Şampiy10
Magazin
Gündem

Dolar nasıl devalüe edilir?

ABD Hazine Bakanı Timothy Geithner, ABD’nin “ihracat avantajı sağlamak için doları devalüe etmeyeceğini” belirterek, “hiç bir ülkenin ekonomik sağlık kazanmak için para birimini zayıflatmaması gerektiğini” söylemiş!

Silikon Vadisi’nde iş dünyası liderlerine seslenen Geithner, “Devalüasyon, bu ülkede olmayacak (...) devalüasyon yaşayabilir, makul bir strateji değil ve biz buna kalkışmayacağız” diye konuşmuş.

Sahi, dolar devalüe edilebilir mi? Değeri bir gecede düşürülebilir mi?

Teknik olarak düşürülemez! Hele ki herşey dolara karşı fiyatlanırken... Doların diğer para birimleri karşısındaki değeri sabit değil ki, bir gecede karar verip de değerini düşüresiniz. Doların değeri piyasada “serbestçe” belirleniyor.

Çin için bir devalüasyondan söz edilebilir. Zira yuanın değeri Çin Merkez Bankası ve ekonomiyi yönetenlerce “belirleniyor”. Çinliler bir gecede; “Bu günlerde 6.65 olan dolar/yuan kurunu; 5.65’e ya da 4.65 indirdik” diyebilirler. Buna kelimenin tam anlamıyla devalüasyon denir.

Biz Şubat 2001’de biraz farklı bir yol izlemiştik. Önceden belirlenmiş ve Merkez Bankası tarafından “taahhüt edilmiş” bir bant içinde hareket eden TL’yi bir gecede serbest dalgalanmaya bırakmıştık. O da bir tür devalüasyondu.

Artık böylesi bir devalüasyon TL’de yapılamayacağı gibi, serbest dalgalanan dolar için de böyle bir şey söz konusu değil.

Yine de doları devalüe etmek mümkün!

Nasıl mı?

Piyasaya dolar verirsiniz. Hangi yolla olduğu farketmez. Tıpkı çok değil bir ay kadar önce Japonya’nın yaptığı gibi. Japon Maliye Bakanlığı ve Bank of Japan (Japonya Merkez Bankası) piyasaya yen verip, dolar alarak yenin değerini düşürmeye çalıştılar! Piyasa yoluyla devalüasyonu denediler. (İşe yaramadı!)

ABD’de benzer bir yola çıkmaya hazırlanıyor. 2008’deki “I. Bedava Para” paketiyle Fed bonoları alarak piyasaya inanılmaz bir likidite verdi. Dolar, euro karşısında 1.60’lara kadar değer kaybetti. Şimdi sırada Fed’in “II. Bedava Para” paketi var. Daha paket açıklanmadan ve hayata geçmeden bile doların euro karşısındaki değeri 1.18’lerden 1.40’lara kadar “düştü”! 7 haziran’daki 1.1876 seviyesinden, 15 ekim’deki 1.4159 seviyesine kadar geçen 130 günde yüzde 19.22 devalüe oldu dersek hata olur mu? Sanırım olmaz!

ABD üstelik bunu “Güçlü dolar politikamız devam ediyor” derken yaptı. Sonra da Geithner çıkıp “Bu ülkede dealüasyon olmayacak” diyebiliyor. Aslında haklı. ABD devalüasyon yapmış değil. Yapılması da “teknik” olarak mümkün de değil!!! Diğer yandan Fed’in “II.Bedava Para” paketi devalüasyon amacıyla çıkarılmış değil. Doların değer kaybı; ekonomiyi “çalışır” hale getirebilmek için piyasalara verilen likiditenin bir “yan etkisiydi”. Amaç tabii ki devalüasyon değildi. Ama bu yan etki de “istenmeyen” bir yan etki değil. Tam tersine “İsterim, yan cebime koy” tarzı bir yan etki bu.

Kısa vadede bu yan etkinin de sonuna gelinmiş, 1.4159 ile “bu turdaki” zirve görülmüş gibi. Şimdi sırada 1.3620 ya da 1.3290’a kadar devam edecek bir “düzeltme” var.

“Serbest piyasanın” bu hareketi Geithner’ı yalancı çıkmaktan kurtaracak galiba...

Yazının devamı...

Bahar havasının estiği piyasalarda ‘mola’ haftası

PİYASALAR bu hafta ABD’de yapılacak Senato seçimleri ve G-20 toplantılarını yakından izleyecek. Son günlerde hızlı yükselişlerin olduğu piyasaların bu hafta bekleme havasına girme ihtimali oldukça yüksek. Dolar bazında rekor kırarak 5 cent sınırına yükselen İMKB’nin bu hafta mevcut seviyelerde hareketine devam etmesini bekliyorum. Kararlı bir alım dalgası gelmesi halinde İMKB’nin yeni hedefi 5.80 cent seviyesi olur.

Piyasalar bu hafta bir yandan G-20 finans ve maliye bakanları toplantısından çıkacak kararlar, diğer yandan Fed’in “Bedava Para-II” paketini ve diğer yandan da ABD seçimlerinin beklentisi içinde olacak!

