Şampiy10
Magazin
Gündem

Erkekler ve şempanzeler

Daha doğrusu, erkeklerle şempanzeler...

İkisinin arasında birçok benzerlik bulunmuş.

Bakın ben bulmadım!

Bu bir araştırma. Araştırmayı da ben yapmadım. Sadece aktarıyorum.

Zaten biliyorsunuz, benim uzmanlık alanım, danalar!!!

Bilim insanları şempanzeleri uygun görmüş. Artık olay nasıl gelişti bilmiyorum. Yani şempanzeleri incelerken biri çıkıp, “Lan bu aynı ben!“ mi dedi? Yoksa, “Ay bu bana birini hatırlatıyor ama kimi? Çok yakın birini... Kimi, kimi acaba” derken evdeki mi aklına geldi, ne?

Heh heh hee...

Şimdi siz bana da inanmazsınız; ne araştırması, neyin araştırması cart curt, zorluk çıkartırsınız. Onun için ben baştan anlatayım.

Araştırma Harvard Üniversitesi’nde yapılmış.

Var mı daha iyisi?

Peki ya itirazı olan?

Harvard araştırmış, daha ne olsun?

Bakın şimdi...

Bu araştırmada, yemek için mücadele ederken erkeklerin şempanzeler ve bonobo maymunlarıyla ortak özellikler taşıdığı ortaya çıkmış.

Onlar da öğle yemeğinden sonra elmaları ata tuta masalarına mı dönüyorlarmış!

Heh hee...

Yoksa önce kendilerine servis yapılmasını mı bekliyorlarmış? Servis yapan eşini beklemeden yemeğe mi başlıyorlarmış?

Belki de fazla pirzolanın kendi hakları olduğunu düşünüyorlardır!

Yemek bitince sofradan kalkıp televizyonun karşısına mı oturuyorlar acaba? Aralarındaki hizmetçi nasıl olsa toplar sofrayı diye...

Bakalım araştırma ne diyor?

- “Maço erkeklerin hormonal değerlerinin agresif şempanzelere benzediği görülürken sakin yapılı erkeklerin genellikle uysal bonobo maymunlarına benzediği belirlendi.”

Bu bonobolar Crocs ya da Birkenstock giyenler herhalde!

Ama dikkatli olmak lazım, ortalıkta bonobo görünümlü şempanzeler var.

Onları birbirinden nasıl ayıracağız?

Araştırmaya bakalım:

- “Şempanzeler, yemek için rekabeti ‘statü savaşı’ haline getiriyor, bonobolor ise daha sakin davranıyorlar.”

Bilmiyorum artık!

Siz karar verin; dana mı, şempanze mi yoksa bonobo mu?

Yazının devamı...

Yalan söylüyorsun! Yalannnn...

İki tür erkek vardır.

Yalan kıstasına göre tabii...

Yalan söyleyebilenler ve söyleyemeyenler...

Dikkat ederseniz, söyleyen ve söylemeyen demiyorum.

Söyleyebilen ve söyleyemeyen...

Bazısı en basit bir yalanı bile söyleyemezken kimi de yalanın dibine vurur.

Bir de “beyaz yalancı“ olduklarını ileri sürenler vardır.

Yalannn...

Beyazını söyleyen her rengini söyler.

Erkeklerin en çok söyledikleri klasik yalanları çıkarmışlar.

Bakalım mı?

Bakalım.

Ben de size klasik, aslında ne demek istediklerini yazayım.

- “Seni arayacağım.”

Bir adam, “Seni arayacağım” diyorsa kesin kıçı kalkmıştır. Aramaz. Bu aslında, “Çok darda kalırsam, ararım“ demektir. Ve asla ertesi gün aramaz. Aramak isteyen adam bu cümleyi asla kurmaz. Kuramaz bir kere... Korkar, çekinir.

- “Sevişmek istediğimden değil, şurada birlikte biraz uzanalım istiyorum.”

Bir dananın (burada danalık yapıyor ama! Uzanalım falan...) evet bir dananın en zayıf anı. Her türlü saçma sapan sorunuza cevap verir. Pamuk şekeri gibidir. “Saçlarımı kestirsem mi?” sorusuna bile istediğiniz cevabı alırsınız. Ayrıca o anda sizin için yapmayacağı şey yoktur. Ama tavsiyem, isteğiniz her neyse sevişme sonrasına bırakmayın. Ne olduğunu bile hatırlamaz.

- “Şimdiye kadar yaptığım en güzel seksti.”

