Mübarek Milli Eğitim Bakanlığı değil, Milli Deneme Bakanlığı... Sınav sistemi yine değişiyor, her 2-3 yılda bir sistem değiştiriliyor. Deneme yanılma yöntemiyle eğitim yönetilmeye çalışılıyor. Yok bu olmadı, öteki; bir de şunu mu denesek...Neyi denerseniz deneyin, ortada denenecek bir şey yok ki, neyi deniyorsunuz? Sanki ortada denenmeye değecek somut başarılar var da biz “acaba hangisini seçsek” diye çelişkide kalıyorsunuz.Hiç zahmet etmeyin, hiç kendinizi yormayın; hatta nafile işlerle kendinizi yıpratmayın. Alın PİSA sonuçlarını, geçin karşısına hayran hayran bakın; yarattığınız eserlerle övünün. Ne çocuklarda mecal bıraktınız, ne öğretmenlerde şevk bıraktınız, ne de velilerde istek; “kör kör parmağım gözüne” anlayışıyla işler gidiyor. Dikkat ettiniz mi, Hüseyin Çelik geldi ilk icraatı sınav sistemini değiştirmek oldu. YÖK‘ten sorumlu kişi geldi, ilk icraatı sınav sistemini değiştirmek oldu. Nimet Çubukçu geldi, ilk icraatı sınav sistemini değiştirmek oldu. Ne kolay şeymiş şu eğitimi yönetmek, değiştir sınavları, bitti gitti!Eski bakanlardan biri ne demiş: “Şu okullar olmasa Milli Eğitim’i yönetmek ne kolay olurdu.” Şimdikiler bunu revize etti: “İyi ki şu sınavlar var, onlar olmasa biz ne yaparız?” Yapmanız gereken şu: Biraz araştırmacı olun, gözünüzü kulağınızı dört açın, insanlar ne yapıyor takip edin, dünyadaki gelişmeleri izleyin. Büyük ilaç şirketlerine bakın, ne yapıyorlar? Önce araştırma geliştirme faaliyetlerinde bulunuyorlar. Bir ilaç bulduklarında önce deneklerin üzerinde deniyorlar, kitlelerin üzerinde değil. Şayet olumsuz bir sonuçla karşılaşılırsa, en azından 3-5 kişiye bir şey oluyor; kitlesel deneme yapmıyorlar. Mazallah bunun vebali çok büyük, bu sorumluluğun altından kalkılamaz...Biz, size bir denek grubu verelim; hatta o grubu gözden de çıkaralım; siz, deneyin durun. Sonuçla uğraşıp, eğleşip duruyoruz, süreci düzeltmeyi düşünen yok, böyle bir zihniyet hak getire. İşin kolayı, kolaycılığı dururken kim uğraşır süreçle. Süreç; emek ister, sabır ister, uzun vadeli yatırımları öngörür, plan-program ister vb. Eee, kim uğraşacak bunlarla, kimin işine gelir böyle bir yatırım. İşin kolayı varken, uğraş dur bu zırvalarla... ***Nimet Hanım ne diyor: “Yapılan çalışmalar ve hazırlanan raporlar doğrultusunda SBS’nin genel olarak olumlu yönleri olmakla beraber, olumsuz etkilerinin bulunduğunu da tespit ettik.” Kendinden öncekini de kırmamaya özen gösteriyor. Kırdığınız çocuklar n’olacak, zorladığınız cüzdanlar n’olacak, yıktığınız küçücük kalpler n’olacak? Bunların cevabını alsak!Yok, bu iş böyle olmayacak, bizim acilen Sınav Değiştirme Bakanlığı kurmamız lazım. Yabana atmayın, bu bakanlığın işi başından aşkın olur, bir sürü sınav var; sonuna ‘S’ harfi eklediğimiz her şey bir sınav. Bir çırpıda aklıma gelenler: SBS-YGS-LYS-KPSS-ALES (OGES ve KGS bunların dışında!) vb. Bu bakanlığa çok iş düşer, hem sınavları yapacak hem de değiştirecek. Kolay olmaz valla işi...
