Şampiy10
Magazin
Gündem

Ceza yerken...

Bugün trafikteyiz...

Hem trafikteyiz hem de ceza yedik ya da yemek üzereyiz.

Önce şunu açıkça itiraf edelim:

Haklı ya da haksız olalım, ki genellikle haksızızdır, yediğimiz cezayı hazmedemeyiz.

Hep bize haksızlık yapıldı hissine kapılırız.

Dedim ya, haksız olsak bile...

Niye?

Haksızsın, yanlış yere park etmişsin, hız sınırını aşmışsın hatta ve hatta alkollü araba kullanmışsın ama sana haksızlık

yapılıyor

hissindesin...

“O-ha!” derler adama... “Daha ne yapacaktın?”

Ama his, o his.

Haksızlık...

Yediremezsin kendine...

Hem suçlu hem güçlüsündür.

Niye böyle hissedersin?

Söyleyeyim.

Çünkü sen o cezayı yediğin sırada, binlerce kişi senin işlediğin suçu işliyordur... Hem de hiç ceza almadan.

O sırada binlerce araba yanlış yerde park edilmiş, rahat rahat bekliyordur.

Binlerce belki daha fazla kişi hız sınırını aşıyordur ve bir o kadarı da alkollü alkollü evine doğru gidiyordur.

Ve hatta sen de daha önce kim bilir kaç kez yakalanmadan neler yapmışsındır, neler...

Haksızızdır yani...

Ama cezayı yerken haklıymışız gibimize gelir.

O anda herkesin tavrı farklıdır.

Tavır da değil, insan o sırada adeta kimlik değiştirir.

Ya da gerçek kimliği ortaya çıkar. Hangisi, bilemem.

Bazıları yalakalaşır.

Birden saf, terbiyeli çok saygılı birine dönüşür.

“Sizin de göreviniz çok zor memur bey, bu sıcakta!” (Tabii tabii, çok umurunda çünkü!)

Polis hiç yüz vermez. (O alışık bunlara... Ama o sırada sen kendini onun karşılaştığı ilk saygılı insan sanırsın.)

“Hız sınırını aştınız.”

“Aaa... Hiç farkında değilim, öyle miii?” (Yalannnn!!!)

“120’yle gidiyordunuz!”

“Tabii tabii, çok tehlikeli aslında... Bu sefer affetseniz!”

Yalaka bir sesle...

Affetmez ama.

Bazıları da “önemli kişi” oluverir.

Cezayı yemiş. Yapacak bir şey kalmamış ama hırsını da alamamış! Ve elbette haksızlığa uğradığını düşünüyor.

Bunların bir son hareketi vardır.

Öldüren darbe!

Polisin de göreceği şekilde polis arabasının plakasını yazar. “Tamam ben seni bulacağım!” ifadesiyle ama...

Yapmazsa çatlar.

Hırsını öyle alır.

Hatta bir süre onun hayaliyle yaşar. Şikâyet etmiş de, o polis gelip özür dilemiş falan..

Hıı... Bekle, çok diler.

Bir de itirazcılar vardır.

Bunların doneleri şudur:

“Tamam ama önce beni bir uyar!“

“Ehliyetinizi alayım.”

“Ne bileyim ben farın yanmadığını...”

“İşte ceza keserek uyarıyorum.”

“Hayır ama... Önce uyar, yaptırmazsam cezayı yaz.”

“Ben senin ebeveynin miyim? Polisim ben. Bak, rozetim falan var!”

(Bu yaşanmış bir hikâyedir.)

İtirazcıların gururluları hiç çekilmez:

“Üfleyin lütfen.”

“Hayır. Bana bunu zorla üfletemezsiniz. Kan testine gitmek istiyorum.”

O başka ya!

Öyle herkes gibi üfle, cezayı ye, otur, olmaz.

Ömrünü, kişiliğini herkesten farklı olmakla belirlemiş olduğu için!!

Kendi belirlemiş ama! Başkaları değil!

Sonunda ne olur?

Kendi kaybeder!

Kaybetmenin acısını da, bir süre “Ben pişmiş biber yemem” diyerek çıkarmaya çalışır.