Bir dana seviştikten sonra yorumlarken sevişmenizden “sevişme“ veya “seks“ olarak bahsediyorsa yani o kelimeleri kullanıyorsa, kesinlikle duygusal bir bağ kurmamış demektir. Sizinle sadece sevişmek ya da seks yapmak için birliktedir.

- “Seni seviyorum.”

Bir erkek gerçekten âşık olmadan veya gerçekten çok zor bir durumda kalmadan bu lafı etmez. Yani aslında bana göre bu klasik bir yalan değildir.

- “Evli değilim.”

Artık böyle yalan kalmadı çünkü kimsenin evli olup olmamasının bir önemi kalmadı. Klasik olan, “Evliyim ama onunla kardeş olduk” kısmı. “Çocukları düşünüyorum yoksa ayrılırım çoktan” falan filan... Bunun yeni versiyonu ise, “Evliyim ama ayrı yaşıyoruz.”

- “Sorun sen değilsin, benim.”

Bu klasiğin ilginç bir tarafı vardır. Bunu yalan diye söyler ama aslında gerçektir. Üstelik bu sözlerin altında hain bir de plan vardır; “Canım isteyince seni arayabileyim!”

- “Bunu daha önce hiç kimseye anlatmadım.”

İşte bu yalan! Ya sana anlatması gereken bir şeyi anlatmamıştır ya anlatacağı şey yalandır.

- “Aileni seviyorum.”

Bunun tek açılımı var; “onlardan korkuyorum.” Şöyle de ifade edebiliriz: “Yalakalık yapacağım ama korktuğumdan değil ha!“

- “Hayır, o kadınla hiçbir zaman ilişkim olmadı.”

Bir kadın bir erkeğe bunu soruyorsa zaten o ilişkinin varlığından emindir. Ama bana sorarsanız, bir erkeğin en akıllıca yalanı da budur.

Yazının devamı...

Bir de sevmeyi öğrensek!

Sevmeyi...

Yok, gerçekten sevmekten bahsediyorum bu sefer!

Kendimizi değil, başkalarını...

En yakınlarımızı...

Anne-babamızı, kardeşimizi, çocuklarımızı, arkadaşlarımızı, eşlerimizi ve aşklarımızı...

Onları sevmeyi öğrensek.

Birini sevmek ne demek, bunu bilsek!

Niye mi böyle birden ciddileştim? Kaç gündür şarkıcı Zeynep Casalini’yle işletmeci Tahsin Berk’in evliliğini okuyup duruyoruz ya...

Zeynep Casalini Dilek Türkali’nin kızıymış.

Ve düğüne ya da nikaha gitmemiş.

İstemediği için protesto etti herhalde...

Belki gitti, belki gitmedi, belki gitmemek için başka bir nedeni vardı; onu bilemeyiz.

Onları bir tarafa bırakalım.

Ama haberdeki bu ifade bana bu durumun yaşandığı başka düğünleri hatırlattı.

O kadar çok ki!

Çocuklarının evliliğini onaylamayan anne-babalar, onlara katılan kadeşler ve hatta arkadaşları...

Veya anne-babalarının evliliğini istemeyen çocuklar...

Neden istemezlerse?

Sana ne?

Sorsan, “Onun iyiliği ve onu sevdiği için”dir.

O kadar seviyor ki, onu kaybetmeyi, onu üzmeyi, onda kapanmayacak yaralar açmayı göze alıyor!

Bu nasıl sevgiyse?

Ayrıca nereden biliyorsun?

Belki aşık oldu gerçekten...

Belki sevdi.

Belki de senin dediğin gibi, öyle sanıyor; aşık olduğunu sanıyor ama değil. Aşık olmakla, olduğunu sanmak arasında ne fark varsa!

Ama belli ki, ne olursa olsun, doğru ya da yanlış, gerçek ya da sanal, o adam/kadın ona iyi gelmiş.

Onu istemiş

Onu beslemiş, belki onarmış.

Ne var?

Sonunda ölüm yok ya...

Hastalık yok ya...

Ne zararı var?

Olmadı, biter.

İlk veya son biten o değil, olmayacak da...

Eee?

Ayrıca senin onay verdiğinle evlense ve mutlu olmasa ne olacak?

O zaman, “Olmadı” olacak, “Şanssızlık” olacak, “Kader” olacak.

Ama şimdi

Onun hatası olacak.

Tamam o da kabulümüz.

Onun hatası olsun.

Önemli olan da bu değil mi? Hatalarıyla onun yanında olmak.

