Galatasaray kurtulur mu?

28 Ekim 2014

Hatırlar mısınız, Ünal Aysal, 13 Mayıs 2011’de en yakın rakibine 2425 fark atarak G.Saray’ın 34’üncübaşkanı olurken, sarı-kırmızı camia açısından tamanlamıyla bir umuttu. Ondan önceki başkan Adnan Polat dönemi gerçekten Galatasaray tarihinin en beceriden yoksun dönemiydi bana sorarsanız çünkü... Futbol takımı bir ara küme düşme çizgisinde bile dolaşmış,TürkiyeKupası‘ndanelenmişti… Amatör şubelerin yerinde yeller esiyordu...Kulübün kasasında 1 dolar bile yoktu ve durum gerçekten tedirgin ediciydi.***İşte tam bu sırada tüm camia bir kurtuluş hikayesi peşindeydi ve beklenti tabii ki çok büyüktü...Çok uluslu UNİT Group’un yönetim kurulu başkanı olarak 2 milyar doları aşkın servetiyle Galatasaray’ı bataktan kurtarması ve uluslararası seviyede çıtayı yükseltmesi işten bile değildi Ünal Aysal’ın.Ama aslında 3 Temmuz dönemine denk gelen F.Bahçe’nin düşüşü ve Fatih Terim rüzgarıyla yakalanan iki lig şampiyonluğu, maalesef o ilk dönemde yapılan bir sürü hatanın üstünü örttü.G.Saray iyi yönetilmiyordu ama diğer büyüklerin içine düştüğü krizler sayesinde 1 numarada kalmayı başarıyordu.***Ünal Aysal, önce yönetimde radikal değişiklikler yaparak başta Ali Dürüst olmak üzere pek çok silah arkadaşını bertaraf etti. Futbol şubesini yakın arkadaşı Bülent Tulun’la karıştırarak Fatih Terim’i Milli Takım’a gönderen sürecin temelini attı.Ki bu affedilmez olan hataydı bence, bugün sonuçlarını görüyoruz zaten...Gittikçe yalnızlaştı ve “dediğim dedik, çaldığım düdük” havasında kulübü yönetmeye başladı.***İşin kötüsü G.Saray’ı tek başına yönetecek kadar da bilgisi yoktu Aysal’ın...Mesela şunlar oldu;- Onun döneminde Fatih Terim gönderildi, Mancini gönderildi; futbol takımı İtalya dışında hiç çalışmamış Prandelli’ye emanet edildi.- Drogba ve Sneijder gibi 2 dünya yıldızını transfer ederek başlayan globalleşme; sonundaHajroviç, Pandev, Djemaili tarzı sıradan ama maliyetli isimlere dönüşerek kadro derinliği yok oldu.- Yerli transferde Burak, Selçuk gibi yerli yıldızları takviye etmek yerine Veysel, Tarık Çamdal gibi Süper Lig’de bile oynaması şüpheli genç yeteneklere büyük yatırım yapıldı.- Terim gönderildikten sonra panikle yapılan 10 transfere 60 milyon Euro’nun üstünde para harcandı; sonuçta o isimlerin hiç biri doğru dürüst takıma giremedi.- Harcanan hesapsız paralar ve düşen kadro kalitesi nedeniyle Avrupa’da büyük irtifa kaybedildi,gelir kaybı yaşandı.- UEFA’nın finansal fair-play kriterleri nedeniyle tehlike sınırına düşen kulüpte adeta parasızlıktan yaprak kımıldamaz hale geldi.***Sonunda Ünal Aysal görevi bıraktı.Madem eylül ayında bırakacaktı, keşke bunu mayıs ayında yapsaydı da G.Saray’ın önünü görebilme ve önlem alabilme imkanı olsaydı.Ama buna da fırsat bırakmadan baskın seçimle, G.Saray’ı bir garabetin içinde terk etti.G.Saray Avrupa Şampiyonlar Ligi’nde 1 puanla grup sonuncusu; Süper Lig’de F.Bahçe derbisini kazanmasına rağmen 7 haftada 8 puan kaybetti; basketbol ve voleybolda yarın ne olacağı hiç belli değil...Parasal açıdan da Prandelli’nin şu sözleri mali durumu özetliyor:- Tesisin kapısından içeri giriyorum, her gören”para” diyor...Kimsenin parası ödenmemiş.***Galatasaray kötü günler yaşıyor.Ne yazık ki Aysal döneminde ümit edilen başarılara ulaşılamadı.Bir de “para krizi” çıktı ortaya.Mayıs’ta yeniden seçime gidilecek.Umarız, 2000’deki büyük başarıdan sonra bir daha aynı düzeyi tutturamayan Galatasaray, yaşananlardan dersler çıkartıpkendini toparlar.Geçmişle övünen değil, gelecek için güvenilen bir takım olur.Şimdilik bu çok zor gözükse de...