Bu beklentilere değinmeden önce hafta sonu, Avrupa’daki bir gelişmeye değinmekte fayda var. Geçtiğimiz hafta Bundesbank’ın Başkanı Axel Weber, Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) bono alımlarını eleştirerek, ”Politika yapıcıların acil likidite önlemlerine son vermekte ve faiz arttırımlarında geç kalmamaları gerektiğini” söylemiş. Bunun üzerine ECB Başkanı Trichet’nin hafta sonu İtalyan gazetesi La Stampa’ya demeç vererek; bu görüşe katılmadığını söylemesi, ECB içindeki görüş ayrılıklarının arttığı fikrini güçlendirmiş.

Trichet’nin gelecek sene görev süresi bitecek. Weber de en güçlü aday olarak görülüyor. ECB’nin başına daha “şahin” bir ismin geçmesi, o zamana kadar yaşanacak fikir ayrılıkları şu anda bono alımlarıyla “yüzdürülen” başta Yunanistan ve İrlanda olmak üzere İspanya, Portekiz gibi sorunlu (PIGS) ülkelerin önümüzdeki dönemde daha da zorlanma ihtimalini artırıyor.

10 Eylül’den bu yana; bu kadar çok kafadan çıkan sese rağmen yüzde 10.25 değerlenen euroya “rağmen” 6.420 seviyesini yukarı yönde kıran Alman DAX Endeksi... Değerli euronun ihracat şampiyonu Almanya’yı vurmayacağını düşünen bir piyasa...?

Amerika’nın “Bedava Para II” paketiyle iyice sapla saman birbirine karıştı!

Hafta sonuna doğru, 22-23 Ekim’de G.Kore’nin başkenti Seul’de G-20 Maliye Bakanları toplantısı yapılacak. G-20 gerçekte ne yapabilecek ki? G-20’nin iki ağır topu; ABD ve Çin; anlaşamazken, diğerleri ne diyebilir ki? Bir yandan ABD; ekonomisi toparlanamadığı için “Bedava Para-II” paketiyle dünyanın “kur düzenine” darbe vururken, diğer yandan Çin; yuanı değersiz tutmaya çalışarak tahterevalliyi kendi lehine çevirmeye çalışırken... Bu ortamda Japonya ya da Hindistan ya da G. Kore veya biz ne yapabileceğiz ki? Sırf bu sebeple bile bizdeki kur tartışması “nafile” bir tartışma...

Bu hafta piyasaları bekleme havasına sokacak bir başka gelişme ise ABD Senatosu seçimleri. Şu anda Obama’nın partisi ‘demokratlar’ 57, Bush’un partisi ‘cumhuriyetçiler’ 41 milletvekiline sahipken (2 bağımsız) 2 Kasım’da yapılacak seçim ile 37 senatör yenilenecek. Demokratların seçimler sonrasında çoğunluğu kaybedebileceği tartışılıyor. Kaybetmeseler bile şu andaki “ezici” fark kalmayabilir. Bu da Obama’nın hem yasaları geçirmekte, hem de bir sonraki başkanlık seçiminde işini zorlaştıracak bir gelişme.

Sırf bu sebeple bile Fed piyasaları bozacak bir açıklama yapmayacak, böylesi bir durum var ise bile bunun seçimler sonrasında erteleyecektir diye düşünüyorum.

Sırf bu bekleyişler bile piyasaların çok yükselmeseler bile cari seviyelerini korumalarına yardımcı olacaktır. Hatta teknik olarak bakıldığında Amerikan borsa endekslerinde yükseliş ihtimali bile var. S&P 500’de haftanın ilk yarısında 1.225-30 bandının, Dow Jones’ta da 11.260-95 seviyelerine kadar yükselişler görebiliriz.

Euroya rağmen 6.420’yi aşan DAX’ın da 6.525 seviyesini test etmesi söz konusu. Her 3 endekste de kritik seviyelerin aşılmasını bu “turda” beklemiyorum.

Bedava Para II’nin başarısı şimdilik bu seviyelerle sınırlı kalabilir.

Dışarıda tüm bunlar olurken, 5 cent seviyesine gelen İMKB, bu seviyeyi kırıp yukarı gidebilir mi? “Mola” haftasında; bu seviyelerde ‘dar alanda kısa paslaşmalara’ şahit olabiliriz. “Kararlı bir alım dalgası” 5.80 cent seviyesini hedefe oturtacaktır.

Yazının devamı...

5 cente geldik! Sıradaki?

İMKB “nominal” endeks bazındaki rekorlarından sonra dolar bazında da rekor kırdı! Dolar bazındaki “V”nin ikinci ayağına gelindi.

Birisi çıkıp da 2009 yılının Mart ayında endeks 1.26 cent’e inmişken (çok değil bundan bir buçuk yıl önce) İMKB’nin bu kadar kısa zamanda dolar/cent bazında rekor kıracağı söylese kim inanırdı? (Bir önceki zirve 4.98 cent ile 15 Ekim 2007’de görülmüştü.)