Hata yaptığında yanında olmak.

Hata yaptığını anladığında...

Her zaman onunda yanında olmak.

Ve daha da önemlisi, onun bunu bilmesini sağlamak...

“Ben hata yapsam da, o hep benimle” duygusunu, güvenini vermek.

Bu değil mi?

Sevgi bu değil mi?

Yoksa istemediği biriyle evlendiğinde düğününe gitmeyerek onu kahretmek...

Bununla da kalmayıp ondan sonraki her hareketini izleyip mutsuz olmasını beklemek...

Ki, ne kadar haklı olduğun ortaya çıksın!

Bu mu?

O mutsuz olsun ama sen haklı ol!

Yapmayın! Onu sevmek, senin istediklerini yapması mıdır?

Senin düşündüğün gibi düşünmesi midir?

Hayır.

Hayat o kadar kısa ki...

Ve hayat o kadar senin elinde ki...

Onu acı çekerek ve çektirirek de, neşeyle ve neşe vererek de yaşayabilirsin.

Tercih senin.

Yazının devamı...

Ne ka ekmek o ka aldatma...

Ya aslında ben bu “aldatma” konusundan çok sıkıldım.

Bir de kanıksadık ya...

Artık çevremde bir aldatma olayı duyduğumda

“Amaaan... Bırak aldatıversin! Ne olur yani?” diyorum. Bazen tabii...

O hale geldik yani...

Ama bitmiyor...

Gün geçmiyor ki, aldatmayla ilgili bir araştırma, yeni bir veri çıkmasın.

Ne kadar kanıksasak da, bıraktığı ve yaşattığı duygunun korkunçluğundan olsa gerek, pek de eskimiyor...

Yeni araştırma sonucu şu:

“Eve ekmek götüren” kadın, eşinden az kazanan erkek aldatmaya yatkın çıkıyormuş.

Demek ki neymiş?

Kocalara maaş söylenmeyecek!

Bir de işten eve dönerken ekmek alınmayacak! Pasta al ama ekmek asla!

Bir de asıl neymiş?

Aldatmak direkt onunla ilgiliymiş!

O değil!

Parayla... Ha, bunu bilmiyor muyuz? biliyoruz tabii...

Lafı bile var(!): Para gören dana önce kapıyı sonra karıyı değiştirir.

Ama bu araştımada paranın yeri değişik.

Para kadında!

Peki bu nasıl oluyor da, oluyor?

Çok kazanan kadının aldatma eğilimini anladık diyelim. Tıpkı erkekler gibi... Hadi parası olanı anladık, kıçı kalkıyor, aldatıyor. Ya öteki?

Karısı kazanıyor, bu aldatıyor....

O kazandıkça, bu azıtıyor...

Ne iş?

Bakalım niyeymiş?

Araştırma, kimliğini tehdit altında hisseden erkeklerin, erkeklik kimliklerini onarmak için aldattıklarını savunuyor.

Nasıl yani?

Nasıl yaşanıyor olay?

Her ay başı, sen maaş aldıkça, dananın asabı bozuluyor. Kimliğini tehdit altında hissediyor!

Kimliği olsa etmeyecek ama!

Sonra bunu onarmak için, yedeklerden birini arıyor,

“Aloo, yarın buluşalım mı?”

“Ok. tatlım...”

Buluştuktan sonra: “Ne o? Karının maaşına zam mı geldi?”

Heh heh hee...

Ya da bir kaç ay aramayınca, kadın merak ediyor,

“Ne o tatlım, karın işten mi çıktı?”

Araştırmada başka bir şey daha ortaya çıkmış:

“Partnerine daha bağlı olan kadınların aldatılmaya daha açık olduğu...”

Düşünsene...

Hem adamdan daha çok kazanıyorsun, hem ona bağlısın, o ne yapıyor?

Kimliğini onarmaya gidiyor.

Çünkü dananın kimlik bilmemnesi, neydi? “Kimliği tehdit altında”...

Dönünce de,

“Neredeydin hayatım?”

“Tamircide!”

Yalan mı?

Değil.

Yazının devamı...

Sanat mı seks mi?

Soruya bak!

Ne alaka?

Sanat nereee, seks nereee?

Böyle soru mu olur? Ama diyelim ki, oldu.

Ne var?

“Futbol mu, seks mi?” diye sorunca oluyor da, bu mu olmuyor?

O ne alakaysa, bu da o alaka!

Hadi bakalım, soruyorum:

“Sanat mı, seks mi?”

