Şampiy10
Magazin
Gündem

Artık tanıştılar...

Adamla akıllı kadın tanıştılar...

Ya da biraz daha yakın olma ortamını buldular.

Hani dün, “bir adam, akıllı bir kadınla ne yapar?”ı işliyorduk ya...

Tamam, ne yapacağı belli de, daha oraya gelmediler.

Gelecekler mi? O da belli değil.

Her şey adamın tutumuna bağlı.

Ayrıca akıllı kadınla farklı, akılsız kadınla farklı mı yaparlar sanki!

Yapılacak iş belli, ne yapacağı belli, sınırları ve performansı belli.

Eee?

Ne fark edecek ki?

Ha, belki biraz korkar.

Adam korkar.

Tutukluk yapar!!!

Beni nerelere getirdiniz yahu!

Oraya sonra değineceğiz. Henüz yeni yeni konuşmaya başladılar.

Dedim ya, her şey adamın tutumuna bağlı.

Şimdi bir adam akıllı veya akıllı sandığı bir kadına nasıl davranır?

Konumuz buydu.

Bunların en büyük korkuları kadının onun düşüncelerini okuyor olmasıdır.

Akıllı ya!

“Ben ne yaparsam, ne söylersem aslında benim ne düşündüğümü bu anlar” endişesi taşırlar.

O yüzden de aptal durumuna düşmek istemezler.

Gerçek düşüncelerinin aptalca olduğunu farz ederler çünkü.

Gerçi haklılar ama!!!

Bu yüzden ters manyel verirler.

“Yok canım, nereden çıkardın? Aklımdan seninle yatmak falan gelmiyor” tarzı hareketler içine girerler.

Tam burada ikiye ayrılırlar:

Teslim olanlar, meydan okuyanlar...

Teslim olanlar, kadının üstünlüğünü kabul ederek yola çıkar.

Hatta bunu kadına da söylerler.

Oradan vurmayı seçerler.

“Sen çok akıllısın, ben kiiim, sen kim? Ama fena da değilimdir” havasında...

Kadının gözlerinin içine baka baka, “Sen çok akıllı bir kadınsın” der mesela...

Bu her kadını etkiler. Çünkü bütün kadınlar kendini akıllı sanır. Ve bunun onaylanmasından hoşlanırlar.

Teslimiyetçi adam, aceleci değildir. O konuda da kendini kadına bırakır.

O konuda...

Kadın akıllı davrandıkça onunla yatma istekleri artar.

Ama...

Nasıl olsa yatacaklarını hissettiğinden mi yoksa ‘kadın isterse olur’u bildiğinden mi nedir, soğukkanlıdır.

Tabii bu hal de kadını etkiler.

Bu erkeklerin dokunuşları yumuşaktır ve güzel gülerler. Meydan okuyanlar, adı üstünde meydan okurlar.

“Sen akıllısın ama ben de akıllıyım. Hatta senden akıllıyım” tarzı...

Daha zor bir yoldur.

Bunlar tüm maharetlerini hemen dökerler.

Artık neyi varsa...

Yakışıklılık, kariyer, para, espri vb.

Ha, bunlar bir de hemen sonuca gitmek isterler. Onun için seksi hareketler içine girerler.

Erkeğin seksi hareketi nedir?

Onu başka bir yazıda anlatırım.

Peki ya kadın?

Kadın ne yapar?

Yazının devamı...

Karşılaşma

Bu karşılaşma, başka karşılaşma...

Bir erkeğin bir kadınla karşılaşması...

Ama öyle herhangi bir kadınla değil.

Kadın farklı.

Adamın alıştığı, bildiği türden değil.

Kadın akıllı.

Ya da...

Adam onun akıllı olduğunu sanıyor.

Ya birilerinden duymuş ya da bir şekilde kendisi öyle değerlendirmiş.

Kadının akıllı olduğuyla ilgili bir referansı var yani...

Sonuç olarak adam kadını gözünde büyütmüş.

Doğru ya da yanlış.

İşte bu adam ne yapar? O kadınla karşılaştığında ne yapar?

Tanıştırıldılar ya da tanışıyorlardı da hiç böyle yakın bir ortamda bulunmamışlardı...

Dırını nınnn...

Önce bu adamın ruh halini anlatayım.

Bunların tümünün akıllı kadından ödleri kopar.

Niyeyse?

Hem akıllı kadın olsun isterler, hem de ondan ürkerler...

