Şampiy10
Magazin
Gündem

Ahmet'in 'aldatma hakkı' var mı?

“Kimler ne oranda aldatır, onları yazmışsınız. Ben size kendimle ilgili bir soru soracağım: Ben bir erkek olarak yılardır eşimle ayrı odalarda yatıyoruz. Hemen hiç cinsel ilişkimiz yok. Fakat uzaktan bakan bizi çok mutlu, hiç sorunu olmayan bir çift olarak görebilir. Bunun böyle olmasını isteyen ben değilim. Sorum şu: benim aldatma hakkım var mı?“
Dünkü yazım aldatma üzerineydi ya, ona gelen yorumlardan biri bu.
Gayet açık ve net olarak sormuş.
“Benim aldatma hakkım var mı?”
Tabii önce durumu genelleştirmek lazım:
Aldatma hakkı diye bir şey var mıdır?
Olmalı mıdır?
Bu sorunun etik ve akılcı tek cevabı var aslında:
“Hayır. İlişkiniz aldatma yoluna girdiği anda boşan, ayrıl; ondan sonra ne yapacaksan yap.”
Bu mudur?
Budur.
Amaa...
Evet işin “ama“sı var.
Ne yazık ki var.
Hem de öyle çok ki!
“Hep bana, hep bana“ diyen danaları bir tarafa bırakalım. Yani “bu yanımda dursun, ben istediğimle istediğimi yapayım” diyenleri...
Bir de böyleleri var.
Her şey çok güzel ama seks yok...
Bir de tam tersi vardır; seks var, başka hiçbir şey yok! Bu tabii daha içinden çıkılmaz bir durum. Onu sonra tartışırız.
Şimdi seks hariç her şeyin iyi gittiği ilişkilerdeyiz.
Onu seviyorsun...
Ailen, arkadaşların da seviyor onu...
Etrafına şöyle bir baktığında görüyorsun ki, bütün ilişkilerin kusuru var. Hem yeni birini mi bulacaksın?
Yani baktığında gayet güzel bir ilişki.
Ama gel gör ki, bir şey eksik: Seks.
Onun da canı seni çekmiyor, senin de canın onu istemiyor artık!
Belki anlaşarak belki bir kavgayla yataklarınızı ayırdınız...
Hatta yatakları ayırmadınız ama yine de sevişmiyorsunuz.
Belki de başka nedenlerin var...
Ekonomik durumlar mesela...
Ayrılırsanız ikiniz de göçersiniz!
Veya ailesel durumlar... Ayrılmak mümkün değil. Seks yapma daha iyi yani!
Çoluk çocuk durumlarını da es geçmeyelim... Nasıl ayrılacaksın ki?
Aklıma şu anda gelmeyen daha bir sürü neden vardır.
Ayrılamazlar...
“Hayır efendim, ayrılsınlar”lık durumları yok yani... Öyle dışarıdan gazel okumalık!
Eee?
Ne olacak şimdi?
Böylelerine “aldatma hakkı“ mı verilecek?
Verilsin mi?
Yoksa ömürlerinin geri kalan kısmında bir daha asla ama asla seks yapmasılar mı?
Hiç ama!!!
Böyle bir bedel mi ödesinler?
Ahmet ne yapsın?

Yazının devamı...

Aldatma potansiyeli

Herkesin aldatma potansiyeli var mıdır?
Bence vardır.
Asla asla demeyeceksin...
Zaten “asla” diyenden korkarım. Bir de “çok mutluyuz“ diyenden...
“Asla aldatmam” diyenden...
Ben onlara da yüz vermem. Ama bakın benim gibi düşünen bilim insanları da var ki insanların “aldatma potansiyellerini” ölçmüş.
Var yani!!!
Bakalım mı...


