Şampiy10
Magazin
Gündem

2010 muhasebem!

Geçen yıl bu günlerde 2010 yılına ilişkin beklentilerimi yazdım. Yıl boyunca bazı tahminlerimde yanıldım. Ancak İMKB ve dolarda verdiğim hedefler ufak sapmalar da olsa gerçekleşti. Her şey yolunda giderse İMKB’nin 71 bin puanı görebileceğini ifade ettim, endeks yıl içinde 71.776 puana kadar çıktı. Dolardaki 1.4650-1.6350 TL bandı beklentimin üst sınırı tuttu, dolar 1.6290 TL’yi gördü

Olmazsa olmaz... Her sene bir sonraki sene için tahminlerde bulunuyorum, bulunuyoruz. Pek az kişi bu tahminleri ile ilgili bir muhasebe yapıyor. Son 5 yılda olduğu gibi bu sene sonunda da 2010 yılı başında yapmış olduğum tahminlerin muhasebesini sizlerle paylaşıyorum.

Bilgilerinize...

- 2010 Volatilite Yılı Olacak! Bu yıl herkes diken üstünde oturacak.

Kimseye rahat yok. Uzun vadeli bir pozisyon alayım, bunu uzun süre koruyayım diyenler hop oturup, hop kalkacaklar. (Yurtdışı belki ama yurt içindeki volatilite, benim beklediğimden daha düşük gerçekleşti!)

- Temel varsayımım; 2009’da bedava para ve sorunların halı altına süpürülmesi ile yaşanan bahar havasının 2010’un ilk bölümünde bir şekilde düzeltileceği, sonrasında daha mutedil bir yükseliş yaşanacağıdır. (Dürüstlüğe dönülecek, hile yapılmayacak diye düşünüyordum. Nafile, Bedava Para Paketi II - BPP II) geldi. Düzeltmeye zaman kalmadı.)

- Sırf baz etkisinden dolayı önümüzdeki yıl, bir çok ekonomi pozitif büyüme rakamları üretecek. Her ne kadar bir çoğu kriz öncesi 5 yıllık ortalamalarından geride kalacak olsa da beklentilerin pozitife dönmesi açısından olumlu algılanacaktır. (Aynen gerçekleşen bu oldu!)

- AB ile ABD arasında krizin çözümü konusundaki felsefi tartışmanın bu yıl sonuçlanmasını beklemek hayal olur. Çözül(e)medi... AB daha sıkı kontrol edilen bir mali sistem önerirken, ABD bunun yaratıcılığı kısıtladığını iddia ediyor. ABD’nin tercihi aslında Wall Street’in tercihi. Bu tercihe bağlı olarak Fed başta olmak üzere, tüm merkez bankaları piyasadan likidite çekme işini ağırdan alacaktır. Ağırdan alma ne demek... Finans dünyasının; “krizin tekrarının maliyeti çok daha yüksek olacağından, iyisi mi bol likiditeye ve teşviklere devam şantajı” korkarım bu yılda da sürecek. (Şantaj o kadar başarılı oldu ki II. BPP geldi!)

- Global enflasyon endişeleri korkulduğu kadar kısa zamanda gündeme gelmeyecek. (Deflasyon endişesi aşılamadı ki sıra enflasyona gelebilsin.)

- Likiditenin devamının koşulu ABD’nin boçlanmaya devam edebilmesine bağlı. Bu nedenle ABD’ye borç verme konusunda en ufak bir tereddüt oluşması durumunda sorun çıkacaktır. Bu sorun 2010’da değil ancak daha sonrasında gündeme gelebilecek.

Lehman kadar olmasa da özellikle gelişmiş ülkelerin finans sektöründen gelebilecek “sürpriz bir batış” haberi yapılan her şeyi berbat edebilir. (ABD’de neredeyse her gün el konulan 2-3 küçük ölçekli bankayı saymazsak, neyse ki gelmedi!) Hele ki iflâs benzeri bir haber Dubai gibi küçük olmayan bir ülkeden gelecek olur ise şok daha büyük olabilir. Bu konuda İngiltere’nin adını bu yıl sıkça duyuyor olabiliriz. (İngiltere 44 yaşındaki Başbakan’la beraber “sutre” gerisine iyi saklandı, önde PIIGS’i sürdü...) Bunun olmaması için şantajın bir parçası olarak; varlık fiyatlarına konstantre olmuş merkez bankaları(!) başta olmak üzere “karar verenler” herşeyi yapacaklardır. (II. BPP herşeyi açıklamıyor mu?)

- Küresel ekonomide 2010 yılının büyümenin yaşandığı, pozitif bir yıl olması beklentisine karşın; tüm dünyada reel ekonomiden ayrışan finansal piyasalarda, yılın ilk çeyreği/yarısında önemli bir düzeltme olması gerektiğini düşünüyorum. (Gerçekleşmedi böylesi bir düzeltme!) Reel ekonomiler, bedava parayla beslenen finansal piyasalara bir türlü yetişemediler, çok gerisinde kaldılar. Bu düzeltme; ikinci V’si birincisine oranla daha kısa olan bir W (aksak W) şeklini andırabilir. (Bu da gerçekleşmedi!) Bu olmadığı takdirde “halının altının” çok kalabalıklaşma ihtimali yüksek. Gün gelir halı, altındakileri gizleyemez hale gelebilir. (Gerçekleşmeyen ilk iki tahmin halının altının kalabalıklaşmasıyla sonuçlanacak. Aksi takdirde ABD’deki konut fiyatları düşlmeye devam etmezdi. Değil mi?)

- Adına “Aksak W” denmese bile önümüzdeki yıl boyunca kısa süreler içinde yüzde 25 aşağı, yüzde 15 yukarı salınan finansal piyasalar göreceğiz. Zira bir yandan büyümenin kanıtları aranacak, diğer yandan bir türlü düşürülemeyen küresel işsizlik, yükselemeyen konut fiyatlarıyla uğraşacağız. (Gelişmiş ülkelerde ne işsizlik, ne de konut fiyatları düzelebildi!)

- Büyümenin başlaması konusunda ABD, AB’ye oranla “teknik olarak” daha şanslı görünüyor. AB; İngiltere ve Doğu Avrupa’dan sonra son olarak Yunanistan’la uğraşırken (TAM İSABET); ABD sorunlarını en azından yüzeyde de olsa çözmüş görünecek. (Evet, ABD daha çabuk toparlanıyor, 2011’de fark daha da açılacak!) Bu durumda faiz artışında da ABD başı çekecektir. (Faiz artışı mı? Ne demişim be ya?) 2009’da hemen herşey doların aleyhine iken bile 1.60’taki bir önceki zirvesine çıkamayan euro, bu yıl dolar karşısında önemli ölçüde gerileyecek. Bu yıl doların yılı olacak. 2009’da doların zaafiyetinden faydalanan euro, bu yıl doların toparlanmasıyla 1.30’ların bile altına inebilir. (İndi! Dahası var... azzzz sonra...)

- Doların değer kazanması durumunda; 2009’da yıldızı parlayan altının ve doların rezerv para olma özelliğini kaybettiğini 2010’da daha az konuşur olacağız. (Doların rezerv özelliğini konuşmayı tamamen bıraktık, ama altın göz önündeydi, gümüş altını sürklâse etti.) Yeni rezerv para birimi oluşturma tartışmaları da 2011’e kalabilir. (Hatta 2013-15’e falan kaldı!)

