyeyim ki sana! Issız adam sevsin seni!!!)
* “Türk kadını erkeğini kendine sponsor yapmaktan vazgeçer de hayatı doğru dürüst birlikte yaşamayı arzu ederse sorun kalmaz. Bitmek bilmez hayaller ve planlarla hayatını rezil ederler insana. Azla mutlu olmayı bir öğrenin be kardeşim.”
Az derken? Neyin az’ı? Bir ölçü versen?
* “Öyle tatlı tatlı anlatmış ki arkadaşım, utandım resmen kendimden, ama haklı...“
Kız arkadaşından ayrılırsa, aranızı yapayım bari! Ama sen de, telefon kontrolü falan yapmayacaksın, ok?
* “Bizonlar, aslanlar birçok hayvan dişilere kavuşmak için kavga ediyor. Yalnızca insan olabilmek yeter. Batılısı, doğulusu, zencisi beyazı...”
Sen de bizondan zenciye iyi geçiş yaptın ha! Ayrıca ‘Bunca yıllık yorumcusun, hiç tavşanları düşündün mü? Çaya neden tavşan kanı derler sence?’!!!)
* “Yorum yapanların profillerinin çoğu Avrupa’da, Kanada’da var. Ve asla yabancı bir kadınla evliliği beceremiyorlar. Adamlar evlenirken bekâret gibi abuk işlere kafayı takmaz. Hele hele evde hizmet etmek, o adamların ailelerini tepede tutmak gibi ödevleri de yoktur. Özgür kadının saygı kavramı başkadır. Türk erkeği bu ilişkiyi yürütemez.“
Bu yoruma imza kampanyası başlatalım mı kızlar?
* “Bir erkeğin bir kadına yönelen ilgisinin kıymetini o kadar iyi biliyorlardı ki, bakışlarında onları sevdiğiniz için size duyulan minnet duygusunu okuyabiliyordunuz, cümlesinden Avrupai mi Danavari mi düşündüğünü anlamadık biz.”
Önemli olan danavari düşünse de, Avrupai hareket etmesi! Gerisini boşver!
* “Tahsin sonuna kadar haklı. Hatta az bile yazmış. Bir nevi özetlemiş...“
Olayı kavradığına hepimiz sevindik!
“Ben Tahsin’in son cümlesine takıldım...’Tabii erkek de Avrupa kafalıysa’ demiş kendileri.. Türkiye’de yaşayan ‘şımarık, altyapısı olmayan aşırı güven sahibi’ kadınlarımızın neden erkekleri boğduğu, ayrıldığı her erkek insanının arkasından bir sıfat yapıştıracağını bildiği için bir türlü ayrılamadığı vs. vs.”
Sırf bu yüzden ayrılamayanı da ilk defa duyuyorum. Nasıl bir sıfat merak ettim doğrusu...
“Bayan Dilek Önder. Ben sınıra sıfır karakolda, siperin önünde dik dururum,amuda kalkıp,ters güvercin takla atarım, çift düz takla atarım. Tüm yabancı kızlara duyurulur.”
Ne gerek var? Alanya’da garsonluk yap, yeter.

Yazının devamı...

Tahsin de haklı! Mı?

Biliyorsunuz, ben özellikle kadın-erkek ilişkileri söz konusu olduğunda çok hakkaniyetliyimdir!

Hiç taraf tutmam!

Aksini düşünenler hemen özür dilemeye hazırlansın.

Kaç gündür yabancı erkekleri anlatıp duruyordum ya... Hani daha iyiler falan diye...

Bir erkek okuyucum da, yabancı kadınları yazmış.

Hem gayet samimi...

Ona Emre kod adı taktım.

Neden Emre?

“Kuşumun ismi“ dermişim!!!

Yok ya, ben Emre’yi sevdim.

Bırakayım da anlatsın...



“Yabancı erkekler ile ilgili saptamalarınızda haklısınız.

Yurt dışında kaldığım süre boyunca çok yakından tanık olduğum şeylere yazınızda değinmişsiniz. Ancak bu işin bir de kadın tarafı var.

Şöyle ki, yabancı erkek olunca ilişki birden sihirli bir değnek değmiş gibi kusursuzlaşmıyor. Hadi kusursuz demeyelim de, güzelleşmiyor. Bunda “Türk Kadını”nın da rolü olması gerek.

Ben yurt dışında yaşarken, değişik ülkelerden kadınlarla ilişki yaşama fırsatı buldum.

