O polisler hangi anlaşmanın parçası?

24 Aralık 2013

Bu günlerde “dindarlara” baktıkça, inançları onları mütevazı değil tam aksine gururlu yapıyor diye düşünüyorum. Bir madalya gibi boyunlarına takıp bununla övünüyorlar...Allah’la kendi aralarında olan ilişkiyi insanlarla aralarındaki ilişkilerinde kullanıyorlar... Onların nefsini terbiye etmiyor aksine oburlaştırıyor...Kendi inançlarının gerektirdiği ödülü Allah’tan değil diğer insanlardan ve bu dünyada bekliyorlar...Din onların ruhunu temiz bir semaya doğru yükseltmiyor, onlar dini kirli bir dünyaya indiriyor sanki.Onları seyrettikçe, dindarlar tevazuu, tevekkülü çoktan unutmuş diyorum.Kibirli, hoyrat ve kaba bugün siyaset sahnesinde duran dindarlar, üstelik boyunlarına bir de yolsuzluk günahı asılmış ve bu günaha hiç aldırmıyorlar.***Kendi aralarında kavga eden dindarlara, ortaya saçılan gerçeklere, “hırsız” ve “çeteci” suçlamalarına bakınca bundan hayırlı bir sonuç çıkacağını da düşünüyorum ben doğrusu.Hiç bir şey çıkmasa bile bu ülkenin gerçek dindarlarının, en azından kendi içlerinde, bu “dindarlık” kavramını bir daha değerlendireceklerini ümit ediyorum.Dünyevi ihtiraslar için “dindarlık” kavramının böylesine kirlenmesi herhalde bu ülkede siyaset-dindarlık ilişkisini bir daha gözden geçirmeye yol açacak.Nasıl artık “ordu” diyerek seçim kazanmak mümkün değilse yakın bir gelecekte de “din” diyerek seçim kazanmak mümkün olmayacak.Sanırım siyasetin, dini ve dindarlığı nasıl kirlettiğini herkes anlayacak.***Ama “siyasetçi-dindar” cephesindeki bu büyük çöküşten sonra yeni bir siyaset ve devlet anlayışı oluşabilir bu ülkede öyle değil mi? Sonra “dinci siyasetin” de bizi aynı baskıcı ve soyguncu sona götürdüğünü görmek, herkese demokrasiden başka kurtuluş yolu olmadığını öğretebilir.Onlar tevazuu ve ahlakı kaybettikçe, toplum demokrasiyi, insan haklarını, hukuk devletini bulabilir.Bir şerden hayır doğabilir.Buna gerçekten inanıyorum...***Gelecek için bütün bu kaosa rağmen umutluyum ben...Ama insan bugüne bakınca da merak etmeden duramıyor, şimdi kendinden olmayan her polise kızan hükümet, o polisler polis teşkilatının içine yerleşirken neredeydi?Sanırım bugün o yerleri değişen polisler bir anda o yerlere yerleşmediler...Tayyip Erdoğan, Gülen Cemaati için “Bugüne kadar ne istediler de vermedik” demedi mi?Belli ki o polisler bir anlaşmanın parçasıydı.Polis teşkilatını verip karşılığında ne aldı acaba hükümet?Ne hukuku hiçe sayan bir iktidar, ne “çeteleştiği” iddia edilen bir cemaat gerçek bir devletin içinde var olamaz.Ben, bütün bu yaşananlara rağmen “temiz ve gerçek” bir devlete doğru önemli bir aşamadan geçtiğimize inanıyorum.Kemalisti dindarı, sağcısı solcusu, Kürdü Türkü, acılar çeke çeke “demokrasiden” başka bir çıkış yolu olmadığını görerek öğreniyoruz.Başkası için yok saydığın demokrasiye muhtaçsın aslında...Pahalı ama önemli bir ders bu.Bunca yıllık baskıdan ve soygundansonra böyle bir ders de ucuza öğrenilemezdi zaten.