- Başta Çin ve Hindistan olmak üzere gelişmekte olan ülkelerin AB ve ABD’nin yaratacağı boşluğu doldurması bence zor . Arada ciddi bir “sıklet” farkı var. Yine de gelişmekte olan ülkeler kıvraklıkları ve kriz tecrübeleri sayesinde daha hızlı toparlanacaklardır. Ülkeler arasında krizden çıkma ve büyüme konusunda ciddi farklar olacaktır. (Tam da böyle olmadı mı?) Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’in oluşturduğu BRIC tanımından Rusya çıkabilir; yerine Türkiye, G.Kore veya Meksika dahil edilebilir. (Rusya kaldı, son dakikada Güney Afrika dahil oldu.)

- Türkiye olarak biz kriz tecrübesi, sağlam bankacılık ve düşük borçluluk sebebiyle “şanslı” görülenlerden biri olsak da en büyük ihracat pazarımız AB’deki büyüme konusundaki sorıunlar bizi mutlaka olumsuz etkileyecektir. (Evet, ama şansımız daha fazla yardımcı oldu.)

- İşsizlik tüm dünyada “öncü göstergelerden” biri olacaktır. Bu konudaki veriler gecikmeli toplanıyor olsa da, büyümenin ve talebin sürdürülebilirliği açısından işsizlik verileri daha yakından izleniyor olacak. (Küresel işsizlik konusunda umut bir başka bahara kaldı.)

Dünya için bir kaç nokta tahmin:

- Euro/dolar paritesinde 1.4150 ilk ara hedef ki 2009 yılı içinde bile görülebilir. Ardından 1.3650 seviyesi yılın ilk yarısında görülebilir. Bu hareketin ardında yılın ilk yarısında gelebilecek sert bir düzeltme hareketi nedeniyle pozisyon kapanması olur ise doların euro karşısında 1.2850’ye kadar değer kazandığını bile görebiliriz. Sürpriz dip seviye 1.2450 olabilir. (1.435-1.45 bandında yapılan bu tahminde 1.1850’yi bulamadım ama 1.2450 her halükârda cepteydi...) 1.5250’nin üzerinde ardışık iki-üç haftalık bir kapanış (böyle bir şey olmadı, 1.4289 ile sınırlı kalındı!) tüm bu senaryoyu çöpe atar ki o zamanda büyük olasılıkla küresel piyasalarda “ikinci dip vs.” gibi konuları tartışıyor oluruz.

- ABD’nin yüksek stokları, reel ekonomi tarafında pozitif gelişmelerin gecikmesi ve finansal piyasalardaki düzeltme gibi sebeplerle birlikte yılın ilk yarısında ham petrol fiyatlarında 65 dolar seviyelerine doğru bir gerileme yaşanabilir. Yılın ikinci yarısından sonra ise 80-90 dolar bandını konuşuyor olabiliriz. (ABD ham petrolü 20 Mayıs’ta 64.62, yılsonuna 91.86...)

Gelelim Türkiye’ye...

- Küresel ekonomi ve likidite koşullarındaki olumluluk bizi de pozitif etkileyecektir. Ancak en büyük ihracat bölgemiz olan AB Bölgesi’nde uzak doğulu rakiplere pazar payı kaybediyor olmamız, euronun değer kaybetmesi ise olumsuz yansıyacaktır. Euro Bölgesi’ne ihracat yapanların, 2010 yılında kur risklerini daha dikkatli yönetmeleri gerekecek. (Yorumsuz...)

- Kamu maliyesinde 2009’dan kalan sorunlar ve buna bağlı olarak borçlanmanın artmış olması, reel sektör ile devlet arasındaki fon paylaşım meselesini gündeme getirecektir. Ek bir kaynak, yeni doğrudan yatırım gelmediği takdirde; ki bu ihtimaller 2009’dan daha da iyi olmayacaktır; TL faizlerinin genel seviyesinin 2009 kapanışına göre 200-400 baz puan yükselmesi kaçınılmaz olacaktır. (En büyük ıska! Devlet, özel sektöre “üleş” olmadı, Merkez Bankası yıl sonuna doğru değil arttırmak, faiz indirdi!)

- Yine de önümüzdeki yıl özel sektör tahvillerinin, yeniden piyasalara döndüğü bir yıl olacak. Bu tahviller, tasarruf sahipleri ve yatırımcılar için yeni bir alternatif olacaktır. (Özel sektör tahvilleri başladı, 2011 daha önemli bir yıl olacağa benziyor.)

- Yılın ilk yarısında “ikinci dip” tarzı sert bir düşüş olmadığı takdirde 2010’da yeni bir IMF anlaşması yapılmayacaktır. (İsabet!) Bu da 2010 yılında “çıpa” ihtiyacını arttıracaktır. Çıpa ihtiyacı ile OVP gündeme geldi, ancak kadük oldu!

- Türkiye için 2010’daki asıl sorun ekonomik olmaktan çok politik olabilir. 3 açılımın aynı anda devreye alınmış olması, bunlardan Kürt açılımının Habur’a takılması, Ermeni açılımının Nisan ayına kadar Meclis’ten geçmesi siyasi gerilimi arttıracaktır. (İnişli çıkışlı halen daha bunların etkilerini hissediyoruz.)

- Burada yaşanabilecek sorunlar 2010 yılında bir erken seçim ihtimalini arttırabilir. Üstelik bu artış meclis aritmetiğinden değil, ekonomik sorunlar ve de işsizlikten bunalan “sokaktan” bile kaynaklanabilir. Normal tarihi Temmuz 2011 olan seçimin erken alınması durumunda, sonbaharda Türkiye yeni bir genel seçim yaşayabilir. Böylesi bir seçim sürecine girilir ise bunun ekonomiye ve piyasalara etkisi olumsuz olacaktır. Seçim süreci sadece bize has bir süreç de değil. Önümüzdeki iki yıl içinde 47 gelişmiş ve gelişmekte olan ülkede seçim varmış. (İkinci büyük isabetsizlik! Değil erken seçimi konuşmak, yaz meltemi misali kısa bir süre esip geçti erken seçim rüzgarı...)

- Ancak bizdeki seçimin ABD’nin Kuzey Irak’tan çekilmeye başladığı, İran’ın nükleer konusunda Batı ile çatışmasının arttığı bir döneme denk gelmesi ayrı bir öneme sahip. (Teferruat!)

Türkiye’ye dair bazı nokta tahminler:

- İMKB’de bu yıl içinde 41.000-42.500 seviyelerine kadar bir düzeltme olmasının “yerinde olacağını” (böylelikle “geride kalmış boşluklar” da kapanacak), seçim ihtimalinin artması durumunda ise 35.000 seviyelerinin görülmesinin muhtemel olduğunu düşünüyorum. (Seçim ihtimali ortadan kalkınca ne 41 ne 35 binler görüldü!)