Belki kaba bir tabir olacak ama Türklerle karşılaştırdığımda Türk kızları resmen sınıfta kalır.

Erkeği boğmayan derinlikler, komplekssiz espriler, sürekli bir guard halinin olmayışı, illa da bir commitment gerekmeyişi, ilişkinin tadının kaçmaya başladığını anladıkları an olaya el koyup “Yürümüyor mu?“ diye sormayı becerebilmeleri ve ayrılığı hiç ama hiç dramatikleştirmemeleri gerçekten beni çok etkilemişti.

Soğukkanlılıkları ve hiçbir ilişkinin ne ilk ne de son olduğunu bilmeleri de ayrıca bir etkilenme sebebi idi benim için.

Altyapısız ve temelsiz komik özgüven yüklü Türklerden sonra o özgüveni gerçekten hak eden cool Avrupalılarla takılmak benim için gerçekten çok hoştu. Onlarlayken her zaman Papermoon‘a gitmek zorunda değilsiniz mesela. Mutluysanız hamburgeci bile inanılmaz bir eğlence yerine dönüşebiliyordu onlarla.

Ve en önemlisi de yaşamayı biliyorlardı ve eğlenmeyi.

Yanlarında saçmalama özgürlüğünüz sınırsızdı.

Bir erkeğin bir kadına yönelen ilgisinin kıymetini o kadar iyi biliyorlardı ki, bakışlarında onları sevdiğiniz için size duyulan minnet duygusunu okuyabiliyordunuz.

Kendimi çok özel hissettiğimden değil tabii bu minnet duygusu mevzusu. Okula her zaman arabamızla gitmek zorunda değildik. Alırdık bisikletimizi, güle oynaya kir pas içinde varırdık okula. Bunları çok az “Türk Kızı”na yaptırabilirsiniz. Giyinmeyi çok iyi bilirlerdi. Yanımdayken bütün gözlerin onlara dönmesine bayılır onları daha çok sever, kendimle gurur duyardım.

İstediklerinde topluluk içinde çok seksi giyinmeyi başarırlardı. Ve bu beni çok mutlu ederdi

Türkiye’deyim. O yukarıda söylediğim aşırı şımartılmış ama hiçbir özgüven kırıntısını bile hak etmeyen Türk kızlarının arasındayım. (İstisnaları tabii ki var ama ben çok azını tanıyabildim.)

Birkaç başarısız ve boğucu ilişkiden sonra en sonunda ve ne mutlu ki yüksek lisans sınıfımda İspanya’dan gelmiş bir kızla tanıştım. 4 ay oldu ve ben çok keyifliyim.

Bir insanın sabah kalkınca sevgili yükünü hissetmemesine rağmen onu araması, özlemesi paha biçilemez. Yüzüne ve vücuduna bayılıyorum ama en çok da komikliğine. Hele Endülüs Emevileriyle ve Hristiyan Müslüman savaşları ile dalga geçmesi yok mu ... :) İlişki dediğiniz yabancı kızla yaşanır. Tabii erkek de avrupa kafalıysa :)”



Ne dersiniz?

Tahsin haklı mı?

Yazının devamı...

Yaz rüzgârı gibi...

Ben iddialıyım...

Evet konuyu belki biraz uzatmış olabilirim ama kendimi sorumlu hissediyorum.

İki gündür yabancı erkeklerden bahsedip duruyorum ya...

Ama hiç “Niye?“sinden söz etmedim.

Hazır tatil mevsimi...

Yabancılar gelecek, biz yabancı memleketlere gideceğiz; öyle bilip bilmeden atlamayın adamların üzerine diyerekten!!!

Şimdi size onların iyi taraflarından bahsedeceğim.

Ama “erkek benim bir adım önümde olsun“, “beni sahiplensin“, “beni kıskansın“, “benden çok kazansın“, “beni taşımasını bilsin“ gibi düşük huylarınız varsa, yazıyı okumayın. Bozuşuruz...

Hele o “taşıma“ meselesi var ya...

Neyini taşıyacaksa!

Artık ne kadar mühim bir şahsiyetsen!

Yani bunlardan değilseniz, açılım nedenlerine girebiliriz.

Yaşayanlardan canlı örneklerle...

