Şampiy10
Magazin
Gündem

Üzülüyorum... Çok üzülüyorum...

Biz başımızı yastığa koyduğumuzda...

Seçtiğimiz bir hayale daldığımızda...

- Birileri çıkmazda ya...

Hem de öyle böyle değil!

Üzülüyorum.

Çok üzülüyorum.


Biz başımızı yastığa koyduğumuzda...

Seçtiğimiz bir hayale daldığımızda...

- Birileri adalet talep etmek için ölüm orucuna karar veriyor...

Ya da vermekte...

Başka çaresi kalmamış.

Feryat ediyor...

Sesini duyurmak için çırpınıyor.

Yardım istiyor.


Biz başımızı yastığa koyduğumuzda...

Seçtiğimiz bir hayale daldığımızda...

- Birileri kendini asmayı planlıyor.

Borçlarını ödeyemediği için.

Kalkıp kendini asıyor.

Biz başımızı yastığa koyduğumuzda...

Seçtiğimiz bir hayale daldığımızda...

- İş bulamadığı için amelelik yapan üniversiteli genç çoktan uyumuş oluyor.

Ama sabah düşüp ölüyor...

Ne anlasın o işten!


Biz başımızı yastığa koyduğumuzda...

Seçtiğimiz bir hayale daldığımızda...

- Birileri yatmıyor.

Gidip okullardaki Atatürk büstlerini parçalıyor...

Öteki, içki yasağı kâğıtlarını imzalıyor...


Biz başımızı yastığa koyduğumuzda...

Seçtiğimiz bir hayale daldığımızda...

- Bazı anneler çocuklarının yaralarını sarıyor.

Üniversitede dayak yemişler...

O anneler bir türlü uyuyamıyor.


Biz başımızı yastığa koyduğumuzda...

Seçtiğimiz bir hayale daldığımızda...

- Bir sanatçı hakarete uğruyor.

Çevreyi korumak istedi diye, hem de Çevre Bakanı’ndan...

Susuyor.

Bir başka sanatçı kaliteyi anlatmaya çalışıyor.

Arkasında üç-beş kişi...

Çırpınıyor...

Elinden geleni yapıyor.


Biz başımızı yastığa koyduğumuzda...

Seçtiğimiz bir hayale daldığımızda...

- Bir muhabir, bir yazar, bir genel yayın yönetmeni beyin jimnastiğinde.

Ne yapsam da, nasıl yazsam da başım belaya girmese diye...


Biz başımızı yastığa koyduğumuzda...

Seçtiğimiz bir hayale daldığımızda...

Birileri uyumuyor.

Uyuyamıyor.

- Ben...

Onları yalnız bırakmışım gibi...

Bir gün birileri de beni yalnız bırakacakmış gibi...

Üzülüyorum...

Çok üzülüyorum...

Yazının devamı...

Sanatçı siyaset sahnesine çıkınca...

Turnusol kağıdı gibi...
Bir sanatçı siyasete karıştığı zaman...
Ya da bir siyasetçiye...
Sadece fikir olarak...
Tavır koyduğunda yani...
İki tarafın da aslında kim olduğu nasıl da ortaya çıkıyor.
Apaçık...
Tarkan’dan başlayalım...
Ne dedi:

“Allianoi’nin korunması gerektiğine dair alınan hukuk kararının uygulanmıyor olmasına çok üzüldüm.”
Bu hükümetin Çevre ve Orman Bakanı ne cevap verdi:
“Bu işlere burnunu sokmasın.”
Çok güzel!
Yakışır!

Dedim ya, turnusol gibi...
Tarkan’dan önce Fazıl Say vardı.
2010 Dünya Basketbol Şampiyonası’nın Fazıl Say’la açılması beklenirken Müslüm Gürses‘te karar kılındı.
Niye?

Uluslarası bir organizasyonda, uluslarası bir sanatçı neden geri çekildi?
Yoksa siyasi tavrını açıkça belli ettiğinden mi?
O tavırsa, bu da tavır, ha?..
Hadi tavır koydun...

Allahaşkına basketbolla Müslüm Gürses’in ne alakası var?
Basketbol izleyicisiyle hangi ortak noktada buluşuyorlar?
Ha, açılışta onu tercih edenlerle buluşabilir...
Dedim ya, turnusol gibi...