Hem korkarlar hem de yenmek isterler...

Aslında galiba korkaklıkları onları tahrik eder.

Bu durumda ya, “Yok oğlum ben bu kadınla baş edemem” deyip uzaktan takibe devam ederler...

Ya da...

O anda karar vermek zorundadır.

Nasıl bir tavır sergileyeceğine...

Ciddi mi olsun, sempatik mi, akıllı mı?

Çoğunlukla akıllı ve sempatik olmayı seçerler.

l Önce kadından uzak durur.

Öyle yılık yılık hemen kadına sulanmaz.

Zaten sulanamaz da!!!

Önce gayet oturaklı bir “Merhaba” der ve kenara çekilir.

Bir fırsatını kollar.

Onun yanına gitme, onun lafına katılma ya da düşük bir ihtimal olsa da kadının ona yaklaşması fırsatını...

Avını tanımaya çalışan, onu nasıl ve nerede kıstırabileceğini planlayan, artık dana denmez burada, panter gibidir. (Danalık faslı sonra başlıyor.)

Ve o ilk cümleyi düşünür.

Tıpkı uçakta yanına güzel bir kadın oturduğunda olduğu gibi...

Ve yine hazır cümlesi yoktur.

Bu yüzden de biraz gergindir.

Ama yine de ve tabii ki, bunu çaktırmamaya çalışır.

Neyse bir şekilde kadının yanına gitti mi?

Gitti diyelim...

A-ha!

İşte o an.

Hazır cümlesi olmadığından duruma uygun bildiği ama klasik bir hareketle başlar.

Sigarasını yakar, tuzu uzatır, kâğıt mendil verir falan...

Kadın da şöyle bir bakar ona...

“Ne iş?” gibilerinden...

Ne güzel bir andır o.

Sonu ne olursa olsun; ilk an!

Olsa da baksak!

Heh heh heee...

Sonra...

Sohbet başlar.

Kadın da bir kıvılcım gördüyse...

Hoşlandıysa...

Egosu yükselmeye başladıysa...

Kendini gösterebiliyorsa...

Var ya...

Yazının devamı...

Beslenmede son nokta!

Amerikalı aktör Nicolas Cage, sadece balık ve kümes hayvanlarının etini yediğini diğer hayvanların seks biçimlerini beğenmediği için etlerini de yemediğini açıklamış.

Beslenmede son nokta!

Biz henüz yeşil çay, detoks veya vejetaryen aşamasındayız...

Şimdilik!!!

Ünlü aktör bütün hayvanları sevdiğini ama kuşlar, balıklar, balinalar gibi duyarlı hayvanların kendisine daha cazip geldiğini belirtirken, “Yediklerimi, hayvanların seks yapış biçimlerine göre seçiyorum ve bence balıklar ve kuşlar bu olaya çok kutsal yaklaşıyor ama domuzların öyle olmadığını düşünüyorum ve bu yüzden domuz eti ve benzerlerini yemiyorum” demiş.

E, iyi afiyet olsun.

Eti buldu, cinselliklisini arıyor!!!

Vay be!

Neymiş merak ettim doğrusu...

Balıkların, kuşların cinsel hayatlarını...

Bakayım mı?

Peki, bekleyin.

* “Kuşlar eş kabullenmede oldukça seçicidir. Çiftler birbirlerini benimsediklerinde çiftleşmek için uygun zamanı beklerler. Kuşlarda seksüel istek güneş ışığıyla uyarıldığından doğru zaman baharın gelmesiyle başlar.

Kuşlarının dişisi daha zor eşe gelir, erkek ise dişinin engel olmasına rağmen, her fırsatta dişisinin kuyruğuna dokunmaya çalışır. Dişiyi etkilemek için, kafesteki çanı kuvvetli şekilde çalar. Durmadan uçar, konmak için dişinin yanını seçer. Yan yan sekerek yürür. Ateşli bir şekilde başını sallayarak dişinin yanına yaklaşır. Gagasıyla omzuna vurur. Bu sırada, heyecandan göz bebekleri küçük siyah noktalara dönüşür. Dişi, birleşmeye hazır olduğunu günlerce sonra gösterir.

Çiftleşme bittiğinde dişi uçup gider.”

Ohhh...

Belli ki bu son bölümünü beğenmiş!

Ama kuş da boşuna kaçmıyor ha! Erkeği yumurtlama sonrası dişiyi hırpalıyormuş!