Devamını Oku

Cesaret mi hadsizlik mi!

26 Ekim 2014

Dünkü yazımda ‘Bizim zekalarımız tozlanmış gerçekten. Belki de işe yaramaz bir et parçası taşıyoruz kafalarımızın içinde. Yok yok, incelikler peşinde koşmama gerek yok.Açıkça yazabilirim. Algılarımızın eksikliğine, sorunları kavrama biçimimize, çözüm üretme tarzımıza bakarsak kesin öyle.Zekası tozlanan insanlar arttıkça farklılıklar azalıyor, aynılaşma başlıyor.Farkında mısınız, bizde insanlar nasıl da birbirinin aynı? Fikri ne olursa olsun aynı insanın zekası gibi zekalarmız…’ diyerek pek de akıllı olmadığımızı anlattığım yazıma oldukça fazla mail geldi.Kimileri cesaretimden dolayı kutluyor kimileri hadsizliğimden ötürü çok kızıyordu.Maillere bakınca şunu düşündüm;Bir aptal gibi yaşayabiliyoruz ama bir aptal olmaya çok kızıyoruz...***Tepki maillerinden bir tanesi çok hoşuma gitti. Çatalca’dan yazan ve genç bir delikanlı olduğunu söyleyen okuyucu diyor ki ‘ kendinizle çelişiyorsunuz, şu yazınızı hatırlıyorum da bugün yazdıklarınız çok haksızlık ediyor hepimize’ diyerek eski bir yazımı iliştirmiş mailine...Yazımı okuyunca gülümsedim, Çatalca’dan mail atan okuyucu haklı olabilir mi diye aklımdan geçti. Demiştim ki o yazımda:‘Gelişmemiş bir toplumuz biz.Ülke ekonomisinde olan hiçbir gelişme bizim yaşam biçimimizde bir gelişme ortaya çıkarmıyor. Yaşamımız renklenmiyor. Kadınla erkek arasındaki uçurum, cebimize giren paralar artsa da kapanmıyor. Müzik zevkimiz kanatlanmıyor.Konuşmalarımız konu darlığından paçasını kurtarıp geniş bir ufka doğru yayılmıyor. Çiçeklere, hayvanlara, denize, ormana, uzaya karşı duvar gibi sağır duran ilgisizliğimiz yerinden milim kıpırdamıyor.Başbakan’la müdürümüze, ha bir de bizim gibi düşünmeyene kızmanın ötesinde bir öfke çeşitliliği gösteremiyoruz. Yeni düşüncelere kapılarımızı kapatıyoruz.Dışarıdan hiçbir rüzgar almayan kendi kültürümüz de, geçmişin değerleriyle geleceğe uzanacak bir enerji kazanamıyor...Oysa ki annemin dediği gibi, ne kadar da zevk alınacak bir yaşam sürmemize imkan veren bir kültürümüz var.Bir ucu Cezayir’e, bir ucu Viyana’ya uzanan bir imparatorluktan kalan büyük bir mirasa sahibiz.Bizans var, Osmanlı var, Cumhuryet var, Batı var, Doğu var, Türk var, Kürt var, Arap var, Acem var, Anadolu’dan geçen bütün dinler var, değişik değişik mezhepler, tarikatlar var.***Tam da annemin dediği gibi, düşünsenize, bizden başka kaç toplumun bu kadar geniş bir yaşam ve zevk yelpazesi var… Kaç toplum bu kadar derin bir kültür geçmişinden geliyor?Dünyanın neresinde, en şuh ya da en feminist kadın, bir gece yarısı sevdiği bir erkeğe müthiş alaturka bir şefkatle yemek pişirmeye kalkışabilir.Hangi ülkede hangi erkek yolda yanyana yürüdüğü kadına Murakami’nin kitaplarından bahsederken, kadına baktığına inandığı sokak bitirimiyle bir kavgaya tutuşabilir. Dünyanın neresinde hem şampanyadan hem çip köfteden hoşlanan bir damak lezzeti renkliliği görebilirsiniz?Evet, bizler zamana ve mekana önem vermeyen ama insanı büyük bir sevecenlikle sarmalayan, sıcacık alaturka coşkulara sahip bir toplumuz...***Ama biz bunlara rağmen gelişmemiş bir toplumuz...Neden mi?Bu zenginliğe her defasında haksızlık ettiğimiz, bu muhteşem kültür definesini reddetmeye uğraştığımız için.Elimizdekini çoğaltacağımıza, sürekli olarak her şeyi “tek”e indirmeye çalıştığımız için...Sahip olduklarımızı bir “tehdit” olarak görüp,kendi zenginliğimizden korktuğumuz için...Annemin istediği “pozitif mesajı” da vereyim bu arada, ben bütün bunlara rağmen ümitliyim. Birgün elimizdekilerin değerini anlayıp, ona sahip çıkacağız, çok daha derinlikli ve renkli bir hayat yaşayacağız. O gün ne zaman gelir bilmiyorum ama...’***Gelişemedik biz gerçekten...Zeka meselesine gelirsek de….Şu geçmişe, derinliğe, renkliliğe, birikime bakın, sonra da bugün bulunduğumuz düzeye ve içinde çalkalandığımız sorunlara bir bakın. Zekanın işaretini görüyor musunuz siz bu çelişkide?“Evet, zeka o geçmişten bugünü yaratırdı” diyorsanız, o zaman siz hiç bir şeyi dert etmeyin kendinize, mutlu mutlu yaşayın.Ne diyeyim...

