Şampiy10
Magazin
Gündem

Bel altı, bel üstü potpuri

Bir değil, iki değil!

Saçma sapan haberler...

Hangi birini yazayım diye sordum kendi kendime; en iyisi bir potpuri yapayım dedim.

Belden aşağı, belden yukarı; ne ararsan var!

Bel altından mı başlayayım?

Peki.

Okudunuz mu biliyorum; haberin başlığı şu:

“İngilizler, cinsel organları bombadan koruyan şort üretti“

Uyuduruyorsam ne olayım!

Ama abartmayayım da... Aslında sıcak çatışma bölgelerindeki askerler için tasarlanmış.

Ama bakın şuraya yazıyorum; bu şortlar günlük yaşama girmezse neyim!

En değerli varlıklarını pardon varlık nedenlerini korumak için bu danalar her şeyi göze alır.

Kurşun geçirmez yelekler var ya, o malzemeden üretiliyormuş.

Biraz ağır olur ama olsun artık!

Zaten fazla hafiftiler! Anlam olarak yani...

Ha, ne işe yarayacak?

Dünyanın hali malum!

Mesela tam seks yaparken bomba patladı. İstifini bozmadan devam

edebilirsin mesela...

Nasıl olsa orası sağlam!

En azından işin bitene kadar devam...

Adamda beyin dağılmış ama o sağlam!

E zaten öyle değil mi?

Heh heh hee...

Ama tabii adamın şortu çıkarmamış

olması lazım ya!

O nasıl olacak?

Söyleyeyim.

Riskli memleketlerde şortla sevişilecek!

Riskli durumlarda da!

Yani adamın sevgilisi/karısı manyak falansa... Hani cinsel organını kesenler falan var ya, onlardansa...

Sıkıysa kessin!

Bomba dokunmuyor, sen nasıl kesecen?

Hani bunların bir hareketi vardır ya; karınlarını kasarlar da, “Vur, hadi vursana...” diye.

Onun gibi...




Gelelim ikinci habere...

“Dondurmadan sonra seks yapmayın“

Oldu!

Zaten çok yapıyorduk...

Bir engel, dondurmaydı!

Kadın süper mesela...

Yaz da geldi ya; deniz çıkışı dondurmayı yiye yiye odaya çekilmişsiniz, güzelce duşunuzu almışsınız...

Tam zamanı yani!

Ama adam diyor ki:

- Kusura bakma aşkım,

yapamam.

- İyi de, niye?

- Dondurma yedim de.

“Ha, tamam o zaman” deyip pılıyı pırtıyı toplama ve adamı terk etme zamanı.

Zaten terk etttin, ettin! Yoksa seni daha nelerin beklediğini hayal bile edemiyorum.

O var ya, kesin bomba şortundan da giymiştir! Jet ski patlar matlar diye...

Netekim patlar da!!

Peki niye dondurmadan sonra yapılmayacakmış onu da yazayım.

Hazımsızlık ve soğuk yiyecekler cinsel enerjide dengesizliğe yol açabilirmiş.

Bizde bir hazımsızlık ve cinsel enerji dengesizliği zaten mevcut da!

İdare ediyorduk artık!

Meğer dondurmadanmış!!!

Yine de bu açıklama beni pek kesmedi.

Aklıma takılan sorular var:

Mesela, bittikten sonra yiyebilir miyiz?

Tam o sırada yiyebilir miyiz?

Laf olsun diye seks yapacaksak önce

yesek de olur mu?

Tabii işin aslı, çok sıcakta seks yapmayın demek istiyorlar herhalde...

Bence de... 27 derecenin üstünde yapmamak lazım.

Ha... Bulduk da derecesi kaldı

diyorsanız...

O başka!

Not: Öteki konuya yer kalmadı. Bel üstü olana yani...

Yazının devamı...

Meğer süperstar değil,“ideal kadın”mış...

Geçen hafta “Ajda Pekkan utangaç olabilir mi?“ başlığıyla bir yazı yazmıştım.

Hani revü kıyafetiyle verdiği konserden sonra “Bakmayın siz benim bu halime, ben aslında çok utangaç bir kadınım“ dediği için..

O yazıda:

“Ajda Pekkan veya başka bir kadın...

Ben veya sen...