Hangi vakıf üniversitesi rektörüyle konuşsam, hepsi sanki ağızbirliği etmişcesine aynı şeyi söylüyor: “Sanayii ile sıkı bir işbirliği içindeyiz!”Kallavi bir ifade, bayağı iddialı!İlk baştan kulağa çok hoş geliyor, bu söylev; davulun sesi gibi...Ses, uzaktan ‘hoş’ geliyor, ancak yaklaştıkça sesin rengi değişiyor, rahatsız etmeye başlıyor; işbirliğinin rengi belli oluyor.Birçok vakıf üniversitesinin yaptığı tek şey; öğrenci alıp, yetiştirmek ve mezun etmek; başka da yaptıkları bir şey yok! Kısaca buna, sürümden kazanmak da diyebilirsiniz, ‘seri üretim’ anlayacağınız...Anlat dersleri, yap sınavları, ver diplomayı; Allah’ın selameti üzerine olsun...Sonrası...5 kişiden 1’i işsiz, 4 gençten biri işsiz!İşbirliği, sadece işyerlerine stajyer öğrenci göndermek midir, öğrencilerine staj olanağı sağlamak mıdır? Bu, zaten yapmanız gereken bir zorunluluk, bunu zaten yapacaksınız! Başka, başka ne yapıyorsunuz?AR-GE çalışmaları var mıdır, sanayii için yarattığınız bir prototip var mıdır, sanayii size başvuruyor ve sizden bir şey talep ediyor mu, bulunduğunuz bölge için bir çekim merkezi olabiliyor musunuz, uzmanlık alanınız nedir?Külliyen bu soruların hepsine olumsuz yanıt vermiyelim, ama durumun pek tatmin edeci olmadığını da belirtelim!***Dile getirdikleri bir başka söylev de: ‘Biz, dünya üniversitesiyiz.’Öyle olmalı zaten, başka türlüsü düşünülemez. Böyle bir ifadeden sonra, hemen akla şöyle bir soru geliyor: ‘Kaç yabancı öğrenciniz, kaç yabancı öğretim üyeniz var?’ Bir elin parmakları kadarsa şayet, biz size ‘mahalli ligin takımı’ diyebilir miyiz? ***Bundan 3-5 yıl önce, büyük bir şehirdeki vakıf üniversitesini ziyaret ediyorum. ‘Rektör Bey nerede?’ diye bir öğretim üyesine sordum. Parmağı ile göstererek ‘Şu, karşı barakada’ dedi. Üniversite, prefabrik yapılardan kurulmuş; yan yana sıralanmış bir sürü prefabrik yapı... Kimya, Elektronik, Fizik Laboratuvarları yan yana dizilmiş, hepsi de prefabrik. İnanın, üniversitenin önünden 2 sefer geçtim, bulamadım, 3’ncü de buldum. Neyse, rektörü bulduk, sohbet ediyoruz... Rektör’ün ilk sözü: ‘İyi durumdayız, sürekli gelişiyoruz; dünya üniversitesi olma yolundayız!’Nasıl yani!?***Vakıf üniversiteleri ‘Hukuk Fakültesi’ açma yarışındalar; çünkü biliyorlar ki, bu fakülte ‘tek geçer’. ‘Tek geçer, kontenjanı tamamen dolar’ anlamına geliyor...Yıllar önce, bir öğrenci e-posta göndermişti. Soru, şu: ‘Hocam, bir şey duydum, Hacettepe Üniversitesi’nde Hukuk Fakültesi varmış, biz orayı tercih edebilecek miyiz?’ Üniversitenin o zamanki rektörü Prof. Dr. Tunçalp Özgen’e telefon açtım, aynı soruyu hocaya yönelttim. Tunçalp Hoca: “Bizde Hukuk Fakültesi var, ancak lisans bazında değil, yüksek lisansa öğrenci alıyoruz” dedi. Niye lisansa öğrenci almadıklarını sorduğumda, ‘Açmış olmak için bölüm açılmaz’ dedi ve devam etti; “Hukukta öğretim üyesi sıkıntısı var, yetişmiş eleman yok. Biz bu vebalin altına giremeyiz; ya bir işi en iyi şekilde yapacaksın ya da hiç kalkışmayacaksın. Biz, Hacettepe olarak eksik yapacağımız işlerin altına imza atmayız!”‘Eee, vakıflar nasıl açıyor peki?’ dediğimde, ‘Var gerisini sen düşün! 2 benden, 3 ondan öğretim üyesi alıyor, çıkıyor yola’ dedi...Nasıl yani!?***Geçenlerde Anadolu’da bir şehirdeyim. Yeni açılan bir vakıf üniversitesinin rektörünü ziyarete gidiyorum. Kampus daha bitmemiş mi, taşınacaklar mıymış, neymiş; orasını pek anlayamadım, ama bundan sonrası çok ilginç... Rektöre, şirketin (dükkanın) üst katında bir oda vermişler; orası rektörlük makamı. Şirketin alt katını söyleyeyim; inşaat malzemeleri satıyor, fayans, klozet, plastik pencere, banyo takımları, mutfak tezgahları vb. Dükkanın kapısına, renkli yazıcıdan aldıkları bir A4 kağıdı yapıştırmışlar, üzerinde (... Üniversitesi Rektörlüğü) yazıyor. Dükkandan geçip, rektörlük makamına ulaştık. Rektörle sohbet ediyoruz, ilk sözü şu oldu: ‘Biz, çok farklı olacağız, sanayii ile sürekli dirsek temasında bulunacağız...’Nasıl yani!?***Vakıf üniversitelerini zor bir süreç bekliyor; bu yıldan itibaren öğrenci sayısı gittikçe azalacak, öğrenci kapma yarışı da gittikçe kızışacak. Rakipler çoğalıyor, öğrenci sayısı azalıyor; ak kara traş yakında önümüze dökülecek.Tavsiyem şu: Bunca zamandır hazıra alıştınız, ‘nasıl olsa öğrenci geliyor’ dediniz, sadece reklam-tanıtım faaliyetlerinde bulundunuz; ancak bundan kelli böyle olmayacak. Düşün yollara, gidin Irak’a, İran’a, Özbekistan’a, Nijerya’ya, Lübnan’a vb. atın üzerinizdeki ölü toprağını, aşın kendinizi. Biz, öğrenciye ne diyoruz: ‘Bir farklılığınız olsun, bir fark yaratın.’ Aynı şeyi size de söyleyeceğiz, sizden de isteyeceğiz: ‘Bir farkınız olsun, bir fark yaratın!’ Farkınız fiyatınız olmasın, çimeniniz, havuzunuz, parkınız, bahçeniz olmasın; adam gibi bir farkınız olsun! Çıkmış bir rektör diyor ki: ‘Bizim şu kadar kapalı alanımız var, şu kadar açık alanımız var...’Nasıl yani!?Ne diyor şair: ‘Şimdi yeni şeyler söylemek lazım cancağızım...’***Peki, tümü böyle mi, hepsi için aynı şeyleri söyleyebilir miyiz? Hayır, hepsi için böyle bir şey asla söylenemez; hepsini aynı kefeye koyamayız. İşini çok iyi yapan, gururla izlediklerimiz de var. Sorun, üniversitelerde değil; onlara izin verenlerde. 21. yy’da, ‘kervan yolda dizilmez.’ Yukarıdaki örnekler, ‘önce bir izin verelim de, sonra nasıl olsa düzelir’ mantığının sonucudur. Demem şu ki: Bu iş çığrından çıkmadan, herkes şapkasını önüne koysun, bir düşünsün; yarın çok geç olmadan...