Peki Müslüm Gürses’i küçümsediğimden mi?
Küçümse küçümseme, ama oraya uygun değil, bu kesin.
Damardan acılı şarkılarla motivasyon olur mu?
Peki Sezen Aksu uygun mu???
Hazır ondan konu açılmışken...

“Evet”çilerden...
“Evet”çi sanatçılardan...
Hayır, bir çıkarları olduğunu yazmayacağım. Öyle bir amaçları da öyle bir durumları da olmadığını biliyorum. Hiç sanmıyorum.

Sanmıyorum...
Ama anlamıyorum da...
Bütün evetçiler gibi...
Pardon, bütün “evetçi demokratlar” gibi...
Hrant Dink‘in haince öldürülmesiyle birbirlerine bağlanan...
Bağlanmakla kalmayıp seslerini burada da yükselten...
Onlar seslerini yükselttikçe bizim yürekten alkışladığımız evetçi demokrat sanatçılar...
Ama nedense aynı dönemde dövülerek öldürülen Engin Çeber‘i hiç fark etmediler...
Tıpkı 12 Eylül Anayasasını faşizan görüp, şimdikini görmedikleri gibi...
Şimdiye kadar Anayasa’nın tam 15 defada, 85 maddesinin nasıl sessizce değiştiğinin farkında olmadıkları gibi...
12 Eylül’de yaşanan antidemokratik tutuklamaları görüp şimdikileri görmedikleri gibi...
Sanatçı siyasete karıştığı zaman...
Ya da siyasetçiye...
Sadece fikir olarak...
Tavır koyduğunda yani...
İki tarafın da aslında kim olduğu nasıl da ortaya çıkıyor!
Dedim ya, turnusol kâğıdı gibi...

Yazının devamı...

İlk bakışta meşk

Meşke sonra geleceğiz...

Biliyorsunuz, önce aşk...

İlk görüşte aşkın sırrını çözmüşler.

ABD’de yayımlanan yeni bir kitapta bu tip ilişkilerin beş şarta bağlı olduğu öne sürülüyor. “Click” isimli kitapta ilk bakışta aşkın beş evresi anlatılıyormuş.

Kitabın ismine bak: Click!

Yani:

Klik...

Yani:

“Tık!”

Aşkı, hem de ilk görüşte aşkı anlatan kitabın ismi, “Tık!”

Onu görünce içinden ya da dışından bir şey “Tık!” eder, onu mu kastediyor acaba?

“Tık yok!” derken falan...

Aşk yani, “Aşk yok” diyor!

Siz ne anlıyorsunuz?

Başka şey!

Aklınız orada da ondan!

Çok ayıp!

Neyse şu 5 evreye bakalım mı?



1- KIRILGANLIK: Hızlı oluşan bir ilişkinin temelinde karşı tarafın da en az kendiniz kadar kırılgan olduğunu görmek yatıyor.

2- YAKINLIK: Birisinin ister istemez hayatımızda her gün gördüklerimiz arasına girmesi onunla beraber olunma istediğini artırıyor.

3- ÇEKİM GÜCÜ: Kendinize güvenmek ya da güzel hissetmek, diğer tarafın fark edeceği bir çekim gücü oluşturuyor. Bu da karşı tarafla anında iletişim kurmayı kolaylaştırıyor.

4- BENZERLİK: “Zıt kutuplar birbirini çeker” doğru bir varsayım değil. İnsanlar uzun süreli ilişkilerde kendilerine benzeyen kişileri ararlar.

5- ORTAM: Aynı tarzda sıkıntıları yaşamak ve paylaşmak insanları daha da yakınlaştırıyor.

- Böylece niye herkes ilk bakışta aşk yaşayamıyor anlamış olduk!



İlk bakışta aşkı çözmüşler...

Bir de ilk bakışta meşk var.

Onun sırrını da ben çözdüm.

Madem beşlemişler biz de oradan gidelim...

Buyrun, ilk bakışta meşkin 5 şartı...

1- HORMONLAR: Erkeklerde 60 yaşına kadar her an, kadınlarda 45 yaşına kadar ayda 3 gün tehlikelidir.

Çakışırsa...

2- YALNIZLIK: Yalnız insan aç insan gibidir. Onun için her şeyi yapar! Çalar, çırpar, ağlar, yalvarır...

3- PANİK: Gençlik elden giderken o panikle... Önüne gelenle...

