Türkiye’den yatırımcı avı!
.
2001 yılındaki krizi hemen hemen tüm boyutlarıyla yaşamış bir kişi olarak; o günlerde, dün katıldığım gibi bir toplantıya katılacağımı birisi söylese değil inanmak, dalga geçiyor diye bir de kızardım. Dün Hollanda’nın İstanbul Konsolosu ve Hollanda Yabancı Yatırım Ajansı’nın (Netherlands Foreign Investment Agency) Türkiye sorumlusu Deniz Mısır’ın düzenlediği bir toplantıya katıldım. Bu toplantıda “Türkiye’den Hollanda’ya nasıl yatırıncı çekebiliriz” tartışılıyordu. Toplantıda Hollanda’nın yanı sıra Fransa ve İngiltere’nin de yatırımcı tanıtım ajanslarının temsilcileri de katılmışlardı.
Amaç; büyüyen ve uluslararası piyasalara çıkmak isteyen ya da çıkmayı planlayan Türk şirketlerini kendi ülkelerine çekmek. Her ülkenin tanıtım ajansı, kendi çapında bu konuda çabalıyor. Aralarında rekabet de var. Kısıtlı imkânlarıyla kendi ülkelerinin yabancı yatırımcılara tanıdığı kolaylıkları anlatmaya çalışıyorlar.
Bazılarımız hatırlıyordur... 2001’deki krizin hemen ertesinde HSBC’nin 350 milyon dolara Demirbank’ı TMSF’den alması, böylesi bir yabancı yatırımı Türkiye’ye çekebilmiş olmak o gün için ne denli önemliydi. Yabancı bir yatırımcı krize rağmen Türkiye’ye güveniyor, ülkeye yatırım yapıyordu. Sonrasında da Türkiye yabancı yatırımcıları cezbedebilmek için çok ciddi uğraşlar verdi. Otomotiv sektörü başta olmak üzere, Türkiye’de yatırım yapacak, istihdam yaratacak yabancı şirketlere her türlü kolaylık gösterildi. 21 Haziran 2006’da kabul edilen kanunla kurulan ve yakın zamana kadar Alpaslan Korkmaz’ın kurucu başkanlık görevini yürüttüğü Türkiye Destek ve Tanıtım Ajansı bu çabaları daha da ileri götürmeyi başardı.
Halen daha yabancı yatırımcıların ilgisini çekmeye çabalayan Türkiye’den birilerinin sermaye çekmeye çalışması önemli bir değişim. Bu ajanslar son iki-üç yıldır Türkiye’yi radarlarına almışlar. Toplantıda Türkiye’den yapılmış olan yurtdışı yatırımların 14 milyar dolara ulaştığını ve bunun 5 milyar dolarlık kısmının da Hollanda’ya yapıldığını öğrendim. Son yıllarda ABD ve diğer AB ülkelerindense başta Çin, Hindistan ve Brezilya olmak üzere gelişmekte olan ülkelerin Avrupa’ya yatırım yapmakta olduğu özellikle belirtildi.
Türkiye de gelişmekte olan ülkeler arasında ciddi potansiyele sahip biri olarak görülüyor. Bu amaçla ülkeler Türkiye’de tanıtım ofisleri açıyor, firmaları ziyaret ediyorlar. Sanayi ve ticaret odaları vasıtasıyla ülkelerinin yatırımcılara sunduğu avantajları anlatmaya çalışyorlar.
Çok değil 9 yıl önce sermaye “ithal” etmeye çalışan bir Türkiye’nin, sermaye “ihraç” eder hale gelmiş olması kriz ile boğuşan Avrupa ülkelerinin de bu ihracın kendi ülkelerin çekmek için rekabetleri çok önemli bir değişim!
Ajansların ilgisi şimdilik büyük şirketlere. Ancak önümüzdeki yıllarda Anadolu sermayesine de yönelecekleri kesin. Bu da Avrupa’da yatırım yapmak isteyen, marka almak ya da markasını Avrupa’ya taşımak isteyen, AB içindeki satış ağını geliştirmek ya da üretim tesisi kurmak isteyenler için yol gösterici olacaktır.
Küresel oyuncu olmak isteyenlerin bu ajansları “kullanmaları” en azından amatörlerle uğraşıp, zaman ve para kaybetmek yerine devlet eliyle yürütülen bu faaliyetlerden yararlanmaları çok daha akılcı olacaktır.
Halen daha iç piyasanın cazibesi devam ederken, Ortadoğu, Rusya ve son olarak da Afrika gibi biz Türklerin çok daha kolay iş yapabildiği piyasalar varken, katı kuralların hakim olduğu AB’yi tercih edecek olanlar için yöntemler basitleşiyor.
Bence Türk sermayesi için “rekabet eden” AB ülkelerinin ilk yapmaları gereken iş; yıllardır vize olsun, çifte standart olsun değişik sebeplerle kalbini kırdıkları Türk işadamının kalbini yeniden kazanmak olmalı! Kırılan kalp nasıl tamir edilir, zaman gösterecek...