Gelen stajyerlere bakıyorum da bazı şeyler eksik gibi geliyor bana... Şu sıralarda üniversiteler, öğrencilerini bize (gazete ve televizyona) staja gönderiyorlar. Bu süreç, genellikle nisan ayının ilk günleriyle başlar ağustosun sonuna kadar devam eder. Öğrencilerin 2 haftalık staj süreleri vardır. Büyük kurumlara stajyer olarak girmek oldukça zor bir süreçtir. Başvuracaksınız, değerlendirilecek, sıraya koyulacak, mülakata çağrılacaksınız vb. Her gittiğim yerde, anne-babalar elime bir belge (CV) tutuşturur, çocuklarının çalıştığım kurumlara stajyer olarak girebilmeleri için... İşin ilginci, bu belgeleri anne-babalar veriyor, çocuklar vermiyor. Çünkü çocuklar ortada yok! Sanırsınız ki, biz anne-babaları staja alacağız, çocuklar sonradan ortaya çıkıyor, iş bittikten sonra!Galiba hazıra alışmışlar. Her işleri halledilmiş, hep “aman” denmiş... Bu kurumlarda staj yapmak, iş yaşamına 1-0 önde başlamak anlamına geliyor, iş yaşamına iyi bir referansla başlamak anlamına geliyor. Stajyer olarak girdiğin yerde kendini gösterebilirsen kısa yoldan iş yaşamına da başlamış olursun. Bundan daha güzel ne olabilir ki? Buraya kadar güzel ancak gel gör ki...Gelenlerde bir şey eksik, “ruh” eksik...***Bazılarına “böh” desen, yığılıp kalacak. Ürkek, korkak ve pısırık. Kendilerine güvenleri yok, iş hayatına son derece yabancılar. Sadece ders çalışmışlar, sadece okula gitmişler, başka da bir şey yapmamışlar. Birileri onları göndermiş, onlar da elleri mahkûm gelmişler. “Daha da gelmem” misali...***Kimileri bilgisayarın başına oturuyor, sürekli mesajlaşıyor, sitelerarası seyahat yapıyor. “Dakka bir, gol bir” anlayacağınız. Bir elinde de cep telefonu, iki de oradan mesajlaşıyor. “Staj biter, Behlül gider” misali...***Kimileri kendini göstermeye gelmiş. Süs püs yerinde. “Şıkıdım şıkıdım” dolanıyor etrafta. Sanırsınız ki defileye gelmişler; buradan çıkacaklar “Reina”ya akacaklar... Böylelerinin ortak bir özelliği daha var, hepsi aynı model yani birbirlerine çok benziyorlar. İşleri ellerinin ucuyla tutuyorlar. İş, hemen bitiyor! Salınarak ve sallanarak yürüme de bunların en belirgin özelliği.***Kimileri küme oluşturmuş (birlikten güç doğar!), kafa kafaya vermiş aldıkları dersleri, hocaları, notları vb. çekiştiriyor. İyi de bunların konuşulacağı yer, işyeri değil ki, okulun kantini!***Kimileri burunlarından “kıl” aldırmıyor, küçük-büyük bütün dağları onlar yaratmış. Stajyer o mu, siz mi anlamazsınız! Kendine güven güzel bir şey de böylesi biraz abes ve tuhaf kaçıyor. Ortada fol yok yumurta yok, kasıntılık var! Bunca tecrübemize rağmen “mütevazılık” en vazgeçilmezimizdir... ***Bazıları da var ki (az sayıda), “farklı!” Neyi farklı? Oturuşu, yürüyüşü, bakışı, gözlerindeki ışık, bilgisi, görgüsü, kültürü, davranışı, havası vb. “Fark” kelimesi, dört harfli bir kelime ama içinde çok şey var; içi deniz derya...Aradığımız, bu! Budur işte! Son sözümüz üniversitelere: Lütfen, bize böyle adaylar yetiştirin... ***** Nimet Hanım, bir açılım da sizden alsak!Açılımlar mimarı Edrdoğan‘dan gördük öğrendik. Açılım nedir, nasıl yapılır, nelere iyi gelir vb. Test ettik, onayladık. Aşağıda açılım yapılması gereken eşsiz bir konu var. Bir el verseniz de şu konuyu açsanız...Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), 1416 sayılı kanun kapsamında 2006 ve 2007 yılında yurt dışına yüksek lisans yapmak üzere burslu öğrenci gönderdi. Buradaki amaç, o günlerde, yetişmiş uzman personel açığını gidermek olarak belirtildi. Ancak 2 yıllık süre boyunca 75 bin dolara yakın masraf yapılan bu öğrenciler, MEB‘in gerekli planlamayı iyi yapamamış olmasından dolayı, şu anda taşradaki il milli eğitim müdürlüklerinde “memur” olarak görev yapıyor, uzman personel olarak görev yapamıyor!Uzman personel olarak atanamama nedeni, Milli Eğitim Bakanlığı‘nın bu bursu sağlarken diğer kamu kurum ve kuruluşlarından görüş almayarak onların ihtiyaçları doğrultusunda bu öğrencileri yurt dışına göndermiş olmamasıdır. Kamu kurumları ilgili personel yönetmeliklerinden dolayı yurtdışında eğitim görmüş olan bu gençlerin de KPSS (yazılı sınav-mülakat) aşamalarını geçmesi bekleniyor. Şu anda kamu kurumlarından hiçbirinin yurt dışında devlet adına lisansüstü öğrenim gören bu gençlerin varlığından haberi yok! Personel alım ilanlarında 1416 sayılı kanunla yurt dışında öğrenim görmüş öğrencilerle ilgili bir ibare yer almıyor.Yaşanan bu problemi, kamu kurumlarının uzman personel kadrolarına atanma problemini yetkili makamlara bir duyuralım dedik... Var mıdır, bu işin bir hal yolu?
Bundan 1,5 yıl önceydi. Televizyondaki programıma İngiltere’den dünyaca ünlü bir hukuk fakültesinin dekanı konuk olarak katıldı. Programdan önce laflıyoruz. Adet olduğu üzre, konu döndü dolaştı ‘sizinkiler’ ve ‘bizimkiler’ kıyaslamasına geldi. ‘Hocam, bizim çocukları nasıl buluyorsunuz’ dedim. ‘Mükemmel’ dedi; ‘Tek kelimeyle mükemmel buluyoruz.’ Sonra devam etti: ‘Bizimkiler de en az sizinkiler kadar çalışıyor, haklarını yemeyelim. Zaten çalışmak zorundalar, çünkü bunun adı yükseköğretim. Tabii ki sizinkiler de bizimkiler de çalışacaklar. Çocuk oyuncağı mı bu!’ Buraya kadar güzel, zaten bildiğimiz şeyleri söylüyordu...‘Ancak anlamadığımız ve bir türlü çözemediğimiz bir şey var; sizinkiler sadece ders çalışmayı biliyorlar, başka da bildikleri bir şey yok!’Bu ne demek, şimdi?Ben, onu anlamaya çalışırken, arkadan asıl bomba geldi: ‘Bir de, sizinkiler yazın tatil yapıyorlar, memleketlerine tatile gidiyorlar. Bunlar bize çok ters, tuhaf geliyor. Üniversite öğrencisi tatil yapar mı? 3-4 yıl sonra hayata atılacaklar, bu neyin tatili? Sizinkiler, kendilerini lise öğrencisi gibi görüyor. Derslere girip çıkıyorlar, ders çalışıyorlar, sınavları veriyorlar, yazın da tatile gidiyorlar; yani aynı anda 2-3 işi bir arada yapamıyorlar. Bizimkiler sadece ders çalışmıyor, işte de çalışıyorlar; ders saatleri dışında hukuk bürolarında çalışıyorlar. Görüyorlar, görülüyorlar; kendilerini test ediyorlar; neye ihtiyaçları var, onun farkına varıyorlar. Bu süreci eğitimlerinin içinde yaşadıkları için, eksiklerini telafi etme şansları oluyor. Bizimkiler daha 3’üncü sınıftayken iş buluyor, sizinkiler üniversiteyi bitirdikten sonra iş aramaya başlıyor. İşte, ‘sizinkiler’ ve ‘bizimkiler’. Bu konuda son bir şey daha eklemek isterim...’ dedi hoca. Bugüne kadar hiç kimse bu kadar açık ve net konuşmamıştı ve gerçekleri böylesine çarpıcı bir şekilde önüme koymamıştı.‘Hocam, son sınıfta bizimkiler iş seçiyor, en iyi hukuk bürosunu seçiyor. Sizinkiler iş arama derdine düşüyor; ama herkes kollarını açmış dünyanın en iyi hukuk fakültesinin öğrencilerini beklemiyor. Önemli olan, bu süreci eğitimin içinde çözmektir; sizinkiler bunu sonraya bırakıyor.’Hoca haklı, hem de yerden göğe kadar... Diploma önemli, diplomadaki not tabii ki önemli, bunların önemsiz olduğunu kimse iddia edemez; ama vurgulanması ve üzerinde durulması gereken en önemli nokta şu: Diploma, diploma notu ve hatta diplomadaki üniversitenin adı sadece araçtır; bunları, amaca götüren önemli araçlarlar olarak değerlendirebiliriz.Peki, amaca ulaşmak için bunlar yeter mi, yeterli olur mu? Hayır, külliyen hayır!Başka şeyler...Şöyle düşünün: Siz işveren olsanız, işe alacağınız elemanın mı sizi sırtlayıp bir yerlere götürmesini istersiniz, yoksa sırtınıza yük mü almak istersiniz?Bunun cevabını verin ve ona göre davranın. Fark yaratmaya çalışın, bir farklılığınız olsun, tercih edilmeniz için bir ayrıcalığınız olsun. Kaynaklar azalıyor, insanlar çoğalıyor, mezun sayısı her geçen gün artıyor, üniversite sayısı çoğalıyor ve sen işe girmeye çalışıyorsun! Ben, seni niye tercih edeyim? Bu sorunun cevabını sen vereceksin, ben de ona göre seni işe alacağım. Anlaştık mı?