Şampiy10
Magazin
Gündem

Ey Türk çiftçisi pamuk ek!

Tüm emtia fiyatlarında ciddi artışlar yaşanıyor. Geçtiğimiz hafta içinde gümüş, pamuk, kahve, bakır yeni rekorlarını kıran emtialardan birkaçı. Her ne kadar Bernanke emtialardaki artışı bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin yarattığı talebe bağlasa da ben de asıl sebebin Fed Başkanı olduğunu düşünüyorum. Onun “etrafa saçtığı” likiditeyi bol ve bedava bulan yatırım bankaları ve hedge fonlar, emtia piyasalarına girerek spekülasyona başladılar. Baktılar ki karşılarında kimse durmuyor, gemiyi iyiden iyiya azıya aldılar.

2008 yılında petrolde “yazdıkları” hikayelerin benzerini şimdide yok pamukta, yok şekerde, yok bakırda yazabiliyorlar. Petroldeki “peak oil-zirve petrol” hikayesini artan Çin talebi nedeni ve arz kısıntısı nedeniyle bakır ve pamukta yazdılar. Şimdilik kimse Çin’in bu fiyatlardan bu hammaddeleri alıp üretim yaptığını teyit etmiş değil.

Peki bu rekorları ilelebet sürdürebilecekler mi?

Mümkün değil. Petrolü 45 dolardan 145 dolara çıkaran hikayeler eninde sonunda çöktü ve petrol krizi sırasında 35 dolara kadar geriledi. İki yılın sonunda ancak 100 doların üzerine çıkabildi. Korkarım pamukta da benzer bir tablo ortaya çıkacak. Ya pamuk ekimi hızla artacak; zira bu fiyat kârlı hale gelecek ya da sentetik elyaflar gibi alternatif hammaddeler daha fazla öne çıkacak!



Bu değişim zaman alacaktır. Bu da Türkiye gibi bir tekstil ülkesi için ciddi bir risk. Hem fiyat hem de tedarik riski.

Diğer yandan da cari açığı artırıcı bir unsur. Eskiden pamukta kendi kendine yeten bir ülkeydik. Ancak son yıllarda 400 bin tonluk üretime karşın, 1.300 tonluk tükettiğimiz için ciddi bir ithalatçı haline geldik.

Halbuki bir tekstil ve de tarım ülkesi olarak; bu denli yüksek fiyatlardan ithalat yapmaktansa kendi pamuğunu üretme şansına sahibiz. Belki hemen tüm ihtiyacımızı karşılamayaız ancak bir yerden başlamamız gerek. Tarım bakanlığı acele etmeli!

Çiftçinin talebi; uygun koşullarda tohum, gübre ve tarlayı işleyip, ürününü pazara getirebilmek için akaryakıt temin edilmesi. Diyebilirsiniz ki bu talepler yeni değil. Ama artan fiyatlar sonrasında işin aciliyeti arttı. Pamuk ekimi, geçtiğimiz yıllarda hiç olmadığı kadar kârlı hale geldi! Özellikle de “endüstriyel tarım” yapan çiftçilerimiz için önemli fırsatlar sunar hale geldi pamuk. Nisan-Mayıs pamuk ekim dönemi. Devletin alacağı önlemler ve teşviklerde hızlı davranması gereken bir dönemdeyiz. Ette olduğu gibi pamuk başta olmak üzere tarımsal üretimde de sorun yaşamayalım.

Ey VOB... Çiftçiye yardım et!

Diyelim ki tarım bakanlığı ve çiftçiler cari fiyatları cazip bulup bu işe girdiler; pamuğu ektiler, suladılar, çapaladılar, ara yaptılar. Aylardan Ağustos oldu. Ya bu fiyatlar tıpkı petroldeki gibi tepetakla düşerse o zaman çiftçilerin hali nice olur? Tarlayı söksek, sökemezsin!

Yaptığın “mesarif” bir tarafa, yerine ne ekeceksin? Artık bunun da bir çaresi var: Vadeli kontratlar. Her ne kadar “çalışmıyorsa da” VOB’da pamuk kontratı var. Lisanslı depoculuk olmadığı için çalışmadığı söylense de VOB; İMKB 30 endeks kontratının tatlı kazancından bunları hayata geçirmeye bir türlü fırsat bulabilmiş değil!

Çiftçilerin korunması için VOB bu kontratların hayat geçmesi için ne gerekiyorsa yapmalı. Yapamıyorsa da ABD pamuk kontratlarının Türkiye’de işlem görebilmesi için gerekli altyapıyı hazırlasın. Hem çiftçiye hem de sanayiciye faydası olsun!

Yazının devamı...

Merkez Bankası’ndan el freni!

Dün Merkez Bankası nezdindeki Para Politikası Kurulu (PPK), 1 haftalık politika faizlerinin yüzde 6.25’te sabit tutulmasına karar verdi. Zorunlu karşılık artışın dair Banka Meclisi’ne herhangi bir tavsiye de çıkmadı. Büyük olasılıkla zorunlu karşılık artışı bu ay gelmeyecek.
Anlaşılan MB ani bir el freni ile “bekle-gör” politikasına geçmeye karar verdi.