Devamını Oku

Beyinlerini kullanmayan toplumlar lagarlaşıyor...

26 Ekim 2014

Anatomi kitaplarının girişinde yazar,‘Kullanmadığını kaybedersin.’ Sarsıcı bir söz olsa gerek...En azından beni sarsıyor her duyduğumda.Bu koca ülkedeki eksikleri düşününce neleri kullanmadığımız, bu yüzden neleri kaybettiğimiz öyle açık ki...Acaba bizim ülkemizde zeka seviyesinin insanı kızdıracak düzeyde düşük olmasının sebebi gerçekten beyinlerimizi kullanmamamız mı? Bu olabilir mi? Ben demiyorum tıp diyor bunu, kızmayın hemen... Bir düşünün.***Hepimiz az da olsa çok da olsa geliştirilecek bir beyinle doğuyoruz, dediklerine göre...Sonra ne oluyor da o beyinler hiç bir işe yaramaz tozlu bir et parçasına dönüyor acaba? Düşünmüyoruz da ondan mı? Beynin sporu düşünmekse bizler spor yapan bir millet değiliz... Çok açık. HHH Bu ülkenin çoğunluğu aptaldır dese biri nasıl kızarız değil mi, böyle bir lafa ancak bir aptal kızar oysa ki...Düşünmenin yasak olduğu bir memlekette zekadan bahsetmek bütünüyle komik bir şey değil mi zaten? Herşey kendi içinde birbirini tamamlamıyor mu? Gerçekten beslenme ve kullanma biçimlerimizle zekalarımızı kaybeden bir toplum değil miyiz yani biz? Çok mu akıllıyız? HHH Pek öyle gözükmüyor sonuçlara bakınca...Bazı toplumlar insanları yaratmaya, düşünmeye teşvik eder, bazıları ise düşünmeyi, yaratmayı baskı altına alır.Ve bu toplumlar arası farka baktığımızda yaratıcılık ve zeka farkı dikkat çekici boyutta karşımıza çıkar.Öyle değil mi? HHH Bizim zekalarımız tozlanmış gerçekten.Belki de işe yaramaz bir et parçası taşıyoruz kafalarımızın içinde.Yok yok, incelikler peşinde koşmama gerek yok.Açıkça yazabilirim.Algılarımızın eksikliğine, sorunları kavrama biçimimize, çözüm üretme tarzımıza bakarsak kesin öyle.***Beyinlerini kullanmayan toplumlar lagarlaşıyor.Refleksleri ağırlaşıyor.Öfke nöbetleri etrafa saçılıyor.Zekası tozlanan insanlar arttıkça farklılıklar azalıyor, aynılaşma başlıyor.Farkında mısınız, bizde insanlar nasıl da birbirinin aynı? Fikri ne olursa olsun aynı insanın zekası gibi zekalarımız...O yüzden kavgalar komik...Güya birbirlerine karşılar ama basbayağı birbirlerinin aynılar...HHH Beyinsel düzeyleri aynı olan ama ayrı ayrı ‘aidiyet bayrakları’ altında toplanan insanlar, belli klişeleri karşılıkları olarak birbirlerine bağırıp duruyorlar.Bu acıklı görüntü yıllardan beri var bu memlekette.Demek bunun gerçekten bilimsel bir nedeni varmış.Beyin kullanmadıkça tozlanıyormuş.***Geçmiş zamanlarda beyin gücü belki o kadar önemli değildi, aptal krallar olabiliyordu, zekası gelişmemiş zenginler görülebiliyordu ama şimdi mümkün mü bu? İçinde olduğumuz çağda düşünmeyenlere yer yok gibi gözüküyor.Dünya düşünenlerin iktidarına doğru gidiyor.Sanırım bu lafı hiç unutmayacağım.“Kullanmadığını kaybedersin.” Siz de unutmayın bence...