*****Babalar içinDün, bildiğiniz gibi ‘Babalar Günü’ydü...Öncelikle tüm babalarımızın günü kutlu olsun, mutlu olsun.Devlet de bir baba; biz, ona ‘DEVLET BABA’ deriz...Böyle gördük, böyle inandık...Devlet Baba’nın da ‘Babalar Günü’ kutlu olsun!...Ancak yetkililere ve yetkisizlere (!) şunu söylemeden edemeyeceğim, zaten başka da bir şey söylemenin gereği yok: O, şehit düşen 12 baba yavrusu; dün babalarına telefon açıp, Babalar Günü’nü kutlayacaktı, babalarının ellerinden öpecekti. Babaları da gözü yaşlı, ama gururla ve hasretle yavrularını bağırlarına basacaktı. ...Ama olmadı!
YGS’den sonra herkeste bir karamsarlık... Nedendir bilinmez! Sınavdan çıkan kimsenin yüzü gülmüyordu. Sonraki günlerde de bu karamsarlık devam etti. Adayların bir atımlık kurşunu varmış; attık, bitti gitti. Ne oldu da böyle oldu? İnanın, bunun bilimsel bir açıklaması yok. Sorular mı zordu? Yoo, hiç de zor değildi. Bilinmez soru tipleriyle mi karşılaşıldı, yani beklenmedik bir sınav tipi mi karşımıza çıktı? Bu da değil. Peki, ne oldu? Valla, bu sorunun yanıtını kimse veremiyor, ÖSYM Başkanı dahil... Çok tatmin edici olmayacak ama yanıt şu: Böyle oldu, işte...Peki, bu yanıt çok inandırıcı değil, bir derde derman olmuyor ama bu durumda ne yapılması gerekiyordu?Bence, yapılmaması gereken yapıldı? Gereğinden fazla karamsarlık tablosu çizildi, yer yarıldı, yerin dibine girildi. Bir Allah’ın kulu çıkıp da “N’oluyor, neden bu kadar karamsarsınız, aklınızı başınıza toplayın, kaybettiğiniz bir şey yok, işinize bakın, çalışmaya devam edin” demedi.Sepet koluna, herkes yoluna...Sonuçlar açıklandı, ortaya bir sürü (6 adet!) puan çıktı. Kimse bu puanları da anlayamadı. Acaba iyi mi desin, kötü mü desin? Ne anlama geldiğini kimse anlayamadı.Sınavın değerlendirmesi, sonuçların açıklanmasına bile kalmadı. Sınavdan çıkar çıkmaz değerlendirme yapıldı. Karar: SINAV KÖTÜ GEÇTİ!Çoğu öğrenci dershanelere devam etmedi. Gidenler ’öylesine’ gitti, amaçsız, inançsız... İki sınav arasındaki 2 aylık sürenin ilk ayı ’hay huy’ içinde geçti. Devam edenlerin de aklını hep ’acaba’ sorusu kurcaladı. YGS olayın bir parçasıTek bir sınavın neticesine bakarak nasıl böyle bir karara varılabilir ki? YGS var, Ağırlıklı Ortaöğretim Başarı Puanı (AOBP) var, LYS’ler var; var oğlu var...’YGS’de beklentim gerçekleşmedi, ben bu işi galiba başaramayacağım!’ Olur mu, böyle bir akıl yürütme, nasıl bir mantıktır bu? YGS, toplam puanın üçte birini oluşturuyor. Her ne kadar LYS puanlarının yüzde 40’ını YGS netleri oluşturuyor dense de bence YGS’nin toplam puana katkısı, yüzde 40’ın altında, yüzde 30 dolaylarında.Hal böyleyken, daha yenilmiş içilmiş bir şey yokken, kazanılan ya da kaybedilen bir şey yokken, siz sonucu nasıl kestirebiliyorsunuz?Ben olsam, şöyle düşünürdüm: Bir sonuç aldım, iyi ya da kötü; bunu artık değiştiremeyeceğime göre, değiştirebileceklerime bakarım yani önümdeki sınavlara...Oysa şartlar lehinizeLYS başvuruları az. Bu şu anlama geliyor: Tercih yapacak öğrenci sayısı da az olacak. LYS başvuruları şöyle:LYS-1 (Mat.) 600 binLYS-2 (Fen Bil.) 635 binLYS-3 (Ed. Coğ-1) 350 binLYS-4 (Sos. Bil.) 275 binLYS-5 (Yab. Dil) 30 binGördüğünüz gibi sınavlara giren aday sayısı düşük. Bunun bir benzerini 2006 yılında yaşadık. O yıl da tercih yapan pek çok aday kazandı. Üstelik tahmin etmedikleri, korkarak yazdıkları yerleri. Dolayısıyla bu yıl sınava giren ve tercih yapan adaylar şanslı olacak. Şöyle ki: MF’cilerin yüzde 75’i, TM’cilerin yüzde 50’si, TS’cilerin yüzde 35’i kazanacak. Bunu bilin ve buna göre sınavlara girin. Karamsar olmanın gereği yok. Daha iyisini yapmanın yollarını arayın.