Toplantı sonrasında yapılan açıklamada, “Merkez Bankası’nın Kasım ayından bu yana aldığı tedbirler özellikle ithalat talebindeki yavaşlama kanalıyla toplam talebin bileşimini dengeleyerek makro finansal riskleri azaltmaktadır. [Kurlardaki yükselişin cari açığı daraltıcı etki yapması umuluyor] Bunun yanı sıra, alınan parasal sıkılaştırma kararları enflasyon üzerindeki iç talep kaynaklı baskıları sınırlayacaktır. [En azından umuluyor, “bekle-gör” politikasınını dayanağı] Bununla birlikte, enerji ve diğer emtia fiyatlarında gözlenen hızlı artışların enflasyon üzerinde arz yönlü ilave bir risk unsuru teşkil ettiğine dikkat çekilmiştir. [Faiz indirimlerinde durmanın “resmi” sebebi!]”deniliyor.

Merkez Bankası’nın hızlanan ekonomiyi yavaşlatma, buna bağlı olarak artan ve işler sarpa sardığında risk olarak algılanabilecek cari açığı zapt-u rapt altına alma konusunda adımlar atması yerinde bir uygulamaydı. Bunun için parasal sıkılaştırma, MB tarafından uygulanabilecek öncelikli stratejilerden birisi. Bunun için karşılık oranları artırılması da ilk başvurulacak önlem. Kafaları karıştıran ve tüm bu söylemlerle “çelişen” kısmı, politika faizlerindeki indirimdi (gecelik faizlerdeki indirim son derece yerinde ve kendi içinde tutarlıydı). Hadi diyelim ilk defasında 50 baz puanlık bir “sürpriz” indirime gidildi. Madem bu ay el freni ile sert bir şekilde “durulacaktı”, geçen ayki indirim neyin nesiydi? MB deseydi ki; “Fazileri sabit tutup, karşılıkları artıracağız ve verileri izleyeceğiz” piyasalardaki kafa karışıklığı bu denli büyük olmazdı.

Anlaşılan kafa karışıklığının artmasıyla gelen oynaklıktan MB rahatsız oldu ki bu ay durma kararı aldı. Rahatsız olmasaydı, Londra’ya kadar giderek anlatmak zorunda kaldıkları politikayla “tutarlı” olmak adına; dün de politika faizleri 25 baz puan indirmesi, beraberinde de karşılık oranlarını artırması gerekirdi.

Bu arada parasal tarafta atılan adımlar, mali taraftan desteklenmiyor. Hükümet düşen faiz harcamaları ve artan tüketim (MB’nin azaltmaya çalıştığı bu değil miydi?) vergilerinden sağlanan avantaja rağmen kamu harcamalarında (seçim sath-ı mahallinde olmamız sebebiyle) herhangi bir kısıntıya gidiyor değil. Merkez Bankası’nın hem finansal istikrarı hem de fiyat istikrarını hedefleyen yeni politika oluşumu ; torba yasa gibi “esneticilere/gevşeticilere” değil gerçek anlamda “sıkılaştırıcı” etki yaratacak disipline ve kamu cephesinden gelecek ciddi desteğe muhtaç.

MB’nin son “deneysel politikası” ancak böylesi bir destek gelecek olur ise (belki) başarılı olabilir.

Yazının devamı...

Merkez Bankası faiz indirimine bu ay da devam edecek mi?

MERKEZ Bankası’nın yarınki Para Politikası Kurulu toplantısında faizleri değiştirmeyeceğini bekleyenlerin sayısı son günlerde artmaya başladı. Ancak Merkez Bankası mademki bu yola girdi, en azından bu haftaki toplantıda politika faizlerinde 25 baz puanlık indirim, zorunlu karşılık oranlarında da yine artırım yapması gerekiyor

Cuma günü BDDK kriz sırasında sorunlu hale gelen kredilerin banka bilançolarına getireceği yükü hafifletecek uygulamalarına son verdi! Sorunlu kredilerin yeniden yapılandırılması, sermaye yeterlilik oranı yüzde 16 ve üzerinde olan bankalar için uygulanan genel karşılık oranının sıfır olarak uygulanması gibi “kolaylaştırıcı” uygulamalara 1 Mart 2011 itibarıyla son verildi. Son haftalarda gerek Bakan Ali Babacan, gerek Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz tarafından sıkça dile getirilen, ilgili kurumlar arasındaki işbirliği adına yeni bir adım daha atılmış oldu.