4- İNTİKAM: İntikam alan da, alınan da, arada kullanılan da o meşkten bir şey anlamaz ama olsun. Meşk meşktir!

5- EVDEN KAÇIŞ: Biliyorsunuz; evden ne kadar uzaklaşırsan meşke o kadar yakınlaşırsın. Doğru orantılıdır.

Bir de ikisinin ortak noktaları vardır. Bunu da ben buldum.

Aşkla meşkin ortak noktaları...

Onu da beşleyelim...

- İlk bakışta aşkla meşkin 5 olmazsa olmazı...

1- Bakacaksın...

2- Ama görmeyeceksin...

3- Görsen de, almaza yatacaksın...

4- Yatsan da, birlikte kalkmayacaksın...

5- Kalksan da, birlikte kalmayacaksın...

- Yoksa ne aşk kalııırrr, ne meşk!

Yazının devamı...

Endişe yönetimi

Endişe?

Endişe mi dediniz?

Ben mi?

Heh hee...

Endişe hastası!

Böyleleri vardır ya, “Bütün dünya bana karşı” sendromu...

Kediler gibi...

Sen dolaptan naylon torba çıkarsan, onu içine atıp boğacağını falan sanır ya... Ya da öyleymiş gibi bir tepki verir.

Veya ne bileyim, sen perdeyi çekersin, o öyle bir hareket yapar ki, tarif edemezsin ama verdiği duygu şudur: “Anam! N’oluyo lan? Çotaya gidecez!”

“Yok tatlım, korkma sana yapmadım” diye sevecen sevecen yaklaşırsın, bu seferki hareketin açılımı da şudur:

“Hadi len! Hadee...”

Aaa...

Durup dururken başına bela olur yani! Ve en kötüsü ona asla yaranamazsın.

Ne dersen de, tersini savunur. Ta ki keyfi yerine gelene kadar.

Ha, o keyif nasıl yerine gelir, bunu da asla öğrenemezsin.

İnsanlarda da bu genellikle yaşlılık alametidir. Hatta yaşlılıktır.

Ama bir de endişe sendromu yaşayanlar var.

Bunlar da aynı tepkileri gençken verenlerdir.

Yaşlılıklarını düşünemiyorum bile...

İstatistiklere göre, insanların yüzde 38’i her gün endişelenirken, endişe hissinin yarattığı baş ağrıları, mide krampları, huzursuzluk hissi ile hayatı kendine zehir ediyormuş.

Bizde bu oran yüzde 99 çıkar herhalde...

Bu araştırmayı yapan profesör endişeyi insanların kendi kendine yarattığını söylüyor.

Tabii, etrafındaki üç kişiden biri işsizken, iki kişiden biri aldatılırken, dört kişiden biri hâlâ “evet” diyecekken...

Her anlamda bölünmüşken...

Biz kendi kendimize endişe yaratıyoruz!

Ama korkmayın.

Profesör bunu kişinin bireysel çabasıyla sonlandırabileceğini de iddia ediyor.

İlginç!

Bakalım nasıl yenebilecekmişiz?

Profesör Kerkhof‘a göre, sabahları 15 dakikanızı her şey için sonuna kadar endişelenmeye ayırırsanız gün içinde daha rahat edebilirmişsiniz.

Oldu!

- Hayatım kahvaltı hazır, hadi gel...

- Ne kahvaltısı be! Ben burada hayatımızla ilgili ne endişeler yaşıyorum, sen ne diyorsun?

- Ne endişesi hayatım?

- Ya ölürsem?

- O biraz senin hayatınla ilgili oldu ama neyse! Hadi yürü kahvaltıya...

Herkes işe bir geliyor, gözler şiş, suratlar beş karış...

Ne o?

Endişe terapisi...

O moralle iş mi yapılır? Asıl o zaman endişe etmeye başla sen!

Neyse devam edelim...

Doktor, ayrıca akşamları da küçük bir seans düzenleyerek 5 dakika endişeli düşüncelere yoğunlaşılmasını, daha sonra 10 dakika mutlu şeyler düşünülmesini tavsiye ediyor.

Adam bizi psikopata bağlayacak!

5 dakika ağlayıp hemen arkasından 10 dakika gülen insanlar...

Gerçi zaten biraz öyleyiz ama...