Biz de, “Yemezsen çok üzülürüz ama!” diyerek geçiştiririz.

Örnek çok da, yer yok.

Dedim ya, değişirsin.

Hiç olmadığın biri oluverirsin. Oradaki hallerin hiçbir yerdeki tavrına benzemez.

Sonradan o haline gülersin, övünürsün ya da utanırsın...

Ama asla kayıtsız kalamazsın.

Yazının devamı...

Taksi halleri...

Taksi mi, taxi mi?

Nasıl yazılır?

Taksi diye...

Sanki o çok Türkçe!

Aman öztürkçesini falan bulmasınlar da!

“Özel bineç” gibi...

Hayır, yanlış anlaşılır!

Heh heh hee...

Evet; konumuz, taksi.

Bu hafta bazı hallerden bahsedelim... Hemen herkesin içine düştüğü hallerden... Takside, doktorda ya da ne bileyim, trafikte...

Kendimizi görelim.

Ramazan dolayısıyla...

Biraz herkes kendine gelsin diye...

Zaten ödüm kopuyor oruçlulardan...

Bu sıcakta, bu kadar uzun süre... Allah kolaylık versin ama ne olur bize ilişmesinler...

Tutmayanlara yani...

Biz onlara saygı gösteriyoruz, göstereceğiz de, onlar da bize saygı göstersinler...

Bize ödettirmesinler yeter.

Bakın biz Ramazan’ın ilk günleri diye taksi maksi takılacağız...

Ama bu taksi halleri de geçekten komik.

Size kısa mesafe taksi halini anlatacağım.

Bu da bir nevi “Dar alanda kısa paslaşmalar”dandır...

Şimdi... Çok kısa mesafede bir yere gideceksin mesela...

Yürümek için uzak, taksiye binmek içinse yakın bir yer...

Kısa keselim, erkekler binmez.

Kesinlikle binmezler.

Seni de bindirmemek için ellerinden geleni yaparlar.

Uzun süredir birlikteyseniz senin, kısa bir süredir birlikteyseniz onun dediği olur.

Senin dediğin olduysa ve taksiye bindiyseniz...

Hayretle seni izler. Söylediklerini, yaptıklarını aklı hafsalası almaz.

İşte o sırada senden hem nefret eder hem utanır hem de sana hayranlık duyar. Hatta o anda seninle yatmak falan ister. Çünkü o duygusu başka türlü nötrlenemez.

Kadınlar da bu konuda ikiye ayrılır...

Şoföre bir şey söylemeden taksiye binenler...

Bunlar aynı zamanda henüz, “hayır” demeyi öğrenememiş, bazen de sırf ayıp olmasın diye kalbini verenlerdir.

Ama 35’ine geldiklerinde öğrenirler.

Taksiye binmeyi!!!

Yani önce şoföre doğru eğilir ve sorar:

“Çok yakına gideceğim ama...”

“Olsun abla, gel.”

Bu aşamadan sonraki konuşmaların yüzde 99,9’u şöyledir:

“Hayır, sonra surat asıp laf ediyor bazı meslektaşlarınız. Ben söyleyeyim de!”

“Olur mu abla? Bakmayın siz onlara, çıkıyor işte arada böyleleri. Bizim de adımızı kötüye çıkarıyorlar.”

“Var ama öyleleri. Hayır, ihtiyacım olmasa ben de binmem. Ayağım burkuldu da.../ astımım tuttu da...”

(Bak şimdi ne gereği varsa! Binmişin artık, sus di mi?)

“Olsun abla, uzun-kısa bizim işimiz bu.”

Beklersin, şoför demediyse, ki çoğunlukla söyler, sen:

“E, zaten her yerin bir kısmeti vardır.”

“Tabii, sen inersin, oradan başkası biner.”

“Kısmet işi bu. Hem kısmetin nerede bilemezsin ki! Benim indiğim yerde biri biner, havaalanına gider belki!”

(Havaalanı da bu diyaloğun artık doruk noktasıdır. Havaalanı!!! Daha ötesi yok yani!!)