Şimdi bu soruya iki tip cevap gelir.

Birincisi, “Nasıl yani? Mesela resim sergisini mi sekse tercih edecem?” deyip hemen kararını verir, “Seks tabii...”

Hala da şaşkındır, “Niye bunu soruyor ki?” diye...

İkinci tipin cevabı da bellidir:

“Sanat gibi seks”

Ya da

“Seks gibi sanat!” der.

Çok zeki!

Çok yaratıcı!

Çok da duyarlı!

Tabii, kimse akıl edemedi çünkü bunu!

Bu cevabı verenden kaçacaksın. Yer, bitirir bu insanı... Aşağı çeker. Vıdı vıdı vıdı... Ne yapsan, ne sorsan, ne söylesen böyle manalı durumlar yaratır. İçini daraltır.

Şimdi gelelim asıl soruya...

“Zayıflık mı, seks mi?”

Amerika’da yapılan bir araştırma konusu bu.

Kadınlara sormuşlar ve tabii cevabını da almışlar:

“Zayıflık”

Araştırmada bin erkek ve kadına, “Bir yaz boyunca cinsel ilişki yaşamamak mı, yoksa 5 kilo almak mı?” diye sorulmuş.

Kadınların yüzde 50’si zayıf kalmayı yaz boyunca seks yapmadan durmaya tercih etmiş.

Peki aynı soruyu Türklere sorsalar...

Ben cevabını vereyim...

Bir kere, 1 yaz değil, 3-5 yazı feda ederler...

İtin olur, kaç yaz feda olsun!

Bakar mısınız, kilo hesabı seks!

Sadece o mu?

Yani kadınlar sadece kilo almamayı mı sekse tercih ederler?

Yooo...

Ohooo...

Neler var, neler. Hatta say say bitmez.

Saymaya başlayayım mı?

Peki.

Mesela ayakkabı...

Evet, bildiğiniz ayakkabı.

Yalnız baştan belirteyim, manevi hazlardan bahsediyoruz, maddi değil.

Akıllı bir kadın, aşık olduğu bir ayakkabıyı sekse tercih eder.

Herhangi bir ayakkabı değil tabii ki!

Rahat ve pahalı bir ayakkabı dört dörtlük bir seks gibidir. Herşeyiyle dört dörtlük! E, bunu yaşayamayacağına göre, tabii ki tercihi ayakkabı olacaktır...

Onu alıp her baktığında, her giydiğinde aklından seksin s’si bile geçmez.

Başka?

Saçları...

“Çekince uzayacak” desen, var ya, 5 sene seksi çöpe atabilir.

Hem de anında!

Hiç düşünmeden.

Selülitler de...

Bir selülit parçası için kaç gece feda edilir, duysanız, şaşarsınız.

Bir kadın neleri sekse tercih edebilir, duysanız ona da inanamazsınız...

Kankasıyla yurt dışı gezisine, sıkı bir konsere, bir okey partisine...

Bu bir TV dizisine kadar inebilir.

Feda eder yani!

Hele bu sıcakta...

Dr House’u bile...

Mi acaba?

Yazının devamı...

Telefon çaldığında...

Hani dün, “bir kadının bittiği an“lardan birini yazmıştım ya...

Eski sevgiliyi yanlışlıkla aramayı...

Ama gerçekten yanlışlıkla...

Ve her ne durumda olursa olsun, bir dananın bundan çıkardığı tek sonuç vardır demiştim.

Tek!

Böyle de iddialıydım yani!

Hâlâ daha iddialıyım.

Tabii bir de madalyonun öteki yüzü var...

Tamam, sonucu biliyoruz da, bilmediğimiz başka detaylar var.

Ne var?

Mesela, telefon çaldığında ve o “Kim arıyor?” diye bakıp senin ismini gördüğünde ne yapıyor?

O anda!

“A-ha!” diyor vee...

Gerisini bir erkekten okuyun:

n “Telefon çaldığında eski bir sevgili arıyorsa bir erkek telefonu açmadan birkaç saniye düşünür ki telefon bu yüzden hemen açılmaz. Erkek, eski sevgilisinin 3 farklı nedenle aramış olabileceğini düşünür.

1. Kaşınıyordur yani aranıyordur (nedenin hiçbir önemi yok).

a. Sen terk edilmişsen yaşadın, kaşırsın yani (ama elini çok çabuk tutman gerekir çünkü bu yanılgı çok kısa sürer).

b. Sen terk etmişsen, kıvırır çeşitli bahanelerle görüşmezsin.