- Yok her şey yolunda gider; seçimler normal zamanında yapılır, Kuzey Irak’ta ABD ve Kürt yönetimiyle bir “işbirliği anlaşması” imzalanır, Ermenistan açılımında sorun çıkmaz, AB ile bütün “fasıllar” açılır (bunların hepsi olmadı ama onların bile yerine geçebilecek II.BPP geldi) o zaman da değil 58.000, 71.000 bile az gelir... (En yüksek 71.776 görüldü. 776 puanlık bir ifrat!)

- Her senenin olmazsa olmazı... Dolar/TL kurlarında 1.4650-1.6350 bandında bir hareket görebiliriz. (Alt bandı ıskalamışım: 1.3875’e kadar inildi, ancak yukarıda 1.6290’a kadar çıkıldı ki aradaki fark sadece 0.0060. Eh bu kadar kusur kadı kızında bile olur!) Bu bandın dışına çıkılmış olması piyasadaki risklerin arttığı anlamına gelecektir. (Aşağı yönlü riskler artınca MB faizleri indirdi!) 2010 yılının 1.5850 seviyesinde kapanması da nokta tahminim. (Bugün 1.5550 seviyelerindeyiz. Tam bir yıl öncesinden yaptığım “nokta tahmin” hepi topu 0.03 yani 3 kuruş şaşmış durumda!)

Herkese çok ama çok sağlıklı, başarılı, keyifli bir yeni yıl diliyorum.

Not: Milli piyango bana çıkacak, 1 Ocak’ta boşu boşuna biletleri kontrol etmekle vakit kaybetmeyim derim.

Sevgilerimle,

Yazının devamı...

İMKB’de coşku azalacak, dolar 1.6350 TL’yi geçmez

HAZİRAN ayı sonundaki seçime kadar piyasalardaki hareketlilik, yılın ikinci yarısına göre daha fazla olacak. 2011 yılında TL, geçtiğimiz birkaç yıldaki kadar ‘güçlü’ görünmeyecek. Doların 1.4250-1.6350 TL bandında hareket etme ihtimali hayli yüksek. İMKB cephesinde ise 2010 yılı kadar büyük bir coşku yaşamayız. Yükselişlerde 5.80 cent ilk ana hedef. Aşağıda ise 3.20 cent seviyesi önemli bir destek. Tahminim önce bu destek seviyesi test edilecek.

Gelişmekte olan ülkeler 2010’un galibiydi. Gelişmiş ülkeler halen daha beceriksizce yönetmeye çalıştıkları krizleriyle başa çıkmaya çalışıyorlar. Kendi krizlerini çözmek için yarattıkları likidite, kendi ülkelerinde kalmayıp da dünya üzerinde getiri arayışına çıkınca bu likiditenin ilk ve en uzun kaldığı durak bizim de dahil olduğumuz gelişmekte olan ülke piyasaları oldu.



Önümüzdeki yıl bu durum sürecek mi? Dün bu sorunun cevabını küresel piyasalar açısından ele almış ve bu yılın “Emtia yılı” olacağını yazmıştım. Bugün de içeriye bakalım...

Bu sene seçim var... Haziran ayı sonundaki seçime kadar piyasalardaki hareketlilik, yılın ikinci yarısına göre daha fazla olacaktır. Bu temel tahminin ardında bugünkü tek parti iktidarının süreceği beklentisi var tabii ki.

Yurtdışındaki hareketlilik mutlaka bizim piyasalarımızı da etkileyecektir. Geride bıraktığımız etki olumluyken, bu yılki; likiditenin ABD’ye dönüş yolculuğuna çıkacağı varsayımıyla olumsuz olacaktır. Seçim tarihi yaklaşırken “sıradışı” skandallar ortaya çıkar ya da yeni “Wikileaks dosyaları” açıklanır ve seçim sonuçları da bunlardan “etkilenecek” olursa piyasalardaki volatilite çok daha fazla artacaktır. 2010 yılının son günlerinden 2011 Haziran ayına bakıldığında her şey yolunda gidecekmiş gibi görünüyor. Küçük bir olasılık da olsa, tahminlerin “çantada keklik” olmadığı ihtimalini de akılda bulundurmakta fayda var.

Notumuz artacak... Hükümet seçim öncesinde olması için uğraşıyor, ancak not şirketleri büyük olasılıkla seçim sonrasını bekleyeceklerdir. Fitch yatırım yapılabilir seviyeye çıkarsa da S&P ve Moody’s bir kademe altı ile yetinebilirler. Ancak notumuzun yatırım yapılabilir seviyeye yükselmesi borsadaki çok kısa vadeli bir “saman alevi rallisinden” başka bir şeye yaramayacak. Zira çok öncesinden fiyatlanmış olacaktır. Not artışının makro ekonomideki etkisi marjinal olacak, herhangi bir mucize yaratmayacaktır. (Not artışı konusuna önümüzdeki günlerde detaylı olarak değineceğim.)

TL kurları... 2011 yılında TL; geçtiğimiz birkaç yıldaki kadar “güçlü” görünmeyecek. Ancak daha istikrarlı bir seyir izleyecek. TL’nin kur seviyesi değilse de volatilitesi bu yıl daha düşük olacak. Tek başına dolar ya da euro bazında kurlar yerine “1 dolar+1 euro” sepetine bakıldığında TL’nin bu yıl ağırlıklı olarak 3.50-3.75 bandında seyretmesini bekliyorum. Dolar/TL bazında... 1.4250-1.6350 bandında salınım yaşanması ihtimali hayli yüksek.

Merkez Bankası... Faizleri olabildiğince düşük tutma gayretine tüm yıl boyunca şahit olacağız. Genel olarak bu yıl, önceki yıllara göre daha çok çalışacak (!). Son üstlendiği “finansal istikrar” misyonu MB’nin elinin sürekli piyasalar üzerinde olmasını gerektirecek. Sık sık yeni kararlar, yeni düzenlemeler duyacağız. Başkan seçimi sorunlu olur ise piyasa yeni başkanı mutlaka “test edecektir”! Yeni başkanın rüştünü ispat etmesi gerekir ise bunun volatilite ve devamında da ekonomik dengeler üzerinde yansımaları olacaktır. Umarım bu önemli konu atamama sürecinde; hiç değilse bu sefer; dikkate alınır. Emtia cephesinden ithal edeceğimiz enflasyon nedeniyle Merkez Bankası’nın enflasyon hedefi yine tutmayacak; seçimlere kadar dayanabilse bile; seçimlerden hemen sonra faiz artırmak zorunda kalabilecek.

İMKB... 2010 yılı kadar büyük bir çoşku yaşamayız. Daha seçici, büyümeye yönelik sektörlerin öne çıktığı kısa süreli ralliler yaşanacaktır. Halka arzların arttığı, bunların da zaman zaman piyasalarda geri çekilmelere yol açtığına şahit olacağız. Yükselişlerde 5.80 cent seviyesi ilk ana hedef olacak. Aşağıda ise 3.20 cent seviyesi önemli bir destek. Benim tahminim önce bu destek seviyesinin test edileceği yönünde.

Yeni finansal ürünler... Özel sektör tahvilleri, banka bonoları, VOB veya İMKB’de opsiyon sözleşmeleri, opsiyonlara dayalı tezgahüstü ürünler finanssal piyasaların menüsüne eklenecek. Özel sektör tahvilleriyle, banka bonoları mevduat müşterisi için cazip olacak. Özellikle banka bonolarında; hem likidite hem de derinlik, en az devlet tahvilleri kadar olacak. Opsiyon ve opsiyona dayalı türevlerde yine “yol kazaları” olacaktır. Az hasarla çıkılabilirse 2012’den itibaren çok daha derin bir finansal piyasaya sahip olabileceğiz.

