Anayasa teklifleri

13 Mayıs 2013

Geniş katılımlı bir medeni anayasanın Meclis’ten gelmesine ilişkin iyimser beklentiler iyice aşağılara indi. Bu dönemde, iki seçim öncesinde bir medeni anayasanın yazılması umutları da azalıyor.Meclis Uzlaşma Komisyonu’nda kırk dolayında madde üzerinde anlaşma sağlamış olması, bu dönem için yeni bir teklif yarattı. Teklife göre dört partinin üzerinde anlaştığı maddeler ile üç partinin anlaştığı maddeler mevcut anayasaya monte edilerek bir “karma” metin ortaya çıkarılacak.Bu karma metne MHP dışındaki partiler oy verecek, MHP kendi kabul ettiklerine oy verecek ve birinci aşama olarak bununla yetinilecek. Bu iki aşamalı yöntem teklif edildi ama siyasi partiler henüz bir görüş ortaya koymadı.Tek başına AKPAnayasanın bu dönemde yapılması için daha önce gündeme getirilmiş teklif de canlanmış görünüyor. O teklife göre AKP, tek başına bir metin hazırlayacak, metni diğer partilere götürüp destek isteyecek ve CHP ile MHP’den destek alamayacak. Devamında da bu metnin Meclis’in ve halkın önüne konulması geliyor. Tabii BDP ile CHP’nin bir kısmının desteği “umularak” hareket edilecek.Teklifte başkanlık sistemi ve yüksek yargı düzenlemelerinin yer almaması bu teklifin mantığının tartışmasız koşulları olarak görünüyor. Eğer metinde başkanlık yer alırsa “partili” ve “partici” direnç alanlarının tırmanacağını teklifi yapanlar da söylüyor.Seçimlerin sonrasınaGeriye kalıyor, anayasa çalışmasının tümüyle yerel seçim ve cumhurbaşkanı seçimi ertesine taşınması. Erteleme, AKP açısından bir siyasi başarısızlık olarak görülebilir, öyle sunulabilir, siyasetin temel mantığında kaybedilmesi ihtimali olan mücadeleleri ertelemek vardır. Erteme tekliflerinin bazıları, gerekirse bir sonraki genel seçimlerin sonrasının bile beklenebileceğini, çünkü barış sürecinin iyice ilerlediği bir siyasi ortamda yeni anayasanın çok daha büyük katılımla ortaya çıkabileceğini de belirtiyor.Bunların hepsi, medeni bir anayasa isteyenlerin alabilecekleri siyasi pozisyonlardır, “Medeni anayasa istemiyoruz” diyenlerin tek bir pozisyonu vardır, ulusalcı-milliyetçi ittifak, devletçi geleneklerin desteğiyle aynı noktadan kımıldamamaktadır.

Devamını Oku

Kirli senaryolar

12 Mayıs 2013

Bir bataklığı kurutmak için yola çıkmışken başka bir bataklığa çekilmek... Başbakan’ın kullandığı deyimle “kirli senaryolar”ın hedefi çok açıktır.Bölgede radikal Şii hattının kırılması ve İran’ın yalnız kalması için Batı’nın Suriye üzerine kurduğu politika umulduğu gibi hızlı bir sonuca ulaşamadı, Esad rejimi yerli yerinde kaldı.Son katliamın içinde veya bir kenarında Esad rejimi varsa, bu kanlı yöntemin, Türkiye’nin de bir şekilde çatışmaların içine çekilmesinden başka bir amacı olamaz.Suriye ile İsrail birbirlerine füze yollarken, Türkiye’nin de bir şekilde “çatışan ülke” olması “bölgesel savaş”ın ilk adımı olarak görüleceği gibi Türkiye de “Batı adına savaşan” konuma gelecektir.‘Savaş’ın anlamı“Savaş hâli”ne girmiş ülkelerde neler olduğunu bildiğimize göre, bizde de neler olabileceğini tahmin etmek hiç de zor değil.“Hassas” bölgelerde sıkıyönetim ilanı,demokratik hakların askıya alınması, en üst perdeden milliyetçi heyecan, serbest siyasetin fiilen durması, savaşa karşı olanların vatan haini ilan edilmesi vesaire...Bu arada bütün maddi imkânların savaş koşullarına göre kullanılması, bunun ekonominin tümünde kaçınılmaz olarak yaratacağı sarsıntılar, sermaye kaçışları, yatırımların durması, işsizliğin tırmanması vesaire...Bu senaryoda kaç yılın heba edilmiş olacağını herkes kolayca düşünebilir, hesaplayabilir.Ankara’nın “sıfır sorun” hedefiyle yola çıkmışken komşuların biriyle savaş hâline gelinmiş olması da kayıtlara büyük bir siyasi başarısızlık olarak geçecektir.Teşhis varsa...İçeride bazı siyasetlerin Hükümet’i sıkıştırmak ve “daha etkili olmaya” zorlamaktaki amacı da açık olarak bu yola girilmesiyle iç siyasi kriz ortamının sağlanmasıdır.Herhâlde Hükümet bütün bunları biliyordur.Bunları bilen de bataklıktan uzak durmanın yollarını bulmaya mecburdur.Başbakan “bataklık” dedi, “kirli senaryolar” dedi.“Provokasyon” denildi, “amacı milli tahrik” denildi.Bunlar deniliyorsa, hepsini boşa çıkaracak siyasetler de diplomasi yolları da bulunacaktır.