Bunun dışında kalan zamanlarda ise tüm endişeli düşünceleri ise bu seanslara ertelemek gerekiyormuş.

Endişe yönetimi...

Adam mesela, gece geliyor hem de yapamıyor ve üstüne üstlük çekip gidiyor...

Daha kötüsü yok herhalde değil mi (ilişki anlamında)?

“Hiiç kafama takamam şimdi. Endişe saatim değil.”

Komik gibi oldu ama...

Hiç fena fikir değil!

Yazının devamı...

Dana plus dönemi...

Danalık bitti, yaşasın dana plus‘lar...

Kızıyorsunuz ama bu sorulara da başka bir ad takılmaz!

Danasal sorular...

Ve gerçekten de başka cevabı yok. Hepsinin cevabı aynı:

“Sana ne!“

Hangi sorular? Kim sormuş? Kim cevaplamış?

Tamam, sakin olun. Hepsini yazacağım.

Daha doğrusu öyle açık seçik yazmış ki, ben sadece aktaracağım...



“Yaklaşık 4 senedir boşanmış bir kadınım. Akademisyenim, hoş yaşamayı seven bir insanım. Doğal olarak danaları da çekiyorum. Bundan şikâyetçi değilim de, onların bana sorduğu sorulara taktım. Ama öyle böyle sorular değil; hepsi de ortak cevabı ‘Sana ne?’ olan danasal sorular...

Geliyor efendim sorular...

1- Boşanalı ne kadar oldu?

Eee, ne var bunda demeyin, çok önemli bir kıstas. Anlatayım efendim... Ayrılalı 1 seneden az olmuşsa fena değildir. Niye mi? Çünkü daha fırsat bulup biriyle beraber olmamıştır ya da bir kişiyle falandır çok çok. Ha kimine göre kötü de olabilir bu rakam. Aman bu daha atlatamamıştır travmayı, hiç çekemem gibilerinden...

Sana ne!!! 1572 yıl oldu, sana ne!!! Bu soruyu artık o kadar kanıksadım ki, rahatsız etmiyor sanki.

Gelelim 2. soruya...

2- En son ne zaman erkek arkadaşın oldu?

Bak, bak, bak!!! Yani meali, ne kadar zamandır abazasın!!! Sanmayın ki bunu soran kültürsüz, okumamış, cahil beyler... Valla Prof’dan Dr’a kadar seç beğen al..:) Hani sorsa, en son ilişkin ne kadar sürdü diye, bir derece anlıyacam. Adam ilişkilerde ne kadar iyi olduğumu merak ediyor diye... Nerdeee?!!!!!! Cevap aynı mı, aynı:

Sana ne!!!

İşte 3. ve ben buna danasal değil, dana plus sorusu diyorum...

Tabii bu soru çocuğunuzun olup olmamasına bağlı. Çocukluysanız elbet bir gün sorulacak. Vermeden önce(kalbinizi).

İşte geliyor...

3- Çocuğunu/çocuklarını sezaryenle mi, normal doğumla mı doğurdun?

Soruya bak, soruya...

Önceleri salakça, ‘Ay ne hoş adam; acı çekip çekmediğimi soruyor...’ diye sevinmiştim. Sonra anladım ki gayet danasal bir iç güdüyle sorulmuş bir soruymuş!!!

Buna dana plus denmez de ne denir acep???

Ha unutmadan cevabımı vereyim:

Sana neeeeeeeeeeee!!!!!!!!!!!”

Yazının devamı...

Kimse yalan söylemeseydi...

Yalan söylemek sağlığı bozuyormuş.

E, bu da bir yalan!

Baştan söyleyeyim, ben yalancı birisi değilim (herkes gibi)!

Ayrıca yalan söyleyeni de hiç sevmem (seven varmış gibi)!

Ama bu fikre hiç katılmıyorum.

Yalan söylemek sağlığı bozuyormuş!

Kimsenin yalan söylemediğini düşünsenize...

Herkes doğruyu söylüyor mesela...

Düşünmesi bile komik!

Olacak iş değil canım!

Peki bu fikri ortaya atanlar neyi savunuyor acaba?

Bakalım...

“Radikal Dürüstlük Hareketi“nin öncüsü Brad Blanton‘a göre doğruyu söylemek ruh sağlığımız için ne kadar yararlıysa yalan söylemek de bir o kadar zarar veriyormuş.