Devamını Oku

Muhalefeti yok edeceğim derken gazeteleri yok ettiler...

23 Ekim 2014

“Sevdiğimiz bir şeydi gazeteler...”Bu lafa çok güldüm geçen sabah...Gazeteleri almış, yanına bir çay söylemiş, o taze simitin ucundan da kopararak fanusa konmuş bir kelebek gibi sessizliğe gömülüp neredeyse bütün gazeteleri okumaya dalmışken, bir ses duydum arkamdan, ‘sevdiğimiz bir şeydi gazeteler.’Başımı gülümseyerek kaldırdım çünkü Cahit Sıtkı’nın o unutulmaz mısraını ‘ alıştığımız bir şeydi yaşamak’, değiştirerek söyleyen bu cümle öyle çok şey anlatıyordu ki...Gerçekten de gazete okumayı seven insanlar için gazetelerin gözümüzün önünde öldürüldüğünü görmek insanı epeyce yaralıyor...En azından sabahın o insanı karşılıksız seven duru saatleri kırgın, gazeteler öldüğü için.***Hep beraber öyle yapayalnız kaldık ki iştahla okunacak gazeteler böylesine azaldığı için...Sabahın ahengi bozuldu sanki gazeteler olmayınca...Ne zamandır da üst üste bu kadar çok gazete okumamıştım doğrusu…Birbirimizi sevmekten vazgeçmiş ama ilişkiyi bitirmeye cesareti olmayan sevgililer gibiydik biraz da...Ama hepsini birden okuyunca tekrar karar verdim, bizim bu ilişkiyi kesinlikle yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor...***Gerçekleri söylemiyorlar çünkü.Söyleyenler de sanki fısıltıyla söylüyor.Abartıyor muyum? Sanmıyorum…Gazeteleri okuyorsunuz, notlar alıyorsunuz bir şeye rastladığınızı düşündüğünüzde ve sonunda aldığınız notlara şöyle bir baktığınızda kendi sıkıcılığınızdan önce siz sıkılıyorsunuz.***Bana öyle oldu işte gecen sabah...Bütün gazeteleri okudum ama okuduklarımla değil Cahit Sıtkı kırması harika bir cümleyle eve döndüm, ‘sevdiğimiz bir şeydi gazeteler.’Siyasetcilerin dışında halkın oluşturacağı bir toplumsal muhalefetin sesi olmasını beklediğiniz gazeteler, ses çıkarmaktan çok uzaklar...Gerçekçi, evrensel ölçülere bağlı, demokrasiyi savunan bir muhalefetin parçası değiller…Bu kuruluk sadece siyasette de değil üstelik…Lezzetli bir insan öyküsü bile yok denecek kadar az artık...Size hayatın, Türkiye’nin, dünyanın hiçbir gerçeğini sunamayan kağıt yığınları gibiler…İnsan güneşli bir sabah vakti gazeteleri okumaya başlayınca kendini fokur fokur kaynayan pis bir bataklığa düşmüş, çamurlanmış gibi hissediyor.Belki de çocukluğum bu mesleğin içinde geçtiği için ben daha da fazla bir acıyla hissediyorum o kirlenme duygusunu.***Hamlet’in dediği gibi ‘Danimarka’da kokuşmuş bir şeyler var.’Ve bu kokuşmuşluk artık saklanmıyor…Tuhaf bir kendinden vazgeçiş, karaya vurmuş deniz anası gibi pelteleşerek bütün ülkeye yayılıyor…Bu ülkede korku ve yalan artık müstehcenlik düzeyine geldi…Utanma ve edep duygumuzu incitiyorlar...Gazetecilik ölmediyse de bitkisel hayata girdi sanırım.***Aslında siz de benim gibi gazete okumayı seven biriyseniz bu acıyı biliyorsunuz zaten...Şöyle teker teker gazete sayfalarında dolanmak, uzun uzun kahve yudumlayarak sevdiğiniz bir yazıdan ötekine uzanmak…Özlüyorsunuz değil mi siz de?Ben çok özlüyorum.Aşk acısı çeker gibi özlüyorum…Hukuku, demokrasiyi savunan gür ve güçlü bir sesi duymayı özlüyorum...Demokrasiye sahip çıkan birkaç kalem de kurtarmaya yetmiyor gazeteleri.Galiba muhalefeti yok edeceğim derken gazeteleri yok ettiler.***Sanırım bir süre daha sabahları biraz eksik yaşayacağız…Ve o harikulade cümleyi mırıldanacağız:Sevdiğimiz bir şeydi gazeteler…