Devamını Oku

Onlar her şeyi yapar, siz yazamazsınız...

21 Aralık 2013

Biz kendi değerine güvenemediği için hep başka değerlerin, kutsallıkların arkasına saklanmaya çalışan insanların oluşturduğu bir toplumuz... değerlerle ilgili şaka yapmaya ne gücümüz yeter, ne cesaretimiz... şakalaştığımız, takıldığımız, alay ettiğimiz her kutsallığın arkasında kendimizi buluruz, kendimizle alay etmiş oluruz...Ve alay edilmekten ödümüz patlar.Düşünsenize dünyanın en gayri ciddi ülkelerinden biri olmamıza rağmen en ciddi suratlı siyasetçiler, yöneticiler, kadınlar, erkekler bu topraklardan çıkar.***Sosyal medyanın yeni açtığı nefes borusunun dışındaki mecralar tıkalıdır, ne din adamlarıyla, ne generallerle, ne başbakanlarla, ne polislerle, ne yargıçlarla, ne bakanlarla dalga geçemezsin burada.Onlar üzerlerindeki üniformalarla çok güçlüdür.Yazarlar, işte o dünyayı kalemleriyle o üniformalardan soyar, çırılçıplak bırakır...Ama onu burada yaptırmazlar.Burada içişleri bakanının oğlunun yolsuzluk yapmaktan içeri atıldığını anlatan bir piyes yazamazsınız ama içişleri bakanının oğlu yolsuzluktan içeri girebilir.Hayatı istediğiniz gibi anlatan bir roman, bir piyes yazamazsınız ama yazmak istediğiniz kahramanların gerçekleri istediği gibi yaşar sizin yazamadığınız hayatı...Hiç kimse, darbe planları yapıp bunu günlüğüne yazan generallerle, polislerin yolsuzluk yapan oğlunu ondan habersiz götürdüğü içişleri bakanlarıyla, ben padişahım diyen ama sürekli bize operasyon yaptılar diyen ağlayan başbakanlarla alay edemez burada.olanla alay ettirmezler...Onlar yapar... Siz yazamazsınız.***Mahkumlardan büyük yazar çıkartabilen bir toplum olamadık ama büyük yazarlardan mahkum çok çıkardık...Hayat diye önümüze konanı hiç sorgulayamayız biz çünkü...Bir piyes gibi yaşarız ama bunun piyesini yazamayız buralarda.Günlerdir bunu düşünüyorum, içişleri bakanın oğlu hapse atıldı ve bu ülkeyi yönetenlerin bu operasyondan haberi bile olmadı.Edebiyatın haşarı ve yetenekli çocukları için ne muazzam bir konu...Bunu yazacak birileri olmalı, bir gün olacaktır da sanırım...Bu sığlığın, bu edepsizliğin, bu arsızlığın bir yazarın kalemiyle göğe yükseldiği bir zaman gelecektir.Gelmelidir de, bu toplum ancak ne kadar kirli olduğunu yazabildiği sürece temizlenebilir.Aksi takdirde kirlilik her birimize bulaşıyor, her yerimize değiyor.***Askeri, sivili, o partisi, bu partisi, şu lideri, öteki lideri yok, onları ve onlarla birlikte bizi de birden kirleten bir sistem var.eşitliği, hukuku olmayan bir sistem.Soygunu, çıkarı, kiri pası bol bir sistem.Zaten bütün bunları saklayabilmek için böyle çok kutsalı var buranın.Sanırım artık o kutsallık perdesini, cesaretle kaldırmanın zamanı geldi.Zaten o perde birazcık kalkar kalkmaz arkasında neler saklı olduğu da ortaya çıktı.artık o örtüyü bu kirliliğin üzerinden.Görelim şunların elbirliğiyle gizlediği gerçeği.

Devamını Oku

Bunun piyesi yazılır aslında...

