Hangi vakıf üniversitesi rektörüyle konuşsam, hepsi sanki ağızbirliği etmişcesine aynı şeyi söylüyor: “Sanayii ile sıkı bir işbirliği içindeyiz!”
Kallavi bir ifade, bayağı iddialı!
İlk baştan kulağa çok hoş geliyor, bu söylev; davulun sesi gibi...
Ses, uzaktan ‘hoş’ geliyor, ancak yaklaştıkça sesin rengi değişiyor, rahatsız etmeye başlıyor; işbirliğinin rengi belli oluyor.
Birçok vakıf üniversitesinin yaptığı tek şey; öğrenci alıp, yetiştirmek ve mezun etmek; başka da yaptıkları bir şey yok! Kısaca buna, sürümden kazanmak da diyebilirsiniz, ‘seri üretim’ anlayacağınız...
Anlat dersleri, yap sınavları, ver diplomayı; Allah’ın selameti üzerine olsun...
Sonrası...
5 kişiden 1’i işsiz, 4 gençten biri işsiz!
İşbirliği, sadece işyerlerine stajyer öğrenci göndermek midir, öğrencilerine staj olanağı sağlamak mıdır? Bu, zaten yapmanız gereken bir zorunluluk, bunu zaten yapacaksınız! Başka, başka ne yapıyorsunuz?
AR-GE çalışmaları var mıdır, sanayii için yarattığınız bir prototip var mıdır, sanayii size başvuruyor ve sizden bir şey talep ediyor mu, bulunduğunuz bölge için bir çekim merkezi olabiliyor musunuz, uzmanlık alanınız nedir?
Külliyen bu soruların hepsine olumsuz yanıt vermiyelim, ama durumun pek tatmin edeci olmadığını da belirtelim!
Dile getirdikleri bir başka söylev de: ‘Biz, dünya üniversitesiyiz.’
Öyle olmalı zaten, başka türlüsü düşünülemez. Böyle bir ifadeden sonra, hemen akla şöyle bir soru geliyor: ‘Kaç yabancı öğrenciniz, kaç yabancı öğretim üyeniz var?’ Bir elin parmakları kadarsa şayet, biz size ‘mahalli ligin takımı’ diyebilir miyiz?
Bundan 3-5 yıl önce, büyük bir şehirdeki vakıf üniversitesini ziyaret ediyorum. ‘Rektör Bey nerede?’ diye bir öğretim üyesine sordum. Parmağı ile göstererek ‘Şu, karşı barakada’ dedi.
Üniversite, prefabrik yapılardan kurulmuş; yan yana sıralanmış bir sürü prefabrik yapı... Kimya, Elektronik, Fizik Laboratuvarları yan yana dizilmiş, hepsi de prefabrik. İnanın, üniversitenin önünden 2 sefer geçtim, bulamadım, 3’ncü de buldum. Neyse, rektörü bulduk, sohbet ediyoruz... Rektör’ün ilk sözü: ‘İyi durumdayız, sürekli gelişiyoruz; dünya üniversitesi olma yolundayız!’
Nasıl yani!?
Vakıf üniversiteleri ‘Hukuk Fakültesi’ açma yarışındalar; çünkü biliyorlar ki, bu fakülte ‘tek geçer’. ‘Tek geçer, kontenjanı tamamen dolar’ anlamına geliyor...
Yıllar önce, bir öğrenci e-posta göndermişti. Soru, şu: ‘Hocam, bir şey duydum, Hacettepe Üniversitesi’nde Hukuk Fakültesi varmış, biz orayı tercih edebilecek miyiz?’ Üniversitenin o zamanki rektörü Prof. Dr. Tunçalp Özgen’e telefon açtım, aynı soruyu hocaya yönelttim. Tunçalp Hoca: “Bizde Hukuk Fakültesi var, ancak lisans bazında değil, yüksek lisansa öğrenci alıyoruz” dedi. Niye lisansa öğrenci almadıklarını sorduğumda, ‘Açmış olmak için bölüm açılmaz’ dedi ve devam etti; “Hukukta öğretim üyesi sıkıntısı var, yetişmiş eleman yok. Biz bu vebalin altına giremeyiz; ya bir işi en iyi şekilde yapacaksın ya da hiç kalkışmayacaksın. Biz, Hacettepe olarak eksik yapacağımız işlerin altına imza atmayız!”
‘Eee, vakıflar nasıl açıyor peki?’ dediğimde, ‘Var gerisini sen düşün! 2 benden, 3 ondan öğretim üyesi alıyor, çıkıyor yola’ dedi...
Nasıl yani!?
Geçenlerde Anadolu’da bir şehirdeyim. Yeni açılan bir vakıf üniversitesinin rektörünü ziyarete gidiyorum. Kampus daha bitmemiş mi, taşınacaklar mıymış, neymiş; orasını pek anlayamadım, ama bundan sonrası çok ilginç... Rektöre, şirketin (dükkanın) üst katında bir oda vermişler; orası rektörlük makamı. Şirketin alt katını söyleyeyim; inşaat malzemeleri satıyor, fayans, klozet, plastik pencere, banyo takımları, mutfak tezgahları vb. Dükkanın kapısına, renkli yazıcıdan aldıkları bir A4 kağıdı yapıştırmışlar, üzerinde (... Üniversitesi Rektörlüğü) yazıyor. Dükkandan geçip, rektörlük makamına ulaştık. Rektörle sohbet ediyoruz, ilk sözü şu oldu: ‘Biz, çok farklı olacağız, sanayii ile sürekli dirsek temasında bulunacağız...’
Nasıl yani!?
Vakıf üniversitelerini zor bir süreç bekliyor; bu yıldan itibaren öğrenci sayısı gittikçe azalacak, öğrenci kapma yarışı da gittikçe kızışacak. Rakipler çoğalıyor, öğrenci sayısı azalıyor; ak kara traş yakında önümüze dökülecek.
Tavsiyem şu: Bunca zamandır hazıra alıştınız, ‘nasıl olsa öğrenci geliyor’ dediniz, sadece reklam-tanıtım faaliyetlerinde bulundunuz; ancak bundan kelli böyle olmayacak. Düşün yollara, gidin Irak’a, İran’a, Özbekistan’a, Nijerya’ya, Lübnan’a vb. atın üzerinizdeki ölü toprağını, aşın kendinizi. Biz, öğrenciye ne diyoruz: ‘Bir farklılığınız olsun, bir fark yaratın.’ Aynı şeyi size de söyleyeceğiz, sizden de isteyeceğiz: ‘Bir farkınız olsun, bir fark yaratın!’ Farkınız fiyatınız olmasın, çimeniniz, havuzunuz, parkınız, bahçeniz olmasın; adam gibi bir farkınız olsun! Çıkmış bir rektör diyor ki: ‘Bizim şu kadar kapalı alanımız var, şu kadar açık alanımız var...’
Nasıl yani!?
Ne diyor şair: ‘Şimdi yeni şeyler söylemek lazım cancağızım...’
Peki, tümü böyle mi, hepsi için aynı şeyleri söyleyebilir miyiz? Hayır, hepsi için böyle bir şey asla söylenemez; hepsini aynı kefeye koyamayız. İşini çok iyi yapan, gururla izlediklerimiz de var. Sorun, üniversitelerde değil; onlara izin verenlerde. 21. yy’da, ‘kervan yolda dizilmez.’ Yukarıdaki örnekler, ‘önce bir izin verelim de, sonra nasıl olsa düzelir’ mantığının sonucudur. Demem şu ki: Bu iş çığrından çıkmadan, herkes şapkasını önüne koysun, bir düşünsün; yarın çok geç olmadan...