Yine şoför örnek vermezse ki çoğunlukla vermez, sen:

“Geçenlerde aynen öyle oldu. Ben indim, adamın biri bekliyordu, havalanına gidecekmiş.”

(Yalana bak!!! Hayır, niye yani? Aklın sıra şoförü mü heveslendiriyorsun? Niye beklentiye sokuyorsun? Sana iyi davransın diye mi? Bunları anlatmasan seni dövecek mi? Ayrıca adamın havaalanına gideceğini nereden biliyorsun? Şoför sorsa ne cevap vereceksin? Neden saçma sapan yeni bir senaryo arayışına gireceksin vb...)

Saçma değil mi?

Niye böyle yapıyorsak?

Ha, tabii indikten sonra da...

Taksi uzaklaşıncaya kadar...

Ya topallar...

Ya da öksürürsünüz...

Ne yani?

Sanki topallamayıp öksürmesen inip arabadan hesap soracak!

Saçma canım!

Gerçekten saçma!

Yazının devamı...

Neresinden anlaşılır?

Bir adamın o anda aklından ne geçtiği nasıl anlaşılır?

Ne geçtiği dediysem, “o” mu geçiyor?

Ki, son bilimsel verilere göre, bir dakikanın 52 saniyesinde o geçiyormuş!

Hayır, geçsin, bize ne?

De...

“Bize ne?” mi acaba?

Yani bizimle mi ilgili bir şeyler geçiyor?

Yoksa onu bunu düşünmüş, bizi alakadar etmez. Kendi kaybeder!

Ama...

Acaba bizimle mi ilgili?

Bizim derken şahsen yani... Daha açık yazayım; karşında duran adam o an, o yerde, seninle ilgili fanteziler içinde mi?

Sen ona gayet ciddi bir konu anlatırken hem de!

O sırada...

Ve bunu anlamanın bir yolu var mı?

Dersimiz bu.

Tahtaya çize çize anlatırmışım! Ne çizeceksem?

Aslında konuya dünkü yazıdan esinlenerek başladım. Hemen hatırlatayım, konu bilim insanlarının son keşfiydi: “Esnemek Seks mesajı veriyor.”

Ben de, “karşındaki adamın o anda aklından seninle seks yapmayı geçirdiğini anlar mısın?” diye sorup cevabını da vermişim:

“Anlarsın.”

“Anlamak istesen anlarsın.”

Şimdi isterseniz biraz detaya girelim.

Bilim insanlarına bu sefer kesinlikle katılıyorum.

Esnerler...

Sen mesela, “N’aber?” diye sorarsın, o önce şöyle bir gerinir...

Tatlı tatlı...

Yeni uyanmış gibi...

daha doğrusu yeni uyanmış taklidi yapar gibi...

Hani filmlerde yeni uyananlar tatlı tatlı gerinirler ya, öyle...

Yoksa gerçek hayatta kimse öyle uyanmaz!

O anda henüz kendisi de olayın farkında değildir. Vücut farkındadır da o değildir.

Sen de doğal olarak, “Ne? Uykusuz musun?” diye sorarsın.

O hâlâ yeni uyanmış taklidiyle cevap verir:

“Yooo... Ne biliim...”

Şımarık şımarık...

İşte o anda kendisi de olayın farkına varmıştır.

“Yooo...” diyor ya, o aslında “Şimdi seninle şööle bi yatsak” anlamındadır.

Gerinip esnemesi de, hani çocuklar olmayacak bir şeyi istediklerinde “Bana ne, bana ne!“ frekansına girerler ya, öyle bir ruh halidir.

Yani birinci işaret bu; esnerler...

İkincisi, boş bakmaya başlarlar.

Sonsuza doğru...

Tabii orası bize boş geliyor; onlar o sırada orayı doldurmakla meşguller!!!

Gözleri ağırlaşır. Göz kapakları yarıya iner.

Kısarlar bir de... Netliyor mu, ne?

Üçüncüsü...

Bir soru sorduğun zaman ya alakasız bir cevap verirler ya da, “Hı? Ne dedin?“ diye iyice arsızlaşırlar.

Makul konuşamazlar. Kafa dağılmıştır.