“Erkekseniz sadakatsiz olma ihtimaliniz yüzde 7 daha fazla.”
(Şaşırdık diyenler?)
“Büyük bir şehirde yaşıyorsanız aldatma riskiniz yüzde 39 daha yüksek.”
(Şehir büyüdükçe o da büyüyor demek ki!!)
“Yılda 75 bin dolardan çok kazanıyorsanız, aldatma ihtimaliniz 30 bin dolardan az kazananlara oranla yüzde 150 daha fazla.”
(O kadar paraya aldatmayla kaldıysa iyi! Boşamadığına şükret!)
“Kocanız zamanının yüzde 10’undan azını size ayırıyorsa, onu aldatma ihtimaliniz yüzde 10 artıyor.”
(İyi de, o zamanını nerede geçiriyor acaba?)
“Her gün seks düşünüyorsanız aldatma riskiniz yüzde 22 artıyor.”
(Bunların hepsi seks düşünür de aktif hale gelenler yüzde 22 herhalde.)
“Partnerinizle evlenmeden önce beraber yaşadıysanız birinizin diğerini aldatma oranı yüzde 39.”
(Ayrılma zamanı geldiğinde evlenenler yani! Bence rakam daha yüksek.)
“İkiz kardeşiniz partnerini aldattıysa, aldatma ihtimaliniz yüzde 200 artıyor.”
(Normal kardeşte ne oluyor acaba? Kardeşi bırak, arkadaşın aldatsa yüzde 300 artmıyorsa neyim!)
“Dini seremonilere hiç katılmıyorsanız, aldatma ihtimaliniz bu törenlere katılanlara kıyasla yüzde 250 daha fazla.”
(Katılanları da biliyoruz!!! H. Ü. mesela...)
“Üniversite dereceniz varsa, liseyi bitirmeyenlere oranla aldatma riskiniz yüzde 175’e çıkıyor.”
(E, o zaman, master’lıları, doktoralıları falan tut tutabilirsen... Profesörü hayal bile edemiyorum.)
“Porno izliyorsanız aldatma ihtimaliniz yüzde 300.”
(Düşünce bazında mı?)
“Üniversite mezunu kocası olanların aldatma riski, lise mezunu kocası olanlardan yüzde 3 daha fazla.”
(Nedir yani? Okuma-yazma bilmesin o zaman. Sen sus gözlerin konuşşun durumu...)
“Mutsuz bir erkekseniz, aldatma riskiniz mutlu erkeklerden yüzde 13 fazla.”
(Mutsuz dana aldatır da kaldırabilir mi acaba? Durumu yani!!!)

Yazının devamı...

Peki bu neyin resmi?

