Şampiy10
Magazin
Gündem

Ayrılık da sevdaya dahil mi?

Dahil mi?

Biliyorsunuz ben bu konularda biraz(!) gerçekçiyimdir. Onun için cevabım net:

Nasıl ayrıldığına bakar!

Daha doğrusu, öyle “severek ayrıldık“lara pek inanmadığım için açık yazacak olursam:

“Terk edilen için epey bir süre ayrılık sevdaya dahil olabilir.”

Terk eden içinse...

Neyse, ne!

Ayrılık ayrılıktır...

Kaç gündür “ayrılma zamanı”nı, “nasıl ayrılındığını” veya “nasıl ayrılınamadığını” yazıp duruyorum ya...

Benimki gözlem tabii...

Şimdi bir ileri safhaya geçelim mi?

Gerçek hayattan örneklere...

Buyurun...



“Tespitleriniz ne kadar doğru. Her iki evliliğimin sonuna doğru iki güzel köpek edindik. Boşanırken de çocuklar, eşyalar paylaşılırken köpekler de nasibini aldı :)”

(Alır tabii... Genellikle şöyle olur: Boşanırken tarafların köpeğe ilgisi birdenbire azalır. Ondan sonraki hayat için ayak bağı olarak görülmeye başlanır. Pek nadiren de, inat olsun diye, köpeğin paylaşılamadığı durumlar olur.)

“Kavgasız, gürültüsüz ev arkadaşlığına döneni de vardır.”

(Evet vardır. Kim olduklarını hemen anlarsın: Günde üç kere yemeklerden sonra, “Off, hayat çok sıkıcı” derler. Sanki sorun hayattaymış gibi!)

“Vallahi sana bir şey söyleyeyim mi? Ben 60 yaşında olmama rağmem hemen hemen her akşam sex yapıyorum. Karım da 18 yaşındakiler gibi taş gibi ve çok istekli. Köpeğe filan ihtiyacımız yok.Tuvalet hariç evin her köşesinde istediğimiz an işi bitiriyoruz. Bizleri tavsiye edersen seviniriz.”

(Benim tavsiyem, sağda solda, ortada bunları söylememen olabilir.)

“Bugünkü yazınızdan korktum...”

(Korkma! Tam tersine sevin; baksana demek ki, yalnız değilsin!)

“Rekabete açık hale gelince, evliliği kurtarma çabaları bir işe yaramaz. Kadın için de erkek için de alternatifler o kadar çok ki! Ancak, yaş, estetik vs. bakımından kadın alternatif açısından zayıf durumda olan taraftır. Genelde boşanırken çirkinleşen taraf o olur.”

(Beyefendinin tespiti doğru mu? Tartışalım mı?)

“Bugün yazınızda, ‘Bu aralar sevişen var mı?’ diye sormuşsunuz ya, vaaaaaaaaaaaarrrrr :))))))

Güzeldi Vallahi... Bronz tenliydi... Beğendim yani... Darısı size, ne diyeyim... :)))”

Yapma yaa...

O kaddar yani!!!

Hiçbir şey söylemeden ne güzel anlatmışsın.

Tatlı tatlı...

Abartmadan...

Bir şeyler yükleyip, çıkarmadan...

Bizi bu ayrılık kasvetinden kurtardın ya, senin de şansın bol olsun...

Yazının devamı...

Ne yapmak gerekiyor?

Bir ilişkinin nasıl ve ne zaman bittiğini yazdım.

Şimdi sıra artık ne yapmanız gerektiğinde...

Ne yapmanız gerektiğini ben söyleyemem...

Zaten ne dersem diyeyim, boş.

Hani bir laf vardır ya, benim çok sevdiğim:

“Akılları pazara çıkarmışlar, herkes gidip kendi aklını almış!”

Akla bak!

Heh heh hee...

Zaten aslında herkes ne yapması gerektiğini bilir. Hem de çok iyi bilir de...

Kendisini frenleyemez.

Ne yapar?

Adamına/kadınına göre değişir ama çok fazla seçenek de yoktur. Ben hepsini yazayım size...