Erkek her yerde erkek yani!

Bir de balıklara bakalım.

Yunuslara mesela...

* “Yunus balıkları türlerinden farklı olarak sadece üremek amacıyla değil zevk için de seks yaparlar. İnsanlar gibi kur yapma, romantik olma vb. özellikler sergileyebildikleri de gözlemlenmiştir. Araştırmalar sonucu elde edilen verilerden biri ise yunuslar arasında homoseksüel ilişki olduğudur. Ayrıca kendi türlerinden farklı türlerle de ilişkiye girerler ve bu da melez yunus ırklarının ortaya çıkmasına sebep olur.”

Tam bizimkilere yunus mu yedirsek diyordum!!!

Ha, bu arada domuzlarınkine baktım da, pek bilgi yok ama şu var. Domuzlar, 30 dakika boyunca orgazm oluyorlarmış!!!

Nicolas bunu nasıl atladı acaba?

Zaten bizimkiler de dana, koyun falan yiyor...

Daha çok dana yiyorlar ki, hani danalaşma bakımından...

Zira anlamadığım bir konu var;

Her etini yediğin hayvana, cinsel açıdan benzeyeceğin ne malum?

Ya başka bir özelliğini alırsan?

Danalık gibi!!!

Heh heh hee...

Zaten ben size bir şey söyleyeyim mi?

Bu iş hayvanlarla sınırlı kalmaz.

Yakında bitkilere de sıçrar.

Birkaç seneye kalmaz,

Ortaya karışık gül salatası yaparız...

Gül gibi geçinip gideriz...

Yazının devamı...

Kimse isteyerek ölmez!

Ben hiç madene inmedim. Hatta bir madeni dışarıdan bile görmedim.

Sadece bir patlama olduğunda televizyonlarda izledim.

Bu yüzden maden, benim için hiçbir zaman “kara elmas”ın dönüşümü anlamına gelmedi.

Madenin anlamı hep gözyaşı oldu...

İşçilerin ölümü.

Eşlerinin, yakınlarının çığlıkları. Çocuklarının o an kavrayamadıkları yetimlikleri.

Ve...

Yoksulluk oldu.

Ölüm oldu. Hayatın öteki tarafı oldu.

İşte bu yüzden...

Galiba bu yüzden o haberleri izlemek istemedim. İzlesem de içine girmedim.

Tıpkı şehit haberlerinde olduğu gibi... Kaldıramayacağımı anladım.

Bazen kanal değiştirdim, bazen televizyonu kapattım.

Ama o geceler yatağımda onlar için hep dua ettim.

Annem gibi, “Herkesle birlikte bize de sağlık, huzur ve refah ver” diye...

Ama şu da var; o zamanlar bu haykırışları sahiplenenler çok oluyordu.

Onlar için en azından üzülen, çabalayan birçok kişi...

Benim de içim kan ağlıyordu tabii ki, ama birilerinin ellerinin onların üzerlerinde olduğunu biliyordum.

Hatta yalan da olsa hükümetler bile en azından vaatlerde bulunuyordu.

Kimse ‘Zonguldak’ın bu tür kazalara alışkın olduğunu, işçilerin de bunu bilerek işe girdiğini’ söylemiyordu.

Gazetelerin manşeti, televizyonların birinci haberi oluyordu...

Kimse duyarsız değildi..

Bu bana, onların orada yalnız olmadığı duygusunu; itiraf ediyorum, galiba biraz da güvence veriyordu.

Ama bu sefer... Bu sefer hiçbir şey alıştığım ve beklediğim gibi olmadı.

Sanki 30 kişinin o cehennemde can çekişiyor olması sıradanmış gibi...

Hatta onlar can çekişmiyor...

Onların aileleri aile değil, çocukları ağlamıyormuş gibi...

Bu sefer başkaydı.

Ben de başkalaştım.

Önceki akşam, televizyonu açtım. Kanal D muhabiriyle birlikte o madene indim.

Orada sıkıştım kaldım.

Sonra dışarı çıktım, eşleriyle birlikte feryat ettim. Çocuklarıyla ağladım.

Ve dua ettim: “Allahım, herkesle birlikte bize de sağlık, huzur ve refah ver.”

Sabah onların ölüm haberi geldi:

“Allahım bütün madencilere ve ailelerine sabır, kuvvet ver.”

Yazının devamı...