Devamını Oku

Gerçeği yalnızca gerçeği söyleyin...

21 Ekim 2014

Bazen düşünüyorum da, kim daha korkak acaba?Bu ülkeyi yönetenler mi yoksa onların suladığı çamuru alıp eline yüzüne bulaştıranlar mı?Kim daha güçsüz aslında?Manasızlığını bildikleri halde onurlarını hiçe sayarak siyasetin parçası olanlar mı yoksa o siyaseti ülkeye “demokrasi” diye yutturmaya çalışanlar mı?Bazı insanların yazılarını okuyunca bazı insanları televizyonda seyredince ya da bazen sadece insanlara bakınca bu soruları sormamak imkansız gibi geliyor bana...Sahte savaşlar, sahte kızgınlıklar, sahte onurlarla gerçeklerden kaçıyorlar.***Ve merak ediyorum…Hangi gerçekten kaçıyorlar acaba? Neden gerçeklerden kaçıyorlar?Siz hangi gerceklerden kaçıyorsunuz? Hangi menfaat sizi gerçeklere karşı kör ediyor?Neden gerçeklere karşı uyuşmak için damarınıza sahte kızgınlıklar enjekte ediyorsunuz?Bile isteye bir körlüğün parçası olup zavallılaşıyorsunuz, neden?***Belki de zaten biliyorsunuz ne yaptığınızı, çok kızgınsınız kendize…Kendi yetersizliğinize duyduğunuz öfkeyi saklayabilmek için sağa sola saldırıyorsunuz.“Asalet zorlayıcıdır” lafını çok seviyorum.Çünkü gerçekten zordur bir beladan geçerken, çıkarlarımız, duygularımız, geleceğimiz ağır bir şekilde yaralanmışken, ismimizi, onurumuzu korumak için gerçekleri söyleyebilmek…Yaralanmışken gülümseyerek sanki yaramız yokmuş gibi davranabilmek…Geleceğimiz için geçmişimizi satmamamız gerektiğini bilmek.***Farkında mısınız, utanma duygusu bizde hiç gelişmemiş bir sanat gibi…O yüzden ne adam gibi ayrılabiliyor aşıklar,ne siyaset kavgaları bayağılıktan kurtuluyor, ne de kavgalar pusu zihniyetinden düelloya geçebiliyor.Ne de köşe yazarları gerçekleri yazabiliyor bu ülkede.Bazıları neredeyse onursuzluğunu madalya olarak taşıyor yakasında.Kendileri dürüst olamadığı için dürüst olanlara akıl vermeye çalışıyorlar.***Kimseye gazetecilik öğretecek halim yok, gazeteciliği benden çok daha iyi bilen çok sayıda insan var.Ama gazeteciliğin onursuzluk olmadığını biliyorum.Dalkavukluk olmadığını da biliyorum.Hangi kılığa girerlerse girsinler o iki büklüm yağlı kayganlıklarıyla iç bulandırıcı geliyorlar bana doğrusu...***“Dur denecekse” gazeteciliği dalkavukluğa çevirenlere “dur” denmeli.Bunu da dürüst ve mesleğini seven gazeteciler söylemeli.Sahi öyle birileri var mı aramızda? Ama gerçeği yalnızca gerçeği söyleyin bana...