Yazayım da, belki yabancılaşır, yaptıklarınızın dışarıdan nasıl algılandığını daha iyi anlayabilirsiniz.



Boşanırsınız...

Hem en kolayı hem de en zoru budur. Ve tabii en doğrusu da...

Ama yemez!

Çoğunluk yemez!

“E, ayrılıklardaki bu dramatik artış niye?” diyeceksiniz... Ben de size, “İlişkisi biten herkes ayrılsa, evli kalmaz, o zaman dramatik değil, trajik artışları görürsünüz” derim.

Bir süre ayrı yaşarsınız...

Ki bunun sonu asla yeniden birleşme olmaz! Zaten evlilerde bu yöntem pek uygulanmaz. Kim, nereye gidecek? Gerçi teklif edenin gidecek (en az) bir yeri vardır ya!!! Bir de bu teklifi “ayrılalım” demekten korktuğu için getirmiştir.

Hayatı cehenneme çevirirsiniz...

Üstelik hem onunkini hem kendinizinkini...

İki cehennemi vardır bu durumun.

Birinde cayır cayır yanarsın, diğerinde havasızlıktan boğulursun. Boğulsan iyi! Hep ama hep nefesin kesilir.

Biri, ilişkiyi kurtarma çabalarıdır. Kurtarmaya çabalayan kadınsa, arkadaşlarının dâhiyane fikirlerini ya da dergilerde okuduğu abuk sabuk önerileri uygulamaya kalkar.

Diyet, saç rengi falan... Ama en dramatiği seksi görünme çabalarıdır. İç çamaşırları falan... Adamın artık içi geçmiş, işlemez ki... O saatten sonra kadını seksi iç çamaşırlarıyla gördüğünde ilk tepkisi şudur:

“Hag gittirrr... Nasıl yatacam bununla?”

Ya da dışarıda yemek yemeler falan... Zorla konuşmaya çalışıp sıkıntıdan ölmeler...

Buna cehennemin alevli kısmı diyebiliriz.

Bir de boğulma odası var ya...

O da gerçekten insana nefes aldırmaz.

Bu oda, sürekli takip etme, durmadan hesap sorma ve bıkmadan test etmelerle doludur.

Artık eskisi gibi aşkın meşkin olmadığını bile bile, onun onayını bekler biri...

Bir taraftan çok iyi ve ilgili davranır, diğer taraftan...

Belki aynısını ondan bekleyip göremediğinden diğer taraftan da boğazını sıkar.

Karşısındakinin tek başına mutlu olma hakkını elinden almıştır.

O da nasıl olduğunu anlamadan kaptırmıştır bu hakkını... Ve bir daha asla geri alamaz.

Asla!

Ya da...

Kendi hayatınızı seçersiniz...

Yani birlikte çok mutlu olma hayallerini veya planlarını kafanızdan ve hayatınızdan atarsınız...

Yalnış anlaşılmasın, bu, “Aman ne b.k yerse yesin, bana ne?” anlamına gelmez. Ama, “Yediğimiz b.klar düzenimizi, saygımızı bozmasın” prensibine bağlıdır.

Hepsini yazdım işte...

Ama aralarında bence en iyisi...

En iyisi...

Amaannn...

Niye söyleyeyim ki?

Nasıl olsa herkes pazardan kendi aklını alacak!

Yazının devamı...

Evlilikte son aşama: Köpek almaca

Ayrılık, boşanma deyince artık akla hemen aldatma, aldatılma falan geliyor değil mi?

Sanki başka bir nedenle ayrılınmazmış gibi...

Ayrınılır tabii...

Ha, doğal ortam oluşmuş ve ayrılmamışsan işte o zaman mecburen aldatmalar falan ortaya çıkıyor.

Doğal ortam dedim ya...

O kadar doğaldır ki, bazen sen bile anlayamazsın.

Anlayamamanın bir nedeni de olayların çok yavaş ve sindire sindire gelişmesidir.

Sonra bir gün, bulunduğun durumu toptan görüverirsin.

İlk aklına gelen şudur:

“Biz ne zaman bu hale geldik?”