Ana para korumalı fonlar... Bu senenin gözde yatırım aracı olacaklar. Özellikle de emtia piyasalarına dayalı olanlar.
2011 hepimize huzur, keyif ve şans getirsin...

Yazının devamı...

2011’de yurtdışı piyasalar nasıl hareket edecek?

2011 Emtia piyasalarının çok daha fazla konuşulduğu bir “Emtia Yılı” olacak! Ülkelerin farklı büyüme oranları, dönem dönem arz cephesinde yaşanabilecek sıkıntılar, emtia fiyatlarındaki volatiliteyi belki de hiç olmadığı kadar artıracak. Endüstriyel metallerde herkesin favorisi bakır iken benim ‘sürprizim’ nikel. Tarımsal emtia soya fasulyesi öne çıkacak.

Avrupa’DAKİ sorunlar temelde sürecek. Bu sene PIIGS’den en az 1 ülke daha Yunanistan ve İrlanda’nın akıbetine uğrayacak. Fransa ve İngiltere’nin notlarının düşmesi sıkça tartışılacak. Bu tartışmalar euroyu vuracaktır. Euro/dolar paritesinin yeni yılın ilk yarısında 1.2250-1.2450, ikinci yarısında ise 1.11-1.13 bandını test etme ihtimali yüksek.

Yıl sonu gelince, yeni yılın ne getireceğine dair tahminlerde bulunmak adettendir. 2008 yılına “Re-coupling”, 2009 yılına “Pansuman yılı”, 2010 yılına da “Volatilite Yılı” adını takmıştım. 2009 yılı Mart ayında başlayan tedavi/pansuman, o yılın sonuna kadar sürdü. 2010 yılında da devam edecekti ki devreye AB borç krizi, Amerika’nın ikinci Bedava Para Paketi (BPP - QE2), Güney-Kuzey Kore, İran derken birçok faktör devreye girdi ve volatilite arttı.

Gelişmekte olan ülkeler (Emerging Market) 2010’un galibiydi. Gelişmiş ülkeler halen daha beceriksizce yönetmeye çalıştıkları krizleriyle başa çıkmaya çalışıyorlar. Kendi krizlerini çözmek için yarattıkları likidite, kendi ülkelerinde kalmayıp da dünya üzerinde getiri arayışına çıkınca bu likiditenin ilk ve en uzun kaldığı durak bizim de dahil olduğumuz gelişmekte olan ülke piyasaları oldu.

Önümüzdeki yıl bu durum sürecek mi? Bu sorunun cevabını küresel piyasalar ve içerisi diye ikiye ayırmakta fayda var.
Küre...

BPP III-IV-... ABD’deki konut fiyatlarında istenen toparlanma bir türlü sağlanamadığından ve işin içine eyaletlerin sorunları da girmeye başladığından dolayı ABD’nin “acısı kolay kolay dinmeyecek”. BPP III ya da BPP IV devreye girmese de BPP II “uzatılacak-esnetilecek”. Bir başka deyişle ABD’de kolay para dönemi devam edecek. Fed’den ve/veya Avrupa Merkez Bankası’ndan herhangi bir faiz artışı mümkün görünmüyor.

ABD büyümesi... ABD için bir iyi haber, verilen onca likidite nihayet ekonomiyi büyüme yönünde harekete geçirebilecek. Bu sene yüzde 3 dolayında bir büyüme bekleniyor. Aslında ABD için “iyi” olan bu haber, gelişmekte olan ülkeler için çok da olumlu bir haber değil.

EM’den çıkış... Zira 2010’u ABD dışında “dolaşarak” geçiren likidite ABD’ye dönmek için, gelişmekte olan ülkelerdeki ağırlığını azaltacak demektir.

Çin... Büyümeye devam edecek. Ancak enflasyonla mücadele sırasında arttırmak zorunda kalacağı faizler nedeniyle büyümesi 2010’un gerisinde kalabilir.

Emtia fiyatları... Çin’in düşüşe rağmen yüzde 7’den fazla olması beklenen büyümesinin yaratacağı talep, ABD’nin “normale yakınsayan” büyümesi emtia talebini artıracak! Likiditedinin devam edecek olması, gelişmekte olan ülkelerdeki varlık fiyatlarının 2010’dan “şişkin” olması, özellikle hedge fonların bu piyasalara daha fazla ağırlık vermeleri nedeniyle emtia piyasalarını öne çıkaracak. 2011 emtia piyasalarının çok daha fazla konuşulduğu bir “Emtia Yılı” olacak!

Emtia fiyatlarında artan oynaklık... Ülkelerin farklı büyüme oranları, dönem dönem arz cephesinde yaşanabilecek sıkıntılar, emtia fiyatlarındaki volatiliteyi belki de hiç olmadığı kadar arttıracak. Profesyonellerin dahi yönetmesinin zor olacağı dönemlere şahit olacağız.

Gelişmekte olan ülkelerin bazılarının emtia ihracatçısı konumu nedeniyle farklılaşacak! Özellikle Rusya! Rusya’nın farklılaşmasındaki en önemli etken yine petrol fiyatları olacak. Bu yıl Brent petrolde ilk aşamada 105 dolar seviyesi test edilecek. Yıl ortalamasının da 90 doların üzerinde oluşması ihtimali yüksek. Ancak doğalgaz fiyatları benzer bir seyir izlemeyecek. “Kayaç Gazı” teknolojisindeki gelişmeler doğalgaz fiyatlarındaki artışları 2010 yılında sınırladı 2011’i sınırlayacak! Doğalgaz kullanım alanlarının genişlemesi, petrol fiyatlarındaki artışları da hızını kesecektir, ancak bunu etkisi daha çok 2012 ve sonrasında görülecektir. Endüstriyel metallerde herkesin favorisi bakır iken benim “sürprizim” nikel. Tarımsal emtia arasında da mısırdan çok soya fasulyesi öne çıkacak.

Borç krizinin vurduğu eurodaki kan kaybı 2011’de de devam edecek



AB... Avrupa Birliği’ndeki sorunlar temelde devam edecek. Bu sene PIIGS’den en azından 1 ülke daha Yunanistan ve İrlanda’nın akıbetine uğrayacak. Fransa ve İngiltere’nin notlarının düşmesi sıkça tartışılıyor olacak ve sonrasında da AB içinde; Yunanistan ile de sınırlı kalmayacak; bir borç yeniden yapılandırması gündeme gelecek. Bu yeniden yapılandırma; herkesi kapsayacak bir borç silinmesinden çok (sağlıklı bir toparlanma için olması gereken bu ama yapılmayacaktır!), seçilmiş bazı alacaklılardan temin edilen borçların düşük faizle ya da faizsiz olarak çok daha uzun vadeye uzatılması şeklinde olacaktır.