Başka hiçbir kadının yaşamadığı kadar zorluklar yaşayan... (...)

Ve bu mücadelede,

Hiçbir kadının küfretmediği kadar küfreden

Hiçbir kadının bağırmadığı kadar bağıran

Hiçbir kadının pisleşmediği kadar pisleşen

Hatta hiçbir kadının sevişmediği kadar sevişen o kadın...

Hâlâ utangaç olabilir mi?

Hem de bütün kadınlardan daha çok...” demiştim.

Aslında ben ayakta kalma mücadelesi veren bütün kadınları işaret etmiştim. Ve hatta bu kadınların diğer kadınlardan daha fazla utangaç olabileceğini vurgulamak istemiştim.

Ama şaşırtıcı bir şey oldu.

Ayşe Ajda Pekkan‘dan (Tam ismi buymuş) noter kanalıyla bir “cevap ve düzeltme metni“ geldi. Aslında bu metni zorunlu olmadığım halde yayınlamak istiyorum.

Çünkü...

Ayşe Ajda Pekkan bu yazdıklarımı kendisine hakaret kabul etmiş.

Yani:

Demek ki Ayşe Ajda Pekkan küfretmezmiş...

Demek ki Ayşe Ajda Pekkan sevişmezmiş...

Demek ki Ayşe Ajda Pekkan ya zorlukla karşılaşmamış, ya da karşılaştıklarını hep iyilikle halletmiş...

Olabilir.

Tabii ben kendisini tanımıyorum, yakınları daha iyi bilir...

Şimdi düzeltme metnini gelelim:

“(...) Bahse konu yazıda eser sahibi, eleştiri ve terbiye sınırlarını aşarak müvekkileye hakaret etmiş, okuyucular ve toplum nezdinde küçük düşürmüş ve bu suretle müvekkilemin şeref ve haysiyetini ihlal etmiştir. İlgili yayım, sanat dünyasında ve kamuoyunda saygın bir yeri olan ve ideal kadın olarak tanımlanan müvekkilemin ismi kullanılarak ilgi çekmek ve gazeteni tirajını artırmak amacıyla yazılan ve gazetecilik etiğiyle bağdaşmayan habercilik ürünüdür.”

İlginç!

Hatta şaşırtıcı!

Her şeye tamam da, belki yanlış anladı belki ben anlatamadım ama...

Ben bu açıklamada en çok neye takıldım bliyor musunuz?

Ben hakaret etmediğimi biliyorum da, Ajda Pekkan’ın “ideal kadın“ olduğunu bilmiyordum.

Biz onu “süperstar” bilirdik. Meğer “ideal kadın”mış...

E, tabii o zaman başka bir şeyi daha merak etmeye başladım:

Ona süperstar sıfatını halk mı, gazeteciler mi, kim verdi, hatırlamıyorum...

Şimdi onun yanına bir de “ideal kadın” payesi eklendi. Bunu ilk defa duyuyorum.

Ama “İdeal kadın nasıl olunuyor?“ bilmiyorum.

Bunu kim tespit ediyor onu da bilmiyorum.

Kim kendisi için “Ben ideal kadınım“ der, onu hiç bilmiyorum...

Şimdi bu tuhaf değil mi?

Belki bunun da açıklamasını gönderir...

Yazının devamı...

Analar yalnız başına mı ağlasın?

Türkiye’nin dış politikasıyla ilgili kimse ters bir yorum yazmasın...

Ekonomik verilerle ilgili moral bozucu tespitlerde bulunmasın...

Hele hele krizden hiç bahsedilmesin. İlle de bahsedilecekse “teğet geçti” denilsin...

“Şimdi seçim yapılsa” anketlerinde yüzde 47’nin altındaki oranlar yayınlanmasın...

Maden işçileri toprak altında can çekişirken onların o işe bile bile girdiklerini kimse unutmasın!

Tekel işçileri inat etmesin. Ederlerse de bunu kimse bilmesin...

Herkes askerliğin yan gelip yatmak olmadığını bilsin. Ona göre yorum yazılsın...

Kimse ama kimse, “anamız ağlıyor” demesin. Diyenler de analarını alıp gitsin....

Köşe yazarları az yazsın ki ülke huzur bulsun...