Benim tavsiyem, bu soruyu adamlara sormayın.

Kadınlara da sormayın.

Ne diyecek ki?

“8 Haziran, 16.17’de bu hale geldik!” mi?

Ama isterseniz ne zaman değil de, ne hale geldiğinizi ben anlatayım...

Yok, o da değil, bahsettiğim doğal ortama girip girmediğinizi göstereyim...



En az bir senedir seks yapmıyorsanız...

Artık bundan sonra da yapmayacaksınız demektir. Zaten yavaş yavaş gelmediniz mi bu noktaya? Önce bir ay, sonra iki ay... O sıralar biraz bocaladınız. “Hayır, benim de canım istemiyor ama onunki niye istemiyor?” diye kendi kendinize sorup cevabını da bulamamışsınız... Yani artık “tık” yok. (Eşinizle yani!)

Arabada konuşmuyorsanız...

O, yol sorma kavgaları bile iyi zamanınızmış değil mi?

Cimrilik alametleri...

Ona aldığın her şey ile kendine alamadığın her şey artık batmaya başladıysa... Ve tabii hediye olarak artık ihtiyaçlar alınıyorsa...

Tutarsız konuşmalar içindeysen...

Eşini gereksiz yere yüceltmeye çalışıyorsan... Onu övmek için çaba gösteriyorsan... Bir şeyler ters gidiyor demektir.

Eve erken gitme olanağın varken işte int’ten bir oyun oynamak daha zevkli geliyorsa... Hatta telefon açınca, oyundan kendini alamadığın için onun ne dediğini dahi anlamıyorsan...

Yatak henüz resmi olarak ayrılmamış olmasına rağmen biri TV karşısında uyumayı adet haline getirdiyse... Öteki de artık, “Hadi kalk, yatağa...” demeyi kestiyse...

Hafta sonu aktivitesi, aile ve AVM ziyareti rutinine girdiyse...

Önce anne-baba ziyareti sonra AVM ya da önce AVM sonra anne-baba ziyareti... Hangisi sizinki?

Bu, eve köpek almaktan bir önceki aşamadır...

Eve köpek alma...

Bu son aşama...

Neden bilmiyorum ama son aşamada eve bir köpek alınır. Artık yeni bir soluk mu, sarılacak bir sıcaklık mı, emirlerine uyacak biri mi? Neyi temsil ediyor, hangi boşluğu dolduruyor bilmiyorum. Ama köpek alındığını biliyorum.

O köpek o evliliği ya kurtarır ya da...

Sonunda boşanırsınız, boşanmazsınız onu bilemem...

Ama biliyorsunuz ki, ayrılmış olmanız için ille de boşanmanız gerekmez.

Yazının devamı...

Nasıl yani? Anlamıyorum...

Evet anlamıyorum...

Anlayamıyorum...

Şimdi size neleri anlamadığımı, anlayamadığımı yazacağım. Siz de puanlayın, tamam mı...

“Ne?” (3 Puan), “Nasıl yani?” (5 puan), “Hadi canım!” (7 puan), “Yok artık!” (8 puan) ve bazen de, “O-ha!” (9 Puan)
10 puanın karşılığını burada yazamıyorum.



Çalışma Bakanı Ömer Dinçer’in, Şili’de madencileri kurtarma çalışmaları sırasında, “Böyle bir kaza bizde olsa, madencilerimizi üç günde çıkarırdık” demesini anlıyorum da...

Üç günden beş günden vazgeçtik, 5 aydır Zonguldak’ta iki işçimizin cenazelerini çıkaramamalarını anlayamıyorum...

Meclis, Anayasa Mahkemesi’ne ikinci üyeyi seçti. İkinci üyenin ilk sözleri şunlar oldu: “Hamdolsun, yüce bir göreve seçildim. Takdir-i ilahi...”

Onun bu sözlerini anlıyorum da, hâlâ AYM’nin bağımsız olabileceğini savunanları anlayamıyorum...

Meclis Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu, Türkiye ’nin değişen topluma ayak uydurabilmek için laiklik ilkesini yeniden yorumlamak zorunda olduğunu söyledi.