2. Başı bir nedenle sıkışmıştır, yani başı derttedir ve arayacak başka kimseyi bulamamıştır.

a/b Sıkışmış ve seni arıyorsa, vereceğin cevap onunla değil senin insanlığınla ilgilidir. Bu şıkta kimin terk ettiğinin bir önemi yoktur, hâlâ öfkeni yenememişsen o ayrı.

3. Numaranı yanlışlıkla çevirmiştir.

a. Sen terk etmişsen önemsemezsin.

b. Terk edilmişsen yanlışlıkla arandığını yemez, inanmazsın. Hatta sonra bir kez şansını dener ve ararsın ama o telefon açılmaz. İçinden ‘Benimle oynuyor PK (Pırlanta Kalplim)’ diye düşünürsün.”



Eveeettt...

Demek ki neymiş?

Haklıymışım.

Akıllarından tek şey geçiyormuş...

Tamam üç madde yazmış ama hepsinin sonu aynı değil mi?

Tek şey...

Bu arada telefonun neden hemen açılmadığını öğremiş olduk değil mi?

O sırada, telefonun üç çalışı süresince ki kaç saniyedir, aklından geçenleri...

Şaşırmadım.

Ama bu mail’i okurken neye takıldım biliyor musunuz?

“Sıkışmış ve seni arıyorsa...” diyor ya, ona...

Bir kadın sıkışmış ve eski sevgilisini arıyor! Allah, Allah?

Neye sıkıştı acaba?

Bak şimdi, merak ettim!

Yazının devamı...

Bir kadının bittiği an...

Öyle çok anlar vardır da...
Bir kadının bittiği anlar...
Bu anlatacağım en kötülerinden biri...
Yanlışlıkla eski sevgilini aramak...
Öfff, Öf!
Var mı daha kötüsü?
Var da...
Bu çok fena, çok!
Tam çalmaya başlayınca fark edersin...
Allah kahretsin!
O an var ya...
Al sana bir "Dar alanda kısa paslaşma" daha! Kendinle paslaşırsın.
Ne yapacaksın şimdi?
Sen ne yapacağnı düşünürken o çalmaya devam eder. Her an açabilir. Açmayadabilir.
Hangisi daha iyi?
Ya da hangisi daha kötü?
Ölümlerden ölüm beğen.
Çalıyor hâlâ...
Kapatsan mı?
Yok. Artık aramışsın. Açınca, "Pardon yanlışlıkla aradım" desen...
Hayatta inanmaz.
Mahsus yapmış gibi...
Kapatsan...
O zaman da, kendini hatırlatır gibi...
Ya da ne bileyim, ona kendini arattırmak için yapmışsın gibi...
Geri dönünce, "Yok yaa... Yanlışlıkla aramıştım, onun için de hemen kapattım. Kusura bakma" desen.
Yine hayatta inanmaz.
Tabii burada nasıl ayrıldığınız da önemli.
Ondan sen ayrıldıysan...
Bu arama ona bir umut mu olacak? Konuşmamayı bir kere kırdın ya, arkası mı gelecek? Artık arayıp duracak...
Yoksa o mu seni bırakmıştı?
Üfff... Yeniden konuşmak için aradığını sanacak! Kesin.
Salak gibi!
Yoksa anlaşarak mı ayrıldınız?
Bırakan yok yani...
O zaman ne?
Ne zanneder?
Ne zannedecek? Boş kaldın, yedek listesinden onu aradın! Akşam bir şey yapmaya falan...
Onun için en iyisi, ayrılır ayrılmaz onun telefon numarasını sileceksin.
Mümkünse aklından da sileceksin.
Bu daha önemli.
Çünkü birini arayacakken onun numarasını çeviriverirsin, farkında olmadan. Evet yaparsın bunu...
Hem de hiç aklında yokken.
Elin arar yani...
İşte o an!
Bir kadının bittiği an!
Anlardan biri...
Ondan sonra, istediğin kadar, "yanlışılık" anlat!
Boşuna...
Ha, bir de hiiç "Acaba ne zannetti?" diye kafa yorma.
Sen ne düşünürsen düşün.
Onun ne düşündüğü üzerine onlarca senaryo kur.
İstediğin kadar merak et.
Sinir ol, tepin, küfret...
Fark etmez.
Hiç fark etmez...
Bu danaların o telefondan sonra akıllarına gelen tek şey vardır.
Tek!

Yazının devamı...

Trafikte...

Lafı hiç uzatmayacağım...