Euro... Tüm bu tartışmalar dönüp dolaşıp euroyu vuracaktır. Yine de euronun dağılması , bir ülkenin “atılması” ya da “yeni euro” söz konusu olmayacaktır. Euro/dolar paritesinde bu yılın ilk yarısında 1.2250-1.2450 bandı, ikinci yarısında ise 1.11-1.13 bandının test edilme ihtimali yüksek. ABD büyümesinin, AB Bölgesi’ne oranla daha yüksek olacağı beklentisi de bu tahmini destekler nitelikte. Ancak bu tahminler BPP III ve BPP IV’ün gelmesi durumunda çöpe gidecektir. Ola ki 500 milyar dolardan daha büyük bir veya iki paket açıklanacak olur ise bu durumda parite tam tersi bir seyir izleyecek. Değil 1.45’ler, 1.60’lar konuşulacaktır ki şimdilik buna ihtimal vermiyorum. Bu yıl daha çok doların yılı olacağa benziyor!

AB’ye ihracat... Euro Bölgesi’ndeki sıkıntılar bizi çok da fazla olmasa da üzecektir. Hem ihracat hem de turizm tarafında bu yılın performansını yakalasak bile aşmakta zorlanabiliriz. Euro ile dış ticaret yapan işletmelerin, kur riskleri konusunda şimdiye kadar olmadığı kadar çaba göstermeleri gerekecek.

Yazının devamı...

Piyasalar için bulanık suda balık avlama haftası!

Yılın son işlem haftası, bilanço makyajlarıyla geçecek. Derinliğin azalacağı bu hafta birçok fon yöneticisi ‘dükkânı’ kapatıp, tatile çıkacak. İMKB’de piyasayı yukarı tutmak isteyenlerle, satıp çıkmak isteyenler arasındaki müsabakayı büyük olasılıkla ilk grup kazanacak

Haftanın son günü aynı zamanda yılın son günü. Yıl sonu kapanışlarının ne olacağı, bilançoların nasıl şekilleneceği açısından önemli. Bilançoların daha büyük görünmesi herkesin hoşuna gider ama en çok da kârların “şişman” görünmesi herkesin işine gelir.

Profesyonel yönetici şirketini ne kadar büyüttüğü ile, patron geçen yıldan daha büyük bir şirkete sahip olduğuyla, fon yöneticisi de ne kadar çok para kazandırdığı (dolaylı olarak aslında kendisinin de) ile övünecektir.

Bunun içine ne gerekiyor?

Varlık fiyatları yüksek olmalı ki bilançolar (dolayısıyla şirketler) büyük görünsün.

Faizler düşük olmalı ki bono ve kredilerin “piyasa fiyatlarıyla yapılan karşılaştırmasının” (mark-to-market) kâr/zarar hesabına pozitif katkısı büyük olabilsin.

Kurlar düşük olmalı ki bilançolar ve kârlar dolar bazında da büyük görünsün. (Bunun bir tek handikapı borçlu şirketlerin dolar bazındaki borçları yüksek görünür. Bu da sadece görüntüde, gerçek hayatta tabii ki trercih edilen de budur.)

Bu hafta bilanço makyajlarıyla geçecektir. Derinliğin azalacağı bu hafta, birçok fon yöneticisi “dükkânı” kapatıp, tatile gidiyor. Hatta tatillerini Ocak ayının ilk haftasına kadar uzatanlar da var. (Ruslar; Ortodoks Noel’inin 8 Ocak’ta olmasından dolayı ikinci hafta da tatildeler.)

Yine de işbaşında olacaklar da var. Derinliğin azaldığı bu haftada ‘bulanık suda balık avlayacak’ onlar. Katılımcıların azalacağı bir ortamda, sert fiyat hareketleri görebiliriz. Bu sadece hisse senetlerinde değil; petrol, altın, tarımsal emtia ve hatta gelişmekte olan ülke para birimleri. Euro/dolar paritesi gibi en büyük işlem hacminin gerçekleştiği döviz piyasalarında bile bu etki görülebilir.

Bu perspektiften bakıldığında bu hafta ne olacak derseniz...

İMKB cephesinde piyasayı yukarıda tutmak isteyenlerle, satıp çıkmak isteyenler arasındaki “müsabakayı” büyük olasılıkla ilk grup kazanacaktır. Zira ikinci gruptakilerin önemli kısmı geçtiğimiz iki hafta içinde yüklerini boşalttılar, ya da azalttılar. İlk grup, yani piyasayı yukarıda tutmak isteyenler, poziyonlarını satıp çıkma imkânı olmayan (vergi ya da pozisyon büyüklüğü gibi sebeplerden) ve kağıt üzerindeki kârlarını yüksek göstermek isteyenler isteklerini daha yüksek sesle ve gerekirse parayı ortaya koyarak “dile getireceklerdir”. Bu ses ne kadar mı yüksek çıkacak?

İMKB 100’de düşüş trendinin yıl sonuna kadar durduğunu varsayabiliriz. Yükseliş diyemesek de düzeltme(!) nereye kadar sürer diye bakıldığında ilk hedef 67.125 seviyesi. Sonrasında 68.000 (şaşırtıcı bir şekilde düz rakam!) seviyesi önem kazanıyor. Ben bu seviyenin aşılmasını beklemiyorum. Ola ki aşılır ise o zaman “bulanık suyun balıkçıları” büyük bir sürüye rastlamışlar demektir ve 70 binin üzeri gündeme gelecektir. İhtimal düşük ama hafta içinde gelişmelere göre mutlaka bu konuyu yeniden ele almak gerekecektir.

Ola ki balıklar vurup, yemi kapıp gidecek olurlarsa sermayeden kayıplarla İMKB 100 düşük olarak 65.150’deki trendi test edebilir. Olabilir. Altı mı? Zorlama olacaktır. En azından yeni yıla kadar!

Borsadaki hareketi desteklemese bile kolaylaştıracak(!) bir başka gelişme de kur cephesinde olacağa benziyor. Kurlardaki gerilim şimdilik sona erdi! Bu hafta içinde dolar/TL kurlarında yukarıda belirtmiş olduğum sebep(ler)den dolayı bir geri çekilme yaşanacak. Bu sırada 1.5250 seviyesinin test edilmesi ihtimali yüksek. Döviz alanlar artacak mı? Bu hafta sanmam. Yok ola ki yabancılardan hadi TL’lerimizi satalım/döviz alalım diye bir “kalkışma” olsa dahi yerel bankalar ve tasarruf sahipleri 1.5650’yi “savunacaklardır”!

Bu arada kurdaki olası düşüş bu hareketinin paritedeki gelişmelerden bağımsız olacağını düşünüyorum.

Euro/dolar paritesinin 1.30’un üzerinde kalmasını bekliyorum. (en azından girmiş olduğum bir çok iddia bunu gerektiriyor!) Paritede bu yılın 1.2950’nin altına kapanması benim için sürpriz olur. (1.29-1.30 arasındaki bir kapanış beni sırf 3-6 ay önce girilmiş iddiaları kaydettireceği için üzecek tabii ki) Yukarıda 1.3220 önemli bir direnç halen daha...

Önümüzde yıl mı ne olacak? Önümüzdeki yıla dair tahminlerimi hafta içinde bu köşede bulabilirsiniz.

Senfonisini dinliyorum İstanbul’un, gözlerim kapalı...