Laiklik ilkesini yeniden yorumlamak istediklerini iyi biliyorum da, Türkiye’de tüm toplumun değiştiği kanısına nasıl vardılar, anlamıyorum...

AK Parti İzmir İl Başkanlığı, 31 Ekim’de düzenlenecek Cumhuriyet Konseri’ne besteci ve piyanist Fazıl Say’ı davet etme kararı almış.

Onların bu kararı almalarını anlıyorum da, Fazıl Say’ın o daveti kabul edebileceğini (bunu yazarken Fazıl Say henüz cevap vermemişti) nasıl düşünüyorlar, anlamıyorum.

Tabii, Fazıl Say o konsere katılırsa bu duruma 10 puan vermenizi istiyorum, vermeyecekleri de Anlamıyorum...

29 Ekim’de Çankaya Köşkü’nde verilecek resepsiyon davetiyesinde, “Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül“ ifadesinin kullanılmasını anlıyorum da, bunun matbaa hatası olduğunu sananları...

Anlayamıyorum...

***

Puanladınız mı?

Şimdi sonuçları değerlendiriyorum.

Puanlarınızın toplamı...

10- 30 arasındaysa, sen hümanistsin ama onlar değil.

30-50 arasındaysa, böyle entelektüel olunmaz, artık uyan.

50-60 arasındaysa, seçim sonrası İzmir’de emlak fiyatları patlayacakmış; şimdiden bir ev bak.

Yazının devamı...

Bu kin, nefret ne zaman biter?

Bazı günler vardır ki diğerlerinden daha önemlidir.

Neden daha önemlidir biliyor musunuz?

Çünkü o gün, beklediğin iyi ya da kötü bir durumun gerçekleştiği gündür.

“O an”dır...

Dün, bugün...

Yok yok, bu hafta da işte öyle günlerden birkaçını birden yaşıyoruz galiba...

Duyduğum, okuduğum haberlerin her biri, zihnimde tokat gibi patlıyor...

Ben mutsuzlaşmamaya, kendimi aşağıya çekmemeye çalışıyorum.
Ağır bir tartışma programının ardından ya güzel bir şarkı dinliyorum ya sıkı bir film seyrediyorum ki dünyada güzel, temiz ve kaliteli duyguların varlığını unutmayayım...

Sanki yıkanıyorum...

Kinden, nefretten arınıyorum...

Ben arınıyorum da...

Onlar?

Anladığım kadarıyla şimdi onlar için arınma zamanı değil.

Kimler için?

Seyrettiğim tartışma programlarında en fazla duyduğum cümle şu:

“Biz yıllarca çok ezildik, aşağılandık.”

Alevi’si, Kürt’ü, türbanlısı...

Yarımız...

Belki yarımızdan da fazlası... Ya da yarımızdan biraz azı...

Haklı veya değil ama böyle...

Kin dolular.

Soluduğumuz havada kin var.

Havayı ağırlaştırıyor...

Bu kin ne zaman biter diye düşünüyordum...

Alevilere istedikleri yerde cemevi, Kürtlere dillerinde eğitim, türbanlılara serbestlik verilse...

Derken, o haberi gördüm:

“Başı açıklara YÖK Garantisi”

YÖK Başkanı “Garanti ediyorum başörtüsüz öğrenciler baskı görmeyecek, hiç merak etmesinler” demiş.

Aklıma gelen ilk cümle şu oldu:

“Nasıl ya! Biz ne zaman bu duruma geldik?”

Sonra hafta içinde okuduğum başka cümleleri hatırladım:
“Biz nasıl türban takmak için savaştıysak, onlar da giymemek için savaşsınlar. Savaşmayı öğrensinler” anlamına gelen...

O cümlelerden sonra bunu söyleyenlerin yüzlerindeki ifadeyi gözümün önüne getirdim.

Kinlilerdi...

Bütün başı açıklara kinlilerdi...

Hatta onları savunan başı açıklara bile...

Yine aynı soru aklıma geldi ama...

Bu kin ne zaman biter?

Türban her yerde serbest olsa...