SBS, uygulanmaya başladığı yıldan itibaren bir türlü benimsenemedi, ne amaca hizmet ettiği anlaşılamadı. Bu yıl, tartışılan sadece sistem olmadı, sınavın uygulanışı da tartışıldı. Doğruyla yanlış, haklıyla haksız birbirine karıştıİlk kez 2008 yılında 6. ve 7. sınıf düzeyinde uygulanmaya başlayan SBS, bu yıl üçüncü kez uygulandı. 6., 7. ve 8. sınıf düzeyindeki öğrenciler için sınav maratonu tamamlarken şu an 5. sınıfta olan öğrenciler de heyecan içinde sınavın kaldırılıp kaldırılmayacağı ile ilgili tartışmaların sonuçlanmasını bekliyor. Olumlu olumsuz pek çok eleştiriye hedef olan SBS, aynı zamanda 1980’li yıllardan beri pek çok farklı şekilde uygulanan lise giriş sınavları arasında en çok tartışılan sınav sistemi oldu. Velilerin, öğrencilerin ve uzmanların bir bölümü böyle önemli bir sınavın sadece bir günlük performansa bağlı olarak değerlendirilmesinin sakıncalı olduğunu ve 3 yıllık sürece yayılan SBS’nin daha adil olacağını, sadece 8. sınıfta 6, 7 ve 8. sınıf müfredatından sınava hazırlanmanın daha yorucu olduğunu, her yılın sonunda sadece o yılın kazanımlarının ölçüldüğü bir sınava hazırlanmanın daha verimli olduğunu savundu. Karşıt görüşte olanlar ise ergenliğin en çalkantılı dönemlerinin yaşandığı bu yaşlarda üç yıla yayılan sınav sürecinin kişisel gelişime sekte vurduğunu, bu dönemin özelliği olarak ortaya çıkan aile içi çatışmalarının sınav baskısı nedeniyle daha da yoğunlaştığını, eğitimin sınav odaklı olmasının öğrencilerin okuma ve araştırma odaklı bir biçimde yetişmesini engellediğini, üç sınavın sınav kaygısını azaltmak yerine kaygıyı üçe katladığını, özgüven sorunlarının yaşanmasına sebep olduğunu, 6. ya da 7. sınıfta düşük bir puan alan öğrencinin umutsuzluğa kapılabileceğini ve çalışma temposunu düşürebileceğini, rekabet duygusunu erken yaşlara taşıdığını ve bu durumun arkadaşlık ilişkilerine olumsuz yansıdığını savundu.Olumsuz bir durum 2008 yılından bu yana uygulanan SBS, daha 3’üncü yılında dibe vurdu. İlk uygulandığı yıldan itibaren benimsenemedi ve “ne amaca hizmet ettiği” bir türlü anlaşılamadı. 2008 yılında 6. sınıfta olan öğrenciler bu yıl 8. sınıf olarak sınava girdiler. Dolayısıyla sistemin ilk mezunları sınava girmiş oldu. Bu yıl, tartışılan sadece sistem olmadı, sınavın uygulanışı da tartışıldı. Doğruyla yanlış, haklıyla haksız birbirine karıştı. İngilizce, Fransızca, Almanca ve İtalyanca soruları, bundan önceki yıllarda aynı doğru cevap seçeneği taşırken bu yıl ilk kez farklı seçenekler doğru cevap oldu. Yani iki yabancı dil okutulan ilköğretim okullarında Almanca’da bir soruyu doğru yanıtlayamayan bir öğrenci, İngilizce’deki aynı numaralı soruyu yanıtlıyorken, bu yıl cevap seçeneği değiştirildiği için bu yolu seçen öğrenciler bilmeden (farkına varmadan) yanlış yapmış oldular. Bu durum, geçmiş yıllarda bütün dillerde doğru yanıt aynı seçenek olduğundan sorun yaratmazken bu yıl seçeneklerin farklılaştırılması iki yabancı dil eğitimi alan öğrenciler için olumsuzluk oluşturdu. MEB, 2010-SBS kılavuzunun 11. sayfasında bu durumu açıklamış ve öğrenci velilerinin bir dilekçe ile sınavda hangi dil sorularını yanıtlayacaklarını belirtmelerini istemişti. SBS 8. sınıf testinde okuldaki zorunlu yabancı dil dersi dışında başka bir testi çözen öğrenciler dilekçe ile MEB’e başvurduklarında çözdükleri teste göre değerlendirilecekler ancak karışık çözen yani 5 İngilizce, 3 Almanca vb. çözen öğrenciler okuldaki zorunlu yabancı dil cevap anahtarına göre değerlendirilecekleri için puan kaybı yaşayacaklar. Önceki yıllarda yapılan uygulama zaten yanlış yani 4 testin yanıt anahtarı aynı olur mu? Bu, baştan yanlış, değişikliğin dikkat çekici bir şekilde duyurulmaması