Taksi halleri...
.
Taksi mi, taxi mi?
Nasıl yazılır?
Taksi diye...
Sanki o çok Türkçe!
Aman öztürkçesini falan bulmasınlar da!
“Özel bineç” gibi...
Hayır, yanlış anlaşılır!
Heh heh hee...
Evet; konumuz, taksi.
Bu hafta bazı hallerden bahsedelim... Hemen herkesin içine düştüğü hallerden... Takside, doktorda ya da ne bileyim, trafikte...
Kendimizi görelim.
Ramazan dolayısıyla...
Biraz herkes kendine gelsin diye...
Zaten ödüm kopuyor oruçlulardan...
Bu sıcakta, bu kadar uzun süre... Allah kolaylık versin ama ne olur bize ilişmesinler...
Tutmayanlara yani...
Biz onlara saygı gösteriyoruz, göstereceğiz de, onlar da bize saygı göstersinler...
Bize ödettirmesinler yeter.
Bakın biz Ramazan’ın ilk günleri diye taksi maksi takılacağız...
Ama bu taksi halleri de geçekten komik.
Size kısa mesafe taksi halini anlatacağım.
Bu da bir nevi “Dar alanda kısa paslaşmalar”dandır...
Şimdi... Çok kısa mesafede bir yere gideceksin mesela...
Yürümek için uzak, taksiye binmek içinse yakın bir yer...
Kısa keselim, erkekler binmez.
Kesinlikle binmezler.
Seni de bindirmemek için ellerinden geleni yaparlar.
Uzun süredir birlikteyseniz senin, kısa bir süredir birlikteyseniz onun dediği olur.
Senin dediğin olduysa ve taksiye bindiyseniz...
Hayretle seni izler. Söylediklerini, yaptıklarını aklı hafsalası almaz.
İşte o sırada senden hem nefret eder hem utanır hem de sana hayranlık duyar. Hatta o anda seninle yatmak falan ister. Çünkü o duygusu başka türlü nötrlenemez.
Kadınlar da bu konuda ikiye ayrılır...
Şoföre bir şey söylemeden taksiye binenler...
Bunlar aynı zamanda henüz, “hayır” demeyi öğrenememiş, bazen de sırf ayıp olmasın diye kalbini verenlerdir.
Ama 35’ine geldiklerinde öğrenirler.
Taksiye binmeyi!!!
Yani önce şoföre doğru eğilir ve sorar:
“Çok yakına gideceğim ama...”
“Olsun abla, gel.”
Bu aşamadan sonraki konuşmaların yüzde 99,9’u şöyledir:
“Hayır, sonra surat asıp laf ediyor bazı meslektaşlarınız. Ben söyleyeyim de!”
“Olur mu abla? Bakmayın siz onlara, çıkıyor işte arada böyleleri. Bizim de adımızı kötüye çıkarıyorlar.”
“Var ama öyleleri. Hayır, ihtiyacım olmasa ben de binmem. Ayağım burkuldu da.../ astımım tuttu da...”
(Bak şimdi ne gereği varsa! Binmişin artık, sus di mi?)
“Olsun abla, uzun-kısa bizim işimiz bu.”
Beklersin, şoför demediyse, ki çoğunlukla söyler, sen:
“E, zaten her yerin bir kısmeti vardır.”
“Tabii, sen inersin, oradan başkası biner.”
“Kısmet işi bu. Hem kısmetin nerede bilemezsin ki! Benim indiğim yerde biri biner, havaalanına gider belki!”
(Havaalanı da bu diyaloğun artık doruk noktasıdır. Havaalanı!!! Daha ötesi yok yani!!)
Yine şoför örnek vermezse ki çoğunlukla vermez, sen:
“Geçenlerde aynen öyle oldu. Ben indim, adamın biri bekliyordu, havalanına gidecekmiş.”
(Yalana bak!!! Hayır, niye yani? Aklın sıra şoförü mü heveslendiriyorsun? Niye beklentiye sokuyorsun? Sana iyi davransın diye mi? Bunları anlatmasan seni dövecek mi? Ayrıca adamın havaalanına gideceğini nereden biliyorsun? Şoför sorsa ne cevap vereceksin? Neden saçma sapan yeni bir senaryo arayışına gireceksin vb...)
Saçma değil mi?
Niye böyle yapıyorsak?
Ha, tabii indikten sonra da...
Taksi uzaklaşıncaya kadar...
Ya topallar...
Ya da öksürürsünüz...
Ne yani?
Sanki topallamayıp öksürmesen inip arabadan hesap soracak!
Saçma canım!
Gerçekten saçma!