Şehitlere yabancı radyolarda kelle densin. Ama kimse bununla ilgili olarak yargıya gitmesin...

Gitse de üç kuruştan fazla tazminat kararı verilmesin...

Bitmedi...

Ve anlaşılan hiç bitmeyecek...

Şimdi de...

Şehit evlerine gidip oradaki ayılıp bayılanlar gösterilmesin...

İyi, hiç olmazsa şimdilik analar babalar ağlamasın demiyor...

Zaten bu “kime yarar ki!” diyor ama...

Belki şu işe yarar:

Hani bizim toplumumuzda bir evden bir cenaze çıktığında...

Yaşlı bir büyük, hasta biri, ani bir ölüm, doğmamış bir bebek...

Biz onların acılarını paylaşırız. Paylaştıkça onların acılarını hafifletmeye çalışırız. İşte bu yüzden onların evlerini doldurur, helvalarını karıştırır, dualarını birlikte okuruz.

Mezarlarına teker teker hepimiz bir kürek toprak atarız.

Peki ya şimdi...

Şimdi ne yapacağız?

Her gün onlarca evden onlarca şehit cenazesi çıkarken...

Ve biz her bir şehidi kendi oğlumuz, kendi kardeşimiz, kendi eşimiz, henüz tanımadığımız babamız, dönüşünü beklediğimiz sevgilimiz, nişanlımız gibi hissederken...

Hissetmemiz de gerekirken...

Ne yapacağız?

Ne öneriyorsunuz?

O evlerdeki analar yalnız başına mı ağlasın?

Yazının devamı...

Yaşlanınca yapılmayacaklar listesi (2)

Benim şöyle bir tezim var:

Bizim nesil, yani şimdilerde 40+ olanlar ve büyük şehirlerde yaşayanlar, Türkiye’nin ilk yalnız yaşlıları olacak.

Kiminin çocuğu yok; olanların da çocukları hayatını başka şehirlerde veya memleketlerde sürdürüyor olacak.
Aynı yerde olsalar bile artık kimsenin çocuğu bizim gibi kendisini anne-babasına karşı sorumlu hissetmeyecek.
Hani eskiden yaşlılarla ilgili yurt dışı efsaneleri duyardık ya; “Yalnızlıktan parklarda kendi kendilerine konuşuyorlar”, “onun için hepsinin köpeği varmış” diye...

İşte biz de onlardan olacağız.

İşte bu yüzden şimdiden yaşlılık planları yapmakta yarar görüyorum.
Meğer bu konuda fikri olanlar benden daha fazlaymış.

Bakın daha neler var, neler...

- Herkesi kendim gibi emekli sanmayacağım.
- Telefon edip direk konuya dalmayacağım, “Müsait misin?” diye soracağım.
- Telefonlarıma cevap verilmediğinde, ısrarla aramaya devam etmeyeceğim. Müsait olmadığını düşünüp, hemen alınmayacağım.
- Gençken kariyer ve para peşinde koşmaktan, birtakım hobiler edinmeyip, şimdi yapacak bir şey bulamayıp sudan çıkmış balığa dönmüşsem, artık zor da olsa bunları yapmaktan vazgeçmeyeceğim.
- Gençken para, kariyer ve kk peşinde koşacağım diye hısım akrabayı, arkadaşlarımı ihmal edip, görmezden gelmişsem, çevremi dağıtıp, şimdi maymun gibi ortada tek başıma kalmışsam, bu saatten sonra yalnız kalmama uğruna kurulacak arkadaşlıklara çok dikkat edeceğim.
- Acımasız olmayacağım...
- “Ben nasıl yaptım, onlar da yapsın efendim!” demeyeceğim.
- İnsanın kırk yaşına kadar geçen yıllarının bir kitap, geriye kalan yıllarının da o kitabın eleştirisi olduğunu savunmayacağım.
Ama hem savunmayıp hem de uygulamayacağım.
- “Eğlence gençlikte günah, yaşlılıkta çılgınlıktır” felsefesini ilke edineceğim.
- Sakin bir sahil kasabasına yerleşip iyice bunalıma girmeyeceğim.
- O sessizlikte denize bakıp bakıp geçmişimle hesaplaşıp, gelecek göremeyip kendimi iyice yaşlanmaya bırakmayacağım.
- Mümkünse yaşadığım şehrin en kalabalık merkezine yerleşeceğim. Onunla bununla dalaşıp yakınlarımı rahat bırakacağım...
- Bu listeyi de saklayıp her sene yeni maddeler ekleyeceğim.
- Gençlerle konuşurken “ben sizin yaşındayken” diye söze başlamayacağım.
- Sırf yaşımdan dolayı saygı görmeyi beklemeyeceğim.
- Para karşılığı genç
kızlarla birlikte olmayacağım
- Kimseye “içimdeki çocuk”tan bahsetmeyeceğim.
- Âşık olan gençlere “Ben de âşıktım ama geçiyor, aşk geçicidir” demeyeceğim.
- Gençlerin heyecanlarını hafife almayacağım. Onlara sürekli sabretmelerini söylemeyeceğim.
- Pembe toka takmayacağım.
- Çocuk büyütmek üzerine akıl vermeyeceğim.
- Herkesin kocasının benim kocamla aynı karakterde olduğunu farzedip bu doğrultuda akıl vermeyeceğim.
Sevişmediğin bir adamla da evlenebileceğini söyleyenlerden olmayacağım.