Resme iyice baktınız mı?
Kadın kafayı mı yemiş?
Evde de boş beşik sallıyordur bu!
Gözleri sabit bir noktada, ninni söyleye söyleye...
Yoksa bu bir bebek arabası reklamı mı? Yok, reklam olsa, arabanın içinde çocuk da olurdu.
Yok canım, kadın kafayı yemiş, ben başka bir yorum yapamıyorum.
Ama yapan var.
Tahmin ettiğiniz ve hatta büyük olasılıkla sizin de gördüğünüz üzere, bu da sigara paketi üzerindeki uyarı resimlerinden biri...
Peki altında ne yazıyor?
“Sigara içmek, spermlere zarar vererek doğurganlığı azaltır.”
İyi de sperm nerede?
Sperm o sırada başka kadına yazıyor herhalde!!!
Yuh!
Hatta:
Oha!
Resimde bir kadın ve doğamamış bebek var, suç spermde ama sperm ortada yok!
Yahu madem sigara spermlere zarar veriyor niye oraya kadın resmi koyuyorsun?
Bunu biri bana açıklasın yaaa...
Suç kadının mı?
Dana içmiş içmiş sigarayı, sperm mperm hak getire, yumurta dölleyecek hali kalmamış, suçlu kadınmış gibi daya resmi oraya...
Yuh!
Bari oraya “sperm” değil de “yumurtalara zarar verir” falan yaz!
Yok ille de sperme zarar veriyor yazacaksan onunla ilgili bir resim seç.
Koy oraya mutsuz suratlı bir adam. Başını ellerinin arasına almış; “Ahhh, ah!” der gibi... Arkada da güzel kızlar falan... Hani “Kızlar gani ama bende tık yok” anlamında...
Adamın spermi zarar gördüyse bu kadının bu resimde ne işi var kardeşim?
Ha, ille de kadın resmi kullanayım diyorsan, o zaman bu kadını ya başka bir adamın yanına koy, sigara içen adam derdine yanarken...
Ya da hani yataklı bir resim daha vardı ya, onun gibi resim koy, kadın adamın başını okşarken. Ama adam ezik olacak!
Yer mi?
“Erkekliklerine” yedirirler mi?
Kadının resmini koymuşlar oraya, ruh hastası gibi...
“Sperminize zarar gelirse karınızı böyle kafayı yedirtirsiniz” mi demek istiyorlar acaba?
Hani?
İyi niyetli düşünürsek!
Tabii...
Çocuk olmayınca bizim danalar kadının haline çok üzülürler çünkü! Hatta o kadar çok üzülürler ki, suçu hemen kadının üzerine atarlar.
Kadına da böyle kafayı yedirtip topluma salarlar.
Spermin keyfi yerinde ama!
Dedim ya, sperm o sırada başka kadına yazıyor:
“İnan aşkım, karımla kardeş olduk. Zaten bana bir çocuk da veremiyor! Şimdi bunalımda. Geçsin, boşanacağım...”
Kadın da...
Yani aslında kadının tek yapması gereken şurada bir sigara yakmak ama!!!
Ben size bu kadının hikâyesini anlatayım...
Kadın bir kere 37 yaşında falan...
Üniversite mezunu ve hatta ekonomik özgürlüğü de varmış.
Her şey çok güzelmiş.
Ama bir zamanlar
Evlenene kadar...
Ammaaa...
Bir süre sonra adamın tadı kaçmış. Belki çocuk olmuyor diye belki de öylesine...
Kadın doktor doktor dolaşmış ama adamı bir türlü polikliniğe bile götürememiş.
Dana başka kadınlara dadanmaya başlayınca da kadın kafayı tırlatmış.
Adam mı?
Adam da zayıflamış sperm olarak hâlâ aramızda dolaşıyor...

Yazının devamı...

İkinciye de aşık olmak

Bir kere âşık olduktan sonra, gerisi kolaydır...

Yani ikinciye, üçüncüye de âşık olmaktan bahsediyorum...

Hani dün “5 kişiden biri, başkasına âşık” konusunu işlemiştik ya... Oradan yola çıkarak bu konuya geldim.

Yoksa ikinci, üçüncü...

Nerdeee???

“Ayrıca prensibim değil!“ dermişim. Hani böyle derler de, önce onlar yaparlar ya!

Ya da “Hayatta yapmam“ dediği durum üzerine belgeli en az üç vukuatı vardır. Ama yüzüne de vuramazsın!

Vuracaksın aslında...

“Hadi len!“ diyeceksin.

Ama olmuyor işte!

Neyse, biz aşk konusuna dönelim, o daha zevkli...

Hele söz konusu olan, ikinciye, üçüncüye aşksa...

Yoksa birine âşık olmak...

Yani sadece birine duyulan aşkı anlatmak da sıkıcı...

Hem de çok sıkıcı...

Âşık olan için iyi de, onu dinleyen için gerçekten bunaltıcı...

Hele ortada sıkıntılı bir durum yoksa...

Yandın! “Ay çok tatlı amaaa...” falan diyecek sen de donuk bir ifadeyle ona bakacaksın.

Böyle gülümsemen donar kalır ya...

Vesikalık çektirir gibi, aynen öyle...

Yapmacık yapmacık;

“Ne güsselll...“ diyerek.

Sıkıcı çünkü!

Oysa biriyle çıkarken başkasını beğense...

Beğenerek başlar bu işler!