20 Aralık 2013

Kendimi engelleyemediğim bir heyecanla gündemi takip ediyorum.Uzun zamandır olmamıştı bu.Körfez savaşını televizyondan canlı gösterdiklerinde nasıl tuhaf bir şaşkınlık ve merakla izlediysem, şimdi de aynı tutkuyla başbakanlığı, emniyeti, bakanları izliyorum.Televizyonu her defasında yeni ne var acaba diye heyecanla açıyorum.Olayların arkasındaki insani dramları, mesela Muammer Güler’in eşini merak ediyorum.Oğlu gözaltında, kocası içişleri bakanı... Kim bilir neler söylüyor, neler hissediyordur. Endişeli, çok kızgın olduğunu, eşine karşı inanılmaz bir öfke duyduğunu düşünüyorum nedense. İçişleri Bakanı’nın oğlu polislerin elinde...Bunun piyesi yazılırdı aslında... Büyük bir güce sahibim derken büyük bir güçsüzlüğe sahip olduğunu görmek...***Aslında dünya, politika adına ne rezaletler gördü, ne alçaklara rastladı, hainlerle, faşistlerle, katillerle, canilerle, cellatlarla karşılaştı ama bütün bu rezilliğin içinde gene de insanlığın unutamadığı pırıltıları vardı o adamların.Mussolini konuştuğu zaman İtalya vecde gelirdi...Romalıların koynuna giren Kleopatra yenildiğini anladığında ölüme ulaşmak için üzüm sepetinin içinde getirilen yılanı seçmiş, üzüm yiyerek ölmüştü.Atilla ardında hala dikkatle incelenen yönetim dersleri bırakmıştı.Makyavel ikiyüzlülüğü unutulmaz bir kitaba dönüştürmüştü.‘Satın alan herkesi satan adam’ olarak tarihe geçen Talleyrand bütün imparatorlarla alay etmişti.Edebiyat tarihinin en büyük faşitlerinden biri olan Mişima ayaklanmaya çağırdığı harp okulu öğrencileri onu dinlemeyince, yarı beline kadar soyunup öğrencilerin gözü önünde harakiri yapmıştı...Bizde o pırıltıdan yok...İnsanın içini burkan bir pespayelik var rezaletlerimizin içinde.Kabalık, aldırmazlık, utanmazlık, sığlık var.***Dünyanın en kıyıcıları, kan dökücüleri, insanları ölüme sürükleyenleri, ikiyüzlüleri, alçakları bile insanları yönetmek için tırmandıkları merdivenlerin üst basamaklarına, zekalarından, kişiliklerinden, nüktelerinden, cesaretlerinden bir şeyler bırakarak ulaştılar.Bir de bizi yönetmeye talip olanlara bakın...Ne kaldı onlardan?Ya da bunlardan ne kalacak geriye?***Hırsından başka hiçbir şeyi olmayan insanların yönetime gelebileceğinin kanıtı olmaktan başka ne işe yaradılar ya da ne işe yarayacaklar?Ben bu ülkenin siyasetçilerine öfkeyle bakıyorum... Tırmandıkları yerlere zekalarından, cesaretlerinden bir şey bırakamadıklarına kızıyorum...Politikayı kişisel hırs, hınç ve nefretten başka bir şey olarak görememelerinden tiksiniyorum. Özür dileyemiyor, istifa edemiyor, acı çekemiyorlar...Bir an bile, bir nebze utanç, bir nebze mahcubiyet geçmiyor gözlerinden...Yeter ki bu ülkeyi onlar yönetsin... Zeka yerine kibir, utanç yerine öfke, cesaret yerine külhanbeylik koyarak...***Bu dönemden geriye siyasetin simgesi olarak para dolusu ayakkabı kutuları ve yatak odasındaki para sayma makinesi kalacak herhalde.Bir de yolsuzluk yapanları değil de yakalayanları suçlayanların, “ayıp” sözcüğünü bilmemelerinin hepimizde yarattığı utanç duygusu.