Devamını Oku

İkisi birden

10 Mayıs 2013

Yirmi beş yıl kadar önce Fransız aydınlar “Cumhuriyet mi demokrasi mi?” sorusunu ortaya atmışlar ve uzun uzun tartışmışlardı.Bu tartışma hemen bize aktarıldı. Türk aydınları da aynı heyecanla hangisinin “öncelikli” olduğunu tartıştılar.Tırmanan bir iç savaş ve köklü bir “irtica korkusu” dolayısıyla bizdeki tartışma Fransızların entelektüel zihin idmanlarına göre daha gerçekti. Ülkenin kısıtlı demokrasiye razı olmasını sağlamak için bu ikilem defalarca ileri sürüldü. “Özgürlüklerin kötüye kullanılması” gibi kavramlar icat edildi.Terörle siyasetSon günlerde bu soru “barış mı demokrasi mi” şekline çevrilerek tekrar sorulmaya başlandı.Hangisi önceliklidir; barışın sağlanması mı, demokrasi eksiklerinin tamamlanması mı?Bu sorunun içeriği açıldıkça “barış sürecinin başarılı olması için bazı demokratik haklarda kısıtlama olabilir mi” gibi sorular da ortaya çıkıyor.Bizim tecrübemiz, savaş ve çatışma ortamlarında demokratik reformların yapılmasının ne kadar güç olduğunu açıkça gösterdi. Bırakalım savaş ortamını, siyasi gerilimlerin yükseldiği ortamlarda, sert cepheleşme ortamlarında temel demokrasi sorunları bile çatışmanın unsuru hâline geliyor.Barış sürecini geliştiren temel mantıklardan biri de, Kürt siyasetinin terörle sonuç almaya çalışmasının demokratik dönüşümler önündeki önemli bir engel olduğu yönündeydi ve bunun gerçekliğini Kürt siyaseti de kabul etti.Tek cevabı varDemokrasiyi Türk toplumunun “olmazsa olmazı” değil, barış sürecinin bir pazarlık unsuru gibi gören ve göstermek isteyen bir anlayışın insanların ufkunun daralmasına yol açtığına kuşku yok.Barış ve demokrasi arasında bir öncelik araştırması yapmak da birbirine yüz yıl önce sıkı sıkıya bağlanmış, cumhuriyet tarihi boyunca da ayrılmaz hâle gelmiş iki kavramın gerçek anlamlarının içlerini boşaltacaktır.Büyük araştırmalara, yeni keşiflere hiç ihtiyaç yok. Sorunun cevabı tektir ve çok açıktır: İkisi birden, yani hem barış hem demokrasi ve aynı ruhla, birbirlerini kuvvetlendirmelerini sağlayarak.