İşbirliği çabaları yolunda

BDDK’nın kararı kriz öncesine dönülmesi anlamına geliyor. Bir anlamda bankaların sorunlu kredileri konusundaki esneklikleri konusunda daraltıcı bir yapıya geri dönülürken, sermaye yeterlilik hesaplamalarında daha “katı” olan eski yapıya dönülmüş oluyor. Bankacılık sektörü açısından çok şey değişecek mi? Sanmam! Son BDDK raporuna göre, 31 Aralık 2009’da 397 milyar TL olan krediler 7 Şubat haftasında 539 milyar TL’ye ulaşmış. Yüzde 36’lık bu artışa karşın 2009 yıl sonunda yüzde 5.16 olan sorunlu kredilerin toplam kredilere oranı yine 7 Şubat itibarıyla yüzde 3.53’e gerilemiş. Sorunlu kredilerin hem oran hem de miktar (!) (Yeni düzenleme sonrasında her ikisi de olumsuz yönde ancak sınırlı olarak değişecektir!) olarak düşüyor olması BDDK’nın bu kararı almasını kolaylaştırmıştır.
Bu karar bankaların sermaye yeterlilik oranlarını dolaylı olarak etkileyeceğinden kredi verme konusunda bir kez daha düşünmelerini, en azından hesaplarını bir kez daha yapmalarını sağlayacaktır. Bu da Merkez Bankası’nın izlediği politikaya bir anlamda destek olacaktır. MB faizlerini indirmesine karşın zorunlu karşılıkları artırarak ne yapıyor? Bankaların kredi için kullanabilecekleri kaynakları azaltıyor. Karşılıkları BDDK tarafından yeniden eski haline getiriliyor olması da bir anlamda bankaların ellerindeki kaynakları azaltmaya yönelik bir uygulama. BDDK, dolaylı olarak Merkez’e yardımcı oluyor, Bakan Babacan’ın sözünü ettiği işbirliği çabalarına uygun bir adım atıyor.

Kredilerde yavaşlama yok

Bu haftanın yerel piyasalar açısından önemli olayı MB’nin 15 Şubat Salı günü yapacağı PPK toplantısı. Bu toplantıda faizi değiştirmesini beklemeyenlerin sayısı geçtiğimiz haftanın ikinci yarısında artmaya başladı. Hele hele zorunlu karşılıkları artırmayacağını düşününlerin sayısı daha da fazla artmış olmalı ki, bonolara ciddi bir alım geldi! Naçizane görüşüm, politika faizlerini indirip, zorunlu karşılıkları artırmaya yönelik bu “deneysel” politikaya sırf faizler ve kur yükseldi diye ara verilecek ise, bir çok yatırımcının “madem korkacaktı Merkez, neden o zaman bu politikayı uygulamaya koydu” şeklinde sorular sormasına neden olacaktır!

MB madem bu yola girdi, en azından bu haftaki toplantıda da devam etmeli. 25 baz puanlık bir indirim (ki enflasyon yine MB’nin belirttiği üzere bu politikaya “destek” olmaya devam ediyor!) ve Banka Meclisi’ne zorunlu karşılıkları artırmak yönünde bir karar çıkmalı! Zira kredilerde gözle görünür bir yavaşlama söz konusu değil. Otomobil satışları Ocak ayında (normalde amortisman sebebiyle Aralık ayında beklenirken...) rekor kırıyor, tüketici kredilerinde gözle görünür bir yavaşlama yok! Eğer kurlardaki ve bono faizlerindeki artışlardan ürktüğü için “kendi politikasından uzaklaşan” bir MB piyasa katılımcılarına yanlış mesaj verecektir. Çok değil daha birbuçuk hafta önce Londra’da ‘faiz indirimlerine devam’ mesajı veren ve daha önceki indirimlerini “ne pahasına olursa olsun” savunan MB, bu kez faiz indirip, karşılıkları artırmazsa (en azından sembolik olarak da olsa...) bir sonraki adımını anlatmakta zorlanacak, piyasanın kendisine olan güvenini sorgulamasına neden olacaktır. Herşeyden öte, yeni başkanının kendi kredibilitesini oluşturmak için çok daha fazla çaba sarfetmesine neden olunacaktır!

Mübarek’in istifası petrol piyasasına nefes aldıracak

Mübarek’in istifası, Mısır’daki hayatın “normale dönmesi” konusunda önemli bir eşik idi. Bu karar aynı zamanda petrol piyasasındaki “arz belirsizliği” endişelerini de azaltacaktır. Ne de olsa Mısır Ordusu, ABD’nin “himayesinde” ve büyük patronun çıkarı da Süveyş başta olmak üzere petroldeki arz güvenliğinin mutlaka temin edilmesinden geçiyor. Bu nedenle bu hafta içinde petrol fiyatlarında; özellikle Brent’te aşağı yönlü bir seyir izleyebilir, 100 doların altına inildiğini görebiliriz.
Mısır meselesinin en azından bir süreliğine gündemden düşeceğini düşünmek hatalı olmaz. Gerginliğin azalması hem ortadoğu, hem de bizim de içinde bulunduğumuz bölgeye yakın gelişmekte olan ülke borsalarının geçtiğimiz hafta yaşadığı kayıpların bir kısmını geri almasını sağlamak açısından önemli olacaktır.

İMKB 100 Endeksi’nde geçtiğimiz hafta 200 günlük hareketli ortalamanın (HO) altına ilmişti. Bu haftanın başında kısa süreli bir topralnma yaşanabilir. Dolar/TL kurlarındaki muhtemel “yumuşama” ile birlikte Cuma günü 4.08 dolar/cent bazında kapanan İMKB 100 Endeksi’nin önce 4.12’deki 200 günlük HO ve ardından da 4.25’teki 50 günlük HO ortalamayı test etmesi ve hatta 4.33 cent seviyesindeki “boşluğu” da kapatacak tarzda bir yükeliş göstermesi söz konusu olabilir. Ancak bu yükselişlerin yeni bir yükseliş trendinden çok, pozisyon azaltmak için kullanılması daha akılcı olacaktır.

Dolar/TL’deki muhtemel yumuşama mı?