Devamını Oku

Burası bir devlet mi gerçekten!

18 Aralık 2013

Bu ülkenin, kendisini öldürecek olan hastalığı sürdürmekte ısrarlı olduğunu artık iyice anlıyoruz.Burası bir devlet değil.Belki de yaşadıklarımızı bir trajediye çeviren, hastanın kendi hastalığına olan tutkusu, hastalığını yüceltmesi, tedaviden ve tedavi önerilerinden nefret etmesi…Asla demokratik bir devlet olmak istememesi.Bir tür toplu intiharın hem kurbanı, hem şahidiyiz gibiyiz.Bu ülke cüzamlı bir yaratık gibi.Her sabah yeni bir kirliliğe, ortaya çıkan yeni bir sefalete uyanıyoruz.Yalan, yolsuzluk, sahtekarlık, padişahvari bir yönetim, içi boş böbürlenmeler şahrem şahrem yaralar açıyor ruhumuzda.Kendi insanlarımızı öldürüp, kendi insanlarımızı soyuyoruz.Utanmıyoruz, sıkılmıyoruz, hiç bir şey olmuyor gibi yaşamaya devam ediyoruz.***Mehmet Altan neredeyse tümünü alıntılamak istediğim harika bir yazı yazdı bu ülkenin temel gerçeğiyle ile ilgili geçtiğimiz gün ve sordu “burası devlet mi gerçekten” diye.“Cemaat AK Parti gerginliğinin ortalığa saçtığı belge ve iddialar umacı masallarına dönüştü.MGK kararlarıyla kendi halkını fişleyen, bunu ortaya koyan gazeteyi ve gazetecileri ‘vatan haini’ diye suçlayan, istihbarat unsurlarının yargı mensuplarıyla koordineli olarak gazetecileri dinlediğini Başbakan imzasıyla kabul eden, iki yıldır Uludere Katliamı’nın üzerini örten, demokrasinin özünü oluşturan Sayıştay raporlarını sumen altı eden bir siyasal iktidar ile…Özellikle emniyet ve yargıda olmak üzere devletin içinde ‘çeteleşerek’ askerleri, gazetecileri, kısaca canını sıkan herkesi tutuklayan, mahkûm eden, son ayrışmadan sonra da siyasal iktidara karşı ‘cuntalaşarak’ saray darbesi yapmaya çalıştığı iddia edilen bir Cemaat yapılanması.”***İnsan hangi kavgadan söz edeceğini bilemiyor bu ülkede…Haksızlığa uğrayan hapisteki Kürt milletvekillerini yazmak için yazıya oturuyorsunuz gündem bir anda başkalaşıyor, yazı bitmeden bir başka gündeme geçmeyeceği konusunda da emin olamıyorsunuz.Mehmet Altan sormuş, “burası gerçekten bir devlet mi? Gerçek bir devlette bu iktidarın yaptıklarını yapmak mümkün mü, gerçek bir devlette bir cemaatin bu söylenenleri yapmasına izin verilir mi?Hükümetin yaptıkları zaten belgelerle kanıtlandığı için tartışılır bir yanı yok; eğer Cemaat hakkında iddia edilenleri yaptıysa onun üyeleri de suç işlemiş demektir ama on iki yıllık iktidarı boyunca bunları yapması için ona izin veren siyasal iktidarla, ‘ne istediler de vermedik’ diyen başbakan da onun suç ortağıdır.” Ve devam etmiş : “Cemaat mi ürkütücü, hükümet mi?”Cevabını da vermiş, “ürkütücü olan Türkiye’nin kendisi.”***Tartışmalara baktığınızda yargının bağımsız olduğuna inanan kimse yok bu ülkede.Örneğin Nedim Şener’le Ahmet Şık’ın haksız yere tutuklandığında herkes hemfikir de “başbakan mı yoksa cemaat mı tutuklattı” diye tartışılıyor.Şunun ya da bunun haksız yere insanları tutuklatma gücünün var olduğu bir yerde devletin varlığından söz edilebilir mi?Bağımsız bir yargı olmadan, o yargı evrensel hukuk çerçevesinde hareket etmeden bir devlet kurulabilir mi?***Devlet yoksa, bağımsız yargı yoksa, evrensel hukuk yoksa orada her şey sonunda bir iktidar ve rant paylaşma kavgasına döner.Gücü ele geçiren hem memleketi soyar hem de muhaliflerini bastırır.Zaten bilinen bir gerçeğin artık inkar edilemeyecek biçimde ortaya çıktığı günlerden geçiyoruz, burada devlet yok, hukuk yok, akıl yok sadece ihtiras ve rant açlığı var.Umalım ki bu gerçeğin böylesine ortaya çıkması, hepimize artık ciddi bir devlet kurma zamanının geldiğini hatırlatsın.Şu kurmuş gibi yaptığımız “on altıncı” devleti artık gerçekten kuralım.

