Şampiy10
Magazin
Gündem

Kurlarda hareket devam eder mi?

Kasım ayı başında 1.39’larda seyreden dolar/TL kurları, Salı günü 1.4884 seviyesine kadar yükseldi. Hafta başında bile 1.4330’larda olan dolar/TL’nin; 1.47’lerin üzerine taşınmasında İrlanda stresi ile gerileyen euronun payı büyüktü.

Yine Kasım başında dolar karşısındaki 1.4280’lere kadar çıkan euronun düşüşü, dün 1.3280’lere kadar devam etti. 10 cent’lik bir hareket. Ciddi bir düşüş aslına bakılırsa. Bu düşüşün ardında malumunuz İrlanda ile yeniden alevlenen PIGS krizi var. Yunanistan ve İrlanda devrildi. “Domino etkisiyle” sırada Portekiz mi var? İspanya ya da sirayet eder mi? İspanya da “Biz Yunanistan’a ve İrlanda’ya benzemeyiz” demiş! “Biz başkayız, başkasına benzemeyiz” diyen herkes ardı ardına “devrildiğinden” olsa gerek, İspanya da “potaya girdi mi” endişeleri artınca euro da değer kaybetmeye mahkum oldu.

Şimdi de herkes euronun “bittiğinden” dem vuruyor. Piyasalar da kantarını topuzunu iyiden iyiye kaçırdı! Bir ay içinde önce “Dolar bitti”, şimdi de “Euro bitiyor” deniyor. Merak etmeyin yerlerine koyacak yeni bir para birimi ya da “benzeri” hazırlanmadan her iki parayla da en azından 3-5 yıl daha yaşayacağız.

O nedenle de bu paralarda ne oluyoru da takip etmeye devam edeceğiz. Dün 1.3240-70 arasındaki “teknik destek” seviyesine oldukça yaklaşıldı. Bu seviyenin hem euronun yükseliş trendinden hem de “II.Bedava Para Paketi” sebebiyle 1.2650 seviyelerinden başlayan euro “yükselişinin” teknik düzeltme seviyelerinden birine denk geliyor olmasından dolayı aşağı yönde kırılması zor!

Paritedeki tüm bu hareketler içinde TL’nin de değeri yukarıda belirttiğim bant dahilinde oynadı. Dolar/TL’de teknik olarak önemli olan 1.4860’ın üzerinde bir kapanış olmadı. Olsaydı (ki halen daha bu ihtimal var) 1.5030-1.5090 bandına kadar bir hareket daha yaşanabilirdi!

Bu ihtimal Başbakan’ın dün Beyrut’ta kaldığı Inter Continental Otel’de düzenlenen Arap Bankalar Birliği Konferansı’nda söylediklerinden sonra pariteden bağımsız olarak da hayat geçebilir. Bu toplantı sırasında Başbakan; “Benim tezim; enflasyon, faizin sebebi değildir. Tam aksine faiz, enflasyonun sebebidir. Faizi ne kadar yükseltirseniz, enflasyonu o kadar yükseltirsiniz. Biz bunu yapıyoruz. Maliyetin en yüksek girdisi faizdir. Bunun bedelini de fakir öder. Dünyada da bunun bedelini hep fakire ödettiler. Sıcak para girişini kontrol altına almak şart. Bunu kontrol dışında tutarsanız sonra siz kontrole girersiniz” demiş.

Halihazırda pozisyon taşıyan piyasa katılımcılarını değilse bile yeni girmeyi düşünecekleri tedirgin edebilecek böylesi bir söylem kurlarda sınırlı da olsa bir harekete neden olabilir. Her ne kadar “Güçlü TL onurumuzdur” söylemi sonrası TL’ye artan güven kadar hızlı bir tepki olmasa da Beyrut’tan gelen haberler özellikle yabancı yatırımcılar tarafından bir köşeye not edilecektir! Neyse ki dünkü piyasa hareketleri şimdilik bu söylemin dikkate alınmadığı yönünde. İşler yolundayken ka’ale alınması ihtimali zaten düşük! Asıl etki işler sarpa sardığında ortaya çıkacaktır. Umarım sıcak para için Başbakan’ın alınmasını istediği önlemler, işler sarpa sardığında hemen vazgeçilmeyi gerektirmeyecek tarzda olur .

Görünen o ki bu konuda adım atılmasına henüz daha zaman var. O zamana kadar TL çapraz kurları parite ile olan “yol arkadaşlığına” devam edecektir.

Akılda bulundurmakta fayda var: bugünkü kapanış itibariyle euro/dolar paritesi 1.3250’nin altına inmez ise, paritede 1.3550-1.3650 bandına doğru bir “toparlanma” olabilir. Bu da dolar/TL kurlarında 1.4490 seviyelerine kadar devam edebilecek bir hareketin önünü açacaktır.

Yazının devamı...

Bayram tatili sonrasında piyasalar nasıl hareket edecek?

Biz bayram tatilindeyken tüm dünyanın gözü İrlanda’daydı. Baskılara dayanayamayan İrlanda, IMF ve AB’den yardım almayı kabul etti. Uzun bayram tatiline başlamadan önce 11 Kasım’da 10 yıllık İrlanda devlet tahvillerinin aynı vadedeki Alman bonolarına göre getiri farkı rekor seviye olan 646 baz puana yükselmişti. Cuma günü “kurtarma” haberinden sonra bu fark ancak 544 baz puana kadar geriledi. Euro/dolar paritesi 1.3765’i yukarı kırarsa 1.3940-70 bölgesine kadar bir yükseliş olabilir.