Pazartesi günü 1.5790’dan geçen ve hergün 25 pip’lik yükseliş gösteren trendin aşağı yönlü kırılması durumunda önce 1.5650, ardından da sırasıyla 1.5550 ve 1.5350 seviyelerinin test edilmesi söz konusu olacaktır. Yukarıda ise halen daha 1.6070 TL seviyesi önemli olacak!

Yazının devamı...

Sepette TİM Başkanı’nın seviyelerindeyiz! Ya şimdi?

Geçtiğimiz yılın Ağustos ayının sonlarına doğru Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı Mehmet Büyükekşi, referanduma “Evet” diyeceklerini açıklarken yaptığı açıklamada “Bizim hesaplarımıza göre sepetin 3.87 olması gerekiyor. Sepet şu anda 3.44. İhracatçılarımızın canı çok yanıyor” demişti.

Başkan Büyükekşi, ‘1 dolar+1 eurodan’ oluşan “sepeti” kastediyordu. Paritenin 1.27, dolar/TL kurlarının da 1.52’lerde olduğu günlerden bugünlerde parite 1.36’ya yükselirken dolar/TL’de 1.59’lara geldi. Merkez Bankası’nın izlediği yeni “politika karma(şa)sıyla” oluşan belirsizlikle birlikte kurlarda yaşanan yükseliş sonrasında “sepet” 3.82 seviyelerine kadar yükseldi.

Şimdi mesele gelinen bu seviyede TİM’in tavrının ne olacağı? Bu seviyeyi de yeterli görmeyip, geçmişteki “zararlarını” tahsil etmek için kurların daha da yükselmesini mi talep edecek, yoksa bu seviyeleri “makul” kabul edip kur risklerini “hedge” edecekler mi?

Kurların artmasının 113 milyar dolarlık ihracata imza atan TİM üyelerine yardımcı olduğu aşikâr. Ancak 183 milyar dolarlık rakama ulaşması beklenen ithalatçılar açısından artışlar “yorucu” olsa gerek. Şunu da unutmamak gerekir ki, ihracat yapabilmek için gittikçe artan oranda ithalata bağımlı hale gelen bir üretim yapısına doğru gidiyoruz. Bu nedenle kurların artıyor olması, bundan 10 yıl öncesi kadar cari açığı kapatan bir etki göstermeyecektir. Neyse bu ayrı bir tartışma konusu.

Benim asıl merak ettiğim nokta, madem cari seviyeler TİM’in “uygun” diye düşündüğü seviyeler. Acaba TİM üyelerinin önümüzdeki dönemde ortaya çıkabilecek kur risklerine karşın kendilerini koruyacak ne gibi önlemler alıyorlar? Daha doğrusu önlem almayı düşünüyorlar mı? Bu konuda herhangi bir “kültür” değişimi görebilecek miyiz? Zira yine TİM’in kendi üyeleri arasında yapmış olduğu bir araştırmada üyelerinin yüzde 57’si kur risklerini yönetmek diye bir kavramdan haberdar değil.

Geçtiğimiz hafta içinda Halk Bankası ile birlikte kur risklerinin yönetilmesi için özel bir anlaşma yapıldı. Bu anlaşma daha çok bir ”imkân” niteliğinde. Hazır bu imkân varken TİM üyeleri bu seviyelerden hedge yapmaya başlanacaklar mı? En azından önümüzdeki birkaç aydaki ihracat bedelleri için... Ya da toplam risklerinin belli bir oranı kadar... Diyelim ki yüzde 25 ya da 50’sini hedge edecekler mi?

Yoksa yine kurlar yükselecek diye beklemeye devam edecekler mi?

3.87’ye az kaldı. Belki zirveyi yakalayamazlar ama, geçmiş bir kaç aydaki kurlarla yaptıkları ihracatta bugünlerde kârlılar. Bu kârlarının en azından bir kısmını “garantilemek” fena bir fikir olmasa gerek!

Yazının devamı...

Bono piyasası MB’yi yanlış mı anlıyor?

IMF’nin yeni Türkiye sorumlusu “notunuz artabilir” demesine, Merkez Bankası’nın neredeyse tam kadro Londra’ya giderek politikalarını anlatmasına rağmen; başta bono piyasası olmak üzere, piyasalar ikna olmuşa benzemiyor.
Merkez Bankası faizleri indiriyor, bono faizleri yükseliyor!
Merkez Bankası karşılıkları artırıyor, (doğal olarak fonlama maliyetleri arttığından) bono faizleri yükseliyor!
Borsadan para çıkıyor, bono faizleri yükseliyor!
Döviz kurları yükseliyor, bono faizleri yükseliyor!
Yılsonunu yüzde 7.11 bileşik seviyelerinden kapatan, yeni yıl ile birlikte alınmaya başlanan yeni pozisyonlar sebebiyle yüzde 6.79’a kadar gerileyen gösterge bono bileşik faizleri dün yüzde 8.61 bileşik seviyesine kadar yükseldi! Bono faizleri neden önemli? Yükselen faizler bir yandan beklentileri, diğer yandan ileriye dönük hesaplamaları ve eninde sonunda da kamu maliyesini etkiliyor.