Devamını Oku

Uğruna ölünecek bir hayatları yok…

14 Aralık 2013

Malraux’un dediği gibi ‘Uğrunda ölmeye değmeyen bir hayat yaşanmaya da değmez.’Bakıyorum da gittikçe onurlarımızı kaybettiğimizde sessizce durabilen, koltuklarımızı, yalanlarla kurduğumuz düzenimizi, rantlarımızı kaybettiğimizde ise acı ve öfkeyle bağıran insanlar haline geliyoruz.Nedense uğruna ölünecekler listesinde onur giderek alt sıralara kayıyor.İsimlerini, geçmişlerini,onurlarını korumak için değil koltukları ve rantları için dövüşüyor insanlar artık.Bazı şeyleri kazanmanın kaybetmekten daha yaralayıcı olduğunu fark etmiyorlar sanki.Buna aldırmıyorlar bile…‘Yaralı’ bir ismi taşımak kimsenin umurunda değil artık.***Pardayanlar’ı okumuş muydunuz?Geçen gün Leyla’nın okulunda aile gününde sekiz yaşında genç bir adamla sohbet ederken bana Pardayanlar’dan bahsetti.Annesini ve babasını merak ettim hemen.O genç adama Pardayanlar’ı öğreten aileyi tanımak istedim.O çocuk onuru bilerek büyüyor.Onunla sohbet ettikten sonra zaten bunları düşünmeye başladım.Bu topluma ne oldu gerçekten?Ya da hep mi böyleydik bilmiyorum ama sanki hiçbir çocuk şövalye olmaya özenmiyor artık…Şövalye olmaya özenmeyen çocukların büyüdüğü bir toplumda hiç kimse de bir şövalye gibi kavga etmeyi bilmiyor tabii…Hayatı, güçlülere yaltaklanmak, daha güçsüzlere zorbalık etmek olarak biliyoruz.Rahat bir koltuk, iyi bir maaş, geçici bir mertebe insanlara isimlerinden, kişiliklerinden daha önemli geliyor.Medyaya, siyasete, aşklara bakınca insan bunları düşünmeden ve başını önüne eğmeden yapamıyor.***Leyla’nın okulunda sohbet ettiğim Mert, Pardayanlar’ı anlattı bana…Tüylü şapkalardan, topukları döven kılıçlardan, pelerinlerden,uzun çizmelerden, inandığı şeyler için dövüşmekten korkmayanlardan bahsetti…Küçük kardeşinin Pardayanlar’ı bilmediğini ama Çizmeli Kedi’yi çok sevdiğini, ikisinin aslında birbirine benzediğini söyledi…Ben, Pardayanlar’dan bahseden benim yaşımda adamlarla tanışmıyorum uzun zamandır…Hayat, onurun, aşkın peşini kolay bıraktığımız ama farkında olmasak da bu terkedişin sızısını sürekli yaşadığımız bir şey haline geldi.Oysa aşk diye, onur diye diye bir şeyler vardı.Ne oldu onlara gerçekten?***Galiba doksan yıl sonra gücü ve iktidarı ele geçiren muhafazakar siviller büyük bir rant çılgınlığına düştü.Siyasi ve iktisadi rant, sanki başka bütün değerleri yedi bitirdi.Bir yandan kendilerine benzemeyenleri ezmenin tadını çıkarırken, bir yandan da ezilerek susturulan toplumda büyük rantları paylaşmanın şehvetine kapıldılar.Bu gücü kaybetmemek için de her şeye razılar artık.Yalan, iftira, saldırı mübah.Onur, ahlak, dürüstlük, önemsiz.***Uğruna ölünecek bir hayatları yok onların, uğruna gerekirse rezil de olunabilecek rantları var.İşin fenası bütün topluma da kendi içtikleri zehirden içirip, bütün toplumu zehirliyorlar.Gidip sekiz yaşındaki Mert’le biraz Pardayanlar’ı konuşsalar keşke...Ama çıkarlarını kovalamaktan çocuklarla konuşmaya vakitleri yok onların…Bari yıllar önce ezberledikleri şiirlerden başlarını kaldırsalar da bir ara, Tevfik Fikret’e bir baksalar, iktidar ve rant sarhoşlarına nasıl seslendiğini hatırlasalar:“Yiyin beyler yiyin, bu han-ı iştiha sizin...” Meraklısına not: Pardayanlar Michel Zavaco’nun ünlü şövalye romanı… On ciltlik bir seri… Kitabı okumasanız bile umarım bu yıl okumuş birileriyle tanışırsınız… Bu arada Çizmeli Kedi, masallardaki çizme giyen şövalye bir kedidir…