O sırada ona istediğini anlatabilir veya sorabilirsin. Ama sonuç alamazsın.

Sen tabii durumdan habersiz; “Ohoo... Nerelerdesin?” diye sorarsın. O hemen toparlanır,

“Yok ya... Düşünüyordum” der.

Sanki kredi kartı ödemesi düşünüyorcasına...

Yalan!

Yalan ki ne yalan!

Ama o anda toparlanır ve kendine gelir.

O kadar mı?

Çok iyimsersiniz!

Kalanını da akşama saklar.

Yazının devamı...

Mesaj var, mesaj(!) var...

Doğada, insanda, hayvanda...

Adeta söylüyor...

Bulut geliyor, yağmur yağacak diyor. Yağmur yağıyor, ıslatacam diyor falan...

İnsanda da durum farklı değil.

Hem fiziki hem de ruhi olarak...

Fiziki olarak çünkü; mesela vücut su isteyince susuyoruz değil mi? Söylüyor hayvan! “Su iç” diyor...

Ya da ne bileyim, bayılıyorsun... “Bir şey oldu, bak!” diyor...

Evet, ruhi durumlar da haber veriyor.

Gülüyorsun, ağlıyorsun, öflüyorsun, pufluyorsun, iç çekiyorsun vb...

İç çekiyorsun dedim ya, ne güzel değil mi?

Bir şey olsa da iç çeksek!

Yani olmamış, belki de hiç olmayacak ama olma ihtimali gerçeğinden bile daha zevkli...

“Ahhh, Ah!” diyorsun mesela...

Ne güzel!

“Ahhh, Ah!”

Mesela...

Anlatacağım ama olmayacak, asıl konumuz kaynayacak.

Yani “Geliyorum” diyor...

Her şeyin fizyolojik, kimyasal veya ruhani belirtileri var.

Bir şekilde tepki veriyorsun.

Da anlayana...

Bir de istemsiz tepkiler var.

Hapşırık, hıçkırık, esneme gibi...

Aslında onlar da fiziksel tepkiler ama...

Ama bilim insanlarına bu yetmemiş.

Bunların sadece fiziksel birer açıklaması olması onları kesmemiş.

Bu saçma sapan, insanın en çirkin hallerine mana yüklemek istediler herhalde...

Habere bakın şimdi,

n “Esnemek seks mesajı veriyor.”

Oldu!

Adam karşında esniyor mesela, “Şraak!!! Bir tokat! “Terbiyesiz adam!” diye...

İğrenç!

Hatta iğrenç ötesi!

Ben yani! Ne demekse bu!

Adam esneyecek de, sen de gidip tokatlayacaksın!

Sanki adamın seks düşünmesi yasak!

Hayır, bir de sanki esnemese anlamayacaksın!

Anlar mısın peki?

Karşındaki adamın o anda seninle seks yapmayı aklından geçirdiğini anlar mısın?

Anlarsın.

Anlamak istersen anlarsın.

Nasıl anlayacağını başka bir yazıda anlatırım.

Ama isterseniz bir ipucu vereyim; adam gerçekten de esner.

Heh heh hee...

Hiç gereği yokken hem de!

Dönelim araştırmaya...

Esnemek uyku ihtiyacının yanı sıra seks isteğini de vurguluyormuş!

Uluslararası Esneme Konferansında, seks uzmanlarına danışan pek çok kişinin ön sevişme ve seks sırasında esnedikleri üzerinde durulmuş!

Yok artık!

Tam o sırada adam esnemeye başlıyor, sen coşuyorsun!

Bir tuhaflık yok mu?

Var.

Zaten bilim insanları da, kişinin uykusu olduğu için mi, seks istediği için mi esnediğini henüz ayırt edemiyormuş.

Ben hemen yardımcı olayım:

Bu artık istekten çıkmış bence!

Nereye gelmiş, anlatayım.

Şu önsevişmede esneyen var ya...

Olayı biraz fazla uzatmış. Önseviş, önseviş, nereye kadar? Kadın bir türlü havaya girmiyor. Adama ağırlık çökmüş.