Devamını Oku

Belki sihir gücümüzde değil güçsüzlüğümüzde...

18 Ekim 2014

Ece Ayhan’ın “Yeniden sevmek zordu, başardım ama bir unutmayı daha becerebilir miyim bilmiyorum” sözü nedense hep içimi sızlatır...Tuhaf biçimde canımı yakar...Bana bambaşka, unuttuğum hatta belki de hiç bilmediğim acılar taşır...Ve her defasında bana biz kadınları düşündürürür nedense..Sevmeyi bilen, sevmeyi beceren, sevmeyi isteyen kadınları…Güçlü, acı çeken ama acısını bağırmayan kadınları…Hayatlarını bir sevdaya adayarak yaşabilen kadınları…Tekrar sevmek için hayatlarını harcayanları…Bir daha severse onu da unutabilecek gücü gösterebilenleri...Abartmıyorum değil mi, kadınlar böyle anlatılabilir.***Kadın her seferinde sevmekle büyüyor, erkeklerse sevilmek istiyor... Sahip olmak istiyor ve sahip olduğunu kaybetmek korkusuyla azalıyor.Sevilmek isteği onların sevmesini de, unutmasını da zorlaştırıyor sanki.Kadınlar daha cesur seviyor, her defasında, yeniden, hiç bıkmadan...***Sevme konusunda kadınlar daha cesur ...Bu kesinlikle söylenebilir...Ama bir soru daha var, sevme konusunda cesur olan kadınlar, yalnız olma konusunda da aynı cesarete sahip mi?Sevmekde ve unutmakta gösterilen cesaret, yalnız kalma ihtimali karşısında da gösteriliyor mu?Acaba, “kadınlar severken daha cesur ama erkekler yalnızlık karşısında daha fazla cesaret sahibi” denilebilir mi?Böyle bir genelleme yapılabilir mi?***Düşünüp duruyorum, sevmek ve sevilmek, kadın ve erkekler arasında eşit bölüşülen bir şey mi gerçekten diye?Ben de kadınların sevebilme gücüne inananlardanım ama erkekler konusunda aklım biraz karışık...Sevilmek istedikleri çok açık ama çok sevebildikleri de inkar edilemez doğrusu...***Kadınlarla erkekleri düşünüyorum da erkekler kadınları hiç tanımıyor.Kadınlar da erkekleri…Şeffaf, sanki yokmuş gibi gözüken ama tuhaf biçimde büyük bir mesafe var sanki kadınlarla erkekler arasında.***“Erkekler önce sevilmeyi talep eder, kadınlar ise önce sevmeyi.”Düşünsenize, bu cümle ne kadar doğru onu bile kestiremiyoruz bir çırpıda...Bana bu cümle doğru gibi geliyor ama gerçekten doğrumu bilmiyorum açıkcası...Diyeceksiniz ki belki kadınlar da sevilmek istiyor, ki haklısınız sevilmek istiyoruz...Ama sanırım kadınların sevilmek istiyormuş gibi görünmelerinin asıl sebebi aslında sevme çabaları...Bunu anlayan erkeklerin çok fazla olmadığına eminimişte...Kadınlar önce sevmek istiyorlar ve erkekler nedense bunu hiç bilmiyorlar.O yüzden belki de kadınları sezemiyorlar...Sadece bunu bilmedikleri için sevilmeyi isteyip duruyorlar...***Kadınlarla erkeklerin farklı korkuları var belki de,birinin cesur olduğu yerde öbürü korkak, diğerinin korkak olduğu yerde öbürü cesur olabiliyor.Biz kadınlar sevmekte ve unutmakta iyiyiz.Erkekler yalnızlık meselesinde bizden güçlüler.Bu farkılıklarımızla, birbirimizi hiç tanımasak da birbirimizi tamamlıyoruz…Belki de bu farklılıklar, iki cinsin birbirini tamamlaması, birbirine muhtaç olması için gerekli…***Birbirine muhtaç iki cins…Belki de sihir, gücümüzde değil, güçsüzlüğümüzde…

Devamını Oku

CHP’ye çok kızgınım...

