Şampiy10
Magazin
Gündem

Kışın aşk daha güzeldir

İlk mesajlar önemlidir.

Hatta belirleyicidir.

Ufacık bir nüans seni ona bağlar veya o anda bitirir.

Soğursun...

Telefon mesajlarından bahsediyorum. Ama bugün öyle yakalanma ya da yakalamalardan falan bahsetmeyeceğim. Zaten kış geldi, hava karardı, içimizi de karartmayalım.

Hatta tam tersi sıcak şeylerden bahsedelim...

Sıcak ne mesela?

Kahve değil tabii...

O da olabilir de, sonra!

Önce aşk.

Zaten kışın aşk daha güzeldir.

Havai değildir en azından. Elinden kayıp düşmez. Kalbinden uçup gitmez.

Kalır biraz.

Hiç olmazsa izi kalır.

Soğuk gecelerde kendini ısıtır gibi, onu da ısıtırsın.

Sarar sarmalarsın. (Hâlâ aşktan bahsediyorum ha!)
Daha yakın, daha sıcak ve daha kendinsindir kışın...

Amma anlattım ha, olsa da yaşasak!

Tanışsak sonra mesajlaşsak...

İşte o ilk mesajlaşmaları anlatmak istiyorum bugün...

Ne güzel tadı vardır onların.

Hele hemen geldiyse...

Yani tanıştınız, daha ilk andan itibaren flört etmeye başladınız...

Ve daha o gece eve döndüğünde...

Aslında beklemiyorsun ama gelse iyi olur. Kendisi değil, mesajı...

Tatlı bir mesaj:

Dııt dıt...

A-ha, geldi, kesin ondandır, bu saatte kim mesaj atacak ki?
“Yarın da çıkalım mı? Galiba alıştım sana:))”

(Tabii bunu erkek yazacak! Yoksa olay tam tersine döner. Bir kere yatar kalkarsın, o kadar. Biz daha şık bir ilişki başlangıcındayız.)

Eee?

Ne cevap yazacaksın

şimdi?

Gecenin o saati kimseye de soramazsın.

Aslında ne yazacağını biliyorsun, daha doğrusu ona nasıl bir duygu vermen gerektiğini... De, kelimeleri seçemiyorsun.

Sevinip hemen üzerine atlamış gibi görünmemen gerekiyor.

Öyle bir şey yazacaksın ki, ondan hem hoşlanmışsın hem de hoşlanmamışsın hissi bıraksın.

Hem samimi hem de mesafeli olacaksın.

Yazdığın şey öyle bir cümle olacak ki, soru olmadığı halde sana cevap vermek zorunda kalacak...

Hiçbir kelimenin yanlış anlaşılmalara kesinlikle yol açmaması lazım.

Oradaki bir de/da bile neler ifade eder, neler...

De/da dedim de...

Bir de şöyle insanlar vardır.

İnsanlar dedim çünkü erkek veya kadın, fark etmez, iki cinste de olabilir...

Bunlarda imla takıntısı vardır. Dünyanın en romantik mesajını dahi alsa, de/da ayrı yazılmadıysa...

Anında soğur.

Neredeyse cevap bile vermez.

Verse de, cevap yani, öyle sıradan, mesafeli ve baştan savmadır ki!

Ya da daha vahim bir imla hatası yaptıysa...

Ne bileyim, “yalnış“ veya “yanlız“ falan yazdı mesela...

Bitti artık o!

Tıpkı deniz kenarında gördüğün çok hoş bir adamın şapur şupur kafasını suyun dışında bir sağa bir sola çevirerek yüzmeye çalışması gibi bir etki bırakır.

Ayyy...

Buz gibidir şimdi deniz falan...

Yok, yok...

Kışın aşk daha güzeldir.

Yazının devamı...

Önce mi, sonra mı?

O fotoğrafı hatırlıyorsunuz değil mi?

Şahan Gökbakar’la Berrak Tüzünataç’ın, balkonda çekilmiş olan...

Bana sorarsanız, geçen yazın fotoğrafı o oldu.

Güzeldi...