Oldu ya, herkesi memnun edecek bir formül bulunsa ve her yerde serbest olsa...

Ne olacak?

Bu kin bitecek mi?

Korkarım ki bitmeyecek...

O zaman ne yapacaklar?

Ne diyecekler?

Neyi savunacaklar?

Ne için savaşacaklar?

Bitecek mi? Sakinleşecekler mi?

İçimizdeki bir ses diyor ki:

Hayır. Sakinleşmeleri için, kinlerinin dağılması için bu yeterli değil.

“İstedikleri gibi kapanma haklarını almaları yetmez, bizim de kapanmanız gerekir.”

Belki doğru, belki de yanılıyorum.

Ama böyle...

İşte beni ve benim gibi hiçbir siyasi görüşe bağımlı olmayan, hiçbir dini referansı olmayan, sadece ama sadece hümanist düşünenleri korkutan...

Daha doğrusu derinden üzen de bu değil mi?

Yazının devamı...

Seks aşkı satın alır mı?

Her sene bu çıkar:

“Doğru bildiğiniz yanlışlar diye...”

Her konuda çıkar da, ben seksle ilgili olanından bahsediyorum.

“Sekste doğru bildiğiniz yanlışlar.”

Konjonktüre göre maddeler değişir.

Ne konjonktürü?

Seks

konjonktürü...

Ne var?

Olamaz mı?

Olur tabii...

Bu kışın ilk “doğru bilidiğiniz yanlışlar”ına bakalım mı? Onlar hazırlamışlar ama benim aklım pek yatmadı. Yatmadığı taraflarıyla birlikte, buyrun...



“Seks sizi sağlıklı kılar: Seksin vücuda olumlu etkileri (mutluluk hormonu, hareket...) olduğu muhakkak. Ama hastayken sizi iyi etmeyecektir. Hafife alınan grip gibi bulaşıcı hastalıkların cinsel ilişki sırasında daha hızlı yayıldığı herkesçe bilinen bir gerçek.”

- Sevişmeyin nezle geçer diyor ya!.. Seviştik de nezlesi kaldı! Sahi bu aralar sevişen var mı aranızda?

“Seks evliliğe hazırlar: Evlilik öncesi cinsel ilişkinin, evliliğe hazırladığı ya da evlilik üzerinde olumlu etkileri olduğu/olmadığı yönünde kesin bir tespit yapılmış değil.”

- Yapılamaz tabii... Sonrasında cinsel ilişki falan kalmadığı için... Sakın çıkıp “Bizim var” demeyin. Ama “Benim var”ı anlarım.

“Seks aşkın tek kanıtıdır: Âşık olduğunuz kişi ona olan sevginizi cinsel ilişki yoluyla kanıtlamanızı istiyorsa, bunda ısrarcı davranıyorsa ve siz bunu istemiyorsanız fazla düşünmenize gerek yok: Koşarak uzaklaşın!”

- Lafa bak! Sen istemiyorsan koş hakikaten de! İstemediğin adamla olma zaten.

“Seks, partnerinizin siz sevmeye devam etmesini sağlar: Bir kişiyle sadece cinsel ilişkinizin devam ediyor olması, onun sizi her zaman seveceği anlamına gelmeyebilir. Başka bir deyişle seks, genel olarak aşkı satın alamaz.”

- Ağır konuştun! Öyle satın alamazlar falan... Çatır çatır alır. Hatta bedavaya alır; şaşırırsın! Aslına bakarsanız, ortada bir alım-satım işi varsa olayı şöyle tarif edebiliriz: Seks aşkı kiralar.

“Ayrıca mükemmel cinsel hayatı olan çiftlerin ayrılması da sık duyulan bir şeydir.”

- Hiç duymadım. Cinsel hayatı kötü olup ayrılmayanlar dolu da, mükemmel olup ayrılan... Olmaz. Ayrılsalar da buluşup buluşup sevişir onlar.