İkincisi yani sevişirken esneyen de, ya evli ya da fantezisi bitmiş.

Bu kadar!

Yazının devamı...

İyisi de var tabii...

Bulaşıcı dediysem, ille de kötü durumlar akla gelmesin.

Dün, bir araştırmaya dayanarak, “İnsan yakın çevresinden etkilenir” demiştik, hatırlarsanız...

Bazı davranışlar bulaşıcıdır:

Boşanmalar, kavgalar, şüpheler...

Ama dedim ya, hep berbat durumlar bulaşmaz insana... Keyifli durumlar da sâridir...

Tıpkı gülümsemek gibi... (Çok romantik gördüm seni!)

Ama iyi hallerin şöyle bir özelliği vardır: Bu, sadece kadınlar için geçerlidir.

Erkekler yakın çevresindeki iyi hallerden pek etkilenmezler.

Mesela en yakın arkadaşı evine giderken eşine çiçek alıyorsa, ondan etkilenip “ben de alayım” demez.

Ya da ne bileyim, işteki arkadaşları günde üç kere eşlerini arıyorsa, o da bundan etkilenip aramaz.

Hatta tam tersi, “ne arayacam! Şımarır, havalara girer” diye düşünür. Etkilenmek bir tarafa, ötekini kendine çekmeye çalışır; “Çiçek miçek alma oğlum, sonra başedemezsin!“

Sanki kadın da çiçeği görünce, havaya girip dizi film çevirecek!

Peki arkadaşı etkilenir mi?

Evet.

Neden?

Çünkü bunlar negatif etkilere açıktır!

Aldatma, yalan söyleme, kabalık falan... Bu konularda etkilenmekte üstlerine yoktur.

Birbirlerinin kıyafetlerine de özenir bunlar!

Moda anlayışları bundan ibarettir zaten.

Ama kadınlar...

Kadınlar olumsuzlar kadar olumlu davranışlardan da etkilenir.

Ne mesela?

Mesela iç çamaşırı...

En yakın arkadaşları sürekli seksi iç çamaşırları alıyorsa, o da almaya başlar.

Zira kadınlar bu alışveriş sırasında birbirlerine çekici ipuçları verebilirler.

“Bunu giyince var ya...”

Ya da:

“Kızım, şuna bak! Alayım da, şaşırsın biraz!”

Şaşırır da.

Adam onu öyle görünce...

Etkilenir.

Etkilenirler de...

O çamaşırdan değil.

Onun o iç çamaşırından anladığı, kadının sekse hazır olmasından başka bir şey değildir aslında.

Kesin.

İsterseniz deneyin

Ertesi gün rengini, modelini sorun.

Havuz problemi sormuşsun gibi afallar, kalır dana!

Ama adam 7 veya daha fazla yıllık kocanızsa...

Durum değişir.

O sırada siz, iç çamaşırınız değil, ona ne kadar para verdiğiniz daha önemlidir.

Hatta ilk tepkisi de budur:

“Kaç para bayıldın buna?”

Allah cezanı vermesin!

Yoksa versin mi?

Yazının devamı...

Bulaşıcı durumlar...

Hani esnemek gibi...

Biri esneyince sen de esnersin ya...

Yok yok, tam öyle değil; çünkü o istem dışı bir hareket.

Benim anlatacağım, sigara gibi...

Biri yakınca sen de farkında olmadan yakarsın ya, tam öyle...

Geçenlerde gazetenin birinde küçücük bir haber vardı:

“Boşanmak bulaşıcı” diye...

Şöyle de devam ediyor:

“Boşanan bir arkadaşınız varsa ondan uzak durun. Çünkü yapılan bir araştırmaya göre, boşanmak bulaşıcı.”

Allah Allah! Niye uzak duracak? Belki boşanmak istiyor da, bir ivmeye, dolduruşa ihtiyacı var! Nereden biliyon?

Devam edeyim:

“Dr. Rose McDermott, yakın bir arkadaşı veya akrabası boşanan çiftlerin ayrılma olasılıklarının yüzde 75 olduğunu açıkladı.”

Yüzde 75...

E, iyiymiş!