Bir dakika!

Atlamayalım.

Harekete bakar mısınız?

O hareket değil!!

Radikal Dürüstlük Hareketi...

Hem radikal hem de hareket...

Ağır bir durum yani!

- Nerede çalışıyorsunuz?

- Radikal Dürüstlük Hareketi’nde.

- Siz şimdi yalan söylenmesini istemiyorsunuz değil mi?

- E, tabii...

- O zaman senin o hareketi kuran kafanın ta içini seveyim! Kırılmaca yok ama değil mi?

Çok mu radikal oldu?

Heh heh hee...

Peki cıvıtmayalım, örneklerle anlamaya çalışalım...

Kimse yalan söylemeseydi...

Gerçekten de söylemeyecek ama! Söylememekle kalmayıp hareket de çekecek!

Öyle değil.

Lafla...

Hem de en radikalinden...

- Beni seviyor musun?”

- Yoo, seviyor gibi yapıyorum sırf bana ver kalbini diye...

Heh heh heee...

İlk aklıma gelen bu oldu.

Nedense?

Peki daha ciddi olalım.

- Arkadaşlar bugün biraz fazla mesai yapacağız.

- Gittir git yaa... Çok mu lazım? Günler mi bitti! Geyin oğlu!

Terbiyesizleşmeyelim...

- Akşam ne yapıyorsun?

- Hiiç...

- Bir şey yapalım mı?

- Seni hiç çekemem. Bakalım, yapacak bir şey bulamazsam belki seni ararım.

Peki azıcık cıvıtalım:

- Saat kaç?

- Saati bilmiyorum ama sen bana bi kaçsan!

Ne o?

Yalan söylemedin.

Hareket Başkanı diyor ki,

“Duygularımızı bastırmak yerine, sinir, pişmanlık gibi her türlü duygumuzu ruh sağlığımız için gizlemeden yaşamamız gerekiyor.”

Senin sağlığın yerine gelecek diye etraf kırılmış dökülmüş, kime ne?

Hı?

E ama günün birinde, ikisinde veya üçünde elbet biri de sana hareket çeker ama...

En radikalinden...

Yazının devamı...

Size bir ayna tutuyorum

Bildiğiniz ayna!
Kendinizi göreceksiniz orada...
Ya da kocanızı...
Veya dananızı...
Heh heh hee...
* “Kadınlar, erkeklerin hangi huyundan nefret ediyor?”
Bu araştırma her yıl yapılır. Her yıl da, sonuçlar hep aynı çıkar. Ne bir eksik ne bir fazla!
Fazlalaşmaması ne kadar iyiyse, azalmaması da o kadar hayret verici!
Neredeyse yüz yıl geçmiş, bunlar hâlâ aynı!
Nasıl hayret etmeyelim?
Yahu insan biraz olsun gelişir, toparlanır değil mi?
Hayır.
Yok.
Bunlarda tık yok!
İnsan hiç olmazsa kötü yönde de olsa değişir, değişsin yani!
Yine hayır.
Bunlar hep aynı!
Bakın yapılan araştırma sonucunu aynen yazacağım.
Ben de çözümlerini ekleyeceğim.
* “Araştırmaya göre kadınlar en çok erkeklerin klozet kapağını açık unutma huyuna sinir oluyor. Araştırmada bu huy yüzde 54 ile açık ara önde...”
Klozet kapağını yapıştırın. Kaldıramasın. Orayı pisletmekten çekinir.
* “Bu huyu, yüzde 23 ile yatağın üzerine ıslak havlu bırakmak ve yüzde 15 ile kirli çamaşırları ortalığa saçmak takip ediyor.”
Islak havluyu onun tarafına koyun ve tabii ki kirli çamaşırlarını toplamayın. O da inat ederse, atın. “Çöp sandım” dersiniz.
Araştırmaya göre kadınların hoşlanmadığı diğer huylar şöyle:
* Horlamak...
Siz daha çok horlayın, o salona gider en azından yatak size kalır.
* Tuvalet kağıdı bittiğinde yenilememek...
Siz de yenilemeyin. Kendinizinkini gizli bir yere falan koyun.
* Kaybolduğunda yol sormamakta inat etmek...
Yolu bulamayınca aşağılayın, alttan almayın.
* Ev işlerini kötü yapmak...
Bilerek kötü yapıyorlar, yılmayın.
* Sütü şişeden içmek...
Şişenin içine bozuk süt koyun. 1-2 sefer yeter.
* Ayak tırnaklarını kestikten sonra tırnakları ortalıkta bırakmak.
Keserlerse tabii!!! Ortalıktaki tırnakları toplayıp kahvaltı tabağına koyun...