16 Ekim 2014

Lafı biç dolandırmayacağım, bugünlerde yine aynı şeyi düşünür oldum…CHP, AK Parti’yi bir gün yenebilir mi bilmiyorum ama CHP, CHP’yi asla yenemeyecek, bu açık...Ülke her gün yeni bir dertten geçiyor, bazen iş‘bu kadarı da fazla’ dedirtecek kadar karışıyor ama CHP hep aynı ‘sakinlikte.’Aynı ürkeklikte…Aynı Atatürkçülükte...Hükümete anlaşılması zor kararları, demokrasi mücadelesinde geri adım atması ve sayısız başka sebeplerle çok çok kızabilirsiniz ama sanırım ben, hükümete “Rakibim yok” rahatlığı ve kurnazlığı veren CHP’ye daha çok kızar oldum artık.Hükümete kızdıkça CHP’yi affedemez hale geldim sanki.***Parti içi anlaşmazlıkları, etraflarında olanlardan bihaber kalmaları, değil iktidar olmak için seçilmek, rakibiyle yarışmak için bile yeterli donanıma sahip olmamaları insanı deliye çeviriyor...Öyle değil mi? Kürt meselesini hiç algılayamıyorlar…Çağdaş bir demokrasinin savunuculuğunu hiç beceremiyorlar…Çıkan baskıcı yasalara karşı seslerini bütün ülkeye duyuracak kadar yükseltemiyorlar.Ve bu parti, AK Parti’nin rakibiAK partinin yapamadığını yapacağını umduğunuz parti...***Mesela CHP neden, fikirleri kötü ve yanlış bile olsa , özellikle hayati konularda partice bir fikir etrafında toplanamıyor merak ediyorum...Ya da nasıl bu kadar çaresiz kalıyorlar sorunlar karşısında?CHP, parti içi iktidar mücadelesi alışkanlığını hiç kıramayacak sanırım.Her zaman halka bir şey anlatmak yerine kendi içlerinde çekişmeye öncelik verecekler.Ya da muhalefet olmayı, politika yapmayı itiş-kakış yaratmak zannedecekler hep...***Edebiyat dünyasında her zaman istikbal vadeden yetenekli gençler vardır.Çoğu ‘İstikbal vadeden yetenekli bir genç’olarak ayrılır dünyadan. Pek azı büyük yazar konumuna ulaşır...CHP de politika dünyamızın yıllardır, iktidar olma ihtimali varmış gibi gözüken partisi rolünde...Güldünüz, değil mi?Lakin yıllar geçiyor, CHP iktidar olma ihtimalinden bir adım bile öteye gidemiyor.Hatta çoğu zaman ‘ihtimal’ kelimesi bile abartılı duruyor CHP’den bahsederken. ***Peki neden CHP bu görüntüden kurtulamıyor?Ve ben neden CHP’ye böyle kızgınım?ÇünküKitlelere bir heyecan ateşi yayamıyor!Görülebildiği kadarıyla CHP eski hareketsiz devletçiliği konusunda bir türlü ne yapması gerektiğine karar veremiyor.O hantal geri zihniyetinden ısrarla vazgeçmiyor...***CHP’lilerin yüzde 90’ı AKP’nin ne kadar kötü olduğunu anlatıyor ki haklılar ama AK Parti’nin kötü olması CHP’yi iyi yapmıyor.CHP bu ülke için nasıl bir gelecek hayal ediyor,bu hayaline hangi projelerle varmayı düşünüyor,hangi hazırlıkları yapıyor somut olarak anlatmalı ve bunları yapabileceğine halkı inandırmalı.Başarılı olma “İhtimalinden” başarılı olma aşamasına geçebilmek için tek“ihtimal” bu bence.Ama Kürt sorununu bile anlayamayan bir CHP bu ihtimali nasıl gerçekleştirir, işte orası gerçekten meçhul...