Önce İzlanda, ardından Yunanistan, şimdi İrlanda...

PIGS (Portekiz, İrlanda, Yunanistan, İspanya) küçüklerden büyüklere doğru “çatlamaya” devam ediyor. (İzlanda çok küçük olduğundan “klasmana” bile giremiyordu zaten.)

İrlanda nihayet (bulaşıcı etkiden korkan) AB’nin ve yeni “küresel mali polis” IMF’nin baskılarına dayanamayıp, mali yardım almayı ”lütfen” kabul etti. Konuşulan “yardım” 100 milyar euro seviyesinde.

PIGS tanımının ilk ortaya çıktığı yaz başında İrlanda’nın 2010-13 döneminde kamu finansman ihtiyacının 83 milyar euroya yaklaşacağı hesaplanıyordu. Aynı dönemde Portekiz’in 87, Yunanistan’ın 157 ve İspanya’nın 543 milyar euroluk finansman ihtiyacı olacağı hesaplanıyordu. Anlaşılan zaman geçip, faizler ve ülke riskleri yükseldikçe, ihtiyaç duyulan rakamlar da artmaya başlıyor. AB’nin ve IMF’nin İrlanda üzerinde baskı kurmalarının ardındaki en önemli sebeplerden biri de bu olsa gerek.

Uzun bayram tatiline başlamadan önce 11 Kasım’da 10 yıllık İrlanda devlet tahvillerinin aynı vadedeki Alman bonolarına göre getiri farkı rekor seviye olan 646 baz puana yükselmiş. Cuma günü “kurtarma” haberinden sonra bu fark ancak 544 baz puana kadar gerile(yebil)miş.

Hararetin düşmemesinin 3 açıklaması olabilir: İlki, piyasa 100 milyar euroyu beğenmemiş, bu rakamla kendini güvende hissetmemiş olabilir. İkincisi İrlanda’yı Portekiz ve İspanya’nın izlemesinden endişe edilmesi olabilir. Diğerlerinin risk primlerinin artacak olması, İrlanda’nınkinin de aşağı inmesini engelliyor olabilir. Sonuncusu ise AB’nin yüzde 12.5’lik kurumlar vergisi ile “vergi cennetlerinden” biri olan İrlanda’nın; vergi oranlarını arttırmaya yanaşmadığı durumda (ki bunun kesinlikle söz konusu olmadığını başbakanları açıkladı) yapılacak yardımın nasıl geri ödeneceği sorusunun “çalışır” bir cevabının olmaması olabilir mi?

Her ne olursa olsun, Yunanistan ile elini kaptıran AB ve IMF İrlanda’dan sonra Portekiz, İspanya, İtalya ve hatta İngiltere nedeniyle “kolunu kurtaramayabilir”... Piyasalar kana (kurbana) doymayacaklar, nasılsa veriyorlar diye hep daha fazlasını isteyeceklerdir.

Aman hiç kimse (nominal de olsa) zarar etmesin, bonolarda bir konsolidasyon yapılmasın, borçlarda zorunlu bir “tenkisata” (indirime) gidilmesin derken, maliyet her geçen gün artıyor. Yanlış seçimler, sonrasında “mecburi yanlış seçimleri” beraberinde getiriyor!

Önümüzdeki günlerde tartışılacak en önemli soru “İrlanda nasıl kurtulur?” olmayacaktır. Asıl soru “sıraki kim?” olacaktır!

Biz bayram tatilindeyken sadece irlanda konuşulmadı. ABD Hükümeti’nin kurtardığı ve adı “Government Motors”a çıkan otomobil “devi” General Motors’daki yüzde 61 olan devlet payından yüzde 28’lik kısmının “başarıyla” (?) halka arz edilmesi de önemliydi.

GM halka arzının “başarısı”, İrlanda meselesi derken dolar, euro karşısında bazı kazanımlar elde etmiş geçen hafta. 12 Kasım haftasını 1.37 seviyelerinden kapatan parite, geçtiğimiz Salı günü 1.3448 seviyelerine kadar gerilerken, İrlanda’nın “kurtarılmayı kabul etmesiyle” bir ara 1.37’nin üzerine çıkmayı başarsa da hafta 1.3670 seviyelerinden kapanmış.

Haftanın ilk yarısında 1.3765 seviyesi önemli olacak. Bu seviye yukarı kırılacak olursa 1.3940-70 bölgesine kadar bir yükseliş olabilir. Ancak önümüzdeki günler, doların biraz daha öne çıkmaya başladığı, euronun eski gücünü yavaş yavaş kaybetmeye başladığı günler olmaya aday.

Tatildeki bence en önemli haberlerden birisi, Çin’in iki hafta içinde; büyük bankalar için (29 Kasım’dan geçerli olmak üzere) zorunlu karşılıkları yüzde 0.5 arttırarak yüzde 18.5’e yükseltmesiydi. People’s Bank of China’nın (Çin Merkez Bankası) bu kadar kısa zamanda karşılıkları ikinci kez arttırması, politika faizlerinin de beklenenden daha önce artacağı endişelerini kuvvetlendirmiş. Çin borsası düşerken, asıl etki emtialar tarafında olmuş.