Bakın mesela biri diyor ki:

* “Türk erkekleri aşkı bittiğinde sudan sebeplerle kavga çıkarıp kadının terk etmesini bekler. ‘Benim sana aşkım bitti, bitirelim’ yürekliliğini bile gösteremezler. Ama bir yabancı uzatmalara bırakmadan ve kadının gururunu da kırmadan kibarca ilişkiyi bitirir.”

(Bizimkiler gibi yedekleme de yapmıyorlardır.)

* “Gece dışarı çıkarken giyinip süslendiğinde, Türk erkekleri gibi ‘Çok güzel oldun, şimdi herkes sana bakacak, çıkar şunları“ demez. Tam aksine, ‘Aşkım çok güzelsin, sana niye âşık olduğumu bir kez daha anlıyorum’ deyip dudağınıza öpücük kondurur.”

(Demek ki, onlar da aşkım diyor. Şu ‘aşkım’ meselesine girelim bir gün de!)

Bir başka kadından bir başka detay daha:

* “Yabancı erkekler özgürlüklerine düşkün ama başkalarının özgürlüğüne de saygı duyuyorlar. Özür dilemesini, teşekkür etmesini biliyorlar. Tartışmanının sonunda dünyanın sonu gelmiyor, hayatlarına kaldıkları yerden devam ediyorlar.”

(Özür dilemek, teşekkür etmek bizimkiler için trafikte bir kadının onu sollamasından beterdir ya!)


Alın bir tane daha:

* “İlk görüşmede öpüşülmez, seni seviyorum demek dert, aileye tanışmanın sonu evlilik gibi tabular, kurallar yok. Yabancı erkek arkadaşın yanında ‘acabalar’, ‘ terk ediyor beni’, ‘bitince de keşkeler’ kalmıyor aklımda.”

Oh be!

Ne rahatmış değil mi?

Böyle, efil efil...

Yaz rüzgârı gibi...

Bir de bizimkilere bak!

İlişki mi yaşıyorsun, savaş mı veriyorsun belli değil.

Yeter yahu!

Yazının devamı...

İki yabancı, kalpler birleşmiş...

Bakın, benden söylemesi...

Kızlar arasında yeni trend yurt dışı seyahatleri...

Özellikle de Afrika.

Niye Afrika?

Onu sonra anlatırım.

Artık ıssız adamlardan bıkan, “Benden uzak, Allah’a yakın olsun“ diyen ve sayıları hızla artan 30+ kadınlar kaçıyor, ona

göre...

İyi de yapıyorlar.

Danalardan fenalık geldi artık.

Ama bir de dün yazdığım gibi yabancı erkekleri deneyenler var.

Hani Şermin Terzi‘nin yazısından alıntılarla anlattığım.

Bugün olaya biraz daha açıklık getirmek

istiyorum.

Hani Şermin; “Aynı kültürden değilsin, aynı dili konuşmuyorsun, ana dilinde bile sevişmiyorsun. Nasıl olur da yabancılarla daha iyi anlaşırsın?” sorusunun cevabını arıyordu.

Dün, “ana dilinde sevişme” meselesini çözmüştük!

Bugün de diğer konuları açıklığa kavuşturayım.

Mesela aynı dili konuşmak...

Aynı dili geçtik, bizimkiler konuşmuyorlar bile ki! Tarzanca veya kuş diline de razıyız ama... Neredeee?

Onun için aynı dilde konuşmak falan bir mani

oluşturmuyor.

Gelelim aynı kültürden olmama meselesine...

Kültür derken?

Söze, “Artık globalleşen dünyamızda...” diye başlamak isterdim de,

sıkıcı olmak istemiyorum.

Yani kendi memleketimizde bile o kadar ayrı kültürden insanlarla birlikte oluyoruz ki!

Ha İstanbullu’yla bir Erzincanlı, ha bir Ankaralı’yla bir İtalyan!!!

Ne fark eder?

Ankaralılara biraz torpil geçtim ama olacak o kadar...

Ankaralı’yla bir İspanyol da olabilir...

Ya da bizim ideal melezimiz vardı ya, altı Jamaikalı üstü İtalyan mıydı, neydi?

Heh heh hee..

Cıvıtmayalım lütfen.

Şurada ciddi bir konu anlatacağım.

Yani diyorum ki, kültür dediğin, konuşmak dediğin nedir ki?

Sanki bütün çiftler Kant’ın gözünden eleştirel felsefe konuşuyor.

Ya da ne bileyim, Nietzsche‘nin özlü sözlerini

tartışıyorlar...

