Hiçbir şey olmamış gibi!
.
Günlerdir bir yolunu arıyorum...
Üzerimizdeki ataleti, ufuneti atmanın yollarını...
Zaten ‘atalet’, ‘ufunet’ falan demeye başladıysak, gerçekten de durumumuz iç açıcı değil demektir!
Heh hee...
Gülmemiz de sinirdendir, sinirden!
Şimdi, yılgınlık, depresyon desem, durumumuzu anlatmaya yetmeyecek. Bir şeyler eksik kalacak...
Her neyse, sonuçta bu halden kurtulmamız lazım.
Da...
Nasıl?
Öyle kendini yollara vurarak, sinemaya, tiyatroya giderek, akşam yemeğe, içmeye çıkmakla olmaz bu iş.
Gazete okumayıp televizyonda haber ve tartışma program-larından kaçarak da olmaz!
Devekuşu gibi!
Niye?
Kafa yine aynı kafa da ondan!
Benim aklıma bir şey geldi.
Bir oyun...
Ama tutar mı bilemem?
Oyunun adı:
“Hiçbir şey olmamış gibi!”
Bu biraz benim frekans değiştirme oyunuma benziyor. Radyo kanalı değiştirir gibi, ruh halini değiştirmeceye...
Ama bu biraz daha gelişmişi...
Yani diyorum ki, herkesi, her şeyi affetsek!
Hayır, ‘unutalım’ demiyorum...
‘Kabul edelim’ de demiyorum...
Hatta ‘barışalım’ da demiyorum...
Sadece affedelim.
İçimizdeki kinlerden, kirlerden, bizi ağırlaştıran her şeyden böylece kurtuluruz.
Kurtulur yeni bir hayata başlarız.
Bize kalanlarla...
Öğrendiklerimizle...
Kimseye fatura çıkarmadan...
Böylece kendimizden vazgeçmemiş, daha da önemlisi, kendimizi kaybetmemiş oluruz!
Yani bütün olup bitenlerin ağırlığında ezileceğimize...
Hani kediler, köpekler ıslanınca şöyle bir silkinirler ya..
Üzerlerine yapışanları atıverirler... Daha çabuk kurumak, eski hallerine gelmek için.
Öyle.
Biz de öyle yapalım...
Kendimizi yollara, sofralara vurmak yerine şöyle bir silkinelim.
Eski neşemizi arayacağımıza, yeni sevinçler yaratalım. Yeni kafayla, eskileri aramak, eskilerden zevk almaya çalışmak saçma değil mi?
Saçma!
Yok, yok...
Başka çare yok!
Silkineceğiz...
Yoksa bunca ufunetle, temiz ve doğru ve yeni bir şeyler kurmak,
Bu yorgunlukla birilerine, bir şeylere karşı durmak,
İmkânsız gibi...