Bunu da söylese...

Sohbetine doyum olmaz.

Ha, bir şey yapsa da yapmasa da... Onu dinlemek zevklidir.

Ve tabii, konumuza dönecek olursak birine âşık olduktan sonra ikinciye, üçüncüye âşık olmak daha kolaydır.

Çünkü..

Niye biliyor musunuz?

İlki...

Ya aramış bulmuşsundur, ya aniden ya da istemeden olmuştur. Ama olmuştur artık!

Öyle ya da böyle, o senindir (en azından o sırada öyle zannedersin).

İçin rahattır.

Seçintiye düşmezsin.

Artık biriylesin ya, başkasına bakarken kriterin mriterin yoktur.

Keyfe keder yani!

Sadece güzel/yakışıklı olması bile yeter.

İkinci, üçüncü zaten fantezi olduğu için, ki çoğu daha fazla ilerlemez, ondan bir beklentin de olmaz.

Bu yüzden hep daha tatlı, daha zevklidir.

Öyle garip ki, ondan bir beklentin yok ya, doğal olarak sen de onu bu havaya sokmazsın.

Yani aslında her şey olması gerektiği gibidir.

Birbirinin üzerine yük olmadan, sorumluluklar üstlenmeden... Sadece hoşlandığın için...

“For sentimental reasons“ yani...

Şimdi böyle ballandıra ballandıra anlattım ama yanlış anlaşılmasın. Bu durumu desteklediğim falan sanılmasın.

Ha, destekliyor muyum?

Doğrusunu yazayım mı?

Evet, bu iyi bir şey.

Ama...

Bir şartla!

Bu oyunu kendi kendine oynamak kaydıyla...

Yazının devamı...

5’in biri...

“Her 5 kişiden biri başkasına âşık!“

Çok ani oldu değil mi? Ama bu durumu anlatmanın başka yolu yok.

Ayrıca bu benim fikrim falan da değil. Yine bir araştırma...

Yani harbi harbi birilerine sormuşlar, onlar da çatır çatır cevaplarını vermiş.

“Evet abi, başkasına âşığım“ demişler.

5 kişiden biri başkasına âşık olduğunu itiraf etmiş.

Birlikte olduğu kişiden başkasına...

Araştırma sonucuna göre, âşık olunan erkek ya da kadının genelde iş arkadaşı ya da yakın arkadaş çevresinden biri olduğu belirlenmiş. “Tehlike listesinde“ eski sevgililer de yer almış.

E, zaten başka kime âşık olacak ki?

Havaalanında rastladığı birine mi?

Hı?

Neden olmasın?

Aşk değil mi bu?

Ayrıca aşk derken?

Dikkatinizi çekerim; sevgi, evlilik, çocuk falan demiyor, aşk diyor...

Yani...

Direkt oraya!

Dolayısıyla havaalanında da birine âşık olabilirsin. De... Süresi biraz kısa olur! Gittiğin yerde bir arkadaşına anlatana kadar...

Ha, erkeksen eğer, belki o akşam seni kurtarır! Ama araştırmaya göre, başkasına duyulan bu tür hislerin 3 yıl 2 aya kadar sürebileceği belirlenmiş.

3 yıl, 2 ay...

Niyeyse?

O iş yeri, yakın arkadaş hissine(!) karşı olandır... Eski sevgiliye daha uzun sürer. Hatta hiç bitmeyebilir. Eski sevgilinin tavrına göre değişir tabii.

Tavır derken?

Yani eski sevgili doğru düzgün birini bulana kadar!!!

Araştırmaya devam edelim o zaman...

Başkasına âşık olduğunu söyleyen her 6 kişiden biri, eşini ya da sevgilisini aldattığını açıklamış.

Vay havyan vay!

5 kişiden biri başkasına âşık oluyor, bunların içinden 6 kişiden biri de fiiliyata geçiyor.

Yani bu iyi bir şey mi, kötü bir şey mi?