Devamını Oku

Bu karanlığı hep beraber yaratıyoruz!

14 Ekim 2014

Ne olursa olsun değişmeyen şeyler var.Her şey değişiyor da kavgaların nedenleri hiç değişmiyor mesela...Dünyada gördüğümüz her kavga, güce ve silaha sahip olmak için...İnsanlar ‘birilerinin’ güce ve silaha sahip olma ihtirası yüzünden ölüyor...Her birimiz için o ‘birileri’ farklı oluyor, herkesin kendine göre ‘birileri’ bulunuyor.Her kavga, ‘ben öldüreceğim, ben ezeceğim,ezme hakkına ben sahip olacağım’ hırsıyla çıkıyor... Her kavga, güçlünün bileğinin hakkı olan haracı ben alacağım’ dalaşı aslında.***Güç sahibi olmayı güçlü olmak zannettiğimiz için savaşıp duruyoruz ‘düşmanlarımızla.’Mesela…Eğitim için kavga ettiklerini söylüyorlar ama aslında ideoloji yarıştırıyorlar…Çocukların eğitimi umurlarında bile değil… Bırakın eğitimi, çocuklar bile umurlarında değil bence onların…Mesela…Hukuk için mi dövüşüyorlar… Mesela…Demokrasi için mi birbirlerini yiyorlar…***Kendi küçücük hayatlarımızda bile böyle... Mesela...Aşk için mi göz yaşı döküyoruz...Yaşanan acılar, boğuşulan sorunlar sadece sevgiden mi kaynaklanıyor?Aşk bile eninde sonunda bir güç savaşına dönüşüyor.İlişkinin ‘efendisi’, ‘ağası’, ‘sultanı’ kim olacak çekişmeleri yaşanıyor, her ilişkide taraflardan biri ilişkinin ‘haracını’ yemek istiyor.Güç ve iktidar tutkusu, orada bile değişik kılıklarla ortaya çıkıyor.***Kendi aramızda sanki iyi şeyler için dövüşüyorgibi yapıyoruz… Hem politikacılar, hem gazeteciler,hem bunları izleyenler, hepimiz.Demediğinizi bırakmıyoruz.Ama gücün denetimini halka vermeyi öneren her düşünceye de elbirliğiyle karşı çıkıyoruz...Devlet içindeki, ordu içindeki, hükümet içindeki, cemaat içindeki güçler hep beraber gerçeklerin üstünü örtüyor...Yalnızca gücü bölüşürken bölünüyorlar.Yoksa hep beraber uygarlığı, kültürü,demokrasiyi, hukuku reddediyorlar aslında...Bu hiç değişmeyen, neredeyse hiç çatırdamayan bir sistem… Her devirde bu aynı…Her devirde siz de aynısınız...Değiştirmek mi istiyorsunuz herşeyi,değiştirebilir misiniz kendinizi, buna cesaretiniz var mı, bu soruyu kendinize sormaya gücünüz var mı?***Siz gücünüzü, ‘güçlülük taslamadan’, ortak yarar için ortaya koymayı öğrenebilecek misiniz, bunu bir sorsanıza kendinize?Değişim….Her devirde ‘nerden çıktı bu icat’diye değerlendirilir bizde...Aydınlar….Her dönemde ‘liboş, dönek,deli,vatan haini’ olarak tanımlanır…Kültür… Her dönemde, kendi rengini yaratamamış, hiçbir icada imza atmamış, hiçbir kent kuramamış, felsefi görüş yaratamamış bir toplum olarak duyduğumuz aşağılık kompleksiyle kaçınılmaz olarak aşağılanır…Aşk... Her dönemde bulamadığımız, aradığımız,bize sunulmasını beklediğimiz ütopya olarak anlatılır...***Başkalarını suçlamak kolay, hele bu suçlamalarınız haklıysanız daha da kolay ama hiç mi bizim payımız yok yaşananlarda?Biz bu zavallı kavganın parçası değil miyiz,politikadan aşka kadar her yerde güç ve iktidar peşinde koşmuyor muyuz?Gerçeği söyleyecek cesaret de pek yok etrafta.Karanlığı hep beraber yaratıyoruz...Bu dünya, biz böyleyiz diye böyle.Bunu kabul etmeye cesaretiniz var mı siz onu söyleyin önce bana...

Devamını Oku