Yüzde 8.40 seviyesinin yukarı yönde kırılmasıyla teknik olarak şimdiki hedef yüzde 8.80 seviyesi. Şimdilik kaydıyla geçen yılın Mayıs ayında; Başbakan’ın “IMF ile anlaşma yapılacak” haberi sonrasında; oluşan yüzde 9.81-9.61 arasındaki boşluğa kadar bir yükseliş ihtimali düşük görünüyor.

Yine de bu ihtimal piyasalardaki belirsizliğin devam ettiği bir ortamda sıfır değil.

Yükselişin dün de devam ediyor olması MB’nin yeni “politika karmasının” yani düşük faiz, yüksek zorunlu karşılık (yani kullanılabilir kaynağın daraltılması) piyasaların tanıdığı bir “karma” değil. Hele ki diğer merkez bankalarının neredeyse tamamı artan enflasyon (ve de endişeleri) nedeniyle faiz artırırken... MB bir yandan bu politikanın henüz daha sonuçlarını almadık bekleyin diyor, diğer yandan da gerekirse diğer kurumlarla birlikte “ek önlemler” de alınabileceğinden dem vuruyor. Bir anlamda kendisi belirsizliği artırıyor. İşin ilginç yanı MB’nin Londra sunumu sırasında belirttiği üzere 1 yıla kadar olan vadeler geriliyor, uzun vadeli faizler artıyor söylemi de durumu tam olarak ifade etmiyor. Zira kısa vadeli dönem 6 aya kadar uzanıyor, sonrasındaki vadelerde son kararlar sonrasında verim eğrisinde “paralel” bir yükseliş var. 6 aydan sonraki tüm vadelerde neredeyse 100 baz puandan fazla bir yükseliş gözleniyor.

Eğer piyasa MB’nin politikasına ikna olsaydı ya 1-2 yıl arasındaki vade ya da 5 yıldan sonraki vadedeki değişim farklı olurdu.

Merak ediyorum... MB; 1 haftalık politika faizlerini hiç değiştirmeden (gecelik borç alma faizlerinin yüzde 1.5’e düşürülmesi hariç) zorunlu karşılıkları artırsaydı hayat bugünden ne kadar farklı olurdu?

Yazının devamı...

Mısır bu hafta yumuşayacak!

Gıdaya dayalı emtia fiyatlarındaki artışın yanında Arap ülkelerinin sattıkları malların (petrol, doğalgaz gibi) fiyatlarının düşmesi Mısır’da patlak veren olayların nedeni konusunda ipucu veriyor. Yani Arap ülkeleri nette zarar ediyor, fakirleşiyor. Kıyamet de bundan kopuyor.

Geçtiğimiz hafta günlük piyasalardan uzak kalsam da Mısır’da yaşananları yakından takip etmek zorunda hissettim kendimi. Tunus, Fas derken halk ayaklanmalarının Kuzey Afrika ve Ortadoğu’yu hareketlendirmesi finansal piyasaları etkiledi. Kısa vadede petrol fiyatlarında artış, orta ve uzun vadede gelişmekte olan ülkelerden fon çıkışı olarak bu hareketlerin “yan etkilerini” göreceğiz.

Dünkü Milliyet gazetesinde Kadri Gürsel’in yazısının ne olduğunu ve neler olacağını net bir şekilde özetlediğini düşünüyorum. Gürsel yazısında sıralamış...

“Bir: Bu, bir diktatöre karşı patlayan bir halk ayaklanması; romantiklerin sandığı gibi devrim değil ve isyanın bir devrime dönüşme potansiyeli çok az. (Lideri ve de ideolojisi olmayan bu isyanın bir devrime dönüşme ihtimali bence de düşük!)

İki: Mısır rejiminin, bu halk ayaklanmasıyla çökmeyeceği anlaşıldı... “Rejimin dramatik biçimde kendi içine çökmesinin neden olacağı bir devrimci durumda, iktidar boşluğunun İslamcılar tarafından doldurulması” şeklinde özetlenebilecek dramatik senaryonun gerçekleşme ihtimali, şimdi sıfır değilse bile çok düşük.

Üç: Geçen günler, her lidersiz ve örgütsüz harekette yol açtığı gibi bu isyanın da enerjisini tüketecek. Ama isyanın enerjisi boşa harcanmıyor; görüldüğü gibi Mısır’da değişimin harekete geçmesine neden oluyor. Artık 15 gün öncesine dönüş imkânsız. Mısır’da ve dolayısıyla Ortadoğu’da hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Dört: Hüsnü Mübarek’in bundan sonra koltuğunda kalabilmesi, ancak tarihin insanlıkla dalga geçmesi olarak görülebilir. Mübarek gidecek gitmesine de hemen yarın değil. Mamafih arzuladığı biçimde Eylül’e kadar şu an sahip olduğu yetkileri ve gücü kullanarak tutunması da çok zor ve hatta olanaksız.

... Ne olup bitecekse, çerçevenin yukarıdaki dört kenar çizgisi dâhilinde cereyan edecek...”

Hafta sonu gelen haberler de bu varsayımları doğrular nitelikte. Gelen haberlere göre, Mübarek’in çaresizlik içinde 30 yıldan sonra bir ilk olarak Başkan Yardımcılığı’na atadığı Ömer Süleyman, aralarında “Müslüman Kardeşlerin” de olduğu muhalefet ile masaya oturuyor .