Hesabını siz yapın. Ben işin içinden çıkamam.

Daha bitmedi...

Bana sorarsanız araştırmanın en can alıcı yerine geldik.

“Anketlere katlan erkeklerin yüzde 22’si, aynı anda 2 kadına birden âşık olduklarını itiraf etmiş.”

“Onu da seviyorum, onu da, onu da... Bana ne? Hepsi bana versin kalbini...”

Hep bana, hep bana!

Oldu!

Kadınlar da dünyaya senin için geldi zaten!

Dana!

Hayır 2 kişiye birden âşık olmasına bir sözüm yok. Olabilir.

Ama işi kendi içinde hallet değil mi? Hayır bunlar fiiliyata gidiyorlar, ona gıcığım.

Ayrıca:

“Len biz âşık olmaya bir tane bile adam bulamıyoruz, millet ikinciye âşık oluyor” diyenlerdenseniz, yanılıyorsunuz.

Çünkü...

Birine âşık olunca ikinciye, üçüncüye daha kolay âşık olunur. Nedenini sonra anlatırım...

Yok, “ben olmam, bana uymaz“cıysanız...

Etrafınıza bakın.

Oradaki 4 kişiden biri, başkasına âşık!

Belki de size...

Kimbilir?

Yazının devamı...

O adamla yatılmaz

Alışveriş derken...

Çarşı-pazar falan...

Şimdi bunu kadınlar bildiğimiz anlamda “alışveriş” olarak algılar...

Ama erkeklerin aklı kayabilir. O bakımdan açıklama gereği hissettim.

Bizim anladığımız anlamda alışverişten hiç hoşlanmadıklarını biliyoruz değil mi?

Geçenlerde bir haber okudum:

“Alışveriş, erkekleri hem parasız bırakıyor hem de iktidarsız yapıyor“ diye...

Parasız bırakma kısmını anlayabilirim de, öteki?

Ötekine geçmeden, nasıl parasız bırakıyormuş ki?

Bunların hepsi alışverişte cimridir. Etiketleri görünce, kendilerine alınacak olsa bile gözleri yuvalarından fırlar.

İlk tepkileri şudur:

“Yuh!“

Sonra da akıllarından şu geçer:

“Bunun maliyeti ne ki?”

Sana ne?

Çok ucuz olsa üretecek misin?

Ya da hesap mı soracaksın?

“Bunun maliyeti 50 lira, ne hakla 500’e satıyorsun?” mu diyeceksin?

O da sana, “Pardon efendim. Sizin maliyetimizi bildiğinizi bilmiyorduk! Buyrun size 55 lira olsun” diyecek sanki!

Eee?

Neyse, gelin biz öteki meseleye bakalım...

Alışveriş bunları neden iktidarsız yapıyormuş?

Fiş yüzünden...

Hani bir zamanlar, “Bir alışveriş bir fiş” sloganı vardı ya... Özal zamanında KDV’nin başlangıcıydı sanırım...

Heh heh hee...

Şimdiki haliyle, “Bir fiş, bir alıpveremeyiş!!!“

Fişler üzerindeki, mürekkebi okunur hale getirmek için kullanılan kimyasal madde bunları iktidarsız yapıyormuş.

Fişleri ellerine alıp sonra ellerini ağızlarına götürmeleriyle bulaşıyormuş!

Ohooo....

Onlara bu yolla hiçbir şey bulaşmaz. Bulaşsaydı hepsi şimdiye koleradan ölmüş olurdu. Hangisi tuvaletten çıkınca ellerini yıkar ki?

Ama yine de bu tezi destekliyorum ben.

Alışverişin erkekleri iktidarsız yaptığını... Kesin.

Niye?

Niyesini tarif edeceğim size...

Şimdi yazacaklarımı gözünüzün önüne getirmeye çalışın, tamam mı?

Mağazaların önünde bekleyen adamlar vardır hani...

Elinde naylon torbalar hatta omzunda da kadının çantası...