İtiraf etmeliyim ki İMKB’nin; küresel likiditenin de yardımıyla bu kadar kısa sürede, böylesine hızlı toparlaması birçokları gibi beni de şaşırttı. İMKB sadece kendi performansını artırmadı, beraberinde gelişmekte olan ülke endekslerini de yukarı çekti.

Sebepler herkesin malumu...

İçerideki politik istikrarı “seven” yabancı yatırmcıların ilgisi, Fed’in “bedava parasıyla” desteklenince rekorlar geldi. Yeni girişler bir yandan kurdaki değerlenmeyi hızlandırırken, diğer yandan da elinde pozisyon tutanların dolar bazında kârlarını artırdı. Kârda olanlar satmayınca, özellikle referandum sonrasında yaşanan yeni girişler hızlı rekorları getirdi.

Şimdiki soru 5 cent görüldükten sonra ne olacak?

Tam üç yıl önce bu zamanlar 4.98 cent seviyesinde mal almış olanlar, “Hah, tamam en azından sermayemi kurtardım” deyip pozisyonlarını kapatırlar mı? Cevabı kolay değil. O zaman pozisyon almış olanların servetleri bir ara yatırdıkları paranın dörtte birine kadar gerilemişti. Şimdi anaparalarına geri döndüklerinde, kendilerini bir anda “zengin” hissedebilirler.

“Yoksa satıp da nereye gidebilirim... En azından Türkiye’nin bir hikayesi var mı?” derler Hele hele yeni girişler bu denli hızlı ve “kararlı” iken.

5 cent seviyesinde mutlaka kâr realize edenler olacaktır.

Nitekim dünkü ikinci seansta bu görüşte olanların hareketleri gözlendi. Yine de bu seviye bugün hızlı geçilecek ve yarınki haftalık kapanış da 5 cent’in üzerinde olur ise kâr realize etmek isteyenler, bu kararlarını erteleyebilirler.

Nereye kadar derseniz... Bir sonraki 'teknik hedef’ seviyesinin 5.80 cent olduğunu belirtmekte fayda var. Bu ‘turda’ görülür mü?

Neden görülmesin?

Dün açıklanan Fed’in toplantı tutanakları; 2-3 Kasım’daki Fed toplantısından “beklenen” parasal genişlemenin geleceği konusunda ciddi ipuçları içeriyordu. Diğer yandan ABD seçimleri öncesinde “idareden” piyasaları ‘bozacak’ herhangi bir önlem/söylem geleceğini beklemek hata olur.

ABD bozulmadıkça diğerler piyasaların da bozulması zor.

Diğer piyasalar ve özellikle de gelişmekte olanlar karışmadıkça gelişmekte olan ülkelerin “gözbebeği” konumundaki Türkiye’nin karışması zor. En azından yükseliş trendi korunacaktır.

Önümüzdeki günlerde ABD şirketlerinin bilançoları var. Bilanço “beklentileri” ve Kasım başındaki ABD seçimleri piyasaların “pozitif” havanın en azından 1-2 hafta daha korumasına yardımcı olacaktır.

İMKB’de “bedava paranın” gücüne rağmen 5 cent kararlı bir şekilde geçil(e)mezse; hisse senedi pozisyonu olanların 15 Ekim 2007’de poziyon almış olanların yerinde olsalardı ne yapacaklarını düşünmelerinde fayda var!

Yazının devamı...

Fed ve Geithner akıllı olmak zorunda!

CUMA günü ABD’de açıklanan tarım dışı istihdam verisi bir kez daha ABD ekonomisinin alınan onca önleme rağmen bir türlü arzulanan toparlanma seviyelerine ulaşamadığını gösterdi. Piyasalarda ise “ekonomi kötüyse Fed para verecek, piyasa katılımcıları da o parayla spekülasyona devam edecek” beklentisi fiyatları yukarı taşıyor. Dünyayı ‘bedava paraya’ boğan ABD’nin bunun yan etkilerini mutlaka dikkate alması gerekli.

Amerikan Merkez Bankası konumundaki Federal Reserve Bank (Fed) ve Amerikan Hazinesi’nden sorumlu olan Timothy Geithner bundan böyle çok daha dikkatli, çok daha akllı olmalı! Yoksa halimiz harap.

Neden mi? Cuma günü açıklanan tarım dışı istihdam verisi de bir kez daha gösterdi ki ABD ekonomisi alınan onca önleme, kurtarılan bankacılık ve mortgage sistemine rağmen bir türlü arzulanan “büyüme/toparlanma” seviyelerine ulaşamıyor. Cuma günü tarım dışı istihdamın 5 bin kişi düşmesi beklenirken, düşüş 95 bin olmuş. İstihdamdaki düşüşün önemli kısmı, yılın ikinci çeyreğinde ABD’deki ‘nüfus sayımı’ sebebiyle işe alınan geçici istihdamın sonlanmasından kaynaklanıyor. Özel sektörün yarattığı yeni istihdam da beklenen düzeyde değil.