Niye herkesin sapır sapır boşandığını da anlamış olduk!

Peki niye böyle oluyormuş, onu da anlamış:

“İnsanlar yakın çevrelerindeki boşanmalar nedeniyle ilişkilerini sorgulamaya başlıyor.”

Biliyoruz o sorgulamaları; “Şimdi boşansam, ne biçim dağıtırım” sorgulaması...

Daha da açık yazacak olursam,

“Lan tam oldum ben. Bi boşansam ne biçim sevişirim” sorgulaması...

Evliler bekârların, bekârlar da evlilerin her gün seviştiklerini sanırmış ya, tam o kafa!

Ama bunun asıl lafı başka:

“Ölüler, dirilerin her gün helva yediklerini sanırlarmış!”

Doğru yani...

Böyle sevgiliden de ayrılınılır...

Mesela, arkadaşın sevgilisinden “Bu beni hiç dışarı çıkarmıyor. Evde yemek, yatmaca-kalkmaca, o kadar...” diye ayrılıyor. “Sıkıldım artık! Bu şimdi böyle, ileride kimbilir ne olur?” diyerekten...

A, bir bakarsın, seninki de bunu yapıyor. Yapıyormuş da, sen fark etmemişsin. Daha doğrusu öyle yorumlamamışsın!

İşte o andan itibaren adam sana da batmaya başlar.

Sadece ayrılmalar değil, başka durumlar da bulaşıcıdır.

Mesela şüphe...

Arkadaşın sevgilisinden ya da eşinden şüphelenirse, sen de seninkinden şüphelenmeye başlarsın.

Onun donelerine takılırsın.

Başka?

Kavga...

Bir süre sonra arkadaşının kavga konularıyla sizinki aynılaşır.

Hııı... Çapkınlık da öyledir. Bulaşıcı

yani...

İşte tam da bu yüzden, çiftler birbirlerinin yakın arkadaşlarından pek hazzetmezler.

Hem onların kendileri hakkındaki en olmaz sırlarını bildiklerini bildiklerinden hem de böyle apır sapır etkilendiklerinden.

Hatta yeri gelince hemen lafı yapıştırırlar:

“Sevgili arkadaşın mı söylüyor bunları!”

Al işte!

En gıcık laf!

Sanki sen yoksun, sen şahsiyetsizsin!

E, ama sen de o sıralar hakikaten biraz şahsiyetsizsindir!

Yazının devamı...

Doğru adamı bulmaca...

Haberin başlığı şu:

“Bay doğru’yu bulmanın yolu”

Anlamadım... Nesi doğru olacak?

Heh heh hee...

İngiliz Telegraph Gazetesi bu konuda kadınlara dönük bir haber yayınlamış. “Bazen doğru erkeği bulmak özellikle yalnız geçen uzun yıllardan sonra çok zor olabilir“ görüşünü ortaya koymuş.

Ne yani?

Uzun yıllar yalnız yaşayınca önüne gelenin üstüne atlarsın mı diyor?

Bir de o uzun yıllar yalnız geçmese, doğru erkeği bulmak daha mı kolay?

Bir de... Lafa bak:

“Bay doğru!”

Bir kere kafadan adama “Bay” derken kaybediyorsun...

Aramızda şöyle konuşmalar olur gibi; mesela kapıyı açıyorsun:

- Bayım.“

- Dilek.

- Hoşgeldin, neden içeri girmiyorsun?

- Neden olmasın? Yapacak daha iyi bir işim yok.

- Gel o halde...

- Seni rahatsız etmeyeyim...

Adam doğru ya, kesin böyle sıkıcıdır.

Baktı ki canın istemiyor mesela, hiç ısrar etmez. Doğru ya! Direkt bir film koyup izlemeye başlar.

Ya da “Sana yemek yapayım mı?” falan der.

Ne anladık!

Oysa o isteyecek, sen “Üff... Ne anlayışsız adam” diyeceksin, “Ay çok sıcak!” gibi bahaneler uyduracaksın.

Ki zevki olsun.

“Sıcak” dedin ya; bu şimdi gider klima alır.