Devamını Oku

Çıkıyorlar, ne âlâ

9 Mayıs 2013

Yirmi iki yıl önce, bir barış sürecinin ilk siyasi adımını Demirel ile İnönü atmıştı. Arkasını getirmediler. On dört yıl önce, Öcalan’ın yakalanmasını yine bir barış sürecine çevirmek mümkünken, dönemin siyasileri bunu düşündükleri hâlde bir adım atılamadı.Çok taraflı güvensizlik ortamında bir siyasi irade oluşamadı.Devlet sivil siyasilere güvenmiyordu. Sivil siyasiler Kürt siyasetine güvenmiyordu. Kürt siyasetleri devlete de sivil siyasilere de güvenmiyordu...Bugün, barış sürecinin çekilme aşamasının yaşanması, üç taraflı güvenin sağlanmasıyla mümkün oldu.Kuşkuların kaynağıGelinen aşamada “provokasyon” korkusunun devam etmesinin, sürekli uyarma ihtiyacı duyulmasının esas kaynağı barış karşıtı “unsur”ların girişebilecekleri “intihar” hareketleridir.Siyasi iradeye, Kürt siyasetinin taahhütlerine hâlâ güven duymayan ancak yüzde 20’lik bir kesim kalmış olmalıdır. Bu kesimde sürekli olarak anlamsız sorular üretilmeye devam ediyor.“Çekiliyorlar, ne âlâ” demek yerine gerçekte karşılığı olmayan soru ve kuşkular üretme çabalarının aynı dar çevrelerin öfkelerini kaşımak ve büyütmekten başka bir sonuç vermediğini, vermeyeceğini hâlâ görmüyorlar. Kendi öfkelerini daha da sert ifade ettikçe, bu arada düşünme kabiliyetlerini da daha fazla kısıtladıkça, bu faaliyetlerinin halkta nasıl yansıdığını da anlamak istemiyorlar.Silahlar gömülse deÇekilmeyle ilgili her türlü anlamsız soru, küçük ayrıntılar üzerine yapılan büyük tahliller karşısında söylenecek bir tek anlamlı cümle var: Çekiliyorlar, ne âlâ.Barış süreci, aslında bunun büyük bir demokrasi sürecinin önemli bir dönemeci olduğunu görenlerin artmasıyla kendi mecrasına sağlam şekilde yerleşecektir. Siyasi iradeler bu dönüşümün baskısını hissediyor, sivil toplum da hissettirmek için uğraşıyor.“Çekiliyorlar, ne âlâ”nın devamı, “demokratik reformlara hız verin” cümlesi, “demokrasi arızalarının tümünün giderilmesi için el verin” talimatıdır.Çekilmede gömülmüş silahlar varsa da, o silahlar bu şekilde gömüldükleri yerlerde çürüyecek, kimse yerlerini hatırlamayacaktır.

Devamını Oku

Uzlaşma olmayacak

8 Mayıs 2013

Bütün iyi niyetli beklenti ve temenniler boşa çıktı, geniş bir uzlaşmayla medeni bir anayasa yapma ihtimali sıfır noktasına geldi.Son dönemdeki faaliyetler ve suçlamalarla dolu beyanlar, siyasi yapının halkın önüne medeni bir anayasa çıkarma kabiliyetine sahip olmadığını gösterdi.MHP, demokratik bir anayasa girişimine ortak olmak niyetinde değil, sonuna kadar karşı çıkacak.CHP’nin neye karşı, neye taraftar olduğu belli değil, çelişik beyanlardan bir “parti görüşü” çıkarmak mümkün olamıyor.BDP ise, başlangıçtaki “demokratik anayasa” tanımına yakın görüşler getirerek, AKP sözcülerinin çizdiği çerçeveye yakın duruyor.CHP’nin rolüBu manzaradan “geniş uzlaşma” kavramının çıkabilmesi için AKP-CHP-BDP üçlüsünün anlaşması gerekir ki, CHP’nin bu hatta girmesi, en azından parti olarak girmesi büyük ihtimal değil.AKP-BDP anlaşması, aslında toplumun yüzde 60’ını temsil edeceği için “dar uzlaşma” denilerek azımsanamaz ama bu temsille en iyimser beklentiler de gerçekleşmiş olmaz.CHP’nin bir kısmının Meclis’te ve referandum sandığında “demokratik anayasa”dan yana tavır alması “toplum ikiye bölündü” korkutmasının etkisini büyük ölçüde azaltacak, çatışmayı demokrasi ekseninde tutacaktır.‘Ulusalcı CHP’ ile milliyetçi muhafazakâr MHP koalisyonu şu anda olduğu gibi “demokrasi korkusu” hattında mevzilendikçe çatışma-gerilim hattı da tek boyutta kalacaktır.İki ihtimal...AKP’nin, yerel seçime kadarki 11 aylık süreyi anayasaya ayırma eğiliminde olduğu, ortalıkta çeşitli tarihler telaffuz edilirken buna uygun bir takvim oluşturma çabasına girildiği anlaşılıyor.Bu durumda, yerel seçim öncesinde veya yerel seçimle cumhurbaşkanı seçimi arasında anayasa referandumu öngörüldüğü düşünülmelidir.Yerel seçim öncesinde de, yerel meseleler değil anayasa konuşulacak, yerel seçim bile en tepe siyasetin onay alanlarından biri olacaktır.Diğer ihtimal ise anayasanın cumhurbaşkanı seçimi sonrasına ertelenmesidir.Bu ihtimal, yerel seçimin de cumhurbaşkanı seçiminin de “favorisi” olan AKP’nin güç tazelemiş olarak anayasa işine girmesi anlamına gelir.