Devamını Oku

Görüntü dindarlığı…

12 Aralık 2013

Bazen öyle mailler alıyorum ki aramızda saklanan yazarların sayısı aslında ne kadar çok diye aklımdan geçiyor. Ve gülümsüyorum iyi yazılmış bir mail alınca.İşte onlardan biri, diyor ki;“Hayatlarını Allah kelamıyla peygamber hadisi arasında yaşayan, yobazlıkları bile sahte olabilecek siyasetçilerimiz iktidar çarpması yaşıyor…Kendilerinin alayülala bir mertebeye ulaştıklarını sanıyorlar. İktidar basamaklarını çıktıkça terbiyesizlikleri, yalanları, küstahlıkları artıyor.Seviyesizlikleri her gün çiğ ışıklar altında biraz daha parlıyor.İnsanca hayat isteyen herkese hakaret edip, mahalle kahvesi düzeyindeki konuşmalarla ‘laf oturtarak’ hepimizle bire bir polemiğe girmek istiyorlar.Üstelik bütün bu çiğlikleri, seviyesizlikleri, sığlıkları din adına yapıyorlar onlar.Dindar olan bizim gibi olur diyerek kendi çirkinliklerini, bütün düzeysizliklerini cehaletleriyle olduğu gibi dine yansıtıyorlar.Eğer onların söylediklerine inanırsak iyi bir Müslüman olmak için bugün yalancı dediğimize yarın dürüst diyeceğiz… Bugün sırtını sıvazladığımızı yarın sırtından vuracağız…Kuldan utanmayıp Allahtan korkmayacağız…Dini böyle bir sahtekarlık haline getirmek için dinsiz olmak yetmez din düşmanı olmak gerekir.Bana göre bizi din düşmanlığıyla suçluyorlar içlerinden ama en büyük din düşmanlığını bizi yönetenler yapıyor… ”***Bu maili okurken, başka dillerde var mı bilmiyorum ama bizim dilimizde “dinden imandan çıkmak” diye bir deyim var, o aklıma geldi…Sanırım tarihimiz boyunca çok rastladığımız aç gözlü, kendi çıkarı için her habasete omuz veren din tacirlerine duyulan tepkiyle ortaya çıkmış bir söz bu.Bana katılır mısınız bilmiyorum ama aslında sadece batılı şehirlinin değil Anadolu insanın da din anlayışını zora soktu bu iktidarın dönemi.Din adına öyle işler yapılıyor ki din adına ne öğrendiysek hepsini yalanlıyor.Şefkat, merhamet, adalet görülmüyor, düşmanlık, şiddet ve öfke var onun yerine.Küfür var, aşağılama var.Bırakın yaşamlarını farklı biçimlerde sürdürenler arasındaki çekişmeyi, en koyu dindarlar bile kendi aralarında inanılmaz bir kavga sürdürüyor.***Dinden bu kadar çok söz edilip de dini değerlerden bu kadar çok uzaklaşıldığı başka bir dönem var mı gerçekten?Askeri vesayet döneminde dindarlar acı çekiyordu ama mazlum ve temizdiler.İktidar, dindarlığı kirletti sanki.Yolsuzluklar, cinayetler, acılar karşısında sağır ve kör oldular, ayetlerden, hadislerden bahsedip duruyorlar ama nedense söylediklerinin ne anlama geldiğini anlamıyormuş gibi davranıyorlar.İktidarı ve gücü ele geçirince dindarlık unutuluyor mu?Roma’da aslanlara yem edilen ilk Hıristiyanlarla, iktidara sahip olduktan sonra meydanlarda insanları yakan Hıristiyanlar arasındaki fark geliyor insanın aklına.Dünyevi iktidara sahip olmakla dindar olmak arasındaki ilişki nasıl bir şey acaba?Dindarlık, ele geçirilen dünyevi nimetler karşısında dirençli ve dik duramıyor mu, yoluna ahlakını, merhametini, adaletini unutmadan devam edemiyor mu?***Galiba dindarların iktidarında “görüntü dindarlığı” artıyor ama dinin özündeki değerler yitiriliyor.Dindar iktidarların hatalarını ve günahlarını “dindarlığın” arkasına saklamak istemeleri, iktidara yönelen tepkinin dindarlığı da hedef almasına yol açıyor.O zaman da toplum isyan edip “beni dinden imandan çıkarma” sözünü lugatına yerleştiriyor.Dine de, gerçek dindara da, topluma da yazık oluyor.