Piyasa Fed’den para istiyor

Nasıl oluyor da ekonomi yeni istihdam yaratamıyor, buna bağlı olarak tüketim artmıyorsa, şirketler değer kazanıyor?

Cevabı çok basit aslında. “İşler kötüyse; ki kötü gelen işsizlik verisi de bu fikri destekliyor; yani ekonomi kötüyse Fed para verecektir! Piyasa katılımcıları da o parayla spekülasyona devam edecek”. Son bir aydır piyasaları “yükselten” işte bu beklenti. Fed Amerikan hazine bonolarını piyasadan alarak, piyasa 500 milyar dolar ile 1 trilyon dolar arasında likidite sağlayacağı “umuluyor”.

Diyelim ki Fed böylesi bir likiditeyi bono alımları yoluyla finansal piyalasalar verdi. Pekala bu likidite reel ekonomiye kredi olarak dönecek mi? Yeni yatırımları teşvik edecek mi? Yeni istihdam yaratacak mı? Bu istihdam, talebi artırarak ekonominin çarklarının dönmesini sağlayacak mı?

Yeni spekülasyonlar yolda

Hayli zor! 2008 krizinin hemen sonrasındaki bono alımları ve Freddie Mac ile Fannie Mae’nin kurtarılması işe yaradı mı ki de yenisi işe yarayacak? Eğer yaramış olsaydı yenisine ihtiyaç duyulur muydu? Tabii ki hayır! Yenisinin de finans sektörüne “aktarılması” durumunda reel ekonomiye bir katkısa olması zor. Zira para finansal sektör içinde kalacak, finansal piyasalarda yeni bir balonun şişirilmesinde kullanılacak! Altın, gümüş, ve son olarak da petrol ve tarımsal emtialardaki yükseliş de bunun en iyi göstergesi.

Cuma günkü veri sonrasında euro/dolar paritesine, altın ve gümüşün hareketlerine ve özellikle de güne “tavandan limit up” başlayan mısır, soya ve buğdayın vadeli kontratlarına bakıldığında Fed’in vereceği paranın nereye gideceği belli oldu. Yeni, yepyeni spekülasyonlarda kullanılacak. İşin kötüsü bu spekülasyonlar enflasyonu artıracak, enflasyonist ortam yeni yatırımların ertelenmesine, ertelenen yatırımlar da işsizliğin kronik hale gelmesine yol açacak.

Bunun önüne geçmenin en “akıllı yolu”, Fed’in ve Geithner’in; verilecek likiditenin küçük bir zümrenin kullanımına sunulmasından çok, geniş halk kesimlerince kullanılacak hale gelmesini sağlaması gerekiyor. Bir başka deyişle; ilk paket “Wall Street’i” (finans çevrelerini) kurtarırken, ikinci paket “Main Street’i” (sokaktaki adamı) kurtarmalı! Bunun için mutlaka “akıllı ve yeni mekanizmalar” devreye sokulmalı. Aksi takdirde yine küçük bir grup bu işten nemalanırken, bizlerin de içinde bulunduğu dünyanın geride kalan sessiz çoğunluğu en azından enflasyon belasıyla uğraşacak.

Yan etkilere dikkat!

Dünyayı “bedava paraya” boğan ABD’nin bu “yan etkileri” mutlaka dikkate alması gerekli. Aksi takdirde bedava para ile yaratılan içinde bulunduğumuz ralli; “son ayı” da denize dökülene ya da havlu atana kadar devam edecek! Zira bedava paranın yarattığı bu rallinin karşısında durmak hayli zor. Kimse kârı cebe atmak istemiyor, zira herkes “yükselişe” oynuyor.

Ancak bu noktada dikkatli olmak gerek. Zira herkesin ama herkesin piyasaların yükselişi yönünde pozisyon aldığı bir durumda, kim gelip de yeni para sokacak ve piyasaları yükseltecek? Mutlaka birileri daha vardır diyenlerdenseniz, euro/dolar paritesinin 1.3895’in üzerinde kapanmış olması sizin fikrinizi destekliyor. Euro/dolarda 1.4045 ilk direnç ve ardından 1.4250 ve 1.4680 seviyeleri var.

Keza Dow Jones’un da 11.006 ile 11 bin “psikolojik” seviyesinin üzerinde kapanması da yükseliş beklentisini destekliyor. Bir sonraki kritik direnç 26 Nisan’daki 11.258 ile 11.295 seviyelerinde olacaktır. Bu seviyelerin aşılması bedava paraya rağmen zor olacaktır!

Yazının devamı...

Dolarda düşüş sürecek mi?

Dünyanın sıfır faizli paraları “ikiledi”. ABD’den sonra Japonya da yüzde 0.1 olan faizlerini yüzde 0-0.1 arasına çekti. Japon Merkez Bankası’ndan böylesi bir karar beklenmiyordu. Durgunluktan çıkmayı bir türlü başaramayan, bir de üstüne üstlük değerlenen yen sorunuyla boğuşan Japon ekonomisi için 10 baz puanlık bir indirimi bile umut haline geldi. Pratikte faizlerin sıfırlanması anlamına geliyor.