Yalnızlık kararı...

Erkeklerin kararlarından bahsediyorduk ya...

Özel hayatlarıyla ilgili olanlardan...

Dün, tek eşlilik kararlarını ayrıntılarıyla anlatmıştım.

Bugün sıra başka bir kararda...

“Yalnız kalabilme kararı.”

Şimdi bunlara bazen eser!

Kendilerini bağımlı hissederler.

Neye bağımlı?

Mesela...

Nasıl anlatsam?

Evet, mesela yalnız başlarına hiçbir şey yapamadıklarını fark ederler.

Yalnız sinemaya gitmekten tutun da, yalnız yemek yiyememek, yalnız yatamamak gibi...

Daha doğrusu bütün bunları yalnız yapmayı istememek...

Hep bir kadının refakatini beklemek...

O, o olmadı bu. Bu olmadı şu...

Bir süre sonra bu bağımlılık olayından sıkılırlar.

Bunalırlar...

Belki de en büyük korkuları sırf bu yüzden biriyle evlenmek zorunda kalmak!

Tam bağlanmak!

İşte böyle daraldıkları zaman karar alırlar.

Yalnız kalabilme kararı...

Zorlayarak da olsa özellikle en kritik anları yalnız yaşamaya kalkışırlar...

Kendilerine meydan okumak isterler.

Bir iki gün...

Bilemedin 1 hafta...

Sonra...

Yine eski hamam eski tas...

Pardon, bir fark var; eskisinden daha fazla bağımlı olarak hayatlarına devam ederler...

Hani yenilen pehlivan güreşe doymazmış ya, bunlar da kendi yenilgilerine doymazlar.

Zaten onun için bundan sonraki kararları en önemlisidir.

Evlenme kararı...

Tuhaf ama bazı erkekler ciddi bir ilişkisi yokken hatta ortada bir kadın bile yokken bu kararı alır.

Tıpkı bazı kadınlar gibi...

Sanki bir kadınla/erkekle değil de evlilikle evlenecekmiş gibi!

Ne büyük hata!

Bu kararlarını hemen çevrelerindekilere bildirirler...

Hani tanıdık iyi birileri varsa diye...

Beyefendi karar verdi ya, bütün şehrin genç kızları sıraya dizilecek, o da seçecek!!

İlk günlerdeki havaları budur.

Çünkü zaten o kritelerini belirlemiştir.

Bu arada kendisinde de bazı değişiklikler yapar. Yeni kıyafetler alır, diyet yapmaya ve spora başlar.

Evinde de değişiklik yapmak ister ama onu erteler.

Evlenecek ya! O zaman yapılsın diye...

Ha, bir de kırıklarıyla araya mesafe koyar.

Ama bitirmez.

Çünkü yemez!

Peki evlenir mi?

Hayır...

Bir de evli erkeklerin kararları vardır.

Onları da anlatayım mı?

Yazının devamı...

Erkekler de karar alır...

Hayır, öyle normal kararlardan bahsetmiyorum. Yoksa tabii ki alırlar...

Benim sözünü ettiğim özel hayatlarıyla ilgili olanlar...

Yani abuk sabuk olanlar...

Hiçbir zaman uygulanamayanlar...

Pardon, en fazla 1-2 gün, bilemedin bir hafta dayanılabilenler...

Bu kararları daha çok boşanmış danalar veya 40’ına kadar evlenmemiş olanlar alır.

Evlilerden de çıkar.

İlkinden başlayayım.

Bekâr olanlardan yani... Boşanmış veya evlenmemiş fark etmez...

Şimdi bunlar, zaman zaman rutinlerinden sıkılırlar.

Rutin dediğim evlilerin ağızları sulana sulana baktıkları durumlardır aslında!

Hayatlarındaki en az iki, en fazla 5 kadın...

Geçim derdi, çoluk çocuk sorumluluğu, gelecek korkusu yok...

Evlilere bu, rüyalarında bile göremeyecekleri kadar uzaktır.

Ama gelin görün ki, bekârlar bu hayattan sıkılır.

Veee karar alırlar.

Mesela:

Hayatında en az iki en fazla 5 kadın olur dedim ya...

Niye?

Biri giderse öteki kalsın, ikisi giderse ikisi kalsın mantığından...

Yedekleme...

Şimdi bunlar bir süre sonra bu hayattan, hepsini idare etmekten sıkılırlar. Daha doğrusu yorulurlar.