Devamını Oku

Dünya liderleri vardı biz yoktuk…

10 Aralık 2013

Rosa Luxemburg’un dediği gibi “asıl özgürlük ötekinin özgürlüğüydü.”Bizim özgürlük adına en az bildiğimiz anlayış bu, değil mi?Bizim özgürlüğümüz kendimizin ne kadar özgür olduğu çünkü… Hatta daha da beteri, bizim için asıl özgürlüğü bize benzemeyenin ne kadar az özgür olduğu belirliyor, bize benzemeyenin özgürlüğü azaldıkça, biz yeterince özgür olmasak da kendimizi özgür hissedebiliyoruz.Belki de o yüzden “ortak bir özgürlük düşmanlığı” var ve hiçbirimiz özgür olamıyoruz.***Ölümü bütün dünyada olağanüstü bir saygı duruşu ve ortak bir acıyla karşılanan Mandela’nın ise, özellikle hapishaneden çıkıp yönetime geldikten sonra, en bildiği özgürlük tanımı ötekinin özgürlüğüydü.Sanırım bizim yöneticiler Mandela’yı hiç merak etmedi, kim olduğuyla, ne yaptığıyla pek ilgilenmedi.Mandela’yı merak etseler belki de bir başka siyasetle karşılaşırdık.Mandela kimdi diye merak etmeyecek kadar kendi saltanatlarıyla dolu yöneticilerin yönettiği bir ülke çünkü burası.Başbakanlık’tan Futbol Federasyonu’na, muhalefet partisinden Kürt siyasilere kadar aralarında kaçı Mandela kimdir diye gerçekten merak etmiştir acaba.Sanırım pek azı.***Merak etselerdi bilirlerdi çünkü ırk ayrımıyla mücadelenin sembolleşmiş isminden, “Apartheid” rejiminin karşısına dikilmiş gencecik bir liderden, yaşadığı ülkenin ilk siyah avukatından, devletin tüm ırkçı otoritesine karşı “Sadece beyazları temsil eden ve onlardan oluşan parlamentonun kararlarına uymak zorunda değilim” diyerek devlete karşı silahlanan, Nobel Barış Ödülü sahibi bir devrimciden bahsedildiğini...Kabile büyüklerinin ona taktığı ismiyle, “Madiba” olduğunu…Güney Afrika’nın ilk siyahi avukatı olan Nelson Mandela’nın kendi ırkına yapılan ayrımlara karşı çalışmalara üniversitedeyken başladığını…Demokratik anlamda mücadelenin mümkün olmadığını gördüğü için Umkhonto we Sizwe’yi kurduğunu -Bu örgüt silahlı bir örgüt- ve destek toplayabilmek için yurt dışına çıktığını.Sosyalist ülkeleri dolaşıp, dünyanın pek çok ülkesinden destek