Yirmi beş yıl kadar önce Fransız aydınlar “Cumhuriyet mi demokrasi mi?” sorusunu ortaya atmışlar ve uzun uzun tartışmışlardı.
Bu tartışma hemen bize aktarıldı. Türk aydınları da aynı heyecanla hangisinin “öncelikli” olduğunu tartıştılar.
Tırmanan bir iç savaş ve köklü bir “irtica korkusu” dolayısıyla bizdeki tartışma Fransızların entelektüel zihin idmanlarına göre daha gerçekti. Ülkenin kısıtlı demokrasiye razı olmasını sağlamak için bu ikilem defalarca ileri sürüldü. “Özgürlüklerin kötüye kullanılması” gibi kavramlar icat edildi.
Terörle siyaset
Son günlerde bu soru “barış mı demokrasi mi” şekline çevrilerek tekrar sorulmaya başlandı.
Hangisi önceliklidir; barışın sağlanması mı, demokrasi eksiklerinin tamamlanması mı?
Bu sorunun içeriği açıldıkça “barış sürecinin başarılı olması için bazı demokratik haklarda kısıtlama olabilir mi” gibi sorular da ortaya çıkıyor.
Bizim tecrübemiz, savaş ve çatışma ortamlarında demokratik reformların yapılmasının ne kadar güç olduğunu açıkça gösterdi. Bırakalım savaş ortamını, siyasi gerilimlerin yükseldiği ortamlarda, sert cepheleşme ortamlarında temel demokrasi sorunları bile çatışmanın unsuru hâline geliyor.
Barış sürecini geliştiren temel mantıklardan biri de, Kürt siyasetinin terörle sonuç almaya çalışmasının demokratik dönüşümler önündeki önemli bir engel olduğu yönündeydi ve bunun gerçekliğini Kürt siyaseti de kabul etti.
Tek cevabı var
Demokrasiyi Türk toplumunun “olmazsa olmazı” değil, barış sürecinin bir pazarlık unsuru gibi gören ve göstermek isteyen bir anlayışın insanların ufkunun daralmasına yol açtığına kuşku yok.
Barış ve demokrasi arasında bir öncelik araştırması yapmak da birbirine yüz yıl önce sıkı sıkıya bağlanmış, cumhuriyet tarihi boyunca da ayrılmaz hâle gelmiş iki kavramın gerçek anlamlarının içlerini boşaltacaktır.
Büyük araştırmalara, yeni keşiflere hiç ihtiyaç yok. Sorunun cevabı tektir ve çok açıktır: İkisi birden, yani hem barış hem demokrasi ve aynı ruhla, birbirlerini kuvvetlendirmelerini sağlayarak.
İkisi birden
Haberin Devamı