Yazının devamı...

Yaşlanınca yapılmayacaklar listesi

Hiiiç, “ben yapmam” demeyin.

“Yaşlılığa daha çok var” da demeyin.

Ben bir liste hazırladım. “Yaşlanınca yapmayacağım” listesi...

Gelin siz beni dinleyin, bu yazıyı buzdolabında magnetin arasına sıkıştırın. Arada bir okuyun.

Hatta eklemeler de yapın.

Elbet zamanı gelir...




- Kadınsam saçımı platin sarısına, erkeksem kızıl kahveye boyatmayacağım.
- Yanılıp bıyıkları da boyayıp, iki gün sonra sarı kara bıyıklarla gezip çoluk çocuğun maskarası olmayacağım.
- Kadınsam dar paça dar jean, erkeksem Hawaii gömlekler giymeyeceğim.
- Şapka takmayacağım.
- Ayrıldığım iş yerine ziyarete gitmeyeceğim.
- Hadi dayanamadım gittim, genç meslektaşlara “Ben senin patronunu M’yi tanırım. Bizim stajyerimizdi” demeyeceğim.
- Gaza gelip “Dur bir arayayım keratayı” gibi girişimlerde bulunup kendimi rezil etmeyeceğim.
- Konuşmalarımın, örneklerimin her öznesi “Ben” olmayacak. “Ben böyle yaptım”, “Ben var yaaa...”, “Ben meslekteyken” demeyeceğim.
- Başka tanıdıkların iş yerlerine de gitmeyeceğim.
- Gidersem de 10 dakikadan fazla kalmayacağım.
- Hele hele, “siz işinizi yapın ben çayımı içerim” deyip saatlerce oturmayacağım.
- Telefon açmadan emrivaki yapıp kapılarına dayanmayacağım.
- Çok konuşmayacağım, çok konuşmayacağım, çok konuşmayacağım...
- Her muhabbete atlayıp durmadan anılarımı anlatmayacağım.
- Açılan her konuyu kendi anıma dayandırmayacağım.
- Anıları da abartmayacağım.
- Unutup aynı anıları tekrar tekrar anlatmamak için çevremdekilerden yardım isteyeceğim.
- Kibarca, “evet, daha önce anlatmıştınız” diyenleri duymazdan gelmeyeceğim.
- Restoranda, yolda gürültü yapan gençlere, çocuklara bakıp “cık cık cık” yapmayacağım, asabi asabi kafa sallamayacağım.
- Kimseye “gençliğinizin kıymetini bilin” demeyeceğim. zaten bilmeyeceklerini unutmayacağım.
- Genç kızlara, “Saçınızı boyatmayın, makyaj yapmayın; gerek yok. Zaten ileride mecbur kalacaksınız” demeyeceğim.
- Çünkü asıl o zaman yapılmayacağını bileceğim.
- Bir olayı anlatmam 2 saat sürmeyecek. Kısa giriş, mümkünse az gerekçe ve hemen sonuç...
- Erkeksem önleri artık olmayan saçlarımı uzatıp, ense kökünden at kuyruğu yapıp, çapkınlığa çıkıp “kart zampara” olmayacağım.
- Kadınsam estetiği dozunda bırakacağım. 70’lik bedene çekik ve şiş 30’luk surat yaptırmayacağım.
- Fuşya, parlak sarı ve lame kıyafetlerden uzak duracağım.
- Her konunun en doğrusunu bildiğimi sanmayacak, daha da önemisi bunda diretmeyeceğim.
- Sinirli olmayacağım.
- Kendimi sevimli sanmayacağım.
- Karşı fikirlerle karşlaştığımda hırçınlaşmayacağım.
- “World is against me” sendromuna girmeyeceğim.
- Biraz da arabeskleşip “öldürmeyen düşman beni kuvvetlendirir” girdabına düşmeyeceğim.
- Hayatı kendi yaşadıklarımdan ve duyduklarımdan ibaret sanmayacağım.