Çin’in bu kararının etkileri; bu hafta borsalar ve emtialar tarafında daha fazla hissedilecek, fiyatlarda geri çekilmelere neden olacaktır!

Yazının devamı...

Takım elbise kaybettiren Ayazağa da, İETT arazisi gibi kangrene dönüşebilir

TOKİ’nin iştiraki Emlak Konut GYO tarafından Ayazağa’daki 242 bin metrekarelik arazinin 21 Eylül’de ihalesi yapıldığında, çoğu kişi ortaya çıkan rakama inanamadı.

İnanamayanlardan biri de bizzat Emlak GYO’nun Genel Müdürü Murat Kurum’du. En çok 850 milyon lira gelir paylaşımı beklerlerken ihaleyi kazanan konsorsiyum 1 milyar 203 milyon TL gelir taahhüt etmişti.

Bu rakam yüzünden Murat Kurum, Emlak GYO Yönetim Kurulu Üyesi Vedat Demiröz ile takım elbisesine girdiği iddiayı kaybetti.

Ancak geldiğimiz noktada, tüm zamanların hasılat paylaşım rekorunu kıran müthiş ihale mahkeme duvarına çarpmış görünüyor.

1 Kasım günü İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 9 üyesi, İstanbul İdare Mahkemesi’nde açtığı dava ile söz konusu imar planının telafisi mümkün olmayan zararlara yol açacağı iddiasında bulundu ve yürütmenin durdurulmasını istedi.

Şehir Plancılar Odası ve Mimarlar Odası da benzer gerekçelerle imar planının iptali için Danıştay’da dava açtı. Açılan davalarda 1/5000 ölçekli nazım planı ve 1/1000 ölçekli uygulama planının Belediye Meclisi’nin denetiminden geçmediği, askıya çıkarılmadığı iddia ediliyor.

Levent İETT arazisi ve Zorlu’nun kazandığı Karayolları arazisinde de benzer davalar oldu. Ahmet Zorlu, inşaata başlayabilmek için 2 yıl zaman kaybetti. Allahtan Denizbank’ı satmıştı, nakit zenginiydi, süre kaybını bir şekilde telafi edebildi.

Levent İETT arazisi ile ilgili süreç ise halen devam ediyor. Öyle görünüyor ki Ayazağa’da da şayet yeni bir imar planı yapılmaz ise mahkeme süreci aylar hatta yıllarca sürecek, tüm zamanların rekor rakam ‘şimdilik’ kaydıyla kağıt üzerinde kalacak.

Bu işin bir boyutu.

Bir diğer boyutu ise ihaleyi kazanan Metal Yapı, Özüm Petrol, Yeşil İnşaat, Nasa İnşaat, K Yapı ve Taşçılar Madencilik’ten oluşan Ortak Girişim Grubu ile Emlak GYO arasındaki gerginlik.

Söz konusu konsorsiyum haklı olarak açılan davaları ve bundan önceki emsallerinde yaşanan hukuki sürecin uzunluğunu dikkate alarak ihale bedelini ödemekten kaçındı.

Belirsizlik ortadan kalkana kadar ödeme yapılmamasına yönelik talepleri, ne var ki Emlak Konut GYO tarafından uygun bulunmadı ve işlemlerin şartnamede belirlenen hükümler çerçevesinde yürütüleceği kendilerine iletildi.

Bu şu demekti: “Eğer ödemeden kaçınırsanız 24.4 milyon TL tutarındaki 4 geçici teminat mektubunuzu iade etmeyiz ve tahsil ederiz.”

Konsorsiyum, Avukat Münci İnci aracılığıyla derhal harekete geçti ve Kadıköy 3. Asliye Mahkemesi’nde açılan davada geçici teminat mektuplarının iadesi talep edildi.

İhaleyle ilgili masraflar ve kâr kaybı ile ilgili ayrıca tazminat açılabileceği, bu hakların saklı tutulduğu da vurgulandı.

Konsorsiyumun mahkeme sürecini öne sürerek ödemeden kaçınması, “Paraları yok, ilk etapta ödemeleri gereken 180.4 milyon lirayı denkleyemediler o yüzden işi yokuşa sürüyorlar, davayı bahane ediyorlar” eleştirilerine sebep oldu.

Bu eleştirilere TOKİ Başkanı Bayraktar’ın da katılması ihaleyi kazanan konsorsiyumu haklı olarak üzdü.

Sonuçta bu 6’lı konsorsiyumun tamamı iş yapan ticari itibarları olan firmalar. Taahhüt işinde böyle zan altında kalmanın tabii ki olumsuz sonuçları yaşanır.

Konsorsiyum ortaklarının sözleşme imzalamaya giderken yanlarında götürecekleri kesin teminat mektuplarını gördüm. Biri 3 Kasım 2010 tarihinde Denizbank’tan alınmış.

65 milyon TL nakit ve 81 milyon 277 bin 500 TL’lik teminat mektubu kredisi ortaklığın kullanımına açılmış. Aynı tutarlarda bir başka teminat mektubunda da Vakıfbank Maslak Şubesi’nin imzası var. Ayrıca 50 milyon liralık vadesiz mevduat cüzdanı da hazırlanmış.

Konsorsiyumun, iddia edildiği gibi parayı denkleyememekten dolayı işi yokuşa sürmek gibi bir durumu yok görünüyor. Belli ki korkmuşlar ve hukuki süreç bitmeden adım atmak istemiyorlar.