Çok büyük ihtimalle ilk turda bir sonuca varılmaz. Yine de görüşmelerin başlamış olması Mısır ve de finansal piyasalar adına iyi haber. Dün itibarıyla bankacılık sistemi çalışmaya başlamış. Gelen ilk bilgiler Mısır bankalarından bir “kaçış” yaşanmadığı yönünde. Ya çok daha önceden çıkan çıktı, ya da “sokaktaki adamın” bankalarda hesabı yok. İkincisi daha yüksek olasılık.

Herkesin aklında bu olayların neden şimdi başladığı sorusu var. Tunus, Fas, Yemen, Mısır, Ürdün... Arkası gelecek mi? Mısır düşerse, hiç süpheniz olmasın. Mısır’ın düşmesi ne demek? Muhaliflerin mevzi kazanması ‘Mısır düştü!’ demek için yeterli olacaktır. Arkası mutlaka gelecektir. Suudi Arabistan, emirlikler ve son durak: İran!

Ne oldu da bu olaylar başladı henüz tam olarak bir fikrim yok. Ancak yukarıdaki grafik “iyi bir sebebi” gösteriyor.

Mısır, pamuk, şeker, buğday, soya, kahve ve kakao vadeli kontratlarının ilk vade fiyatlarının toplamının 100’e bölünmesiyle oluşturduğum “AGRI paritesi” ile 19 emtiadan oluşan CRB endeksinin grafiği son “ayaklanmaların” sebebi konusunda ipuçları veriyor. AGRI; 2008 yılının Temmuz ayı başlarında 68.32 seviyesini görmüş ve bu yılın Ocak ayının 27’sinde 67.87 ile bir önceki zirvesine çok yaklaşmış.

2008 yılında benzer dönemlerde zirve gören ve içinde petrol ile doğalgazın ağırlıklı olduğu CRB endeksi henüz önceki zirvesinden çok uzaklarda. Önemli kısmı petrol veya doğalgaz ihracatçısı olan söz konusu Arap ülkelerinin sattıkları malın fiyatı düşerken, beslenmek için aldıkları malların fiyatları sürekli artıyor. Nette zarar ediyorlar, fakirleşiyorlar. Kıyamet de buradan kopuyor. Siyasi irade de bu konudaki hassasiyeti iyi yönetemeyince, aç insanlar hızla sokaklara dökülüveriyorlar.

Dolarda yükseliş sürecek mi?

Gerilimin azalmasıyla bu hafta petrol fiyatlarında ve de euroda bir parça gerileme görülecektir. Bizi yakından ilgilendiren ve Mısır’daki karışıklıklardan doğrudan etkilenen (Venezuela Petrol Bakanı’nın Süveyş kapanırsa 200 dolara çıkar dediği) Brent petrolünde 94.70-95.90 dolar seviyelerine kadar bir gerileme (kâr realizasyonu) görülecektir!

Euro/dolar paritesi her ne kadar Mısır ile doğrudan ilgili olmasa da geçtiğimiz hafta Trichet’nin enflasyona bağlı olarak bir faiz arttırımından söz edeceği beklentisiyle yükselen euro, bu hafta geçtiğimiz hafta elde ettiği kazanımların bir kısmını geri verecektir. 1.3725’in yukarı kırılmasıyla 1.3862’ye kadar yükselen ancak ECB toplantısı sonrası gerilemeye başlayan euroda bu hafta içinde 1.3480 ve hatta ardından da 1.3250 seviyelerinin görülmesi ihtimali var. Yukarıda ise 1.3925 seviyesi kritik. Şu veya bu sebeple bu seviyenin aşılması durumunda “düşük 1.40’lı seviyeler” dillere düşecektir. Mısır’daki gerilimin azalması TL üzerindeki baskıyı azaltacak, pariteye rağmen (!) dolar/TL kurlarını da bir parça geriletecektir. 1.6070 seviyesi kritik idi ve onca volatiliteye rağmen geçtiğimiz hafta bir gün hariç bu seviyenin üzerinde kapanış olmamış. Bu hafta başında 1.5830’un altına inilecek olursa 1.5540-90 seviyelerine kadar bir düzeltme görülebilir. 1.6070’in üzerindeki günlük kapanışlar yeniden 1.6350-1.6470 seviyelerinin önünü açacaktır!

Yazının devamı...

Sıkı bir düzeltme için iyi mazeret: Mısır!

KÜRESEL gelişmeler, ABD ve Avrupa piyasalarındaki sıkı bir düzeltme için “iyi mazeret” olarak kullanılacak. 8-9 haftadır sürekli yükselen piyasalarda kâr realizasyonu için uygun zemin ortaya çıktı. Bizim piyasalarımız, böylesi bir “düzeltmeden” ister istemez negatif etkilenecek.

Tunus, ardından Fas derken, kimse işin içine; 30 yıldır Hüsnü Mübarek tarafından yönetilen, İsrail’in “iş ortağı” ve bu ortaklık nedeniyle ABD tarafından “korunan, kollananan” Mısır’ın karışıklıklara dahil olacağını hesaba katmamıştı. “Ayaklanmanın” hem zamanlaması, hem de ilerleme hızı herkesi şaşırttı!