O da gerçekten adam “Doğru”ysaÖ

Çünkü doğruysa hem parası olacak, hem cimri olmayacak hem de anlayışlı olacak.

Sekiz basit adımda “Bay Doğru” ile tanışmak mümkünmüş.

Bu, “Bay Doğru” olayını pek sevmedim ama yine de bakalım...



(Tipi geç diyor. Kafadan çıtayı düşürdük yani.)



(İyi de o bizimle niye çıkacak?)



(Çevrenizdeki her kadın denemiş, bir sürü bekâr erkek!)



(Yeni sporlarda çıtırlar, tur gruplarında da yaşlılar vardır.)



(Ama ondan sonrası için korkun. Baştan kaybettiniz çünkü!)



(Tek gecelik ilişki için, evet. Ama uzun vadede hiçbir erkek bu kadını çekmez.)



(Yoga yapan kadınlardan kaçar bunlar.)



(Ölçü olarak mı?)

Boş bunlar, boş.

Niye?

Doğru erkek diye bir şey yok da ondan!

Sen bunları yap, Bay Doğru’yu bul, sonra gel bir de beni... Bul!

Yazının devamı...

Kadın-erkek farkı

Bana sorarsanız tek fark var ama...

Heh heh hee...

“O“ işte!

Evet, “O”.

Niye büyük harfle yazdıysam! Çok özelmiş gibi! Tabii herkesinki kendine özeldir ya, ondan belki de!!!

Hatta bazılarınınki daha da özeldir!

Niyeyse!

Yani tek fark var; gerisi...

Gerisi nasıl sosyalleştiğine bakar...

Sosyalleşmişse tabii!!!

Ama gelin görün ki, bütün dünya kadın-erkek arasındaki farkları yüzyıllardır arayıp duruyor.

Buldukları son farkları sunuyorum. tabii benim yorumlarımla birlikte...

- Erkekler kadınlardan 12.5 yıl daha az yaşıyor.

(Böylece kadınlar hiç olmazsa son yıllarının keyfini çıkarıyor.)

- Erkekler her 52 saniyede bir, kadınlar ise günde sadece bir defa seks düşünüyor.

(Bir dakikanın 8 saniyesinde iş yapıyorlar yani! Kavga etmiyorlarsa tabii!)

- Orta gelirli erkek, aynı gruptaki kadınlara göre 7 kat daha fazla alkol tüketiyor.

(Daha iyi bir iş yapsalar şaşardım!)

- Kadınlar iki kat daha fazla kitap okuyor.

(Zaten 1 saat kitap okusa, bunun 52 dakikası yok. Nerede? Beyefendi seks düşünüyor! Kesin cümle içinde geçen bir kelimeye takılmıştır; geldi, kalça, meme gibi...)

- Erkekler her gün üç kat daha az kelime kullanıyorlar. Bu yüzden hafızaları erken zayıflıyor.

(Bunların hafızası konuşmamakla bağlantılı değil. Direkt kadınlara bağlı. Düşüncede ya da pratikte hayatlarında yeni bi kadın yoksa bunlarda beyin gidiyor... Pelteleşiyor...)

- Erkekler ortalama 61 yıl 4 ay yaşarken, kadınların ortalaması ise 73 yıl 9 ay.

(Kadınlar, kocaları öldükten sonra yenileniyorlar da, ondan... Yaşasın özgürlük!)

- Kadınlar üç kat daha sık doktora gidiyor.

(Bu, kadınların daha sık hastalandıklarını değil, erkeklerin doktordan ne kadar korktuklarını gösteriyor.)

- Sarışın erkeklerin düşünme kapasitesi, sarışın kadınlara oranla yaşlandıkça daralıyor.

(İkisi de sarışın karı-koca düşünemiyorum. Düşünmek istemiyorum.)

- Tüm dünyada sigara içme oranı erkeklerde yüzde 47 iken, bu oran kadınlarda yüzde 12.

(Orgazm sigaralarından bahsediyorlar herhalde!)

- Kadınlar erkeklerin ev işi yapmasını çok değerli buluyor.

(Düşünün artık ne haldeler??? Diğer yaptıkları ne kadar değersizse!!!)

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.