aldığını.Robben Adası’nda 27 yıl tutuklu kaldığını… 1990’da serbest bırakıldığında onu karşılayan yüz binlerce kişiye yaptığı konuşmada “Ben beyazların tahakkümüne karşı savaştım, siyahların tahakkümüne karşı savaştım, demokratik ve özgür toplum fikrini öğütledim, bunun için ve bunu başarmak için yaşadım; bunun için ölmeye de hazırım” dediğini… Hapisten çıktıktan sonra 1994 seçimlerinde ise cumhurbaşkanı seçildiğini.O günden beri partisi ANC’nin iktidarı kaybetmediğini. Mandela’nın beş yıl devlet başkanlığı yaptıktan sonra koltuğunu kendi isteğiyle bırakıp görevinden ayrıldığını…***İşte o Mandela 95 yaşında hayata gözlerini kapadı geçtiğimiz günlerde.Türkiye’den Mandela’nın cenaze törenine Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay katıldı. Ne Tayyip Erdoğan ne Cumhurbaşkanı Abdullah Gül gitti bu törene.Dünya liderlerinin tümünün katıldığı cenazeye biz gitmedik.Atatürk ödülünü reddettiği için mi, zihinlerin gerisinde bir Mandela Apo paralelliği kurulduğu için mi, bir zamanlar “terörist” olarak kabul edilen birinin devlet başkanı da olabileceğinin vurgulanmasından hoşlanmadıkları için mi bilmiyorum.***“Beyaz adamın” bir vakitler “terörist” dediğine bugün bütün dünya “kahraman” diyor.Sanırım, Mandela bir kahraman olmayı “savaşmayı ve barışmayı” bildiği için hak etti insanların gözünde.Bu ikisini birden becerebilen çok az insan var çünkü yeryüzünde.Hapisten çıktıktan sonra “intikam” peşinde koşmadan, siyahları ve beyazları bir arada tutmak için çalıştığı ve bunu başardığı için bütün dünyanın saygısını kazandı, “bilgeliğin” sembolü oldu.***Bütün ülke tarafından bir kahraman olarak selamlandığı halde “iktidar” peşinde koşmayacak, “düşmanlarının” hakkını da savunacak, “intikam” almak istemeyecek, bütün toplumu “ortak değerler” etrafında birleştirecek bir liderimiz var mı bizim?Bütün dünyada saygıyla anılan bir liderimiz? Bu tanıma aday olabilecek bir liderimiz bile yok.Belki de bu yüzden, Amerika’nın Obama, Clinton ve Bush tarafından temsil edildiği Mandela’nın cenazesine hiçbir lider gitmedi buradan.

Devamını Oku