Zaten aslında kadınların hiçbiri doğru düzgün değildir.

Tek kişiye inme kararı alırlar.

Ama eldekilerden değil. Yeni biriyle tek eşli bir hayata geçiş yapmaya karar verirler.

Şöyle tam ona göre biriyle!

Ne demekse???

Ha, bir de “Tam bana göre” tarifini duysanız, dersiniz ki; “o kadın seni ne yapsın?”

Neyse, yine de karar karardır.

Bir süre kadınları nasıl tasfiye edeceğiyle ilgili plan yapmakla geçer...

Sonra nasıl bir kadın istediğinin tarifiyle...

Derken o istediği kadını nerede bulacağıyla...

Böyle böyle zaman geçer.

O kadar geçer ki, artık neyi ne zaman nasıl istediği, hepsi birbiriyle karışır.

Aslında bir iki hamle yapar.

Hamle derken yakın bir-iki kadın arkadaşından yardım ister.

Onun bulduklarını beğenmez ya da onlar bunu beğenmez.

Tam birinden hoşlanır; kadın süperdir ama...

Ama ne olur?

Kadın buna asılır, her şey şipşak biter.

Olmaz yani!

O kısır döngüden çıkamazlar.

Tek kadına inemezler...

Daha sırada, “yalnız kalabilme kararı”, “evlenme kararı”, “bir daha yapmama kararı”, “bundan sonra yapacam arkadaş!” kararı var.

Yazının devamı...

Mülakat cehennemi

Gençlerin işi zor.

Gerçekten de zor.

Bir işe girecekler, bin dereden su

getirtiyorlar çocuklara...

En fenası da mülakatlar...

Geçenlerde insan kaynakları yöneticilerinin favori mülakat sorularını okudum.

Ve o soruları cevaplandırdım.

Ama gerçek cevaplarla...

Bakın şimdi, haksız mıyım?

Ne desin bu çocuklar?

Önce favori yönetici yöntemleri, sonra benim cevabım, ok?



- “Neden sizi işe alalım? sorusunu sorar ve kendilerini ifade etmelerini isterim...”

Sizden daha iyisini bulana kadar çalışmam lazım. Aslında bir yere daha başvurdum, olursa o daha iyi.

- “Adayın işe başladığında ilk ayını nasıl planladığını ve nelere öncelik vereceğini öğrenmeye çalışırım.”

Önce güzel/yakışıklı kimler var ona bakarım. Kiminle arkadaş olursam işime yarar, onu seçerim. Sonra masama oturur, biri bana iş verse diye beklerim.

- “Adayların başarı hikâyesinin ne olduğunu sorarım.”

Valla buraya girip 6 ay kalmayı başarırsam... Müthiş bir hikâye olur. Yoksa hikâye evde başlar!!!

- “Adaylara ne yapmaktan heyecan duyduklarını, enerjilerini nereden aldıklarını sorarım.”

Heyecan derken? İşle ilgili mi, yoksa??? Ha tamam işle.. Valla enerjimi yataktan alır, işe veririm. Yoksa tersi mi? Var yani enerjim!!!

- “Potansiyelinizin, istediğinizi yüksek performansa dönüşebilmesini sağlayacak ortamı nasıl tarif edersiniz?”

Bol maaş, bol tatil, bir araba, bir de oda verirseniz... Ha, gelip gidişlerime de karışılmasın... İyi çalışırım yani...

- “Şirketi araştırıp araştırmadığı konusunda adaylara sorular yöneltirim.”

Araştırmaz mıyım? Maaş skalasını öğrendim. Mesai saatlerini de... Bir de müdürüm nasıl biri, sinirli mi, prensipli mi ne, öğrendim. Bir de CV’ye önem verdiğinizi... Oradaki ikinci dil yalan mesela... İngilizceyi de anlıyorum ama konuşamıyorum!!!

- “Çalıştığınız kuruma katkılarınız en çok hangi alanda olacak? Sizi işe almazsak biz ne kaybederiz?”

Valla, sizin ne kaybedeceğinizi bilemem ama benim kaybımın olacağı kesin. En azından moral olarak! Ama düşündüm ki siz de...



Tabii ki bu cevapları veremeyecekler.

Hatta biraz zekiyse veya zeki yakınları varsa zaten bu soruların ideal cevaplarını ona ezberletecekler...

Asıl iş, ondan sonra...