Devamını Oku

Meşru siyasetler

29 Nisan 2013

Siyasetle ilgili, birbirine zıt gibi görünen iki algı şekli, siyasetin alanını daraltmak için hep kullanıldı. Empoze edilen iki algıdan biri siyasetin “kötü” bir şey olduğu, ikincisi de siyasetin seçkinlere ait bir alan olarak kalması gerektiğiydi.Siyaset ne kadar seçkinlerin elinde kalırsa, “çirkinleşme” ihtimali o kadar düşük olurdu. Dolayısıyla kimlerin siyaset yapma hakkına sahip olacağını da seçkinler belirleyecekti. Onların kontrolünden çıkan her alan “siyasetin kötüleşmesinin kanıtı” oluyor, bu yüzden de sık sık siyasete yukarıdan nizam vermek gerekiyordu.Bu uç noktaya varıldığında “siyasiler siyaseti kendi çıkarları için kullandılar” kanaati piyasaya sürüldü.Kim belirliyor?Demokrasi yolunda alınan bunca maddi ve manevi mesafeye rağmen “meşru siyaset” kavramı üzerinden siyasi alanı daraltma eğilimleri her boşluktan sızıveriyor.“Meşru” kavramı ortaya sürüldüğü zaman önce “meşru olmayan”ın tespiti gerekir.Demokrasilerde “meşru olmayan” siyasetler sadece şiddet kullanan, şiddeti teşvik eden, her türlü ayrımcılıkla insanları birbirlerine karşı kin ve düşmanlığa yönlendiren siyasetlerdir.Bunların dışındaki bütün siyasetler, bütün siyasi inançlar ve siyasi üsluplar meşrudur.Türkiye’de kendilerini müesses nizamın temsilcisi olarak tayin etmiş olanlar, sürekli olarak kendi kafalarına göre meşruiyet çizgileri çekerek birilerini siyaset dışında tuttular.O birileri bazen solcular oldu, bazen muhafazakârlar, hemen her zaman da etnik aidiyeti dolayısıyla “doğal şüpheli” durumunda olanlar.Uçurumun kıyısıSiyasi alanda her daralma ve daraltmanın, demokraside daralma anlamına geldiğini bu ülkede siyaset yapan, yapmak isteyen herkesin görmesi gerekiyor.Siyasi alana uygulanan her daraltmada, toplumda ciddi sıkıntı birikimleri meydana gelmesini ve bu birikimlerin kuvvetli eller tarafından yönlendirilmesiyle, eskiden çok kullanılan deyimle, ikide bir “uçurumun kıyısına” gelme, getirilme tecrübesini defalarca yaşadık.Aynı tecrübeyi bir daha yaşamamak için en geniş anlamda siyaset alanının; şiddet ve nefretsiz bütün meşru siyasetlere alanın tam açık olması gerektiğini artık öğrenmiş olmalıyız.NOT: Biraz soluklanmak için kısa bir ara rica ediyoruz. Haftaya görüşmek üzere...