Uzun zamandan beri bu kadar keyif aldığım bir klasik müzik konseri olmadı. 25 Aralık’ta Lütfi Kırdar’da Borusan Filarmoni, Fazıl Say’ın bestelediği İstanbul Senfonisi’nin İstanbul prömiyerini yaptı. Fazıl Say ile beraber.

George Gershwin’in “Rapsody in Blue” adlı eserinin seslendirildiği konserin ilk bölümünde, piyanoda Fazıl Say vardı. Müthişti. Piyano çalışını dinlerken adeta bir sonraki sürprizi ne olacak diye bekliyorsunuz. İzlemesi de dinlemesi de kadar keyifliydi.

Asıl konserin heyecanlandıran kısmı ikinci yarısıydı. İstanbul Senfonisi. Yaşamaktan gurur duyduğum bu şehrin de artık bir senfonisi var. Ben bu eserin, İstanbul’un “2010 Kültür Başkenti” olması hasebiyle bestelendiğini düşünüyordum. Öyle değilmiş. Fazıl Say’ın daimi sanatçısı olduğu Dortmund Konzerthaus tarafından kendisine sipariş edilmiş. Dünya prömiyeri de Almanya’da yapılmış.

Eser icra edilmeden önce büyük şef Gürer Aykal, Fazıl Say’a eseri ile ilgili sorular sordu. Dinleyenler için müthiş bir şanstı. Say, eserin bölümlerini, hikayelerini anlattı. Hikayeleri bilince dinlemekten çok daha fazla keyif alıyor insan. Eseri besteleyenle aynı sahneyi paylaşmanın zorluğunu Gürer Aykal; “Orkestranın ve orkestra şefinin en beğendiği besteci, ölü bestecidir!” diyerek dile getirdi.

İstanbul seslerini duyduğunuz, çok bize ait ezgilerin olduğu eserde Borusan Filarmoni’ye; ney, kudüm ve kanun gibi yine çok bize has olan çalıgılarımız da eşlik ediyor. Gurur duyarak ve de keyif alarak dinlediğimiz eser sonrasında Fazıl Say dakikalarca ayakta alkışlandı. Gururla karışık bir haz vardı. Hem sahne tarafında, hem salon tarafında...

İyi ki varsın Fazıl Say. Eline sağlık.

Borusan Holding’e de böylesi bir orkestra oluşturduğu ve ayakta tuttuğu için teşekkürler...

Yazının devamı...

İMKB’de dolar bazındaki kritik eşik!

BDDK Başkanı’nın “Bu sene de kâr dağıttırmayacağız” demesinin ardından Merkez Bankası’nın (MB) attığı adımlar borsadaki bankacılık sektörüne satış getirdi. Ben her zamanki gibi bunların “mazeret” olduğunu düşünüyorum. Zira, yıl sonuna yaklaşmışken hazır Türk piyasaları da bu kadar kârlıyken birileri bu kârlarını realize etmeyi tercih etti.

Hızlanmasında BDDK ve MB’nin payı olabilir. Ancak Türkiye’nin de geçtiğimiz aylarda hem gelişmiş, hem de diğer gelişmekte olan ülkelerden çok daha iyi performans gösterdiğini unutmamak gerek. Dün bir okurum uzun mesajının bir yerinde “Seçimlerden sonra en az 100.000’e gidecek borsaya bu düşüş yakışmadı” diye yazmış. Kendisi ile de paylaştığım üzere; kimse Türk piyasaları diğerlerinden “pozitif ayrışırken” nedenlerini sorgulamadı. O yükselişleri “normal” kabul edenler, şimdi bu düşüşün “anormal” olduğunu düşünüyorlar. Bana kalırsa yaşanan Türk piyasalarının son aylardaki pozitif ayrışmasının yerini “normale” (yeni normale değil) bırakıyor olması. Bir başka deyişle olması gereken, “doğala yakınsıyoruz”. Diğer piyasalardan bu denli ayrışacak bir icat mı yaptık, bir teknoloji mi geliştirdik, petrol ya da cari açığımızı hızla kapatacak bir maden mi bulundu yurdumun cennet köşelerinin birinde?

Benim duyduğum hiçbiri olmadan yaşanan bu aşırı iyimserliğin “naçizane” bir düzeltmesidir bu yaşananlar. Sağlıklıdır da ayrıca. Bölge lideri Türkiye söylemlerini de bozmaz, merak etmeyin. Kaldı ki bu kadarcık bir düşüşle bozulacaksa da zaten yeterince güçlen(e)memişiz demektir.

Yaşanan bu düzeltme sırasında dün teknik olarak kritik seviyelerden birinden dönüldü. Neydi bu kritik seviye? İMKB’nin dolar bazındaki 200 günlük hareketli ortalamasıydı (HO). 2009 yılı Mart ayından bu yana süregelen yükseliş trendi Cuma günü aşağı yönde hem TL hem de dolar bazında kırılmıştı. TL bazında 200 günlük HO’ya daha var. Ancak 4.01’deki dolar/cent bazındaki seviyeye dün itibarıyla gelindi. Anlık da olsa altına inilse de kapanış bu “kritik” seviyenin üzerinde oldu.

Dikkati çeken bir başka nokta da endekste en fazla ağırlığa sahip olan bankacılık sektörü hisselerinin kendi 200 günlük HO’larının altına inmiş olmasıydı. Önde gelen “hacimli” banka hisseleri hem TL hem de cent bazında bu seviyenin altına inmiş durumda. Üstelik bu hareket yüksek hacimle gerçekleşmiş durumda!

Bugün MB, 2011 yılı para ve kur programını açıklayacak. Ola ki son alınan önlemlerin bazılarının yumuşatılacağına dair; dolar/TL’nin 1.56’ya gelmesi mutlaka bazı rahatsızlıklar yaratmıştır; belli belirsiz de olsa geri dönüleceği izlenimi oluşur ise piyasalarda kısa süreli de olsa bir toparlanma olacaktır. İMKB 100 Endeksi’nin de 200 günlük HO’nın altına inmemiş olması bu toparlanmayı “haklı” çıkaracak iyi bir dayanak olacaktır.

Çok uzun ömürlü olur mu? Sanmıyor. Kısa süreli çıkış hem küçük bir “çıtır” imkânı, hem de yılı iyi kapatma adına iyi bir haber olacaktır. Hacimli satışların etkilerini önümüzdeki günlerde daha fazla hissedeceğiz!

Yazının devamı...

5 ayın zirvesine çıkan dolar 1.60 TL’yi de geçecek mi?

Ekonomiye yön veren kurumların peşpeşe açıkladığı kararlar, piyasalarda dalgalanmaları artırdı. Dolar 1.55 TL ile son 5 ayın zirvesine çıktı, İMKB düşüşe geçti. Dolarda bu hafta 1.5475-1.5540 seviyesi kritik. Yurtdışında yılı iyi kapatma gibi değişik sebeplerle yükselişler olsa da artık İMKB için önümüzde ciddi bir düzeltme var! Nereye kadar varacak? İlk tahminim İMKB’de ana hedef: 59.750, 60.000

Geçtiğimiz hafta Türk finans piyasaları açısından oldukça hareketliydi. Merkez Bankası (MB) politika faizlerini 50 baz puan indirdi. Daha çok politik olduğu tartışılan bu kararı kredi talebini artırmaması, iç talebi daha da coşturmaması için beraberinde bazı ek kararlar alındı. Ben bunları faiz indimine karşı “panzehir” olarak adlandırıyorum. Neydi bunlar diye hatırlamakta fayda var.