Var mı artıran...

Yazının devamı...

Her evden bir şehit var

Bir evlat...

Bir koca...

Bir baba...

Bir kardeş...

Bir ağabey...

Bir amca...

Bir dayı...

Bir nişanlı...

Bir sevgili...

Bir arkadaş...

Bir kankardeşi...

Bir akraba...

Bir komşunun oğlu...

Belki de hiç tanımıyoruz onları...

Hiç görmedik şimdiye kadar...

Gencecik bedenler, henüz hiçbir kötülüğü tatmamış ruhlar...

Ölüyorlar...

Kardeşlerimiz ölüyor.

Ne uğruna?

Birileri siyaset yapamıyor diye...

Birileri çözüm bulamıyor diye...

Birileri her şeyi yüzüne gözüne bulaştırıyor diye...

Ve artık ateş sadece düştüğü yüreği yakmıyor.

Hepimizin içini yakıyor.

Hepimizin içi kan ağlıyor.

Dayanamıyoruz...

“Terör olayları artacak” diyorlar.

O zaman haberleri açarken, gazetelerin birinci sayfalarına bakarken hele hele “son dakika”ları gördüğümüzde yüreğimiz ağzımıza geliyor...

Hep aynı sözler çıkıyor ağzımızdan:

“Yine mi? Allah kahretsin!”

En acısı da...

Bir gün gelecek, belki her şey yoluna girdiğinde...

İbre başka taraflara, başka belalara kaydığında...

“Bir zamanlar bunca kardeşimiz ne için can verdi” diyeceğiz...

Tıpkı solcuların, sağcıların öldükleri, öldürüldükleri günler gibi...

Tıpkı o arada onca masum insanın öldüğü gibi...

“Yazık oldu. Çok yazık oldu” diyeceğiz.

Ya da birileri diyecek...

Şimdi ise Meclis Başkanı ne diyor?

“Ordudan tatmin edici bir açıklama bekliyoruz!”

Bekleyebilir.

Ama biz de, hükümetten tatmin edici bir açıklama...

Açıklama da değil artık,

Tatmin edici bir çözüm bekliyoruz...

Çünkü artık her evde bir şehit var.

Yazının devamı...

Seksi olduğunuz kadar felsefiksiniz de!

Üniversite çağında...

O dönemlerde...

Biraz felsefik, içinden zor çıkılır ama tartışması bol konularla boğuşulmaz mı?

Varlık, bilgi, gerçek, adalet, güzellik, doğruluk ve akıl gibi konulara dalarsın hani...

Genel ve temel sorunlara karşı duyarlısındır.

Birkaç kitap okumuş, kendinden büyüklere kafa tutma çağındasındır.

Diyalektik, pragmatizm, idealizm, materyalizm, varoluşçuluk kırıntılarıyla biraz da hırçınsındır...

Ve ortaya bir konu, daha doğrusu bir soru atılır.

Günlük hayattan...

“Öyle mi, böyle mi?” diye...
“Öyle” dersin olmaz, “Böyle” dersin...

Hani tam bir sonuca gidecekken birisi dann! diye ölümcül bir argüman ortaya atar ya...

“Haydaa...” diye kalakalırsın.

Tartışma hiç bitmez.

Hiçbir zaman hem de...

O soruların cevabını hayat boyu ararsın.

Kendine göre bir cevap verirsin. Sıkı bir cevap.