Devamını Oku

Akiller tecrübesi

29 Nisan 2013

Fikri ortaya atanlar da uygulama iradesi gösterenler de bekliyor muydu, bilemeyiz ama “akil insanlar” sayesinde önemli bir demokrasi eğitimi yaşanıyor.Toplantılarda gösterilen tepkiler dahi bu eğitimin bir parçası durumundadır. Doğrudan bilgi almak, soru sormak, tartışmak isteyen bir kalabalığı engellemek isteyenlerin üslubu, “demokrasi nedir” sorusunun kaynağıdır. Akillerin davranışı ise bu soruya verilen en doğru cevaptır.Toplumun iletişim ve katılım ihtiyacı dolayısıyla hissettiği eksiklikleri şu anda ve en sıcak meselede akil insanlar gidermeye çalışıyor. Bu çalışmalar devam ettikçe de katılım ve siyasete ulaşmadaki eksiklikler daha da açık olarak ortaya çıkacaktır.Katılımı geliştirmekSiyasi partilerin yapıları ve “Ankara usulü” siyaset yapma alışkanlıkları dolayısıyla insanlar siyasetten uzak kalır, katılımda zorlanır.Bugünse insanlar, kendi ayaklarına gelen heyetleri dinliyor, fikrini söylüyor, ama esas konu dışındaki taleplerini, fikirlerini de iletmek istiyor.Siyasete katılımı ve ilgiyi canlı tutmak, geliştirmek için bulunmuş yöntemlerden biri “dar bölge seçim sistemi”dir. Bu uygulamada siyasilerin ve parti örgütlerinin sürekli bir şekilde halkla iletişim hâlinde olmaları amaçlanmıştır.Akil insanlar şu anda, böyle bir iletişimin partiler dışı organı olmaya yöneliyor. Yaşanan tecrübenin faydalı sonuçlarından biri de kesinlikle budur.CHP’nin katkısıÇekinmeden fikrini söyleyen, gazetecilerden daha cesur sorular soranlar oldukça demokrasi eğitiminin gelişeceğine kuşku yoktur.Akillerin bu iletişim alanını geliştirmeleriyle anayasa sürecinin demokratik katılım alanı da genişleyecek, daha çok kişi demokratik dönüşüme katılmak isteyecektir.Bunun için Meclis üzerinden yeni çalışma grupları da oluşturulabilir, sivil toplum örgütlerinin en geniş katılımına da alan açılabilir.Akil insanlar, kendilerine saldıranlara, hakaret edenlere de demokrasi öğretiyor, dar gruplar bu yüzden daha da öfkeli hâle geliyor.Bu fikri, sonradan unutsa ve karşı çıksa da, ilk ortaya atmış olan CHP, demokrasimize ciddi bir katkıda bulunmuş oldu, bunu da unutmayalım.

Devamını Oku

Mesele demokrasi

26 Nisan 2013

Çekilme açıklamasıyla birlikte, “barış karşıtı” cephenin üretmeye çalıştığı soruların kamuoyunda etkili olması mümkün değildir.Asıl soruyu Türk halkı sordu. “İyi mi olacak kötü mü olacak” diye sordu ve cevabını “iyi olacak” diyerek verdi.“Barış karşıtları”nın karışık zihinlerinde ürettikleri soruların bugün için etkisi, meselenin temelinde demokrasi olduğunu şimdilik bazı gözlerden uzak tutmanın ötesine geçmeyecektir.Tepkinin kaynağıDarbeler, büyük siyasi ve toplumsal gerilimler, uzun bir iç savaş, askeri vesayet dayatmaları... Bütün bunların demokrasi eksikliğinin üzerine yaslanmış bir yapının sonuçları olduğu toplumdan ‘başarılı’ bir şekilde on yıllarca gizlendi.Meseleler başka türlü sunuldu; kutsallaştırılmış kavramlar kullanılarak, hamaset öne çıkarılarak insanlar inandırıldı ve çözümlerin eksik demokraside aranmasına razı edildi.Türk toplumu ilk kez asıl meselenin demokrasi olduğu, diğer bütün meselelerin kaynağının demokrasi eksikleri olduğu bilincine yaklaştı, yaklaşmaya da devam ediyor.Silahların susması, temel meselenin açıkça görülmesini sağlayacak önemli bir kilitti, şimdi o kilit açılıyor. Eksik demokrasiyle yetinme taraftarlarının öfkeli tepkilerinin kaynağı da işte budur.Gerçek güvenceKuşku ve korku üreticileri, bir daha tek bir silah patlamamasının gerçek güvencesinin de demokrasi olduğunu gizleme çabalarına devam edeceklerdir.Toplum “iyi mi oldu kötü mü oldu” sorusuna çok büyük çoğunlukla “iyi oldu” dedi; “daha da iyi olacak” diyebilecekleri duruma gelindiğinde eksiksiz demokrasi talebini de ağırlıklı bir şekilde ortaya koymuş olacaklardır.Türk toplumu bütün unsurlarıyla, kendisine dayatılmış eksik demokrasinin faturalarının ödedi. Eksiksiz demokraside kimseye fatura çıkmayacağını da yaşayarak gördü.Çekilmeyle ilgili spekülasyonlar da, zihin karartma çabaları da artık teferruattır, esas olan, demokrasi hamleleri için geniş ve güçlü bir talebin ortaya konulmasıdır.Silahların susmasından korkanlar, zihin tutulmalarına hapsolanlar esas meselenin demokrasi olduğunu belki hiç anlamayacak, ama onlara da anlatmaya çalışmak gerekiyor.

Devamını Oku