Ve suratında anlamsız bir ifade...

Pardon, nasıl anlamsız? Tabii ki anlamlı!

Ama ne anlam!

Bitkin, teslim olmuş, vazgeçmiş, yenilmiş, bıkkın...

Omuzları düşmüş, ayaklarını sürüyor ve belli ki o anda hiçbir şey düşünmüyor.

Tınnn...

Neymiş?

Alışveriş erkekleri iktidarsız yapıyormuş!

İktidarlı olsa ne olacak?

Onunla kim yatacak?

Zaten var ya,

“Yatmak istediğin erkeği alışverişe götürmeyeceksin.“

O surat ifadesi aklından çıkmaz.

Ve o surat ifadeli adamla da asla yatılmaz!

Yazının devamı...

Tanışmak zorunda kalınca

Geçen haftalardan birinde yabancılarla ilişkilerden bahsetmiştik ya...

Orada, yabancı kadınların avantajlarından bahsederken biri, “Aileyle tanıştırmak özel bir anlama gelmez“ gibi bir laf etmişti.

Rahatlık anlamında...

“Tanıştırırsın, o kadar!“ manasında...

Yani bunun altında, “Seninle evlenenmek istiyorum” mesajı olmaz“ diyordu.

Peki ya bizde!

Bizde öyle değildir.

Ne kadan modern, ne kadan vurdumduymaz olsak da, aileyle tanıştırmak özel bir durumdur.

Tanıştırmak da, tanıştırılmak da...

Hangisi daha kötü?

Tanıştırılmak herhalde değil mi?

Deplasmandasın çünkü...

Burada anlaştık sanırım.

Pekiii...

Alın size bir soru daha:

Kiminle tanıştırılmak en kötüsüdür?

Aileden...

Anne, baba, kardeş...

Hangisi?

“Tarafa göre değişir” diyeceksiniz şimdi...

Evet.

O zaman danalardan başlayalım...

Bir erkek için en zoru hangisidir? Kızın ailesiden en son kiminle tanışmak ister?

Sonu sona bırakalım...

En kolayı annedir...

Erkekler bütün annelerin kendilerini seveceklerini zannederler. Nedense?

Bunlarda muhakeme yok ya, hepsini kendi anneleri gibi mi sanıyorlar, ne? Bütün anneler bunu sevecek!

Belki de annelere daha kolay yalakalık yapabileceklerindendir...

Oysa anne var, anne var!

Birinin elini öpersin bozulur, ötekinin öpmezsin kırılır.

Birine “Teyze” dersin alınır, ötekine “Hanım” dersin şaşırır.

Ama yine de haklılar, en kolayı annelerdir...

Babalar...

E biraz daha korkutucu tabii...

Daha gerçekçi, maddiyatçı...

Onların karşısına sağlam çıkmak lazım. Yani işi gücü iyiyse, dana yolun yarısından fazlasını geçmiş demektir.

Sululuk yapmamak şartıyla...

Kızkardeşi geç zaten; en kolayı o. Bir iki iltifat, yeter.

Bunlar klasik durumlar yani...

İşte o çok fena!

En gıcığı...

Br erkek için en kötüsü kızın abisiyle tanışmaktır.

Abiyle tanışmak tıpkı pisuvar sendromuna benzer.

“O benimkine bakıyor mu, benim onunkine baktığımı sanıyor mu?” şüphesi...

Pisuvar sendromu burada kendisini, “Aklımdan geçenleri biliyor mu?“ şeklinde gösterir.

“Aklımdan geçenleri biliyor mu, benim bunu bildiğimi de biliyor mu?” sorunsalı...

“Abi” deyince bunların aklına hemen bu düşünceler gelir.

Hadi daha açık yazayım.

“Abi” deyince bunların aklına şu gelir:

“Kardeşiyle yatacağımı/yattığımı bu biliyor!”

Sanki başkası bilmiyor!

Ama duygu budur.