Merkez Bankası önce mevduatlar için yine Merkez Bankası nezdinde tutulacak karşılık oranlarında değişiklik yaptı. Kısa vadeli olan mevduatlarda 200 baz puana kadar varan artışlar yaparken, 1 yıl ve daha uzun vadeli mevduatların karşılıklarını yüzde 6’dan 5’e düşürdü. Döviz tevdiat hesapları için olan karşılıkları değiştirmedi. Standard Ünlü’den Ercan Uysal’ın hesaplamasına göre; karşılık artışının bankacılık sektörüne ortalama maliyeti 139 baz puan olacakmış. Bankacılık sektöründeki TL mevduatlarının ortalama vadesinin 1 aya yakın olmasından dolayı yıllık ve daha uzun vadeli mevduattaki indirim kısa vadede önemli bir etki yaratmayacak. Karşılık artışı kısa vadede daha etkili olacak.

Peşpeşe gelen önlemler

Merkez Bankası’nın beklentisi bankaların bu maliyet artışını kredi faizlerine yansıtması. Bankacılık sektörü karşılıklar yüzde 5.5’ten 6’ya çıkarken ortaya çıkan maliyeti sineye çekmişlerdi. Büyük ihtimalle rekabet nedeniyle yeni artışı da sineye çekebilir. Bir başka deyişle Merkez Bankası’nın beklentisi kısa vadede hayata geçmeyebilir. Önümüzdeki yıl; bu yılki kârı yakalamakta zorlanacağını şimdiden dile getirmeye başlayan sektör karşılık artışının maliyetini yansıt(a)maz ise korkarım Merkez Bankası daha da “sertleşebilir”. Yeni yılın başında karşılıklarda yeni artışlar gelebilir.

Cuma günü açıklanan diğer iki “panzehir” Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’ndan (BDDK) geldi. Kredi kartlarındaki minimum ödeme tutarı 15 bin TL’ye kadar limiti olanlarda yüzde 25, 15-20 bin TL arasından yüzde 30 ve 20 bin TL üzerindekiler için yüzde 40 olarak belirlendi. Yeni verilen kredi kartları içinde düzenlemeler yapıldı. Kredi kullanımını “teknik olarak” azaltmayı amaçlayan bu düzenlemenin yanı sıra BDDK bireysel mortgage kredilerinde maksimum kredilendirilebilecek rakamı tutarın yüzde 75’i ile sınırladı. Ticari gayrimenkul alım için verilen ticari kredileri de gayrimenkulün değerinin yüzde 50‘si ile sınırladı.

MB kararı borsayı vurdu

Faizleri indirme gerekçesini “hızlı büyüyen bir ekonomide oluşan cari açığın, faiz indirimiyle daraltılması”na dayandıran Merkez Bankası’nın aldığı kararlar geçtiğimiz hafta hem TL’yi hem de İMKB’yi vurdu!

Aralık ayının ilk haftasında BDDK Başkanı Tevfik Bilgin’in banka kârlarını bu sene de dağıttırmayacağız açıklamasıyla İMKB’deki “sihir” bozulmuştu. İMKB başta olmak üzere Türk piyasaları diğer piyasalardan “negatif ayrışmaya” başlamıştı. Merkez Bankası’nın bundan sonra izleyeceği politikaların yaratacağı “oynaklık” endişesi ise işin tuzu biberi oldu ve İMKB Mart 2009’dan bu yana süregelen yükseliş trendinin de altına indi. (Geçtiğimiz hafta başındaki yazımda bu tehlikeye(!) dikkat çekmiştim.) Kırılmanın Cuma günü yani haftalık bazda da olması bu kırılmanın “tamir edilmesini” zorlaştırıyor!

Negatif ayrışma borsa endeksleri bazında görüldüğü gibi, para birimlerinde de rahatlıkla görülebiliyor. Türk Lirası dolar karşısında; Brezilya reali (ekürisi G.Afrika Randı) Macar Forinti’nden (ekürileri Polonya Zlotisi ve Çek Korunası) çok daha fazla değer kaybetti geçtiğimiz hafta.

Parite hareketine dikkat!

Bu hafta için dolar/TL kurlarında 1.5475-1.5540 bandı önemli. Bu seviyenin (euro/dolar paritesinin 1.3110’un altına kararlı/kalıcı şekilde inmediği varsayımıyla) korunacağını düşünüyorum. Ola ki yukarı geçilecek olur ise önce çok da “sağlam olmayan” 1.5650 ardından da 1.6050-1.6185 seviyeleri resmin içine girecektir ki, bunlar için henüz daha erken diye düşünüyorum. Zira piyasaların, yabancı yatırımcıların ve yeni dönemde nasıl bir rota çizeceğini düşünenler, başladığız yere göre yaklaşık yüzde 12 “değer kaybeden” TL’de durup düşüneceklerdir.

İMKB’de yükseliş trendi kırıldı

İMKB’nin işi daha zor. Zira uzun süre “destek” görevi gören ancak Cuma günü “kararlı bir şekilde” kırılan trend önümüzdeki günlerde “direnç” halini alacaktır. Pazartesi günü 64.765’den geçen trend çizgisinin günlük değeri hergün yaklaşık 95 puan yükseliyor. Arasıra; yurtdışındaki “Noel Baba rallisi”, ya da yılı iyi kapatma gibi değişik sebeplere yükselişler olsa da artık borsa için önümüzde ciddi bir düzeltme var!

Nereye kadar varacak? İlk tahminim 59.750, 60.000 (düz) ana hedef seviyesi. Öncesinde, yılsonuna kadar 61.750 “ara durak” olsa da ilk ana hedefe yakın zamanda varılacak gibi görünüyor. Bu hareket Türkiye piyasalarının önceki aylardaki “pozitif ayrışmasının” köpüğünü alacaktır!

Yazının devamı...

Merkez faizi indirdi ekonominin daha ısınmasından korkup panzehiri verdi

Merkez Bankası politika faizlerini 50 baz puan indirdi. Sonra da bu faiz indiriminin kredi talebi ve nihayetinde enflasyon yaratmaması için “panzehirleri” ivedilikle devreye soktu.

Önce kısa vadeli mevduatlar için olan karşılık oranlarını arttırdı. Her ne kadar 1 yıl ve daha uzun vadeli mevduatların karşılıklarını yüzde 6’dan 5’e düşürse de bankacılık sektöründeki TL mevduatlarının ortalama vadesi bir aya çok yakın olmasından dolayı kısa vadede önemli bir etki yaratmayacak. Karşılık artışı kısa vadede daha etkili olacak.

Merkez’in beklentisi bankaların bu maliyet artışını kredi faizlerine yansıtması. Bankacılık sektörü karşılıklar yüzde 6’ya çıkarken ortaya çıkan maliyeti sineye çekmişlerdi. Beklentim, önümüzdeki yıl kârların düşeceği endişesiyle

artacak rekabet nedeniyle de yeni artışı da sineye çekecekler. Bir başka deyişle Merkez Bankası’nın beklentisi hayata geçmeyebilir, bu durumda yeni karşılık artışlarını beklemek gerek.