“Seks olmadan olmaz: Bu belki de seks hakkında söylenen en büyük yalanlardan biri. Vücutlarımız cinselliğe doğal olarak çok yatkın olsa da, bu bir insanın seks olmadan yaşayamayacağı anlamına gelmez. Yani seks sözgelimi su içmek gibi yaşamsal açıdan olmazsa olmaz bir olay değil.”

- Sen öyle san! İnsanlar hiç seks yapmasınlar (kendi kendilerine bile) bak neler oluyor?

Yazının devamı...

Kırık kalpler durağında inecek var

Oldu olacak devam edeyim; güzel çünkü...

Yüreğindeki dertleri dökecek var

Doldurun kadehleri içelim beraber

Yılların yorgunluğu geçene kadar

Kendini eğlenmeye verir kırık kalpler

Sanki unutulurmuş gibi büyük dertler

Gerçekten de güzel değil mi?

Özellikle de, “Sanki unutulurmuş gibi büyük dertler” diyor ya, orası...

Çünkü o sırada hiç unutamayacakmışsın gibi gelir ya...

Öyle ve artık hep o acıyla yaşayacakmışsın gibi...

Ama unutursun.

Zaten üçüncü ayrılıktan sonra duruma ayılmaya başlarsın. Yani unutacağını bilirsin de, ne zaman onu bilemezsin.

Hesap yapmaya başlarsın. Diğer ikisini ne kadar sürede unuttuğunu hatırlamaya çalışırsın.

O sıralarda şöyle cümleler kurarsın:

“Hakan’ınki çok uzun sürmedi ama o zaman üç ay mı ne geçmişti Murat’a rastlamıştım da ondan!”

Erkekler?

Şöyle bir söz vardır ya, ayrılık acısıyla ilgili:

“Kadınlar uzun süre ama hafif, erkekler kısa sürede ama daha yoğun yaşarlar” diye...

Galiba doğru...

Bir gece içip içip bitiriyorlar işi!

Biz...

O-hoo...

Yeni birini buluncaya kadar onun acısı, intikamı bitmez!

Başka türlü maziye gömülmez.

Üzerine başka birini bulamazsa da o acı mezara kadar gider.

Ama artık mezara değil, müzeye de gidebilir.

Çünkü öyle bir müze açılmış.

Kırık Kalpler Müzesi...

İnsanlar ayrılığını hatırlatan eşyaları buraya veriyormuş.

Mesela kıskançlık krizinde kırılmış bir dikiz aynası gibi...

Ne olmuş ki acaba?

Adam dikiz aynasından başka kadına mı bakıyordu yoksa dikiz aynasından bakarken kadını başka adamla mı gördü?

O aynayı kim kırdı?

Bizde olsa...

Aynayı kimin kırdığının ayna kadar önemi olmazdı.

O ayna asla müzeye verilmezdi.

Götürülür, kaynattırılır ve yerine taktırılırdı. Hayır, kaskoyu bozmaya hiç gerek yok!

Ayrıca ille de hatırlanacaksa, böyle daha iyi hatırlanır! O ayna dönmedikçe eski sevgilinin ismi de itina ile anılır!

Ayrılıkları bir eşya ile simgelemek aslında pek bize göre değil.

İnsanlar kalbini kurtarmadan, malını kurtarmaya çalıştığı için...

Ayrılırken evdeki en kıytırık eşya bile kıymete biner ya...

Evin önüne kamyon dayama ritüelini hatırlatmak isterim.

Bir de şu vardır ya, danalar çok kullanır. Pardon kullanırDI:

“Evden ceketimi aldım, çıktım.”

Ama bu arada evde yıllarca çalıştırmadığı karısı, iki çocuğu vardır, o ayrı!

Tabii öyle çıkacan dana!

Bir de üstüne halıyı mı alacaktın?

Ya da neyi?

Ama ayrılıktan değil de, kırık kalplerden söz ediyorsak işin rengi değişir tabii...

O zaman müzeye epey bağışta bulunabiliriz.

Nitekim öyle olmuş.

Üstelik Türkiye’de “Kırık Kalpler Müzesi”ne kadınlardan çok, erkeklerden katılım olmuş.

Ne kattılar acaba?

Otel havlusu... Tüm sevgililerini temsilen!!!