Yoksa Ayazağa projesi kolay kolay vazgeçilecek bir proje değildi. Ancak görünen o ki takım elbise kazandıran ihale uzunca bir süre mahkeme kapısında bekleyecek. İhaleden hemen sonra Vedat Demiröz, iddia konusu takım elbiseyi tahsil etti mi bilmiyorum.

Ancak şayet Emlak Konut GYO Genel Müdürü Murat Kurum henüz takım elbiseyi teslim etmediyse bence o da ‘Mahkemeyi bekleyelim’ deme hakkına sahip...

Yazının devamı...

TİM’e naçizane öneriler...

Türkiye İhracatçılar Meclisi başkanı Mehmet Büyükekşi “Merkez Bankası’nın yaptığı şeylere bakınca piyasayı tam okuyamadığını görüyoruz” diyerek Başbakan’dan acil toplantı için randevu istediklerini açıklamış önceki gün.

Fed’in II. Bedava Para Paketi sonrasında hızlanan TL’nin değer kazanma süreci haklı olarak ihracatçıları zor durumda bırakıyor. Bu hafta sonu yapılacak G-20 toplantısının da en önemli gündem maddesi olmaya aday bu konu.

G-20’den bir şey çıkmasını beklemek abesle iştigal olsa gerek. Zira ABD, Çin ve AB’nin herhangi bir ortak noktada buluşması neredeyse imkânsız.

Biraz da bunu gören TİM’in; talep ettiği “acil toplantıda” bazı talepleri olduğu basına yansıdı. Bunların bazıları hayata geçebilir, bazıları ise neredeyse hayal.

* Kur İstikrar Fonu hemen kurulmalı. Hangi kur seviyesinin “doğru” olduğuna kim karar verecek, bu fon ne zaman devreye girecek, kimlere kullandırılacak? Bunlara cevap bulmak zor olduğundan, böylesi bir fonun kurulması anlamlı değil, çalışmaz!

* Kredi Garanti Fonu kurulmalı. Geç bile kalındı!

* Eximbank, biran önce alıcı kredilerine, ülke kredilerine yönelmeli ve sigorta sistemi genişletilmeli. Bir an evvel hayata geçmesi gereken yerinde bir talep!

* Merkez Bankası döviz rezervlerini artırmalı. Döviz rezervi minimum 100 milyar dolar olmalı. Başkan Yılmaz 125’e çıkmasının bile işe yaramayabileceğini söyledi...
n Merkez Bankası politika faizlerini düşürmeli. Enflasyon bu seviyede ve dünyadan gelecek etkilerle daha da artması söz konusuyken yakın vadede hayal!

* Esnek çalışma, Kıdem Tazminatı Fonu, bölgesel asgari ücret uygulamasına biran önce geçilsin. İstihdam üzerindeki yükler azaltılsın. Teşvik sistemi yeniden düzenlensin. Kademeli olarak neredeyse hepsi hayata geçebilir...
TİM bu taleplerinin bir çoğunu aylardır dile getiriyor.

Ancak kendi yapmış olduğu bir araştırmaya göre ihracatçı firmaların yüzde 61.9’nun kur riskinden korunmak için herhangi bir önlem almıyorlarmış! TİM önce kendi çöplüğünü düzeltmeli , kur riskinden korunmanın bir “kültür” haline gelmesini sağlamalıdır.

Bu arada İHKİB’in önerilerinden birinin de “taleplere” eklenmesinde fayda var: “İhracatçılar, türev ürünleriyle (forward, opsiyon ve VOB) yapılan riskten korunma (hadge) işlemleri nedeniyle oluşan karlar veya doğan vergilerden muaf tutulmalı ”.

Ama asıl yapılması gereken; Başbakan’ın “Güçlü TL onurumuzdur” söyleminin, “değerli TL” anlamına geldiği şeklinde oluşan yanlış anlaşılmanın düzeltilmesi gerekiyor. Yabancılar bunu “zımni garanti” olarak algılayıp, ha bire yeni döviz getiriyorlar...



Atamızı sevgi ve saygıyla anıyorum.

Yazının devamı...

Fed’in yarattığı ‘kusursuz piyasa’da yükseliş sürecek mi?

Fed’in 600 milyar dolarlık (daha önce alınmış ancak bu dönemde vadesi gelenlerin de yeniden yatırılmasıyla 850-900 milyara ulaşacak) yeni “II. Bedava Para Paketi’ ile piyasalar ‘uçtu’. Her ne kadar çok da uzun vadede bu yükseliş sürdürülemeyecek olsa da kısa vadede daha gidilecek yol var gibi görünüyor. İMKB’deki yeni hedef 5.80 cent. Bu seviyeye yakın zamanda ulaşılır mı? Yine bu konuda yurtdışı belirleyici olacak!

Aracı kurumlar olsun, araştırma raporları hazırlayanlar olsun, yatırımcılar olsun; hülasası piyasa katılımcılarının neredeyse tamamı (ruhu doğuştan anarşist olanlar hariç) “boğa piyasası” yanlısıdır. İnsanın doğası gereği...

Daha hızlı, daha yüksek, daha güçlü (Citius, Altius, Fortius). Tıpkı olimpiyatların ruhundaki gibi... Grafiksel olarak “kuzeydoğu” hedeflenir! “Normal şartlar” altında bunun sürekli olması pek mümkün değildir. Koşullara dışarıdan müdahale edilmediği durumlarda (!) piyasa katılımcılarının hepsi aynı anda tek bir yöne bakmazlar, bakamazlar. Her bir katılımcının öncelikleri, tercihleri farklıdır. Birileri alırken; diğerleri o andaki fiyatı uygun bularak satar. “Piyasa” ve “fiyatlar” da böyle oluşmaz mı zaten?