Hiçbir avamlık yoktu. Hatta o kadar hoştu ki, “Kurgu mu acaba?” diye tartışılmıştı bile...

“Kurgu, murgu, şık bir fotoğraf” demiştim o zaman...

Üzerinde konuşmuştuk.

Hatta ne konuştuğumuzu ki bu aklınızın ucundan geçmemiştir, yazsam diye düşünüp sonra vazgeçmiştim. Ama dün Şahan Gökbakar’ın açıklamasını okuyunca....

“Bunda utanılacak bir şey yok. Hepimiz yaptık, yapmasak ben doğmazdım, sen doğmazdın. Ben ve hanımefendi bekâr insanlarız. Ortada bir aldatmaca yok. Başkalarına karşı sorumluluğumuz yok. Paylaşılan güzel bir an konu oldu” demiş.

Süper.

Bence de...

Bir erkeğin böyle bir durumda yapabileceği şık bir açıklama.

Hele ki, öptüğü kadını tanımadığını iddia edenleri gördükten sonra!!!

Yani konu gündeme gelince benim de aklıma yine konunun o tartıştığımız tarafı geldi.

Gerçi bizim konuştuğumuzun kişilerle bir alakası yoktu.

Durumu her zaman olduğu gibi genelleştirmiştik. Yani bizim için o fotoğraftakilerin ünlü birilerinin olmasının bir önemi veya belirleyici bir tarafı yoktu.

Biz sadece o fotoğrafa, oradaki ifadelerin, pozisyonun açılımına takılmıştık.

Açık açık yazsam daha kolay olacak.

Ben bakıp bakıp şu soruyu ortaya atmıştım:

“Önce mi, sonra mı?”

Biraz daha açayım. (Soruyu!!!)

“Bu fotoğraf sevişmeden önce mi sonra mı çekilmiştir?”

Suratıma “Sence?” der gibi bakanlara da, hiç düşünmeden cevabımı yapıştırmıştım:

“Önce...”

Besbelli önce...

Bu sefer herkes daha dikkatli bakmaya başladı fotoğrafa...

“Evet, evet! Önce...” diyenler de vardı, “Hayır, sonra...” diyenler de...

Neden peki?

Neden önce veya sonra?

Önce çünkü hiç kimse seviştikten sonra... Nasıl anlatsam? Seviştikten sonra bu kadar ilgili olamaz. Kendisiyle de partneriyle de... Mümkünse uzaklaşalım psikolojisinde olunur. Ha, çok toy ve romantik bir ilişki ya da ilişki başlangıcıysa o zaman da manzara yine farklı olur; kadın yorgun argın erkeğin göğsüne başını koyar, erkek de mecburen öyle durur!

Yani insan sonrasında bu kadar diri olmaz.

“Sonra” diyenlerin yani “Bu fotoğraf seviştikten sonra çekilmişitir” diyenlerin savı çok ağırdı:

“Biz çok öyle olduk!”

Haydaaa....

Bittikten sonra bile cilveli hareketler falan yani...

Hadi canım!!!

Birimiz bu işi bilmiyor ama kim?

Şahan Gökbakar, Recep İvedik 4’ün içine balkon sahnesini koyacağını söylemiş.

Belki oradan öğreniriz.

Bakarsınız hiç tahmin etmediğimiz bir şey çıkar.

Çıkar mı çıkar!

Yazının devamı...

Aldatanlar nerelerini yıkıyor?

Elimde sıkı bir araştırma var:

“Yalan söyleyenler ağızlarını, yalan dolu bir e-posta yollayanlar da ellerini daha sık yıkama ihtiyacı duyuyormuş.”

Öyle dandik bir araştırma değil ha, Michigan Üniversitesi’nden bir grup psikolog yapmış bunu.

Acaba yola nasıl çıktılar?

Yıkanmaktan mı yoksa yalandan mı?

Bence yalandan...

Yalan söyleyenlerin davranışlarını incelerken...

Şeydeki gibi, hani “Lie to me” diye bir dizi var ya, adam yalan uzmanı... Bir bakışta yalan söyleyip söylemediğini, kimin söylediğini, kimin söylemediğini anlıyor. Tabii orada verdiği tüyolar, insanı yalan manyağı yapıyor o ayrı...