Yazının devamı...

Kredi kartı testi

Yeni bir yöntem geliştirmişler...

Kredi kartı testi...

“Bu testi geçemeyen kredi kartı alamasın” diyorlar.

Çok güzel!

Bence de!

Hatta daha önce de vurguladığım gibi; çocuk yapmak, evlenmek gibi eylemler de ehliyetle olmalı.

Biraz faşistçe ama...

Olsun, zaten alıştık artık!!!

Ama onlar düşünce aşamasını da geçmişler.

Bir test hazırlamışlar.

“Bana kim olduğunu söyle sana kredi kartını söyleyeyim” gibi bir şey.

Şimdi ben kendimi feda edip sizin için bu testi cevaplayacağım.

Ama dürstçe, kendimi de sizi de kandırmadan.

Sanıyorum çoğunluğunuzla cevaplarımız tutacak.

Puanlama şöyle: Kesinlikle katılmıyorum (1), Katılmıyorum (2), Ne katılıyorum, ne katılmıyorum (3), Katılıyorum (4), Kesinlikle katılıyorum (5) puan.

Başlıyorum.



1- Kendim hakkındaki inançlarım çoğunlukla birbiriyle çelişiyor.

(Kesinlikle katılıyorum. Mesela bir gün kendimi çok güçlü ve iradeli hissederken ertesi gün zayıf ve şahsiyetsiz hissedebiliyorum.)

2- Bir gün kendim hakkında bir görüşüm varsa, başka bir gün farklı bir görüşüm olur.

(Kesinlikle katlıyorum. Mesela, bir gün hayat çok kısa keyfine bak kızım derken ertesi gün gelecek korkusuna kapılıyorum.)

3- Nasıl biri olduğum hakkında düşünerek oldukça fazla zaman harcıyorum.

(Kesinlikle katılıyorum. Özellikle de manasız alışverişler yaptığımda...)

4- Bazen göründüğüm gibi biri olmadığımı hissediyorum.

(Ne katılıyor, ne katılmıyorum. Nasıl göründüğümü bilsem! Çünkü bana ben, her zaman benim gibi görünüyor. Nereye dönersem döneyim popom arkamda kalıyor gibi bir durum yani!)

5- Geçmişte nasıl biri olduğumu düşündüğümde nasıl birine benzediğim hakkında emin olamıyorum.

(Kesinlikle katılmıyorum. Elimde en azından fotoğraflar var!)

6- Çok nadiren kişiliğimin farklı tarafları arasında çelişki yaşıyorum.

(Katılabilirim de, katılmayabilirim de! Soruyu anlasam!!)

7- Bazen diğer insanları kendimden daha iyi tanıdığımı düşünüyorum.

(Kesinlikle katılmıyorum. Ne kendimi ne başkalarını tanıdığımı iddia edebilirim.)

8- Kendim hakkındaki inançlarım çok sık değişiyormuş gibi görünüyor.

(Bana şahsiyetsiz mi diyorsun yani? Kibarca... Ayrıca anlamadım ki, insanın kendi hakkındaki inancı ne demektir?)

9- Benden kişiliğimi tanımlamam istense yapacağım tanımlama, bir gün farklı diğer gün farklı olur.

(Kesinlikle katılıyorum. Sadece tanımlamam değil, kendim de farklı olurum, şaşırtırım!)

10- Çok istesem bile başkasına aslında nasıl biri olduğumu söyleyeceğimi düşünmüyorum

(Kesinlikle katılıyorum. Da.. Tam anlamadım. Romantik bir ortamda aslında bu durumdan çok sıkıldığımı söylemek gibi mi?)

11- Genel olarak kim olduğum ve ne olduğum hakkında net bir algım var.

(Kesinlikle katılıyorum. Herkes gibi aslında iyi biri olduğumu biliyorum.)

12- Çoğunlukla bir şeyler hakkında karar vermekte zorlanıyorum. Çünkü ne istediğimi bilmiyorum.

(Döner istiyorum ama dönmesin istiyorum gibi durumlarsa... Evet kesinlikle katılıyorum.)



Arkadaşlar, toplam puanım 46.

Toplam 30 puanın üzerinde risk başlıyormuş.

Yani bu teste göre bana kredi kartı vermeleri imkânsız gibi bir şey.

Ama...

Tık tık tık, tahtaya vurayım; henüz ödemelerimi hiç geciktirmedim.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.