Ancak son zamanlarda tüm varlık piyasaları yönlerini grafiklerde “kuzeydoğuya” yani “yükselişe” çevirmiş durumda. Tüm varlık fiyatları yükseliyor. Stokların rekor seviyede, arzın talepten fazla olduğu petrol piyasasında bile fiyatlar az da olsa artıyor.

Fed’in aylık 75 milyar dolara yayacağı 600 milyar dolarlık (daha önce alınmış ancak bu dönemde vadesi gelenlerin de yeniden yatırılmasıyla 850-900 milyara ulaşacak) yeni “II. Bedava Para Paketi (II. BPP)” ile piyasalar “uçtu”.

Adeta “kusursuz piyasa” hayata geçmiş durumda. Alınan varlıkların hepsi para kazandırıyor. Ama petrol gibi az, ama gümüş ya da pamuk gibi çok... “Al vatandaş al, ne bulursan al, Fed’in malları bunlar...”

“Kusursuz mükemmel piyasa” Fed eliyle nihayet yaratıldı!
Daha sürer mi? Yani daha da “kuzeydoğu” var mı piyasalarda?

Her ne kadar çok da uzun vadede bu yükseliş sürdürülemeyecek olsa da kısa vadede daha gidilecek yol var gibi görünüyor. S&P 500 Endeksi’nde 1.230-40 seviyesi aşılacak olur ise 1.300 endeks seviyesi yeni hedef olacak!

İMKB 100’de de benzer bir durum söz konusu. 4.98 cent seviyesi önemliydi. Geçtiğimiz hafta hem ardışık 2 günde hem de haftalık bazda bu seviyenin üzerine geçildi ve kapanışlar 5 cent’in üzerinde gerçekleşti.



İMKB’deki yeni hedef 5.80 seviyesinde. Bu seviyeye yakın zamanda ulaşılır mı? Yine bu konuda yurtdışı belirleyici olacak!

Geçtiğimiz hafta II.BPP ile 1.4283 seviyesine çıkan euro/dolar paritesi özellikle de beklentilerden iyi gelen tarımdışı istihdam verisi sonrasında 1.41’in altına indi.

60 bin kişilik bir tarımdışı istihdam artışı beklentisine karşın 151 bin kişinin iş bulmuş olması, piyasalardaki olumsuz havayı bir nebze de olsa “kırmışa” benziyor! En azından kısa vadede.

Paritede 1.4250 seviyesi önemliydi. Bu hafta için de önemli. Bu seviyenin üzerine çıkılması hele ki haftalık kapanışın bu seviyenin üzerinde olması durumunda yeni hedef 1.4675 olacaktır. 1.4250’nin üzerine geçilemediği takdirde 1.3950 seviyesine doğru bir “düzeltme” yaşanması ihtimali hızla artacaktır. Sonrasında 1.3635-1.3725 bandına doğru bir “düşüş” yaşanması söz konusu ki “teknik olarak” böylesi bir hareket “kusursuz piyasa”nın çok da ummadığı, beklemediği bir hareket olacaktır!

Hem paritede hem de diğer varlık piyasalarında; II. BPP sonrası piyasa için “sert” denebilecek böylesi hareketlerin olmaması için azami çaba harcanacaktır. Hele ki önümüzdeki yılın ortalarında III. BPP (Yazıyla Üçüncü Bedava Para Paketi) ihtimali konuşulurken, düşük faiz politikasının uzun süre devam edeceğine, faizlerin çok önceden piyasaya “bildirilerek” ve hatta “davul, zurnayla” arttırılacağına inanılırken; “kusursuz piyasayı” bozacak herhangi bir şeye izin verilmeyecektir!

2007’den bu yana Amerikan vadeli piyasalarındaki “iyimserlerin” yüzde 94’le en yüksek seviyeye ulaştığı (Mart 2009’da bu oran sadece yüzde 2’ydi. “Kaybetmek mümkün değil, ne alırsan al!” mottosunun genele yayıldığı bir dönemde Amerikan piyasalarına kim gelip de yeni alıcı olacak? Bunu da ayrıca merak etmiyor değilim.

Bizim de içinde bulunduğumuz gelişmekte olan piyasalar için fon girişleri mutlaka ABD ve diğer “gelişmişlere” oranla daha fazla olacaktır. Ancak “aşırı iyimserlik” durumu bizler için de geçerli değil mi? Yine de bizdeki “gaz” bir süre daha devam edecektir. İMKB’deki 5.80 cent tahmini de buna dayanıyor!

Yazının devamı...

Enflasyonda hayli ilginç gelişmeler!

Ekim enflasyonu beklentilerin üzerinde geldi. Yüzde 1.46 artması beklenen TÜFE 1.83 yükselirken, 0.48 artması beklenen ÜFE ise yüzde 1.21 çıkmış. Geçen Ekim ayındaki yüzde 2.41’in hesaplamalardan çıkmasıyla yıllık TÜFE yüzde 9.2’den 8.62 olarak gerçekleşti.

