Haberin Devamı
Kendimi engelleyemediğim bir heyecanla gündemi takip ediyorum.
Uzun zamandır olmamıştı bu.
Körfez savaşını televizyondan canlı gösterdiklerinde nasıl tuhaf bir şaşkınlık ve merakla izlediysem, şimdi de aynı tutkuyla başbakanlığı, emniyeti, bakanları izliyorum.
Televizyonu her defasında yeni ne var acaba diye heyecanla açıyorum.
Olayların arkasındaki insani dramları, mesela Muammer Güler’in eşini merak ediyorum.
Oğlu gözaltında, kocası içişleri bakanı... Kim bilir neler söylüyor, neler hissediyordur. Endişeli, çok kızgın olduğunu, eşine karşı inanılmaz bir öfke duyduğunu düşünüyorum nedense. İçişleri Bakanı’nın oğlu polislerin elinde...
Bunun piyesi yazılırdı aslında... Büyük bir güce sahibim derken büyük bir güçsüzlüğe sahip olduğunu görmek...
Aslında dünya, politika adına ne rezaletler gördü, ne alçaklara rastladı, hainlerle, faşistlerle, katillerle, canilerle, cellatlarla karşılaştı ama bütün bu rezilliğin içinde gene de insanlığın unutamadığı pırıltıları vardı o adamların.
Mussolini konuştuğu zaman İtalya vecde gelirdi...
Romalıların koynuna giren Kleopatra yenildiğini anladığında ölüme ulaşmak için üzüm sepetinin içinde getirilen yılanı seçmiş, üzüm yiyerek ölmüştü.
Atilla ardında hala dikkatle incelenen yönetim dersleri bırakmıştı.
Makyavel ikiyüzlülüğü unutulmaz bir kitaba dönüştürmüştü.
‘Satın alan herkesi satan adam’ olarak tarihe geçen Talleyrand bütün imparatorlarla alay etmişti.
Edebiyat tarihinin en büyük faşitlerinden biri olan Mişima ayaklanmaya çağırdığı harp okulu öğrencileri onu dinlemeyince, yarı beline kadar soyunup öğrencilerin gözü önünde harakiri yapmıştı...
Bizde o pırıltıdan yok...
İnsanın içini burkan bir pespayelik var rezaletlerimizin içinde.
Kabalık, aldırmazlık, utanmazlık, sığlık var.
Dünyanın en kıyıcıları, kan dökücüleri, insanları ölüme sürükleyenleri, ikiyüzlüleri, alçakları bile insanları yönetmek için tırmandıkları merdivenlerin üst basamaklarına, zekalarından, kişiliklerinden, nüktelerinden, cesaretlerinden bir şeyler bırakarak ulaştılar.
Bir de bizi yönetmeye talip olanlara bakın...
Ne kaldı onlardan?
Ya da bunlardan ne kalacak geriye?
Hırsından başka hiçbir şeyi olmayan insanların yönetime gelebileceğinin kanıtı olmaktan başka ne işe yaradılar ya da ne işe yarayacaklar?
Ben bu ülkenin siyasetçilerine öfkeyle bakıyorum... Tırmandıkları yerlere zekalarından, cesaretlerinden bir şey bırakamadıklarına kızıyorum...
Politikayı kişisel hırs, hınç ve nefretten başka bir şey olarak görememelerinden tiksiniyorum. Özür dileyemiyor, istifa edemiyor, acı çekemiyorlar...
Bir an bile, bir nebze utanç, bir nebze mahcubiyet geçmiyor gözlerinden...
Yeter ki bu ülkeyi onlar yönetsin... Zeka yerine kibir, utanç yerine öfke, cesaret yerine külhanbeylik koyarak...
Bu dönemden geriye siyasetin simgesi olarak para dolusu ayakkabı kutuları ve yatak odasındaki para sayma makinesi kalacak herhalde.
Bir de yolsuzluk yapanları değil de yakalayanları suçlayanların, “ayıp” sözcüğünü bilmemelerinin hepimizde yarattığı utanç duygusu.