da ilginç! Milli Eğitim Bakanlığı’nın öğrencileri ve gözetmenleri bu konuda bilgilendirmeden yeni bir uygulamaya gitmesi, rehberlik alanındaki eksikliği gözler önüne serdi. Hatalar zinciri sürüyorSınavda yabancı dil bölümünde yaşanan bir diğer sorun ise İngilizce, Almanca, Fransızca ve İtalyanca sorularının zorluk derecelerinin birbirlerinden farklı oluşuydu. Bakanlığın dil soruları hazırlanırken sorular arasındaki standartları göz önünde tutması, doğabilecek haksızlıkların önüne geçecekti ancak dört testin standartının aynı düzeyde olmadığı da aşikâr. Öğrencilere kitapçıklar, sınav bitiminde verildi. Ancak sınavın bitiminden bir saat sonra verileceği açıklanmasına rağmen birçok okulda bu süreye uyulmadı ve kitapçıklar daha erken verildi. Bu durum, kopya riskini doğurdu, ister istemez böyle yorumlanmasına neden oldu. Sistemin tartışıldığı, sorgulandığı, hatta anketinin yapıldığı bir dönemde SBS’nin uygulanması, öğrencilerin motivasyonunu olumsuz yönde etkiledi. 6. ve 7. sınıftaki öğrenci ve velilerin bir kısmının sistem değişecek düşüncesi ile sınavları önemsememesi durumu dahi söz konusu oldu. Önümüzdeki yıldan itibaren SBS’nin değiştirilmesi ve 6. 7. sınıflarda sınavın etkisinin azaltılması veya sınavın başarı odaklı hale getirilmesi önemlidir. Yıl Sonu Başarı Puanı (YBP) etkisinin eksi yönde olması, öğrenci ve veliler açısından olumsuz algılanıyor. 8. sınıf sınavının genelde kolay olduğunu söyleyebiliriz ancak bu durum, öğrencilerin sıralamada zorlanmasına neden olacak. Üst gruptaki öğrencilerin sıralaması zorlaşacak. Yine yüzlerce birinci çıkacak, sınav haricindeki etkenler (yaşı küçük olanların avantajlı olması) belirleyici rol oynayacak. Bu yıl tercih yapacak öğrencilerde, büyük olasılıkla 7. sınıfta aldıkları puanlar sonucu belirleyen unsur olacak. Çünkü 6. sınıfta 900 dolayında birinci vardı, bu yılki sınav da kolaydı, geriye kaldı bir tek 7. sınıf sonuçları. Tercihleri yaparken 7. sınıf verilerini iyi yorumlamak gerekir.2009 SBS KONTENJANLARIOKUL TÜRÜ KONTENJANFen Liseleri ve Sos. Bil. Liseleri 8.328Anadolu Liseleri 122.860Anadolu Teknik-Meslek (Erkek) 36.966Anadolu Teknik-Meslek (Kız) 27.488Anadolu Ticaret 37.738Anadolu Öğretmen 19.470Anadolu İmam-Hatip 19.170Anadolu Sağlık 16.032Özel Fen-And. Mes.-Sos. Bili. 11.535Toplam 299.5872009 SBS VERİLERİ 6. SINIF 7. SINIF 8. SINIFSınava Başvuran Aday Sayısı 1.037.000 1.053.000 1.080.000Sınava Giren Aday Sayısı 1.037.000 1.053.000 1.080.000Tüm Soruları Doğru Cev. Aday Sayısı 8 17 67Bir Önceki Yıl Tüm Soruları Doğru Cev. Aday S. 829 61Sınıf Puanı 500 Olan Aday Sayısı 4 9 45ALINAN PUANLARA GÖRE GİRİLECEK OKULLAROKULDAKİ ENB YBP: 100 / ALİ’NİN YBP: 95ALİ’NİN SBS PUANLARI SBS PUANI SP OYP %6. SINIF 456,622 461,458 115,3647. SINIF 449,730 456,380 159,7338. SINIF 461,921 465,363 186,145OYP461,243OKULDAKİ ENB YBP:100 / SEMA’NIN YBP: 80SEMA’NİN SBS PUANLARI SBS PUANI SP OYP %6. SINIF 399,715 399,790 99,9477. SINIF 400,261 400,192 140,0678. SINIF 400,552 400,436 160,174OYP400,189ALİ’NİN 461,243 OYP PUANI İLE YERLEŞEBİLECEĞİ ANADOLU LİSELERİİSTANBUL Samiha Ayverdi Anadolu Lisesi (*)İSTANBUL Kadir Has Anadolu Lisesi (*)ANKARA Çankaya Anadolu LisesiİSTANBUL Hasan Polatkan Anadolu LisesiİZMİR Atatürk Lisesi (Fransızca)İSTANBUL Çağrıbey Anadolu LisesiİSTANBUL Bayrampaşa Anadolu LisesiSEMA’NIN 400,189 OYP PUANI İLE YERLEŞEBİLECEĞİ ANADOLU LİSELERİİSTANBUL Ağva Anadolu Lisesi (*)AFYONKARAHİSAR Afyon Lisesi (*)BURSA İznik Anadolu LisesiSAKARYA Ali Dilmen Anadolu LisesiANKARA Kızılcahamam Anadolu LisesiİZMİR Şehit Erkan Özcan Anadolu LisesiİZMİR Konak Hürriyet Anadolu Lisesi(*) Yerleşme olasılığı 2. yerleştirmede gerçekleşebilir.