Ezberinde tutup denemeye kalkıyorsun, kim yalan söylüyor diye...

Oysa sana ne?

Bırak yalan söylüyorsa söylesin!

Nereye kadar?

Benim hayatla ilgili öğrendiğim önemli anekdotlardan biri şudur:

“Bu gökkubbe altında hiçbir şey gizli kalmıyor...”

Kalmaz.

Kalmıyor...

Er ya da geç ortaya çıkıyor.

Gizliler ve sırlar da aynı kaderi paylaşır. Onlar da bir gün mutlaka ortaya çıkar. Çünkü sadece bir kişinin bildiği sır yoktur. Bırak başkasınınkini, insan kendi sırrını bile saklayamaz ki...

En büyük, en önemli sırrını bile...

Tutar tutar, bir gün patlar.

Veya patlamaz ama usul usul anlatır. Çünkü o sır artık zaman aşımına uğramıştır.

Her sırrın bir zaman aşımı süresi vardır.

Sırrına göre değişen...

Ya, ben yalandan bahsediyordum, nereye geldim?

Amaaann, aslında yalan, sır; gizli işler, güzel hareketler değil mi? Yani güzel hareketlerin karşılığı...

Karşı taraf için değil ama kendin için belli ki zevk aldığın bir şeyler yapıyorsun...

Ne olacak, gidip elini yıkayıver!!!

Zaten sonunda hayatta elinde kalan onlar olmuyor mu? Anı diye hatırladığın ve anlattığın...

Bu son araştırmayı da şöyle yapmışlar:

Katılımcılara sözlü ya da yazılı olarak bir mesaj ilettikten sonra satın almaları için bir dizi ürün teklif edilmiş. Yalan söyleyenler ağız yıkama suyunu, yalan dolu bir e-posta yollayanlar ise el temizliği ürünlerini seçmiş.

E, buradan yola çıkarsak...

Aldatanlar mesela...

Nerelerini yıkarlar?

Artık nasıl yaptığıyla alakalı olur herhalde!!!

Belki de şiddetiyle orantılıdır! Veya kiminle yaptığıyla???

Yok, yok... Hazla, aldığı hazla bağlantılı olsun.

Artık sadece duş mu alır yoksa hamama mı gider, bilemem.

Belki de bir tek elini yüzünü yıkar, kim bilir?

Heh heh hee...

Yazının devamı...

Hayat kısa, '...'

Boşluğu doldurun bakalım...

Hayat kısa, ne yapmak lazım?

Ya da ne yapmamak?

Birileri doldurmuş. Tek madde hem de...

Onu sonra yazayım. Şimdi okuduğum bir haberi yazacağım.

ABD, Kanada ve Avustralya’da eşlerini aldatmak isteyen evli çiftleri buluşturmak amacıyla bir internet sitesi kurulumuş.

Saçmalık tavan yapmış yani!

Nedir yani? Bu sitenin hedef kitlesi kim?

“Eşimi aldatmak istiyorum ama ne yapacağımı, nereye başvuracağımı bilmiyorum” mu?

Git başını taşlara vur sen! Onu bile bulamıyorsan!

Dünyanın en kolay işi...

Evet.

Bir kere seçici olman gerekmiyor. Tabii önüne gelenle değil ama kıstaslarını epey tırpanlayabilirsin. Sadece güzel/yakışıklı olması bile yetebilir. Duruma göre tabii...

Ne kadar daraldığınla doğru orantılı...

Pardon, ters orantılı...

Ne kadar çok daralırsan o kadar çok indirebilirsin. Kıstaslarını!!

Nasıl olsa kaybedeceğin bir şey yok.

Geçenlerde bir filmde şöyle bir diyalog vardı:

(Kadının kocası yeni ölmüş, eski arkadaşı kadına asılıyor:)

- Sen benimle yatmak mı istiyorsun?

- Evet.

- Biliyor musun, John ölmeseydi, olabilirdi. Çünkü o zaman yaptığım bu aptallıktan sonra dönebileceğim doğru düzgün biri olurdu...

Bilmem anlatabildim mi?