Zam şampiyonu domatesin de içinde bulunduğu işlenmemiş gıda ve giyim-ayakkabıdaki artışlar; enflasyonun beklentilerin üzerinde gelmesinde en büyük paya sahip.

İşlenmemiş gıdadaki yıllık artış yüzde 26.7’ye ulaşmış durumda. Bir anlamda “hayat pahallılığı” olarak algılanan bu oran önümüzdeki aylarda ‘işlenmiş gıdaya’ da yansıyacaktır. En basit örnek domates salçası. Şu anda raflardaki salçalar, geçen yılın ürünü. Bu yılki salçalar sizce hangi fiyattan alınmış domateslerden yapılacak?

Uluslararası tarımsal emtia fiyatlarındaki gelişmeler de önümüzdeki aylarda iç piyasayı etkileyecektir. Bir anlamda yurtdışından enflasyon ithal eder hale geleceğiz! Önceki gün; hem şeker hem de pamuk, tarihi rekorlarını kırdı. Hazırgiyimciler yurtdışındaki pamuk fiyatlarındaki artışın giyim kuşam fiyatlarına sınırlı da olsa yansıdığını dile getirmeye başladılar bile. Sırada mısır ve özellikle de şeker var. Şeker, işlenmiş gıdalar için önemli bir “ara madde”.

İşin ilginç yanı para politikası ile enflasyonun inebileceği yere gelinmiş durumda. Enflasyonda yüzde 8-10 bandının altına inilmesi zorlaşmaya başladı. Maliye politikalarımız temelde enflasyon yaratacak “rahatlıkta” değil. Bir anlamda Merkez Bankası’nın yapabileceklerinin sonuna gelindi. Hatta düşük kurun enflasyonla mücadelede sağladığı faydanın da sonuna yaklaşılmış gibi.

Gıda fiyatlarının hem içeride hem de dışarıda yüksek seyretmesi (her ne kadar bir kaç haftaya kadar sera domatesi piyasalara gelip fiyatları bir parça düşürecekse de), et fiyatlarındaki aşağı yöndeki katılık (yani düşmüyor olması) yeni yapısal önlemlere ihtiyaç duyulduğunu ortaya koyuyor.

Sadece tarımsal üretim tarafında değil, enerji konusunda da yurt dışına bağımlılık konusunda yapılması gerekenler. Yoksa Fed’in yeni “paketiyle” ortaya çıkacak yepyeni küresel enflasyon tehlikesi bizi daha da vuracaktır.

Enflasyona endeksli tahvillerde negatif reel faiz!

Dünün, aslında son bir haftanın belki de en ilginç gelişmesi enflasyona endeksli kısa vadeli (15 Şubat 2012 vadeli) tahvillerde (TÜFEKS) negatif reel faiz bölgesine geçildi!

İki hafta önce ABD’de de TÜFEKS’lerde tarihinde ilk kez negatif reel faiz bölgesine geçilmişti. Şimdi de sıra bizde.

Bu bonolar 6 ayda bir faiz ödüyorlar. Bu faizler enflasyona endeksli. Bir de üzerinde “reel faiz” var. Bahse konu olan 2012 vadeli bonoda reel faiz altı ay için 500 baz puan (yani yüzde 5). Altı aylık enflasyon üzerine yüzde 5 eklenerek bulunan faiz ödeniyor. Cari enflasyon ve faiz seviyelerinde bu bonoların fiyatları öylesine yükseldi ki, reel getirileri (cari enflasyon seviyesinin vade sonuna kadar devam edeceği varsayımı altında) eksiye döndü.

Eksi reel faiz ne demek?

Bu fiyatlardan bonoları alanların iki varsayımları var. Bunlardan ilki enflasyonun önümüzdeki aylarda artmaya devam edecek. İkincisi ise aynı dönemde Merkez Bankası’nın politika faizlerinin değişmeyeceği, değişse bile enflasyonun altında artacağı şeklinde.

Aksi takdirde neden alsınlar ki?

Bono fiyatlamaları, önümüzdeki dönemde enflasyonist beklentileri de harekete geçirecek olur ise Merkez Bankası’nın işi iyiden iyiye zorlaşacağa benzer.

Yazının devamı...

Obama ve Fed’in volatilite haftası

Fed’in en geç 3 Kasım’da açıklayacağı bono alım rakamı piyasaları yakından ilgilendiriyor. Beklenti 500 milyar ile1 trilyon dolar arası. Belki kademeli alım politikası gündeme gelebilir. Ancak 500’ün altı kesinlikle piyasaları mutsuz edecektir. Rakam piyasaların beklediği gibi gelecek olur ise ilk aşamada borsalarda saman alevi gibi bir yükseliş yaşanacaktır.

2 Kasım’da yani Salı günü ABD’de Senato üyelerinin üçte birinin yenileme seçimleri ve 2-3 Kasım’da da Fed’in “olağan” toplantısı var. Bu toplantıdan nasıl bir ‘paket’ çıkacağı dört gözle bekleniyor.

Bu gelişmeleri yerinde görmek için değil (ama genel yayın yönetmeni olduğum Fortune Türkiye’nin lisansörü Time Inc. ile yapılan) yıllık toplantı için geçtiğimiz haftanın ikinci yarısında New York’ta idim. Geçtiğimiz yıla oranla bu yıl şehrin havasında önemli değişiklikler vardı. Sokakta yürüyenler, alışveriştekiler ve lokantalardakiler geçen yıla göre biraz daha güleryüzlü geldi bana. Sanki geçen yılki gibi yere bakarak yürümüyorlardı.