Kırılmış bilumum cep telefonu... (Kendininkiler.)

G-stringler... (Kendine pay çıkaracak ya!)

“I love you”lu gerzek hediyeler... (Ayrılırken sinirinden kendisi istemiştir sonra da ne yapacağına karar verememiştir. O kadar gerzek yani!!)

Peki acaba bizimkilerin kalpleri gerçekten bu kadar kırık mı?

Kızlara sordum; kendi anketimi yaptım.

Onlara, “Kırık kalp rekoru Türk erkeklerindeymiş. Ne diyorsun?” diye sordum.

Ve hep aynı cevabı aldım:

“Gittirsinler...”

Yazının devamı...

Tamamen duygusal!!!

Yok, gerçek anlamında duygusallıktan bahsedeceğim.

Kadınların bir ilişkiye son vermekteki başlıca nedeni, tamamen duygusalmış.

Kötü yatak performansı ve diğer nedenler kadınlar için o kadar da sorun değilmiş. Yatak performansını başa aldım çünkü özellikle bizim danalar için o birinci sırada gelir ya...

O işi iyi yaptıklarında ya da iyi yaptıklarını zannettiklerinde başka herhangi bir zahmete girmeye gerek duymazlar ya...

Yani onu yaptı, hayattaki bütün görevi de zaten oydu ve artık danalık hakkına sahip oldu!

Öyle tabii...

Hatta huysuz ya da baş edemedikleri bir kadınla karşılaştıklarında bunların akıllarından ilk geçen nedir:

“Bunu iyi bir seveceksin, kendine gelir!”

Buldukları çözüme bak!

Oturup konuşalım ya da ne bileyim, derdi neyse yardımcı olayım falan değil; direkt, “seveyim!”

Hatta bazıları özellikle de son yıllarda olayı daha da abarttılar:

“Şuna bir iyilik düşünsem mi?”

İyilik!

Sırf iyilik olsun diye!!!

Gerçi kızların da biraz suçu var bu işte; bunların kıçlarını çok kaldırdılar, şimdi de nasıl indireceklerini bilmiyorlar ya, neyse...

Araştırmaya katılan kadınların yarısı duygusal uyum ve mahremiyeti bir ilişkinin önemli etmenleri olarak görüyormuş.

Ayrıca araştırma sonuçlarını yorumlayan psikolog Sally Brampton, bundan 25 yıl öncesinde kadınların daha materyalist olduklarını, yeni kuşaklardaysa duygusallığın ön plana çıktığını ifade etmiş.

Psikoloğun da açıkladığı iyi olmuş! Hiç bilmiyorduk, çok şaşırdık!

Asıl bunun getirisi götürüsü ne, onu anlatsaydı ya...

Bu durumda kadınlara ne olacak? Erkekler ne yapacak? Falan...

Ya da niye böyle olduk?

İş yine bana kaldı.

Anlatayım...

Şimdi:

Bunlar yani danalar, üzerine ışık tutulmuş tavşan gibi.

Ne yapacaklarını şaşırdılar...

Çünkü...

Bunların kozları neydi?

Para kazanmak ve seks...

Artık kadınlar da para kazandıklarına göre...

Seksi de önemsemiyorlarmış... Ki öyle!

Eee?

Ne kaldı geriye?

Duygusallık...

İlgi-alaka...

O da erkeklerde yok.

Ne olacak şimdi?

Zaten anlaşamıyorduk, artık hiç anlaşamayacağız.

Eveeet...

Bu durumda erkeklerin ne yapacakları ve neye karar verecekleriyle şimdilik ilgilenmiyorum.

Kadınlar?

Onların iki seçenekleri var.

Ya “Bana ne? Benim onlarla anlaşmak gibi bir derdim yok! Ha, onlar benimle anlaşmak istiyorlarsa, o başka...” diyecekler ve keyiflerine bakacaklar.

Keyiflerine bakmayı öğrenecekler...

Ya da; hem para kazanıp hem eve, çocuklara bakıp hem de ömür boyu dana kaprisi çekecekler...

Başka çare yok!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.