Yer yer yağmaların bile başladığı Mısır’da; Mübarek’in istihbarat şefini başkan yardımcısı, havacılıktan sorumlu bakanı da (eski hava generali) başbakan ataması ya da gece sokağa çıkma yasağı koyması meseleyi çözmeyecektir. Ok yaydan artık çıktı. Mübarek ne yaparsa yapsın; ne kendi, ne de ülkenin kaderini değiştiremeyecektir.

Mübarek’in en ciddi rakiplerinden ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın eski Başkanı ElBaradei’nin “ABD Mısır halkı ile rejimi arasında bir seçim yapmak zorunda kalacaktır” söylemi işlerin daha da karışabileceğine dair bir izlenim.

İşin ilginç tarafı, diğer Kuzey Afrika ülkelerindeki ayaklanmalardan farklı olarak, Ruşen Çakır’ın yorumuyla “siyasi islamın yaratıcısı ve lideri” Mısır’daki değişim, diğer islam ülkelerini de mutlaka etkileyecek olmasıdır.

Peki ne oldu da Kuzey Afika ve Arap ülkelerinde bir anda bu ayaklanmalar başladı ve “bulaşıcı bir hastalık” gibi hızla yayılıyor? Bu konuda iki sebep ilk anda aklıma geliyor. İlki; artan gıda fiyatları nedeniyle düşük gelir grubundakilerin isyanı... (bu medyada dile getirilen bir sebep idi) Diğeri de batı; krizden çıkabilmek için üretimlerini rahatlıkla satabileceği pazarlara/ülkelere ihtiyacı her zamankinden daha fazla arttı! Görece olarak kapalı ekonomileri; yeni pazar aç abilmek adına bu ayaklanmalara “destek” verildi! Oldukça “spekülatif” olan bu konuya önümüzdeki günlerde yeniden döneceğim.

Mısır meselesi en çok petrolü vurdu! Brent petrolde 100 dolara “çeyrek kaldı”, 99.73 dolar seviyesi görüldü. Eh, petrolde 100 doların eli kulağındaydı (gerçi ben WTI için bekliyordum ama brent aradan sıyrıldı). Bu hafta herhalde 100 dolara artık kayda da geçer. ABD ham petrolü de Cuma günü; 2009’dan sonraki en büyük sıçrayışını yaptı. O da bu ortamda yükseliş hareketine devam edecektir!

Küresel bu gelişmeler ABD ve Avrupa piyasalarındaki sıkı bir düzeltme için “iyi bir mazeret” olarak kullanılacaktır. 8-9 haftadır sürekli yükselen piyasalarda kâr realizasyonu için uygun zemin ortaya çıkmış oluyor. Kendi iç dinamikleriyle karışık bir dönemden geçmekte olan bizim piyasalarımız, gelişmiş ülke piyasalarında böylesi bir “düzeltmeden” ister istemez negatif etkilenecektir!

Etki dışarıdan ya da içerden gelsin farketmeyecek, zira son iki haftada yaşananlarla piyasalarda oluşan hava teknik olarak önemli dirençlerin kırılmasına sebep oldu. Borsada, faizlerde ve döviz kurlarında önemli “direnç” seviyeleri kırıldı!

1 dolar+1 eurodan oluşan sepet bazında 3.73 önemliydi. Kırıldı! Benim bu yıl için tahmin ettiğim üst bant olan 3.75’de dayanamadı! Cuma günü itibarıyla da 3.82 seviyesi test edildi. 3.8260’nın üzerine çıkılması 3.97 gibi bir seviyenin önünü açacaktır ki bu seviye 3.87’nin ideal olduğunu söyleyen TİM başkanı Mehmet Ekşi’nin istediğinden de daha iyi bir seviye olacaktır.

Daha bilinen bir ikili dolar/TL kurlarına bakıldığında da 1.6070 seviyesi önemli bir direnç seviyesi. 1.5750’nin kırılmasıyla bu seviyelere gelindi. Bu hareketin parite 1.32’lerden 1.37’lere çıktığı sırada yaşanması önemliydi.

Nitekim dolar euro karşısında değer kaybederken, dolar karşısında değer kazanması sepetteki teknik seviyelerin hızlı kırılmasına sebet oldu!

Dolar 1.6350’yi test edebilir

Dönelim dolar/TL’ye... 1.6070 seviyesi haftalık kapanış olarak tuttu. Bu seviyenin korunmasını bekliyorum. Ancak euro/dolar paritesinde 1.3745’in üzerinde kalınmadığından dolayı bu hafta içinde doların değer kazandığını görebiliriz. Hareket hızlanacak olur ise dolar/TL’de yukarıda 1.6350’nin test edilme olasılığı artıyor.

İşler biraz daha sarpa sararsa da 1.6460-1.6575 bandına kadar uzayan bir harekete şahit olabiliriz. Bu seviyeler son günlerde fazla dile getirilir oldu. Anlaşılan o ki 1.65’lere yaklaşıldıkça döviz cephesinde yavaş yavaş satıcılar ortaya çıkacak!

Yeni pozisyon açmak, Türkiye’de treni kaçırdım korkusunu yaşayanlar için uygun seviyeler olacaktır. Niteki kurlardaki bu gerilimin borsaya yansıması durumunda orada cazip alım seviyelerine yaklaşılacaktır.