Zaten ilişkilerde asıl olan, okuduklarını saymak mı?

Yoksa...

Okuduklarından geriye

kalanlarla.

Okuduklarından çıkardıklarınla.

Çıkardıysan bir şeyler tabii...

Karşındakine o doğrultuda davranmak mı?

Ama tabii burada adamın okuduğundan ne çıkardığı kadar ne okuduğu da önemli... (O da okuyorsa!)

Bizimkiler gibi, Tom Braks’la başlayıp, Fırıncının Kızı‘yla devam edip, üniversitede de kız tavlamak için iki Cemal Süreya, bir Attilâ İlhan şiiri ezberlemekle ilişkiler de bu kadar oluyor işte!

Yapmayalım arkadaşlar..

Bari ilişkilerde din, dil, ırk ayrımını bir tarafa bırakalım.

Bir açılım planı yapalım. Ama doğru düzgününden!

Düşünülmüş, iyi organize edilmiş ve kimseyi incitmeyecek cinsinden.

Kimse derken bizim danaları kastediyorum.

Gerçi çoktan hak ettiler ama olsun.

Ayrıca neme lazım!

Bir açılım programı hazırlayalım veee...

Açılalım!!!

Bakalım onlar ne okuyor???

Yazının devamı...

Bakmayın atıp tuttuklarına...

Kaç gündür herkes Ayşe Arman‘ın, Eren Talu röportajını konuşup duruyor ya...

Hatta herkes onu yazıyor; yok o haklı, bu haksız falan diye...

Özellikle de erkek yazarlar...

Yok efendim erkeklik böyle olmazmış, evlilikten soğumuşlar, ne ayıpmış, yakışmamış falan filan...

Var ya...

Hepsi palavra!

Tamam, belki Eren Talu gibi röportaj vermemişlerdir veya gerçekten evlilikten soğumuşlardır, sözleri yakışıklı bulmamış da olabilirler...

Ama...

İddia ediyorum ki!

Hatta o kadar eminim ki...

Böyle düşünen her erkek, hayatında en az bir kadını, bundan daha beter bir duruma düşürmüştür.

Bir zamanlar veya halen...

Kendini de, kadını da bitirmiştir.

Çok klasik olacak ama, “masum olan ilk taşı atsın!“

Yok öyle, köşelerden erkeklik raconu kesmek!

Onun için kimse öyle bol keseden atıp tutmasın!

Ha, haklıdır veya değildir, o başka!

(Belki çok azı ama çok azı hariç; hani olur da onlardan birine rastlarsam diye!!!)

Bu yüzden ben diyorum ki...

Biz bu Türk erkeklerini bırakalım.

Konuşanlarını, atıp tutanlarını, ıssız adamları falan bırakalım.

Yabancılara bakalım...

Eren Talu röportajının çıktığı gün Hürriyet‘te Şermin Terzi, nefis bir konuyu ele almıştı:

“Yabancılarda ne buluyorlar?“

Yabancı kadın ve erkekleri tercih edenler üzerine...

Bilen bilir, ne zamandır bu durum kafamı kurcalıyor...

“Neden olmasın?“ diye...

Yabancı biriyle...

En azından bizim danaların akılları başlarına gelen kadar!

Gelirse tabii!!!

Şermin yazısına şöyle başlamış:

“Kendine sürekli yabancı sevgili seçen bir arkadaşım, ‘Çünkü daha iyi anlaşıyorum‘ deyince, ‘Aynı kültürden değilsin, aynı dili konuşmuyorsun, ana dilinde bile sevişmiyorsun... Nasıl olur da daha iyi anlaşırsın?’ diye itiraz ettim.”

O, yabancı sevgilisi olan Türklerle konuşup olayı anlatmış.

Aynı kültür, aynı dil meselesini Eren Talu örneğinde gördük.

Ben de şu “ana dilinde sevişmek“ konusuna bir açıklık getireyim, tam süper olsun!

Şerminciğim, eski bir fıkra var, sanırım daha önce yazmıştım ama, tam yeri geldi denir ya, aynen öyle...

Şöyle anlaşacaksın yani:

Adam pesimistse;

“Oooo, no, no...” diyeceksin.

Yok eğer optimistse,

“Oooo... Yes yes...” diyeceksin.

Biraz muhafazakârsa...

“Oohh my God“ diyeceksin.

Bu kadar kolay yani!!!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.