Amerika’nın önde gelen spor giyim markalarından Abercrombie&Fitch’in 5. Cadde’ki dükkanının önündeki kuyruğun, New York’un ünlü müzeleri Guggenheim ve MoMA’dan daha uzun olması da krizin yavaş yavaş “unutulmaya” başladığının bir göstergesi gibiydi. Belki de kriz kanıksandı ya da onunla yaşamayı öğrenmeye başladı Amerikalılar. En azından Manhattan bölgesi için bu geçerli. Ancak Bronx, New Jersey ve Queens; yani Manhattan’a ‘işgücü’ sağlayan bölgeler için krizin etkisinin devam ettiği görülüyor, konuşuluyor.

Seçimler New York’u pek ilgilendirmiyor gibiydi. Daha çok adayların TV reklamlarından seçim havası anlaşılabiliyordu. Demokratı, Cumhuriyetçisi farketmiyor; tüm adaylar finansal kuruluşlara veryansın ederken, herkes iş yaratmaktan, istihdamı arttırmaktan dem vuruyor. Bu arada Tea Party adındaki üçüncü bir partinin sesinin daha yüksek çıkmaya başladığı da konuşulanlar arasında... Seçimlerde Demokratların Senato’daki çoğunluğu kaybedeceklerine kesin gözüyle bakılıyor. Obama yeni seçilecek üyelerle ikinci dönem başkanlık seçimlerine girecek. Obama seçildiğinden bu yana Senato’daki Cumhuriyetçilerle “pek görüşmemiş”. Yeniden seçilebilmesi için; tıpkı Clinton’un ikinci dönem seçilebilmek için Cumhuriyetçilerle kurduğu gibi iyi ilişkiler kurması gerekeceği yorumları yapılıyor.

Piyasalar açısından Demokratların (yani Obama’nın) çoğunluğu kaybetmesi aslında “iyi haber”. Neden derseniz... Piyasalar; senato desteğini kaybetmiş, danışmanlarının önemli kısmı kendisini terketmiş ve eli zayıflamış bir Obama’yı çok daha kolay çekip çevirecektir.

Gelelim Fed’e... Şimdiye kadar yapılanlar belli ki Manhattan’a, yani ‘Wall Street’e yaramış. ‘Main Street’teki yani Queens’te ya da New Jersey’de yaşayan sokaktaki adama çok da fazla faydası olmamış. Ortalama ev fiyatları düşerken, istediği kadar faizler ‘sıfırlansın’, istediği kadar Fed bono alsın. Halka bir faydası yok. Halk da Wall Street’in çok da umurunda değil hani... (Bu arada senatör adayları da en çok bu noktadan vuruyorlar.)

Fed’in en geç 3 Kasım’da açıklayacağı bono alım rakamı piyasaları yakından ilgilendiriyor. Beklenti 500 milyar dolar ile 1 trilyon dolar arası. Belki kademeli alım politikası gündeme gelebilir. Ancak 500’ün altı kesinlikle piyasaları mutsuz edecektir.

Rakam piyasaların beklediği gibi gelecek olur ise ilk aşamada borsalarda saman alevi gibi bir yükseliş yaşanacaktır. Dow Jones’ta 11.160-290, euro/dolar paritesinde de 1.4160-1.4250 seviyeleri zor da olsa (!) test edilebilir. Ancak bu seviyelerin aşılamaması (ki aşılmasını beklemiyorum!) durumunda; hızlı olmasa da; birkaç haftaya yayılan (beklentinin bitmiş olmasından da kaynaklanan) bir kâr realizasyonu göreceğiz. Dow Jones’ta 10.950 ve hatta 10.750 seviyeleri ziyaret edilebilir. Ola ki yukarıdaki seviyeler aşılacak olur ise bu kez de 11.810 seviyeleri gündeme gelebilir.

Tüm bu ‘kargaşanın’ ortasında İMKB de bu haftanın volatilitesinden payına düşeni alacaktır.

Geçtiğimiz hafta (yokluğumda) 5 cent seviyesini aşamayan İMKB’de sınırlı da olsa kâr realizasyonları görüldü. Yukarıdaki “saman alevi yükseliş, sonrasında düşüş” senaryosu hayata geçecek olur ise; İMKB’de de yeniden 5 cent seviyesi test edilse bile ardından 4.60 ve 4.35 cent seviyelerine doğru bir “düzeltme” yaşanabilir. Yok eğer 5 cent “kararlı” bir şekilde aşılacak olur ise (ki bu hafta için beklemiyorum) daha önceleri dile getirdiğim 5.8 cent seviyesi resmin içine girecektir.

Yazının devamı...

İMKB’de 100 bin ne zaman aşılır?

İMKB’DE dolar bazında 5 cent hedefine ulaşıldı. Şimdi bu seviyede patinaj yaşıyoruz. Referandum sonrasında 64 bin, yıl sonunda 70 bin hedefini verenler şimdi bu rakamı 100 bine yükseltmiş durumda. Enflasyon diye bir kavram ile yaşadığımız sürece elbet bir gün İMKB’de 100 bin görülecek. Ancak İMKB’de 100 binin görülmesi için İran meselesi, Türkiye’nin kredi notu ve seçim sonuçları ön koşul olarak görülüyor.