Faiz indiriminin iç talebi körüklemesini engellemek için Merkez, kredi kartlarının minimum ödemelerine de sınır getirdi. 15 bin TL’ye kadar olanlarda minimum ödeme tutarı yüzde 25’e 20 bin TL’nin üzerindekilerde de harcamaların yüzde 40’ının ödenmesi zorunluluğu getirdi. Bir başka deyişle kredilendirilen kısmı azaltmaya gitti.

Son “panzehir” BDDK’dan geldi. BDDK da bireysel mortgage kredilerinde maksimum kredilendirilebilecek rakamı tutarın yüzde 75’i ile sınırladı. Ticari mortgage kredilerinde ise bu tutar yüzde 50 ile sınırlandırıldı.

Tüm bu tedbirler; “hızlı büyüyen bir ekonomide oluşan cari açığın, faiz indirimiyle daraltılması” gibi yepyeni bir “tedbir” uygulamaya başlayan Merkez Bankası’nın muhtemel “aşırı ısınmayı” şimdiden önleme çabasıdır.

İşe yarayacak mı? Bu “deneyi” hep beraber göreceğiz. Benim şüphelerim var! Ama ola ki başarılı olur, dünya literatürüne yepyeni bir “Türk deneyimi” kazandırılabilir.

Merkez Bankası’nın ve BDDK’’nın kredi pastasının büyümesinden rahatsızlık duyduğu malum. Her ne kadar aşırı tedbirlere gerek olmadığını belirtseler de aldıkları böyle minik minik tedbirlerle faiz indiriminin yaratacağı yan etkileri azaltma yoluna gitmek istiyorlar. Tutarsa ne ala...

Aksi takdirde ortaya çıkacak maliyet çok ciddi olabilecek!

Yazının devamı...

ABD’ye yardımcı olmalı mıyız?

Bugün Merkez Banası’nda “tarihi bir toplantı var! Kararı yarın yorumlayacağım. Bugün farklı bir konudan bahsetmek istiyorum. TÜSİAD’ın aylık Görüş Dergisi’nde Stanley Fischer ile yapılmış bir söyleşi vardı. Halihazırda İsrail Merkez Bankası Başkanı olan Fischer, bizim yaşadığımız 2001 krizi sırasında IMF 1. Başkan Yardımcısı idi ve bizim dalgalı kura geçmemizi öneren kişi olarak bilinir.

Söyleşide Fischer kur savaşlarına dair soru üzerine, “Bugüne kadar gelişmekte olan ülkeler batı ekonomilerinde yaşanan finansal istikrar sayesinde ihracatlarını artırabilmişler ve bu durumdan yararlanmışlardır. Şimdi ABD’nin ödemeler dengesinde düzelme olması gerekiyor. ABD’ye büyümesi için fırsat verilmesi gerekiyor. Gelişmekte olan ekonomiler de para birimlerinin değerlenmesine izin vererek bu sürece destek olmalılar. Böylelikle ABD ihracatını artırabilir. Her ne kadar bu şimdiye kadar Çin’e yönelik bir argüman olarak dile getiriliyor gözükse de aslında diğer yükselen piyasa ekonomileri için de geçerli. Bu argüman, Kore, Malezya, Tayland, Brezilya, Arjantin için olduğu kadar Türkiye ve İsrail için de geçerli. Bizler de kurun değerlenmesine izin vererek küresel dengesizliklerin giderilmesine katkıda bulunmalıyız” demiş. Bizim yardımımıza mı ihtiyacı var ABD’nin? Nerden mi çıktı bu sorular...

Bernanke’nin doktora programındaki danışmanı da olan İsrail MB Başkanı “Helikopter Ben”i 1929 Büyük Buhranı’nı en iyi bilenlerin başında gelen birisi olarak bu krizi yöneten kişi olmasının büyük bir şans olduğunu söylüyor.

Aşırı kredi büyümesi ve denetimsiz mali yapılar yardımıyla yaratılan balonların ülkesi ABD’ye gelişmekte olan ülkeler de paralarının değerli hale gelmesine izin vererek yardımcı olmalıymışlar. Kriz sonrasında ilk faiz artıran İsrail’in Merkez Bankası’nın Başkanı olarak Fischer hem ekonomi literatüründe hem de merkez bankacılığında ne yaptığı yakından takip edilen bir isim. Yapmış olduğu “bir ucundan da biz tutalım” önerisi Amerika’nın piyasaları dolara boğmasıyla ister istemez hayata geçiyor. Peki bir seçenek verilseydi “gönüllü” bir destek söz konusu olur muydu?

ABD finansal sistemini; yaşanmış krizin tekrarı yada benzerinin yaşanmaması için; yeniden düzenlemiş olsaydı düşünülebilirdi. Ancak ortada hemen hemen hiçbir ciddi iyileştirme yok. Üstelik de krizin harı geçtiğinden firsat da kaçmış durumda. Yeniden yaşanmayacağına dair hiç bir vaat (bile) yok. Nasıl olacak da bizler (diyelim ki yaptık) bu yardımı yaptıktan sonra ABD yeniden dünyayı yeni bir krize sokmayacak?

Denebilir ki Hollanda’da 18. yüzyıldaki lale çılgınlığından bu yana bu krizler tekrar tekrar yaşanıyor. Yenileri de gelecek. O zaman neden ABD’ye destek olunmalı?

Bir daha yapmayacaklarına söz versinler yardımı düşünelim... Fischer kur savaşlarının, ticaret savaşlarına dönmesini beklemiyor. “ABD diğer ülkeleri, kendi para birimlerinin değer kazanması konusunda ikna edemeyince, bu tür korumacı politikalara dönebiliyor. Hepimiz umudu bunun olmaması. Bunun için de küresel dengelerin şöyle ya da böyle, bir biçimde sağlanması gerekiyor. Çok uzun yıllar korumacılığın tırmanmasını önledik. Umarım bu durum devam eder. Ama eğer kurlarda gerekli düzeltme olmazsa, dünyada korumacılık yönündeki baskılar güçlenecektir” diye eklemeyi de ihmal etmiyor!

Rezerv para meselesindeki saptamaları da uzun vade için önemli. “Çin parası bir gün rezerv para haline gelebilir.

Ama bu kolay olmayacak. Çünkü sermaye kontrolleri, rezervlerin ihtiyaç anında kullanılmasını engeller.

Paranızı almak istediğinizde “Pardon şimdi rezervleri ülkeden çıkartmanız için uygun bir zaman değil” lafını duymak istemezsiniz. Doların farkı burada. Ne zaman ihtiyacınız olsa dolar bulabilirsiniz. Sterlin için de aynı şey. Euro için de aynı şey. Şu anda rezerv para olarak çoklu bir sistemin zaten olduğunu düşünüyorum. Uluslararası rezervlerde ‘euro’nun payı çok yüksek. Bu yüzden tek rezerv paranın olduğu bir sistemde değiliz. Bir tane çok güçlü bir rezerv paranın olduğu bir sistemdeyiz.”

‘Çin parası yeni rezerv para olacak, doların tahtı sallanıyor’ söylemine karşı benim gibi, bunların olmasına daha çok var diyenleri destekleyen bir söylem.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.