Gelecekte önem kazanacağını düşündüğümüz meslekleri kitaplarda tanıtılanlarla sınırlı görmek yanıltıcı olur. Mesleği ne olursa olsun, alanında başarılı olmak her zaman için daha değerli bir durumdur. Bu durumda, meslek farkı gözetmenin bir anlamı yoktur. Ahlaklı ve onurlu olduktan sonra, her meslek kutsaldır ve değerlidir. Yaptıkları iş, marka haline gelmiş kuruluşlar vardır; yaptıkları işle özdeşleşen kişiler vardır. Bir insanın mesleği ne olursa olsun, o meslek alanında başarılı olmaya çalışması en az mesleği kadar önemli ve değerlidir.Aynı mesleği icra eden binlerce kişi olmasına rağmen, çeşitli nedenlerle bu meslek sahiplerinin gelir durumları ve statüleri arasında büyük farklılıklar vardır.Mesleklerle ilgili değerlendirmelerde, mesleğin önem derecesini belirleyen en önemli kriterlerden biri olarak, bu mesleğin gelecekte iyi bir gelir getirmesi büyük ölçüde belirleyici rol oynuyor. Bu durum, sadece bize özgü bir özellik değil; dünyadaki eğilim de bu doğrultuda. Birçok gencin mesleklerle ilgili en önemli merakının, gelecekte iyi bir gelir getirecek mesleklerin hangisi olduğu noktasında odaklandığını görürüz.Örneğin; bilim ve teknolojideki gelişmelerin eğitim-öğretim sistemine katkısı ne olursa olsun, öğretmenlik mesleği insanlık tarihinin sonuna kadar önemini koruyacaktır. Bu meslek sahipleri, gelişmiş ülkelerde azımsanmayacak ölçüde maaş alıyor olmalarına rağmen, bu mesleği icra edenlerin büyük servet sahibi olma gibi beklentileri ve kaygıları yoktur; çünkü mesleğin genel formasyonu bu doğrultudadır. Maddi tatminden çok, manevi doyum ve saygınlık bu meslekte ön plandadır.Kişinin sadece iyi gelir getiriyor diye fiziksel, biyolojik ve psikolojik yaradılışına uygun olmayan meslek ve bölüm seçiminde ısrar etmesi; hayatının tadını kaçırabilir, ileriki yaşamında onarılması güç mutsuzluklara neden olabilir...
Basın kitapçığındaki Sosyal Bilimler-2 testindeki 26 sorunun ‘A’ seçeneği hatalı. Üstelik doğru seçenek olarak bu verilmiş. Seçenekteki III. Önerme: “Basit tekil (çekirdek) önerme” olarak ifade edilmiş. Oysa bunun: “Basit tikel (çekirdek) önerme” şeklinde kullanılması gerekiyordu. ‘Bazı, Bir takım, Kimi’ gibi ifadeler, tekil değil; tikel kavramlardır. Doğru yanıt olarak bu seçenek verildiğinden dolayı, bu sorunun iptal edilmesi gerekir.Sınav bitti, şimdi sonuçlar merak ediliyor. Şimdiden belirtelim, sınav sonuçları 15 veya 16 Temmuz tarihinde açıklanacak. Seçimlerden önce, sonuçlar açıklanmış olacak. Zor ve yoğun süreç tamamlanmış oldu, iyi bir tatili hak ettiniz. Evet, şimdi tatil zamanı. Bir süre dinlenin, ama bir yandan da tercihlerinizi şekillendirmeye başlayın. Bölümler hakkında mümkün olduğunca bilgi edinmeye çalışın. Üniversiteleri ziyaret edin; aklınıza takılan soru veya sorunları, ilk elden öğrenmeye çalışın.Benim size tavsiyem; üniversite seçiminden çok, ilk etapta bölüm seçimine önceliği vermeniz doğrultusunda olacaktır. Bir de, lütfen; ama lütfen isteğinizi ön planda tutun. Kalbiniz, gönlünü neyi istiyorsa; tercihiniz o, olsun! Bırakın, başkası ne derse desin. Unutmayın; bu tercihler, sizin tercihleriniz… Puanlar ne olacak; düşecek mi, yoksa yükselecek mi? Bu soru da, aklınızı epey kurcalayacak. Hemen şunu belirteyim; puanlar şayet düşerse, herkes için düşecek; puanlar şayet yükselirse, herkes için yükselecektir. Anlayacağınız; hiçbir şey değişmiyor. Önemli olan, Türkiye sıranızın iyi olmasıdır. Tercihleri yaparken, puanlardan çok Türkiye sıranıza bakın. Tercih etmeyi düşündüğünüz bölümlere yerleşen en son adayın sırasıyla, kendi sıranızı kıyaslayın; en doğru yöntem, budur!