Hatta o soruya verilebilecek en iyi cevaplardan biridir...

Ama yine de, o gün bugündür “Daha iyi bir cevap olabilir mi?” diye düşünmekten de kendini alamazsın.

Aradan yıllar, belki 20 yıl geçtiği halde bile zaman zaman hâlâ daha iyi cevabı arar durursun.

Bazen de yıllara göre cevabın değişir.

Olmaz mı?
Olur.

İşte onlardan birkaçını hatırlatayım mı size?

Kimbilir belki de birileri de yeni başlamıştır bu işlere...

Başlıyorum...

1 “İnsan seçimlerinin sonuçlarını mı yaşar yoksa hayat şartları mı seçimlerini belirler?”

Ölümcül argüman: İnsan seçimlerinin sonuçlarını yaşar ama bir insanın neyi seçeceğini, seçmedikleri belirler.


2 “İnsan doğuştan getirdiği bilgilerle mi bir yere gelir yoksa sonradan öğrendikleriyle mi?”

Ölümcül argüman: Ördekler yüzme kursu almadan nasıl yüzüyor?


3 “Anne-babalar mı yoksa çocukları mı daha gelişmiştir?”

Ölümcül argüman: Civciv yumurtadan çıkmış, kabuğunu beğenmemiş!

Hadi bakalım, belki bunlar sizi hafta sonu oyalar...

Hani, “Bu hafta bitmeden...” diye öneriler veriyorlar ya, bu da benden size...

Ayrıca...

Seksi olduğunuz kadar felsefiksiniz de!

Yazının devamı...

Artık bu adamlar da göz altına alınsın!

MSN’de yüzlerce kadına 100 kontör karşılığı striptiz yaptıran internet çetesi çökertilmiş.

Çökertilmiş de nasıl?

Yani “çökertildi” deyince ne anlarsınız?

“Bu kadınlar, bu kadınlara bunu yaptıranlar ve bu siteyi kullananlar yakalandı ve cezaları verildi.”

Aklı başında herkes bunu anlar değil mi?

Ama hayır.

Ne yapılmış?

İstanbul ve 19 ildeki 60 kadın gözaltına alınmış.

Kadınları yakalamışlar.

Hatta ayrıntılı bilgiler de var:

MSN’de kontör karşılığı soyunan kadınlar arasında, değişik meslek sahipleri de bulunuyormuş.

Soruşturma kapsamında, binin üzerinde kadının ifadesinin alınacağı açıklanmış.

Yapılan araştırmalarda, 6 ay önce MSN üzerinden sadece bir iki sitede genç kızlar soyunurken son aylarda bu sayının bine yaklaştığı tespit edilmiş.

Canlı seks şovun tek kuralı varmış: Soyunan genç kızların başını göstermeleri yasakmış (Eskiden oralarını buralarını kapatırlardı. Neyse ki yüzünü kapatmayı akıl edebilmişler).

Operasyonda çok sayıda uyuşturucu nitelikte hap ve cinsel uyarıcılar ele geçirilmiş.

Kadın, kadın, kadın...

Bütün suç kadının değil mi?

Yani o soyunmasa, erkekler de seyretmeyecek!

Tıpkı kadın kuyruğunu sallamasa gibi!

Tıpkı tecavüzlerde hâlâ “ama direnmedi” gibi yorumların yapılması gibi...

Tıpkı fuhuşta yakalanan kadınların teşhir edilmesi gibi...

Ben artık bu haberleri başka türlü okumak istiyorum.

Ben artık bu davalara başka türlü bakılmasını istiyorum.

Yeter artık!

Mesela bu son haberde...

Kontörlü sanal seks çetesi olayında...

Bunu akıl eden erkekleri...

O siteyi kuran erkekleri...

O siteye girip kadınlara striptiz yaptıran erkekleri...

Bu kadınlara o hapları veren erkekleri...

Bu erkeklerin hangi mesleklerden olduğunu...

Belden aşağı değil, suratlarının resimlerini...

Görmek istiyorum...

Bilmem kaç ilde bilmem kaç erkeğin gözaltına alındığını bilmek...

Binin üzerinde erkeğin ifadesine başvurulduğunu okumak istiyorum.

Ve hepsinin cezalandırılmasını istiyorum.

Çok mu?

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.