Benim bildiğim, aslında kimse aldatmak istemez, danalar bile, ama bazen hayat, bazen şartlar zorlar.

Bazen de yollar...

Ex’ler...

Yeniler falan...

Yani diyeceğim, “aldatmak istiyorum” diye yola çıkılmaz.

Önce aldatılır derdine sonra düşülür...

Neyse bu site kurulmuş ya, eşini aldatmak isteyenler sitesi... Tabii tepki de almışlar.

Bu tepkilere karşı savunmaları da şuymuş:

“Ben sadakatsizliği teşvik etmiyorum. İnsanları her iki tarafın da ne yaptığını bildiği, dürüst bir ortamdan haberdar ediyorum.”

Ha, tamam o zaman, pardon!

Birbirlerinden haberdar olunca işin adı ‘aldatmak’, ‘sadakatsizlik’ falan da olmuyor değil mi? Bak o zaman olabilir!!

Vardır ya öyle konuşmalar:

“Bak bana yalan söyleme yeter! Yani ben bileyim, istediğini yap.”

Hıı.... Oldu!

Ben de salaktım!!

Ha, bir de sloganları varmış; başta yazdığım, “hayat kısa, ...” meselesi...

Kısa ve net:

“Hayat kısa, aldat.”

Bakar mısın?

“Hayat kısa, evlenme” demiyor, “hayat kısa, boşan” demiyor, “hayat kısa, bir daha evlenenin sülalesini seveyim” demiyor, “hayat kısa, bilmem ne” falan yok!

Hayat kısa ve yapılacak en güzel, en akıllıca iş, aldatmak çünkü!!!

Peki sizce bu sloganı bulanın cinsi nedir?

Erkek midir, dişi midir?

Yoksa sadece cins midir?

Yazının devamı...

Nesi rezil yahu...

Geçenlerde Ig Nobel Ödülleri açıklanmış.

İg Nobel Ödülleri, Harvard Üniversitesi tarafından Nobel’in bir parodisi olarak en anlamsız, saçma anlaşılabilecek ve yeniden üretilmeyecek, üretilmemesi gereken bilimsel çalışmalara veriliyor. Ig Nobel adı, şerefsiz, rezil anlamına gelen ignoble kelimesiyle oynanarak uydurulmuş.

Ödüller her yıl aralık ayında, bilimsel mizah dergisi “Annals of Improbable Research“ tarafından Harvard Üniversitesi’nde düzenlenen törenle “ilk anda insanları gülümsetecek ama sonra onları düşündürecek“ on başarıya veriliyor.

Bu yılkilere şöyle bir bakalım mı?

- Biyoloji Ödülü: Yarasaların cinsel hayatının gizemini çözen Japon ve ve İngiliz ekip almış.

Merak ettim, baktım yarasaların cinsel hayatına...

Dişi yarasa, memeliler içinde erkeğinin spermini depolayıp gerektiğinde ve uygun gördüğü zaman kullanabilen tek hayvanmış.

Süper!

Hâmile dişiler doğuruncaya kadar erkeklerden ayrı olarak doğum koğuşlarında tünüyor. Doğuma kadar da erkekler oraya uğramıyor. Bu kısmını araştırmamışlardır herhalde... Bizde de öyle!

Bir gün bizden üstün yaratıklar, “insan hayvanının üremesi” diye araştırıp yazsalar pek farklı çıkmaz!

“İnsan hayvanının erkeği dişiyi döller ve çeker gider. Ama bunlar sosyal hayvanlar oldukları için bazı dişiler buna izin vermez! Sosyal baskı altındaki erkek insan hayvanı gizli gizli başka dişileri döllemeye gider. Dölleme meraklısı erkek insan hayvanı...” diye devam eder.

Öteki ödüle bakalım:

- Fizik Ödülü: Buz tutmuş yollarda çorapların ayakkabının üzerine giyilmesiyle düşme sorunun çözen Yeni Zelandalı araştırmacılar.

O-hoo... O çoraplar yırtıldığı halde çıkarmayanlara ne ödülü verirler acaba???

- Barış Ödülü: Küfretmenin acıyı azalttığını ortaya çıkaran İngiliz araştırmacılar.