“Faiz sıfırlamasının” Japonya’nın derdine deva olup olmayacağını göreceğiz. Ancak bu politikanın Amerika’ya yetmediği aşikâr. Yetmedi ki ABD ekonomisi toparlanamıyor diye Fed’in “2. Bedava Para” kampanyasının başlaması gündeme geldi.

21 Eylül’de yapılan son Fed toplantısından bu konuda net bir karar çıkmadı ancak beklenti 2-3 Kasım’da yapılacak toplantıya kaldı. Bu toplantıdan 1 trilyon dolarlık yeni bir tahvil alım programının çıkması bekleniyor. Her ne kadar son günlerde bu rakamın 500 milyar dolara kadar gerileyebileceği raporlara yansımış olsa da yine de “taze kan” beklentisi piyasaları coşturdu.

Hisse senedi piyasaları kritik seviyelere gelirken, dolar euro karşısında 1.39’lara dayandı. Altın 1.350 dolarla tarihi rekor kırarken, gümüş de 1980’den bu yana en yüksek seviyesine çıktı.

‘Dolar bollaşacak’ beklentisi doların değerini düşürünce, karşısındaki herşeyin değeri yükseldi. Başka bir deyişle dolarla satın alınan her şeyin fiyatı arttı . Hatta hem Fed alacak diye hem de faizler daha uzun bir süre ‘sıfırda’ kalacak diye ABD devlet tahvilleri bile tarihi düşük seviyelere kadar geriledi.

Gelişmekte olan ülkeler de sıfırlanan bedava paradan nasibini aldılar. İMKB’nin de aralarında bulunduğu hisse senedi piyasaları yeni zirvelerine çıkarken devlet tahvillerine talepler ciddi oranda arttı. Filipinler’in yaptığı bir bono arzına, arz miktarının 13.5 katı talep gelmiş.

Böylesi bir iştah, gelişmekte olan ülke para birimlerini daha da “değerli” hale getirdi. TL de bunlardan biriydi. Her ne kadar diğer gelişmekte olan ülke para birimleri de değer kazansa da TL’nin değerlenmesi daha hızlı ve fazlaydı.

Bunun ardındaki en önemli sebepler; 12 Eylül referandumu sonrasında Haziran (!) seçimlerinden de tek parti hükümeti çıkacağı beklentisi kuvvetlendirmesi ve Başbakan Erdoğan’ın “Güçlü TL onurumuzdur” söylemiydi. Böylesi bir söylem yabancı yatırımcılar için adeta “doping” etkisi yarattı ve girişler son 1-2 haftada hızlandı.

Paritedeki hareketin de etkisiyle dün dolar karşısında 1.4150’ye kadar değer kazanan TL de şimdiki hedef 1.4075 seviyesi. Paritedeki 1.3895-1.3915 seviyesi kritik bir direnç seviyesi. Bu seviyelere gelinmesi ya da aşılması durumunda 1.40’lı seviyelere gelinme ihtimali artacaktır.

Genelde ihracatçılara ama özellikle de euro ile ithalat yapıp, dolar ile ihracat yapanlar için zorlu günlerdeyiz.

Dolarla borçlanmış ya da ithalat yapanlar için ise keyifli. Bu keyfin çok da uzun sürmeyebileceğini düşünen kişi ya da kurumlar var ise onların en azından kısa vadeli ihtiyaçları için bu seviyelerden döviz kurlarını hedge etmek çok da kötü bir fikir olmayabilir. Zira paritede 1.2650’den başlayan son hareket oldukça kısa zamanda 1.3890’a kadar yükseldi. Bu yükselişin bir düzeltmesi mutlaka gelecektir. Böylesi bir düzeltme de doğal olarak dolar/TL kurlarına yansıyacaktır. Her ne kadar ihracatçıları çok rahatlatacak kadar ol(a)masa da...

1.4075 de aşağı yönde kırılırsa mı? 1.3770 ve 1.3070 seviyeleri resmin içine girecektir.

Yazının devamı...

Dövizde Merkez’den zeki manevra

Merkez Bankası, döviz alım miktarı ile ilgili aldığı son kararla, kurdaki hareketin tek yönlü aşağı olmasını engelleyebilmek adına ‘zekice’ bir çözüm bulmuş. Kurdaki belirsizliği artıran Merkez Bankası, böylece piyasalara sürpriz yapabilme opsiyonunu ele geçirdiğinin mesajını veriyor.

Bu haftadan itibaren Merkez Bankası (MB) günlük döviz alım ihalelerinde değişikliğe gidiyor. Günlük 40 milyon dolarlık alım ve 40 milyon dolarlık opsiyon uygulaması aynen devam edecek. Yeni dönemde bu ihalelerin dışında “ekstra” alım da yapılacak.

MB açıklamasında; “Bir taraftan döviz rezervlerini kuvvetlendirmek amacıyla ülkemize yönelik sermaye akımlarından daha etkin bir şekilde faydalanmak, diğer taraftan akımların değişkenliğine karşı daha esnek olabilmek amacıyla 4 Ekim 2010 tarihinden itibaren döviz alım ihalelerinde yöntem değişikliği yapılmasına karar verilmiştir.”