Fed’in ‘II. Bedava Para Paketi’ni açıklamasına (!) bir haftadan biraz fazla zaman var. 2-3 Kasım’dan sonra Fed’in piyasalara; tahvil alımı yoluyla; 500-1.000 milyar dolar arası yeni likidite vermesi bekleniyor.

İkinci dip tartışmalarını bir anda rafa kaldıran bu “paket” malumunuz, doların “değerini” düşürürken tüm piyasaları coşturdu. Dolar euro karşısında 1.2650’lerden, 1.41’lere yükselirken, Dow Jones endeksi 10.200’lerden 11.200’lere doğru yükseldi (ilk hedef 11.250-11.300 bandı).

Fed’in “bedava paraya devam” paketinden ABD ve gelişmiş ülkelerden daha fazla gelişmekte olan ülkelere nemalandı. 10 Eylül baz alındığında Çin borsası yüzde 16, Hindistan yüzde 9, G.Kore yüzde 6 derken, İMKB yüzde 17 değer kazandı (referandum faktörünü de unutmamak gerek!).

Mart 2009’dan bu yana çok da önemli düzeltmelere şahit olmayan, her düşüş beklentisi arttığında merkez bankalarının devreye girdiği bir dünyada borsalarda ve emtialarda “hedefler” her geçen gün yükseliyor/yükseltiliyor. ABD borsalarındaki hedefler halen daha düşüşün düzeltmesi olarak kalırken, bizim de içinde bulunduğumuz gelişmekte olan ülkeler için daha önceden ziyaret edilmemiş (uncharted area) yüksek bölgeler için veriliyor hedefler.

46 binlerde, ardından da 54 bin seviyelerinde ciddi düzeltmeler bekleyen ancak bu düzeltmelerin “güdük” kaldığını gören biri olarak geçtiğimiz haftalarda bu beklentilere ben de “eşlik etmeye” başladım ve İMKB için 5 cent hedefini dile getirdim. Bu hedefe 13 Ekim’de ulaşıldı. Şimdi bu seviyede “patinaj” yaşıyoruz.

Aşılmasının zor olacağını dile getirmiştim. Bu fikrimi koruyorum. Ancak son günlerde piyasalardaki “altius” (daha yükseğe) havası ile birlikte İMKB 100 Endeksi’nde, 100 bin seviyeleri konuşulmaya başlandı. Referandum sonrasında 64 bin, yıl sonunda da 70 bin görürüz diyenler şimdi de “hedeflerini” 100 bine yükseltmiş durumdalar.

Peki İMKB 100 bine çıkar mı?

Enflasyon diye bir kavram ile yaşadığımız sürece elbet bir gün 100 bin görülecek.

Asıl soru “100 bin ne zaman görülecek?” olmalı! Yıl sonuna kadar hayli zor diye düşünüyorum. Her ne kadar önümüzdeki hafta Fed’den gelecek “bedava paranın” mutlaka pozitif bir etkisi olacaktır. Ancak bu etki 100 bin seviyesine yaklaşmaya yetmeyecektir. Zira “bedava para” halihazırda iskonto edilmiş/fiyatlara yansımış durumda. Hayata geçtiğindeki etki kesinlikle son bir aydaki kadar ol(a)mayacaktır.

Peki bu turda olmayacaksa, 100 bine ne zaman ulaşır ve bu seviyeyi aşarız?

Bunun için bir kaç ön koşul var bence:

1- İran ve füze kalkanı meselesinin çözülmesi,

2- Türkiye’nin kredi notunun yatırım yapılabilir seviyeye yükselmesi,

3- Seçimlerden “piyasa dostu” bir sonuç çıkması, gerekiyor.

Bu ön koşullara alt başlıklar ya da yeni maddeler eklenebilir. Yine de yukarıdaki ön koşullar bence olmazsa olmazlar. Derecelendirme kuruluşları seçimi beklemez ve notu arttırır , seçim sürecinde “Baykal/Kılıçdaroğlu” misali herhangi bir “ani” sürpriz yaşanmaz ise İMKB; “İran meselesi sadece Türkiye’nin değil, dünyanın meselesi” diyerek 100 bini aşmak için, seçim sonuçlarını bile beklemeyebilir.

Yine de benim tahminim bu sürecin, önümüzdeki yılın ilk çeyreğinden sonraya kalacağı yönünde. Bu yıl için ise halen daha 5.80 cent seviyesini “kerterizlemiş” durumdayım. Tabii ki bunun da ön koşulu, bugünlerde aşılmakta zorlanan 5 cent seviyesinin yukarı geçilmesi.

Fed’in paketinin yanı sıra 2 Kasım’da ABD Senatosu’nun üçte birinin yenilenme seçimleri var. Obama’nın Demokrat partisinin senatoda çoğunluğu kaybetmesi bekleniyor. Diğer yandan ABD’deki bilançoların da sonuna geliyoruz. “Beklentilerden iyi gelen” bilançolara rağmen Dow Jones “bir arpa boyu” yol katedebilmiş değil!

Seçimler, Fed ve bilançolar sonrasında önümüzdeki hafta ABD’de “II. paketin kâr realizasyonu” gelebilir. Böylesi muhtemel gelişmelere bir de GE’nin Garanti Bankası’nın 5.6 milyar dolarlık hisse senetlerini halka arz edebileceği haberi eklendiğinde İMKB’nin 100 bin hayalinin önümüzdeki ilkbahara ertelenmesi işten bile değil!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.