Azaltsa bizde acı kalmazdı! Dünyanın en mutlu toplumu olurduk! Ayrıca kızmadan da küfredilebileceğini dünyaya öğretirdik. Mesela küfrü, normal diyaloglarda manayı kuvvetlendirici unsur olarak kullandığımızı (örnek: ‘... ..duğmun çayı çok sıcak!) bilseler... Ya da sevgi ifadesi olarak... (Örnek: Ulen ne eşşoğlueşşeksin, bravo valla!) sıkı bir ödül alırdık herhalde...

- Kamu Sağlığı: Mikropların sakalda ‘asılı kalabileceğini’ ortaya koyan ABD’li bilim adamları.

Acaba seyrek bıyıklarda da kalıyor mu????

- Ekonomi Ödülü: ABD’deki mali krizde adı ilk sırada yer alanlara, “yeni yatırım yöntemleri bulan” araştırmacılar.

O iyiyimiş! Krizin ortasında, millet dökülürken “Kriz bizi vurmadı” diyenler de var!

- Tıp Ödülü: Roller coaster’a binmek astım belirtilerini azaltıyor araştırmasıyla Hollandalı iki bilim insanının...

Bir astım hastası olarak benim de önerilerim olabilir. Hiiç evden çıkıp lunaparka falan gitmenize gerek yok. Tatlı tatlı seks yapın, o da iyi gelir.

Heh heh hee...

Bu ödülleri okuduktan sonra seneye kesinlikle Büyük Ödül varsa ona bizden birkaç aday göstermek istiyorum:

Açılım ve türban çözümü önerileriyle...

Ig Nobel değil, Nobel alırlar, Nobel!!!

Yazının devamı...

Aşk acısına Rahmaninof

Bazı insanlar müzikle yaşar her şeyi...

Her durumu...

Her durumun da bir müziği vardır. Ya da her müziğin bir durumu...

O anda o çalmazsa olmaz!

Tadı çıkmaz...

Eksik kalır.

Müzikle yaşamaya alışanlar başka türlüsünü bilmez hatta neredeyse duyguları onsuz daha azdır.

Heyecanı, sevinci, üzüntüyü, siniri hakkını vererek hissetmesi için mutlaka bir şarkıya, bir melodiye ihtiyacı vardır.

Yola çıkarken, çalışırken, sevişirken, arabada, evde; dedim ya her yerde ve her duruma uygun bir müziği vardır.

Ama bazen beklenmedik anda gelir.

Pencereden gelen müziği bir tek onlar dinler. Değişik bir tadı vardır onun. Hele bir de sevdiğin bir parçaysa... Başkasının müziğini çalmış gibi olursun.

Bazen de işi şansa bırakırsın...

Radyoyu açırsın.

Belli ki senin bir ruh halin yoktur, bu sefer de sen onun ruhuna girersin. O ne çalıyorsa o havaya...

Sürprizlerle doludur orası...

Pat diye öyle bir şarkı çıkar ki karşına...

Hiç aklında yokken eski bir sevgilin aklına gelir, “Vay be!” dersin, “Ne günler yaşamıştık... Ne tuhaf; bir gün onu unutacağım aklıma gelmezdi”...

Onu unutmuş olduğuna bile üzülürsün...

Ne çok uğraşmış, ne çok gözyaşı dökmüş olduğunu unutarak...

Veya bir yolculuğu hatırlarsın.

Gülümsersin...

Yandaki arabadan biriyle göz göze gelince toparlanırsın. Ama canın yine öyle bir yola gitmek ister.

Ya da... Ya da...

O anda acı çekiyorsundur...

Hem de aşk acısı...

Büyük bir aşk acısı...

Senin büyük sandığın!

Çıkarın yok, ne dinleyeceğin belli...

Bir gün size “Aşk Acısı Top 10”i çıkarayım mı? Tamam. Zaten belli; ya Sezen Aksu ya daha arabesk bir şeyler... Türkçe olsun, yeter, değil mi? Öyle değilmiş işte!