Varsa tabii!!!

Biliyorsunuz, bunlar empati falan pek bilmezler. Ha, işte çok zorlarsak burada biraz yaparlar... Belki de empati yaptıkları tek yer de burasıdır!

Yazının devamı...

Kim kimi bırakmalı?

Biri birini bırakmalı da...

Kim kimi bıraksın?

Terk etsin anlamında...

Herkesin özel hayatıdır, her ilişki özeldir, bize laf söylemek düşmez ama...

Kimin kimde ne bulduğunu, kimin kimi neresinden yakaladığını onlardan başka kimse bilemez ama...

Hatta bazen onlar bile bilemez ama...

Ama hep derim ya, bazı anlar vardır...

O an, onu terk etmen gerekir.

Hemen hem de!

Hiç vakit kaybetmeden!

O an...

Çünkü ne yaptıysa artık, o büyük bir ipucudur aslında...

Ve ileride bir gün mutlaka şu cümle çıkacaktır ağzından,

“O yaptığından belliydi zaten!“

Ama onu terk etmeyi hep ertelersin.

Bir umut herhalde...

Belki de bir korku...

Ama o an, onu terk etmezsin.

Zaten var ya, başımıza ne geliyorsa hep “o an”lardan geliyor.

Ya ıskalıyoruz ya da yanlış yerden vuruyoruz.

Bir isabet ettirsek tam süper olacak ama!!!



Şimdi ben bu kadar lafı niye yazdım?

Okuyanınız var, okumayanız var; dün Şirin Sever‘in, Deniz Akkaya ile röportajını okudum.

Orada Deniz Akkaya, sevgilisi veya çocuğunun babası için şunları söylüyordu:

“Küsünce giden bir çocukla birlikteyim / (...) Kavga edince hediyelerini geri ister.”

Küsünce giden adamları sonra bir ele alalım tamam mı?

Şimdi işi kişisellikten kurtaralım bir kere...

Deniz Hanım ve sevgilisini kendi hayatlarına bırakalım.

İşi genelleştirelim...

Bunları, bunun gibi davranışları yaşayan binlerce çift var...

Onları kurcalayalım...

Kavga edince hediyelerini geri isteyen adamlara mı bakalım?

Yoksa küsünce hediyelerini geri isteyen adamlarla birlikte olan kadınlara mı?

İkisine de...

Peki.

Kavga edince verdiği hediyeleri geri istemek bir şeyin işareti midir?

Bir huyun?

Bir karakterin?

Yani mesela kavga edince hediyelerini geri isteyen insan başka neler yapabilir?

(Dikkat ederseniz, “insan” diyorum, “dana” falan değil!)

Bu davranış biçimi hayatının başka alanlarına da yansır mı?

Yansır değil mi?

Kesin.

Mesela ne yapar?

Küser, çeker gider haber vermez, intikam yatışları yapar, yalan söyler, atar, uçar, hayalle gerçeği birbirine karıştırır...

Var mı artıran?

Yapar.

Bunların hepsini kesin yapar.

Yani bununla bu iş yürümez.

Hiçbir iş yürümez.

Pekiii...

Böyle birisiyle birlikte olmaya çalışan “kadın” kimdir?

Bunlara katlanan, hayatının başka alanlarında neler yapabilir?

Dayak yiyebilir, sürekli aldatılabilir, kandıralabilir, ne bileyim o da hayal dünyasında yaşar falan...

Hem de bile bile...

Bir nevi “fatal attraction” yani...

Peki bunlara katlananla niye birlikte olunur?

Daha açık yazayım:

Hangi erkek “fatal attraction” bir kadınla birlikte olmak ister?

Bütün bunları, “Açıklaması yoktur, özeldir” diyerek geçiştirebilir miyiz?

Normalleştirebilir miyiz?

Ben yapmam.

Yok, yok!

Olmaz.

Bu iş yürümez.

Biri birini bırakmalı da...

Kim kimi bırakmalı?

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.