“Sevdiğimiz bir şeydi gazeteler...”
Bu lafa çok güldüm geçen sabah...
Gazeteleri almış, yanına bir çay söylemiş, o taze simitin ucundan da kopararak fanusa konmuş bir kelebek gibi sessizliğe gömülüp neredeyse bütün gazeteleri okumaya dalmışken, bir ses duydum arkamdan, ‘sevdiğimiz bir şeydi gazeteler.’
Başımı gülümseyerek kaldırdım çünkü Cahit Sıtkı’nın o unutulmaz mısraını ‘ alıştığımız bir şeydi yaşamak’, değiştirerek söyleyen bu cümle öyle çok şey anlatıyordu ki...
Gerçekten de gazete okumayı seven insanlar için gazetelerin gözümüzün önünde öldürüldüğünü görmek insanı epeyce yaralıyor...
En azından sabahın o insanı karşılıksız seven duru saatleri kırgın, gazeteler öldüğü için.
***
Hep beraber öyle yapayalnız kaldık ki iştahla okunacak gazeteler böylesine azaldığı için...
Sabahın ahengi bozuldu sanki gazeteler olmayınca...
Ne zamandır da üst üste bu kadar çok gazete okumamıştım doğrusu…
Birbirimizi sevmekten vazgeçmiş ama ilişkiyi bitirmeye cesareti olmayan sevgililer gibiydik biraz da...
Ama hepsini birden okuyunca tekrar karar verdim, bizim bu ilişkiyi kesinlikle yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor...
***
Gerçekleri söylemiyorlar çünkü.
Söyleyenler de sanki fısıltıyla söylüyor.
Abartıyor muyum? Sanmıyorum…
Gazeteleri okuyorsunuz, notlar alıyorsunuz bir şeye rastladığınızı düşündüğünüzde ve sonunda aldığınız notlara şöyle bir baktığınızda kendi sıkıcılığınızdan önce siz sıkılıyorsunuz.
***
Bana öyle oldu işte gecen sabah...
Bütün gazeteleri okudum ama okuduklarımla değil Cahit Sıtkı kırması harika bir cümleyle eve döndüm, ‘sevdiğimiz bir şeydi gazeteler.’
Siyasetcilerin dışında halkın oluşturacağı bir toplumsal muhalefetin sesi olmasını beklediğiniz gazeteler, ses çıkarmaktan çok uzaklar...
Gerçekçi, evrensel ölçülere bağlı, demokrasiyi savunan bir muhalefetin parçası değiller…
Bu kuruluk sadece siyasette de değil üstelik…
Lezzetli bir insan öyküsü bile yok denecek kadar az artık...
Size hayatın, Türkiye’nin, dünyanın hiçbir gerçeğini sunamayan kağıt yığınları gibiler…
İnsan güneşli bir sabah vakti gazeteleri okumaya başlayınca kendini fokur fokur kaynayan pis bir bataklığa düşmüş, çamurlanmış gibi hissediyor.
Belki de çocukluğum bu mesleğin içinde geçtiği için ben daha da fazla bir acıyla hissediyorum o kirlenme duygusunu.
***
Hamlet’in dediği gibi ‘Danimarka’da kokuşmuş bir şeyler var.’
Ve bu kokuşmuşluk artık saklanmıyor…
Tuhaf bir kendinden vazgeçiş, karaya vurmuş deniz anası gibi pelteleşerek bütün ülkeye yayılıyor…
Bu ülkede korku ve yalan artık müstehcenlik düzeyine geldi…
Utanma ve edep duygumuzu incitiyorlar...
Gazetecilik ölmediyse de bitkisel hayata girdi sanırım.
***
Aslında siz de benim gibi gazete okumayı seven biriyseniz bu acıyı biliyorsunuz zaten...
Şöyle teker teker gazete sayfalarında dolanmak, uzun uzun kahve yudumlayarak sevdiğiniz bir yazıdan ötekine uzanmak…
Özlüyorsunuz değil mi siz de?
Ben çok özlüyorum.
Aşk acısı çeker gibi özlüyorum…
Hukuku, demokrasiyi savunan gür ve güçlü bir sesi duymayı özlüyorum...
Demokrasiye sahip çıkan birkaç kalem de kurtarmaya yetmiyor gazeteleri.
Galiba muhalefeti yok edeceğim derken gazeteleri yok ettiler.
***
Sanırım bir süre daha sabahları biraz eksik yaşayacağız…
Ve o harikulade cümleyi mırıldanacağız:
Sevdiğimiz bir şeydi gazeteler…