“Döviz alımlarının hızlandırılmasına karar verilmesi durumunda herhangi bir hafta içerisinde ilave alımı yapılabilecek en fazla [ekstra] tutar” haftanın ilk işgününde saat 11.00’de ilan edilecek. İlgili günde ne kadarlık “ekstra” alım yapılacağı da saat 13.30’da açıklanacak. İhaleler 13.35-13.45 arasında yapılacak. İlave alım yapılan günlerdeki ihalelerde; normal ihaleden farklı olarak; kazanan bankaların opsiyon hakkı bulunmayacak. Bu hafta için “ekstra” alım tutarı 300 milyon dolar olarak açıklanmış. Ancak bu normal ihaleler ile MB’nin alacağı 400 milyon doların (haftanın 5 günündeki 40+40) üzerine ek 300 milyon dolar demek değil!

Yeni sistem nasıl işleyecek?

Diyelim ki ilk gün ekstra tutar 100 milyon dolar olarak açıklandı. İhale yapıldı ve bankalar 100 milyon doları MB’ye sattılar. Bunun 40’ı “normal”, 60 milyonu da “ekstraya” sayılacak. Haftanın kalan kısmındaki “ekstra alım tutarı” 240 milyona düşecek. Teknik olarak haftalık alım miktarı 500 milyon dolara kadar ulaşabilecek.

Bu arada, haftalık ekstra alımın 300 milyon dolar açıklandığı ve hafta boyunca ekstra alım yapılmayıp, ekstra alımın Cuma günü yapıldığında toplam tutarın nereye çıkacağı da merak konusu. İlk 4 günde normal ihale ve opsiyonlarla birlikte günlük 80 milyondan 320 milyon dolarlık alım yapıldığını varsayalım. Cuma günü 300 milyon dolarlık tek bir ihale mi olacak? Yoksa 40 milyon dolarlık normal ihale ve üzerine 300 milyonluk “ekstra” mı gelecek? Diğer bir deyişle haftalık alım tutarı 620 milyona ya da 660 milyona mı çıkacak? Yoksa opsiyon olarak kullanılan 40 milyonlar “ekstraya” sayılıp toplam yine 500 mü olacak? Açıklama bu konuda net değil. Büyük ihtimalle uygulama sırasında MB konuya açıklık getirecektir.

MB, son değişiklikle kurdaki hareketin tek yönlü aşağı olmasını engelleyebilmek adına “zekice” bir çözüm bulmuş. Bugüne kadar şeffaflık çerçevesinde “öngörülebilirliği” şiar edinmiş olan MB, son düzenlemeyle bu tavrına halel getirmeden, kurlardaki belirsizliği arttırarak piyasalara sürpriz yapabilme opsiyonunu ele geçirmiş durumda.

Nasıl mı? Hem haftalık miktarlar, hem de açıklanan miktarın hafta içinde hangi gün alınacağına dair her türlü inisiyatif MB’de olacak. Böylelikle MB, kontrollü bir belirsizlik artışıyla kurlardaki tek yönlü aşağı gidişin hızını yavaşlatmak, aynı zamanda da volatiliteyi arttırmak yönünde bir adım atmış oluyor.

İşe yarar mı?

Günlük ihale rakamlarının 40’dan 70-80’e çıkarılmasından daha fazla işe yarama ihtimali olan bir yöntem gibi görünüyor. Yine de unutmamak gerekir ki; kurlarların seyrinde MB’nin alımlarından çok; parite, politika faizi, cari açık/dış ticaret açığı ve tabii ki Türkiye’nin diğer piyasalara oranla ne kadar cazip olduğu (ya da olmadığı) daha fazla rol oynuyor.

Kurlar cephesinde bu hafta nasıl bir seyir bizi bekliyor olabilir?

MB’nin bu haftaki “ekstra” rakamı çok büyük değil. Daha çok piyasaları yeni döneme “alıştırmak” amacıyla açıklanmış bir miktar. O nedenle de paritedeki hareketler daha fazla belirleyici olacak. Geçen haftayı “zirvede” kapatan euronun bu hafta başında “yeni yüksekleri” görmesi mümkün.

Teknik olarak 1.5142’den başlayıp 1.1876’ya kadar devam eden büyük hareketin önemli düzeltme hedeflerinden bir olan 1.3895’e oldukça yaklaşıldı. Bu seviyenin görülmeden euronun “çözülmesi” düşük bir olasılık. Paritedeki bu hareketin dolar/TL kurlarını da 1.4350-1.4380 seviyelerine doğru hareketlendirebilir. Ancak paritedeki yükseliş hareketinin yavaş yavaş sonuna yaklaşıyoruz diye düşünüyorum. Doların yeniden “toparlanacağı” günler yaklaşıyor ve bu da TL kurlarındaki değerlenmenin de bir parça yavaşlaması anlamına gelecektir.

MB’nin yeni ihale yöntemi de bunu az da olsa destekleyecektir.

