Kırık kalpler durağında inecek var
.
Oldu olacak devam edeyim; güzel çünkü...
Yüreğindeki dertleri dökecek var
Doldurun kadehleri içelim beraber
Yılların yorgunluğu geçene kadar
Kendini eğlenmeye verir kırık kalpler
Sanki unutulurmuş gibi büyük dertler
Gerçekten de güzel değil mi?
Özellikle de, “Sanki unutulurmuş gibi büyük dertler” diyor ya, orası...
Çünkü o sırada hiç unutamayacakmışsın gibi gelir ya...
Öyle ve artık hep o acıyla yaşayacakmışsın gibi...
Ama unutursun.
Zaten üçüncü ayrılıktan sonra duruma ayılmaya başlarsın. Yani unutacağını bilirsin de, ne zaman onu bilemezsin.
Hesap yapmaya başlarsın. Diğer ikisini ne kadar sürede unuttuğunu hatırlamaya çalışırsın.
O sıralarda şöyle cümleler kurarsın:
“Hakan’ınki çok uzun sürmedi ama o zaman üç ay mı ne geçmişti Murat’a rastlamıştım da ondan!”
Erkekler?
Şöyle bir söz vardır ya, ayrılık acısıyla ilgili:
“Kadınlar uzun süre ama hafif, erkekler kısa sürede ama daha yoğun yaşarlar” diye...
Galiba doğru...
Bir gece içip içip bitiriyorlar işi!
Biz...
O-hoo...
Yeni birini buluncaya kadar onun acısı, intikamı bitmez!
Başka türlü maziye gömülmez.
Üzerine başka birini bulamazsa da o acı mezara kadar gider.
Ama artık mezara değil, müzeye de gidebilir.
Çünkü öyle bir müze açılmış.
Kırık Kalpler Müzesi...
İnsanlar ayrılığını hatırlatan eşyaları buraya veriyormuş.
Mesela kıskançlık krizinde kırılmış bir dikiz aynası gibi...
Ne olmuş ki acaba?
Adam dikiz aynasından başka kadına mı bakıyordu yoksa dikiz aynasından bakarken kadını başka adamla mı gördü?
O aynayı kim kırdı?
Bizde olsa...
Aynayı kimin kırdığının ayna kadar önemi olmazdı.
O ayna asla müzeye verilmezdi.
Götürülür, kaynattırılır ve yerine taktırılırdı. Hayır, kaskoyu bozmaya hiç gerek yok!
Ayrıca ille de hatırlanacaksa, böyle daha iyi hatırlanır! O ayna dönmedikçe eski sevgilinin ismi de itina ile anılır!
Ayrılıkları bir eşya ile simgelemek aslında pek bize göre değil.
İnsanlar kalbini kurtarmadan, malını kurtarmaya çalıştığı için...
Ayrılırken evdeki en kıytırık eşya bile kıymete biner ya...
Evin önüne kamyon dayama ritüelini hatırlatmak isterim.
Bir de şu vardır ya, danalar çok kullanır. Pardon kullanırDI:
“Evden ceketimi aldım, çıktım.”
Ama bu arada evde yıllarca çalıştırmadığı karısı, iki çocuğu vardır, o ayrı!
Tabii öyle çıkacan dana!
Bir de üstüne halıyı mı alacaktın?
Ya da neyi?
Ama ayrılıktan değil de, kırık kalplerden söz ediyorsak işin rengi değişir tabii...
O zaman müzeye epey bağışta bulunabiliriz.
Nitekim öyle olmuş.
Üstelik Türkiye’de “Kırık Kalpler Müzesi”ne kadınlardan çok, erkeklerden katılım olmuş.
Ne kattılar acaba?
Otel havlusu... Tüm sevgililerini temsilen!!!
Kırılmış bilumum cep telefonu... (Kendininkiler.)
G-stringler... (Kendine pay çıkaracak ya!)
“I love you”lu gerzek hediyeler... (Ayrılırken sinirinden kendisi istemiştir sonra da ne yapacağına karar verememiştir. O kadar gerzek yani!!)
Peki acaba bizimkilerin kalpleri gerçekten bu kadar kırık mı?
Kızlara sordum; kendi anketimi yaptım.
Onlara, “Kırık kalp rekoru Türk erkeklerindeymiş. Ne diyorsun?” diye sordum.
Ve hep aynı cevabı aldım:
“Gittirsinler...”