Milliyet Sanat Dergisi’nde Ufuk Çakmak’ın, malum “arabesk” tartışmasını yorumlarken arada şöyle bir cümlesi var:

“Aşk acınıza eşlik etsin diye elinize Rahmaninof’un bir prelüdü gelebilir; arabeske ön yargılı değilseniz Bergen’den bir şarkıyla da yakalayabilirsiniz bu anı veya Sarah Vaughan’ın ‘Just to Say Goodbye’ına bir geçiş mümkün..”

Rahmaninof da aşk acısına iyi gelir diyor yani? Rahmaninof ve aşk acısı!!!

Olur mu?

Yakışır mı?

Adamına göre...

Kime mesela?

Entelektüeller aşk acısı çekerken klasik müziğe mi takılıyorlar acaba?

Hani millet ayrılınca meyhaneye falan gider ya, onlar da CSO’nun konserine...

Orada ağla, ağla, ağla!!!

Şaka, şaka!

Oluyordur belki. Ama yine de insana dibe vurdurmaz gibime geliyor. E, dibe vurmadan da, yukarı çıkamazsın.

Zaten o sırada, acı çekerken yani, reklam müziği bile insana acıklı gelmiyor mu?

Bir arkadaşımı hatırlıyorum, böyle ayrılık acısı çektiği bir sırada Hint filminin Azericesinde ağlıyordu...

Şimdi mi? O-hoo... Çoktan geçti!

Artık rahat rahat Rahmaninof dinliyor...

Yazının devamı...

Teslim olmak derken?

“Bir erkek için bir kadın ne zaman biter?”in cevabını vermiştim ya, dün...

“Teslim olduğu zaman” diye...
Ama bu teslim olmayı tam açamamıştım...
E, doğal olarak, “Teslim olmak derken?” diye soruyorsunuz.
Merak edenler veya bu konuda fikir yürütenler var.
O halde biraz üzerine gidelim...

Gerçi dün biraz ipucu vermiştim; “Bunun cinsellikle hiç alakası yok. Yani bir erkek bir kadınla yattığı zaman olay bitmez. Yatmak başka, teslim olmak başka...” diye...
Yani yatacaksın ama teslim olmayacaksın.
Ha, bunu nasıl yapacaksın?
Çok kolay! Ama onu sonra anlatırım.
Şimdi teslim olmayı bir çözelim de...

Hem de bir erkeğin anlatımıyla:
“Süreçte heyecan grafiğinin yönü, kadının ‘Evet’ dediği ilk günden itibaren sürekli aşağıdadır ve sürekli düşmeye devam eder. Kadının ‘Evet’ dediği gün yani ilişkiyi, birlikte olmayı (cinsel ilişki değil) kabul ettiği gün heyecan grafiğinin yönü aşağıya dönmüştür.”
Bu kadar çabuk yani...
Devam edelim...

“İlişki başlayana kadar erkek oldukça gayretlidir. Kadın o an için ulaşılmazdır. Kadının erkeğe her davranışı için kafasından notlar vererek karar vermeye çalıştığı süreç, erkek için heyecanın dorukta olduğu dönemdir. Erkek heyecanlıdır ve grafiğin yönü yukarıdır. Heyecanın zirve noktası kadının ilk “evet” dediği anın bir saniye öncesidir.”
Haydaa...

Oysa bizim için herşey yeni başlıyor değil mi?
Bakalım sonra neler hissediyorlar?
“İlk seviştikten sonra grafik aşağı doğru pik yapar ve okun ucu x eksenine değdiğinde erkek için heyecanla birlikte ilişki de biter.”

Yok artık! O zaman hiçbir erkek ikinci kere aynı kadınla yatmazdı! Senin dediğin tam o “andan” sonraki hisler. Toparlanıncaya kadar yani... Hani olay biter bitmez bir daha hiç istemeyeceğini sanırsın ya...
Başka?