Yazının devamı...

Türkiye’den yatırımcı avı!

2001 yılındaki krizi hemen hemen tüm boyutlarıyla yaşamış bir kişi olarak; o günlerde, dün katıldığım gibi bir toplantıya katılacağımı birisi söylese değil inanmak, dalga geçiyor diye bir de kızardım. Dün Hollanda’nın İstanbul Konsolosu ve Hollanda Yabancı Yatırım Ajansı’nın (Netherlands Foreign Investment Agency) Türkiye sorumlusu Deniz Mısır’ın düzenlediği bir toplantıya katıldım. Bu toplantıda “Türkiye’den Hollanda’ya nasıl yatırıncı çekebiliriz” tartışılıyordu. Toplantıda Hollanda’nın yanı sıra Fransa ve İngiltere’nin de yatırımcı tanıtım ajanslarının temsilcileri de katılmışlardı.

Amaç; büyüyen ve uluslararası piyasalara çıkmak isteyen ya da çıkmayı planlayan Türk şirketlerini kendi ülkelerine çekmek. Her ülkenin tanıtım ajansı, kendi çapında bu konuda çabalıyor. Aralarında rekabet de var. Kısıtlı imkânlarıyla kendi ülkelerinin yabancı yatırımcılara tanıdığı kolaylıkları anlatmaya çalışıyorlar.

Bazılarımız hatırlıyordur... 2001’deki krizin hemen ertesinde HSBC’nin 350 milyon dolara Demirbank’ı TMSF’den alması, böylesi bir yabancı yatırımı Türkiye’ye çekebilmiş olmak o gün için ne denli önemliydi. Yabancı bir yatırımcı krize rağmen Türkiye’ye güveniyor, ülkeye yatırım yapıyordu. Sonrasında da Türkiye yabancı yatırımcıları cezbedebilmek için çok ciddi uğraşlar verdi. Otomotiv sektörü başta olmak üzere, Türkiye’de yatırım yapacak, istihdam yaratacak yabancı şirketlere her türlü kolaylık gösterildi. 21 Haziran 2006’da kabul edilen kanunla kurulan ve yakın zamana kadar Alpaslan Korkmaz’ın kurucu başkanlık görevini yürüttüğü Türkiye Destek ve Tanıtım Ajansı bu çabaları daha da ileri götürmeyi başardı.

Halen daha yabancı yatırımcıların ilgisini çekmeye çabalayan Türkiye’den birilerinin sermaye çekmeye çalışması önemli bir değişim. Bu ajanslar son iki-üç yıldır Türkiye’yi radarlarına almışlar. Toplantıda Türkiye’den yapılmış olan yurtdışı yatırımların 14 milyar dolara ulaştığını ve bunun 5 milyar dolarlık kısmının da Hollanda’ya yapıldığını öğrendim. Son yıllarda ABD ve diğer AB ülkelerindense başta Çin, Hindistan ve Brezilya olmak üzere gelişmekte olan ülkelerin Avrupa’ya yatırım yapmakta olduğu özellikle belirtildi.

Türkiye de gelişmekte olan ülkeler arasında ciddi potansiyele sahip biri olarak görülüyor. Bu amaçla ülkeler Türkiye’de tanıtım ofisleri açıyor, firmaları ziyaret ediyorlar. Sanayi ve ticaret odaları vasıtasıyla ülkelerinin yatırımcılara sunduğu avantajları anlatmaya çalışyorlar.

Çok değil 9 yıl önce sermaye “ithal” etmeye çalışan bir Türkiye’nin, sermaye “ihraç” eder hale gelmiş olması kriz ile boğuşan Avrupa ülkelerinin de bu ihracın kendi ülkelerin çekmek için rekabetleri çok önemli bir değişim!

Ajansların ilgisi şimdilik büyük şirketlere. Ancak önümüzdeki yıllarda Anadolu sermayesine de yönelecekleri kesin. Bu da Avrupa’da yatırım yapmak isteyen, marka almak ya da markasını Avrupa’ya taşımak isteyen, AB içindeki satış ağını geliştirmek ya da üretim tesisi kurmak isteyenler için yol gösterici olacaktır.

Küresel oyuncu olmak isteyenlerin bu ajansları “kullanmaları” en azından amatörlerle uğraşıp, zaman ve para kaybetmek yerine devlet eliyle yürütülen bu faaliyetlerden yararlanmaları çok daha akılcı olacaktır.

Halen daha iç piyasanın cazibesi devam ederken, Ortadoğu, Rusya ve son olarak da Afrika gibi biz Türklerin çok daha kolay iş yapabildiği piyasalar varken, katı kuralların hakim olduğu AB’yi tercih edecek olanlar için yöntemler basitleşiyor.

Bence Türk sermayesi için “rekabet eden” AB ülkelerinin ilk yapmaları gereken iş; yıllardır vize olsun, çifte standart olsun değişik sebeplerle kalbini kırdıkları Türk işadamının kalbini yeniden kazanmak olmalı! Kırılan kalp nasıl tamir edilir, zaman gösterecek...