İMKB 100’deki kritik eşiklerin ilki 62.050’de (teknik olarak önemi olan 200 günlük Hareketli Ortalama). Ardından da 60.500-59750 bandı devreye girecektir! Özellikle bu seviyelerde yeni alıcıların gelmesi çok da büyük bir sürpriz olmasa gerek!

Düşüşlerden önce ola ki saman alevi misali toparlanmalar olur ise 64.500-65.200 seviyelerine kadar bir çıkış olabilir. Ancak bu hareketlerin mal sat(a)mamış olanlar için cazip bir fırsat olacağını da akılda bulundurmakta fayda var!

Yazının devamı...

Japonya’nın notu düşerse düşsün bizimki artmış!

S&P Perşembe günü Japonya’nın AA olan notunu AA-’ye indirdi. Her ne kadar görünüme “durağan” dese de “Japonya’nın kamu borçları artar ve mali yeniden yapılanma ertelenirse, ek not indirimi baskısı oluşur” diyerek yeni not indirimleri olabileceği mesajını da vermeyi ihmal etmemiş.

Wikipedia’da GSMH’ye göre, yüzde 241 borçlu olan Zimbabwe’den sonraki en kötü borçluluk oranına sahip olan ülke yüzde 196 ile Japonya. Aynı tabloya göre yüzde 48 ile Türkiye 54. sırada yer alıyor. Bu arada dünya ortalaması yüzde 58 olarak listelenmiş. Japonya’nın notu inmeyecek de kimin inecek?

Bu arada Moody’s yetkilisi de “Önümüzdeki aylar Japonya’nın kredi not görünümü için kritik” yorumunu yapmış.

İndirecekler de neyi beklediklerini anlamış değilim.

Aslında S&P’nin de Moody’s’in de not artış/indirişlerinde neden bu denli geç kaldıklarını anlamak mümkün değil.

Denebilir ki “İşleyişleri yavaş”. O zaman neden bu notlara itibar ediliyor? Ya da neden halen daha birçok yatırım fonu bu reytinglere göre karar veriyor? Japonya’ya gelmeden önce en son “fiyaskoları” İrlanda’ydı. Bir seferde 5 kademe birden notunu indirdiler İrlanda’nın. Hangi “uyarı” sistemi 5 kademe birden bekler? O kadar çok düşürene kadar akılları neredeydi?

Bence bu kurumlar kredibilitelerini önemli ölçüde yitirdiler. Biz de bu kurumların notumuzu arttırmasını bekliyoruz. Kredibilitesini yitirmiş bu kurumlar bize “yatırım yapılabilir” notu verseler de çok fazla bir etkisi olmayacak. Piyasalar çoktan bizim notumuzu arttırdılar. Türkiye’nin CDS oranları birçok yatırım yapılabilir ülkeden, AB üyesi ülkeden bile çok daha iyi. O sayede değil mi ki bizim borsamız yeni zirvelere çıktı, bono faizlerimiz rekor seviyelerde düştü. Teknik olarak CDS oranları “iş yapılan”, tarafların elini taşın altına soktuğu oranlar.

Elini taşın altına sokan bir başka gösterge de kredi sigorta şirketlerinin kendi iç notları. Önceki hafta Coface’ın Paris’te düzenlediği yıllık “Country Risk Conference 2011” toplantısında ülkelerin risk profillerindeki değişimlere değinildi. Gelişmekte olan ülkelerin; hatta ağır toplardan bazılarının; notları düşerken, Brezilya ve Türkiye’nin de aralarında bulunduğu bazı gelişmekte olan ülkenin notları artmış.

Coface; Fransa’nın son yıllarda özelleştirilmiş olan kredi sigorta şirketi. Şirketlerin birbirleriyle yapmış oldukları ticaretten doğan alacaklarını sigortalıyor. Bu sigorta için toplam ciro üzerinde cüz’i denebilecek (şirket/ülke riskine göre fiyatlama değişebiliyor) primler karşılığında oluşan alacakları sigortalıyor. “Hasar” oluştuğunda yani borçlu borcunu ödemediğinde, alacağın yüzde 90’ına kadar olan kısmını alacaklıya birkaç ay içinde ödeyen bir mekanizma ile çalışıyor. Böylesine bir iş yaptıklarından dolayı da ülke riskleri önem taşıyor. Güncellemelerini de S&P ve Moody’s gibi iş işten geçmeden yapmak zorundalar.

Türkiye’nin Mart 2010’da B olan notu bu çerçevede Haziran ayında “yükselen B”ye arttırılmış. Eylül ayında da A4 seviyesine; yani bir anlamda “itibarlı ülke” statüsüne yükseltilmiş. Amerika, İngiltere ve Almanya’nın “yükselen A2” notuna sahip olduğunu düşününce Türkiye’nin A4 notuna sahip olması önem kazanıyor. Dikkatimi çeken neredeyse 3 ayda bir notlar gözden geçirilmiş. Haksız da sayılmazlar, eninde sonunda ellerini taşın altına koyup risk alıyorlar.

Diğerler derecelendirme şirketleri öylemi.

Onlar notu veriyorlar, gerisini koyveriyorlar...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.