“Kadın bunu fark ettiğinde grafik zaten çoktan eksilere geçmiş erkek de kendisini heyecanlandıran yeni bir kadının peşine düşmüştür. Erkeğin ilişki sürerken kadını kötü bir seçilmişle gizlice aldatmasının nedenlerinden biri de bu gizemin yarattığı heyecan duygusudur.”
Peki bir erkek için o heyecan ne zaman biter? Onu da yazmış:

“Çok acı ama son nokta yani kadının bittiği an; erkeğe güvenmeye, sırtını ona dayamaya, onun yasaklarına uymaya, “hayır” yerine “olabilir” kelimesini kullanmaya karar verdiği andır, yani teslim olduğu andır. Kadın bütün duvarlarını yıkmış tamamen savunmasız kalmıştır ama erkek o yıkılmış duvarların taşlarına basarak kadının yanından geçip gider.”
Ben ne dedim?
Teslim olmayacaksın.

Yazının devamı...

Ne zaman biter?

Bir erkek için bir kadın ne zaman biter?

Bunun çok basit bir cevabı var. Ama bunu tabii ki sona bırakacağım. Önce bu konuya nereden geldim, onu anlatayım.

Ben yokken neler olup bitmiş diye gezinirken şöyle bir konuya rastladım: “Erkeklerden 10 basit beklentimiz” diye...

Merak ettim...

10 basit beklenti...

Yok artık!

Bir erkekten 10 şey beklemek zaten kafadan yanlış!

İkincisi, bir erkeğin bir kadın için yapacağı en ufak bir şey bile basit olamaz! Değil 10 şey...

10 dedin mi, kaçar bunlar...

Stres basar. (E, ama haksız da değiller. Tatilden yeni geldim ya, bu aralar iyiliğim üzerimde!)

Yani bir adamı kendinden soğutmak istiyorsan, “Hayatım senden sadece 10 basit şey istiyorum” de, yeter. Seninle yatana kadar ikisini yapar, sonra ara ki bulasın...

Bir de, şu 10 basit beklentiye bakalım mı?

Onlar uzun uzun anlatmışlar da, ben sadece başlıkları vereyim size:

Saygı, seks, romans, zaman, akşam yemeği, iletişim, uyum, bağlılık, mizah ve tevazu, rekabet...

Oldu.

Günde kaç kere yapsın bunları?

Bunu yazan da iyi uçmuş ha!

Dünyadan haberi yok herhalde... Kızlar çıtayı iyice düşürdü, akşam yemeğine fit oldular haberi yok; şunu isterim, bunu da isterim cart curt!

Yani diyeceğim bir kadın bir erkekten bunları istemeye başladığı zaman olay zaten çoktaan bitmiştir.

Bitmiştir de, başkası başlamıştır bile...

Sen orada romans falan diye sayıklarken o, hem de sizin yatağınızda üstelik de aynı anda!!!

Bak bir adam ne kadar dana olursa olsun, o yukarıda sayılanların hepsini senin istemene gerek kalmadan yapar.

Ta ki, sen onda bitene kadar!

İşte şimdi o soruya tekrar gelelim...

Bir erkek için bir kadın ne zaman biter?

Yani ne zaman bunları yapmamaya başlar?

Dedim ya cevabı çok basit diye...

Onu elde ettiği zaman.

Elde etmek derken?

Hayır, bir kere yattıktan sonra değil.

Yeteri kadar yattıktan sonra...

Yeteri kadar, ne kadardır? diye soruyorsunuz değil mi?

Kaç kere, ne kadar süre?

Bunun süresi, keresi yok.

Beş yıl da sürebilir, 1 kerede de bitebilir...

Bunun ölçü birimi farklı.

Kere, ay, yıl falan değil. Bunun ölçü birimi, bir durum...

Teslim olana kadar...

Bir kadın, bir adama teslim olduğu zaman olay biter.

Evet.

Aynen öyle.

Bir kerede de teslim olabilir, 10 senede de...

O halde karışımıza başka bir soru daha çıkıyor?

Bir kadının teslimiyeti nedir?

Ne yapınca veya ne yapmayınca teslim olur? Veya olmaz...

Onu sonra anlatacağım...

Ama bir ipucu vereyim: Bunun cinsellikle hiç alakası yok. Yani bir erkek bir kadınla yattığı zaman olay bitmez.

Yatmak başka, teslim olmak başka...

Adam kadının teslim olduğunu anladığı an...

O an biter...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.