Ne var?
Sanki yıllırdır iyilikten anladılar!
Ondan sonra da boşanmalar niye artıyor diye soruluyor!
Niye artacak? İşte sonuç ortada!
Aklı başında bir kadın hâlâ bunları yapan adamı niye çeksin ki?
Ki, bunlar demirbaş!
Daha sırada kişilik özelliklerine göre nefretlik hareketler de var.
Şahsi sinirlikler yani!
Artık önerdiklerimi yaparsınız, yapmazsınız o size kalmış.
Yaparsanız kurtulursunuz.
Ya sizi terk eder ya da düzelir.
Ama sonuçta kurtulursunuz!!!.

Yazının devamı...

Arkadaşça uzanılır mı?

Kaç gündür aklıma ne takıldı biliyor musunuz?

(Bilirmişsiniz mesela!!!)

Hani geçenlerde “Erkeklerin klasik yalanları”nı yazmıştım. “Ne diyorlar?”, “Ama aslında ne demek istiyorlar?” türünden...

Orada bir yalan vardı:

“Sevişmek istediğimden değil, şurada birlikte biraz uzanalım istiyorum” diye...

Hatta ben de şöyle bir yorum getirmiştim:

“Bir dananın (burada danalık yapıyor ama! Uzanalım falan...) Evet bir dananın en zayıf anı. Her türlü saçma sapan sorunuza cevap verir. Pamuk şekeri gibidir. “Saçlarımı kestirsem mi?” sorusuna bile istediğiniz cevabı alırsınız. Ayrıca o anda sizin için yapmayacağı şey yoktur. Ama tavsiyem, isteğiniz her neyse sevişme sonrasına bırakmayın. Ne olduğunu bile hatırlamaz.”

İşte o yalana takıldım...

Durup durup içimden şunu geçiriyorum:

“Danaya bak! Sadece uzanacakmışız! Ben de salaktım çünkü!“

Ha, bazen gönüllü salak olunabilir tabii!!!

Ama değilsen...

Hatta inanıyorsan...

Sadece uzanacağınıza..

Henüz o çağlardaysan...

İşte bu durumu anlatayım mı?

Şimdi eve geldiniz...

Onun veya senin eve, fark etmez.

Kahve veya şarap faslı veee...

Vakti geldi tabii...

Ama senin ruh halin, ruh halini de geçtim kafan hiiç orada değil. Keyfin çok yerinde, her şey çok güzel, dana taciz etmiyor (henüz danalık ruhuna geçmemiş, de kolluyor), rahatsın yani...

Dana da bunu anlıyor.

Pardon hissediyor.

Zira o sırada hiçbir şey anlayacak durumda değildir, sadece hisleriyle hareket eder. Tıpkı bir kaplan gibi! (Hadi yine iyisiniz! Arada kaplan da oldunuz ya!)

Avını takip eden kaplan gibi.

Sessiz, derinden...

Yere yakın yürürler ya, aynen öyle.

Ama asabi bir hal de var.

Hem sakin hem asabi...

Bu iki duygu sadece burada bir araya gelir.

Evet, sende “tık” olmadığını hissetti ya, hemen B planını uygulamaya koyar.

Ne yapar?

Daha doğrusu ne der?

“Birlikte biraz uzanalım mı?”

Sen şöyle bir bakarsın, “Beni taciz mi ediyorsun?” gibilerinden...

Hemen cevabını yapıştırır:

“Saçmalama! Seninle sadece uzanmak istiyorum. O duygu yeter bana.”

“Ama bak, bir şey yaparsan giderim.”

“Tamam, söz. Sen de beni iyice aç sandın ha! Hayret bişey!”

(Evet bu raddeye kadar gelirler.)

Hatta, baktı ki hâlâ kuşkuların var, son darbeyi vurur:

“Bak uzanalım, bir yanlışımı görürsen kalkar gidersin. Tamam mı?”

Peki kalkar gider misin?

B planı...

Başarılı olur mu?

Olur.

Ne yazık ki olur.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.