Yazının devamı...

İMKB’de işlemlerinde yeni dönem - I

Yarından başlayarak İMKB’deki uygulamalarda temel değişiklikler olacak. Gelişen internet teknolojileri ve finansal türev ürünler bu değişikliklerin bazılarını zorunlu değilse de “gerekli” kılıyor.

İlk önemli değişiklik yarın uygulamaya başlanacak olan A, B ve C grubu hisse senedi uygulaması. Hangi hissenin, hangi grupta olduğu bu akşam İMKB yönetimi tarafından açıklanacak. A grubu hisselerde eski şartlar aynen korunacak. Ancak B ve C grubu hisselerde açığa satış yapılamayacak ve bu hisseler için kredi kullandırılamayacak. Her iki grup için de aracı kurumlar için, yatırımcılara risk uyarısı yapılma zorunluluğu getirilmiş durumda. Her iki grubun derinlik bilgileri artık tek satır olarak verilecek.

B grubu hisseler için kriterler; halka açık değeri 10 milyon ve dolaşımdaki hisseleri 10 milyon adedin altında olan, halka açık değeri 45 milyon TL’nin ve dolaşımdaki pay oranı yüzde 5’in altında olan şirketlerle; borsa fiyatı, birim pay değerinin 1.5 katı ve üzerinde olan yatırım ortaklıkları olarak belirlenmiş. Bu gruptaki şirketler A grubundakiler gibi sürekli müzayede yöntemiyle işlem görecek.

C grubu hisseler ise; Gözaltı Pazarı’ndaki hisselerle, fiili dolaşımdaki pay sayısı 250 binin altında olan şirketlerle; borsa birim fiyatı, pay değerinin 2 katı ve üzerinde olan yatırım ortaklıkları olarak belirlenmiş. İşlem saatleri Gözaltı Pazarı’na benzer şekilde İMKB tarafından yeniden düzenlenirken, işlemler tek fiyat üzerinden yapılacak.

Grup düzenlemesiyle amatör yatırımcıların aldıkları riskler konusunda daha fazla bilgiye sahip olmaları amaçlanmış durumda.

Piyasaları asıl ilgilendiren önemli değişiklikler 8 Ekim’de hayata geçecek. Artık emirler iptal edilebilecek! Halühazırda VOB’da ve İMKB’nin Tahvil ve Bono Piyasası’nda emirler iptal edilebiliyor. Önümüzdeki hafta Cuma gününden itibaren İMKB’de de emirler iptal edilebilecek. Tabii ki bedelini ödemek kaydıyla. İMKB bu işlemlerden “milyonda 2.5” oranında komisyon alacak. Amaç, emir iptalini keyfiyetten çıkarıp, az da olsa maliyetli hale getirebilmek.
Buraya kadar yapılacak düzenlemeler piyasa katılımcıları ve aracı kurumlar tarafından genel kabul görmüşe benziyor. Ancak haftaya başlayacak bir uygulama var ki, aracı kurumların önemli bir kısmı bu düzenlemeye karşı. O da işlem yapan tarafların bilgi ekranlarında görülmemesi. Şu andaki uygulamada alan ve satan aracı kurumlar anında ekranlara yansıtılırken, yeni uygulamada ancak ertesi günü o da özet olarak görülebilecek. İşte bu uygulama özellikle yerli müşterilere servis veren aracı kurumlarca benimsenmiyor.

Aracı kurum adı neden önemli derseniz, çoğunlukla yabancı müşterilere hizmet verdiği bilinen aracı kurumların yapmış olduğu işlemler; günlük işlem hacminin yüzde 50-60’ını yapan “günlükçü” tabir edilen ve gün içinde pozisyonlarını kapatan yerli katılımcılarca yakından takip ediliyor. Bu katılımcılar gün içindeki işlem hacminin ağırlığına, yönüne bakarak pozisyon alıyor ya da kapatıyorlar. Bu işlemleri göremedikleri durumda kendilerini “yönsüz” hissedecekler ve işlem yapmayı ya durduracak ya da azaltacaklar.

Bu bilgiler “günlükçüler” için önemli bir ipucu. Her ne kadar bu düzenlemeyi yapan İMKB yönetimi ve Başkan Hüseyin Erkan, hisse senedi yatırımcıları için bu bilginin yatırım kararlarında etkin olmaması gerektiğini, hissenin temel analizinin öne çıkması gerektiğini düşünüyor olsalar da, bu varsayım gerçeği ne yazık ki yansıtmıyor. Bunu bilen aracı kurumlar da işlem hacminin düşeceğinden endişe ediyorlar.
Üstelik daha fazla bilginin ve şeffaflığın zararından çok faydası olduğunu söyleyen aracı kurumlara ben de katılıyorum.

Bu uygulamanın yeniden gözden geçirilmesi, en azından B ve C grubu hisselerle sınırlandırılması gerektiğine inanıyorum.
Bu konuya önümüzdeki hafta devam edeceğim. Fiyat adımlarındaki değişikliklere de ayrıca değineceğim.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.