Dün trafik cezası yeme hallerimizi yazmıştım ya...

Bugün de size int’ten gerçek “Trafikte...” hikâyeleri toparladım.



* “Öğle saatleri. Trafikteyim. Kırmızı ışıkta dururken yandaki kalabalığı fark ediyorum. Bir polis otosu ve kalabalığın ortasında bir genç elini kolunu sallayarak konuşuyor. Kulak kesilip durumu kavramaya çalışıyorum. Çocuk yayalara kırmızı yanarken karşıdan karşıya geçmiş, tabii bunu gören polis ceza yazıyor. Çocuk, ‘Herkes geçiyordu ben de geçtim’ gibilerinden kendini savunuyor. Polis umursamaz bir tavırla ekip arabasına giderken yaşlı bir teyze çocuğa bağırıyor: Kaç oğlum kaç! G.tünde plakan mı var?!”

* “Birkaç gün önce trafiğin çok işlek olmadığı bir yerde normal olarak kırmızı ışıkta durdum. O an arkama yanaşan trafik polisinin anonsunu aynen aktarıyorum:

- 34 XXX... devam et, devam et! Sanki biz olmasak duracaksın.”

* “Yenibosna’daki otobüs durağından çıktık. Avcılar istikametine doğru gideceğiz. Otobüs yasaklı yerden U dönüşü yapıyor. Yurdum polisi görev başında, megafon açık ve o anlamlı anonsu geçiyor:

- Otobüsçü! Cezan hayırlara vesile olsun, devam et sen; ben plakana gönderirim nasıl olsa!”

* “Kocamın arabasını aldığım ve içine sigara kokusu sinmesin diye bütün camlarını açtığım anda en sevdiğim şarkının çalmaya başlaması üzerine radyonun sesini de sonuna kadar açıp dolaşırken yurdum polisinden gelen anons:

- 34 XX, müziği kendin dinle! Kendin dinle ya da parçayı değiştir!”

* “Göztepe Soyak Sitesi’nin önünden yürüyorum... Birden polis bir BMW’yi durdurdu... Polislerden biri indi, diğeri de içerden bakıyor. Ben de yana döndüm bakıyorum öyle, enteresan geldi adam sarhoş falandı, biraz bakayım eğlenirim diye... İçerideki polis birden megafonla:

- Önüne dön, önüne dön! Kendi tipine bak sen soytarı.”

* “Şoförün biri trafik sıkışıkken park yasağı olan yerde durur.

Polis:

- Beyaz Uno, çek kardeşim park yasak!

Şoför el kol hareketleri yardımıyla,

“Abi ekmek almaya geçiyom hemen çıkacam” der.

Yarım saat kadar sonra elini kolunu sallaya sallaya çıkınca polis anonsu patlatır:

- Beyaz Uno, ekmek nerde lan?”

* “Olay Çankaya’da geçiyor... Ankara’da patates soğan satan megafonlu bir kamyonete, polis anons yapıyor:

- 06 XX 1945 ilerleeeeeee...

Kamyonetin megafonundan cevap

geliyor:

- Okeyyyyyy........”

* “Ataköy’de bir arkadaşımda sabahlamıştım. Sabah otobüse bincem ama mekânı bilmediğim için durağı soracak birilerini arıyorum. Sonunda bir polis otosu gördüm, tarif ettiler durağı:

- Şu bakkalı geç, ilerle, ağacın ordan sağa kır, ordan sola...

Teşekkür edip yürümeye başladım. Biraz yürümemiştim ki, arkadan bir megafon:

- Oğlum ağacın ordan sola kırsana lan, bak bak bak dinniyomu hiç, huss alooo...

Durağı bulana kadar ekip otosu arkamdan bağırıp durdu.”

* “Ankara’da Ziya Gökalp’deki üst geçitten geçmekteyiz. Ekip otosunun megafonundan çıkanlar aynen şoyle:

- Ticari devam et, 489 devam et! İşitme engelli devam et!

(Bilmeyenler için: İşitme engelli vatandaşlarımızın araç plakalarında özel bir işaret bulunmakta!)”

* “Sıkışık trafikte süt kamyonuna:

- Pınar canım, devam et!“

* “Manav tezgâhının karşısında trafik kazası olur. Haliyle trafikten ekip çağırılır. Yaklaşık 10-15 dakika sonra bir polis arabası tam dükkânın önünde durur. Polise doğru giden kaza aracı sahiplerine ekibin megafonla söyledikleri:

- Biz trafik değiliz. Karpuz alıp gidecez!”

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.