Akil insanlar önemli bir iş yaptılar. Düşmanlıkla, kin ve nefretle beslenmeye devam edenlerin saldırılarına, küçümseyenlerin alaylarına rağmen konuşabilmenin esas olduğunu gösterdiler.Heyetlerin raporları ortaya çıkmaya başladı. İçerdikleri hususların birçoğu tahmin edilebilir, ama bunlar doğrudan temaslar yoluyla ortaya çıktığı için her ayrıntının dikkate alınması gerekiyor.Akil insanlar çalışmasını Başbakan başlattı, dolayısıyla raporların, raporlardaki tespit ve önerilerin birinci muhatabı da Başbakan’dır. Başbakan raporları değerlendirecek ve bundan sonraki hattı belirleyecektir.Medeni anayasaİlk raporların içeriğinden, barış sürecinin tümüne olan kuvvetli desteğe rağmen “Sahillerin kuşkuları”yla ilgili tespitler de yer alıyor.Bunlardan biri yeni anayasayla ilgili. Medeni bir anayasanın ve demokratik reformların “sadece Kürtler için yapılıyor” duygusu yaratmaması, tespitlerden çıkan önemli bir uyarı.Türkiye’nin Kürt vatandaşları, demokrasi eksiklerinden çok çekmişlerdir, ama aynı eksikliklerden çeken başkaları da vardır ve önemli olan herkesin kendisini bu demokratik sürecin içinde hissetmesidir.Yeni anayasa, herkesin anayasası olurken, bütün karartma çabalarına rağmen “ulusal bütünlük“ dışına çıkan bir talebin zaten var olmadığını tekrar tekrar anlatmak gerektiği de anlaşılıyor.Yaz mesaisi...Akil insanlara, bir yaz mesaisi düşüyor. Daha önce yapılmış görüşmelerin tazelenmesi ve yeni anayasa ekseninde barış iradesinin tekrarlanması yerinde bir öneridir.Raporlardaki tespitlerde akil insanların İmralı’ya gitmesi önerisi de yer alıyor. Bunun yanına, çekilmenin son aşamalarına gelinirken Kandil‘de yapılacak her görüşme de, eğer varsa, her türlü olumsuz birikimin erken teşhisi için çok faydalı olacaktır.Akil insanların açtığı birlikte düşünme ve tartışma platformlarını küçümseyenler çok yanıldılar. Bu yanılgıların temelindeki “demokrasiye inançsızlığı“ tersine çevirecek bir yol bulunmuştur, kullanılmaya devam edilmelidir.
Gezi direnişinin başında “anlamak” kelimesi önem taşıyordu. Birçok yetkili “mesajı aldık” dedi, “hayata müdahaleye” tepkiler yükselince “anlamak” isteyenler hemen yılmadı.Önceki akşam, göstericilerin direncini ve güvenlik güçlerinin biber gazı operasyonlarını yakından izlemek imkânım oldu. Öfke dozunun seviyesi, biber gazının dumanıyla birleşince ortaya çıkan görüntüde “anlamak” kelimesinin hiçbir ağırlığının kalmadığını herkes görebilir.Gezi Parkı’nın ağaçları telef olmayacaktır, kışla ve AVM işleri kalmamıştır. Ama “Direnişçiler kazandı, istedikleri oldu” denilemiyorsa kalan, “siyasi hedefler”dir.Başbakan Erdoğan da, direnişin siyasi ve kendi şahsına yönelik içeriğinin karşısına sert bir siyasi duruşla durmaya devam ediyor.Ülkenin meselesiSiyasi çatışmanın hararet düzeyi yükseldikçe, içine girilen ısınmanın toplumun şu anda “bunların dışarısında“ olduğu izlenimi veren kesimlerini de etkilemesi kaçınılmazdır.Başbakan bu tartışmaya, çatışmaya herkesin katılmasını istediği için art arda mitingler yapıyor. Gezi krizi, sadece İstanbul’un ve birkaç “AKP karşıtı” ağırlıklı şehrin meselesi değildir, bütün ülkenin meselesi olmuştur.Türkiye’nin Kürt vatandaşlarının da meselesidir, bu çatışmanın alacağı şekil onların da yakın geleceğini çok yakından ilgilendiriyor.Gerilimin ekonomiye etkileri de vardır, dış politikaya etkileri de vardır.Aciliyet kazandıBaşbakan, Erzurum konuşmasında “final sandık“ dedi. Bundan, Hükümet’te ve Başbakan’ın duruşunu destekleyen siyasi çevrelerde de “sandık” kelimesinin dolaşımda olduğunu çıkarabiliriz.Sandığın ortaya konulması konusu giderek aciliyet kazanmıştır. Hiçbir toplum bu kadar uzun süre gerilimde yaşamayı, öfke ve düşmanlıkların sürekli tırmandığı, tırmandırıldığı bir ortamda yaşamayı, sürekli biber gazı yutmayı hak etmez.Sandığın ortaya çıkması mecburiyet hâline gelmiştir. Sandıkta bütün soruların cevapları istenecektir, son yaşadıklarımız da bir demokrasi deneyi olarak o zaman kayda geçebilecektir.
Gezi direnişinin yol açtığı hararet BDP’ye kadar geldi. Direnişin ilk aşamasında BDP vardı, siyasi tansiyon ve tepkiler “ulusalcı” hatta ilerleyince BDP’nin seçimi alandan çekilmek oldu.“Ulusalcı” ruhun sahnenin önünü ele geçirdiği bir toplumsal hareket, kaynağı ne olursa olsun, BDP’nin temsil ettiği siyasetin yanında olacağı bir hareket değildir.Öfke ve tepkilerin çok değişik kaynakları olduğu, krizin yönetilmesindeki yanlışların fazlalığı ne kadar doğruysa, siyasetin sokağa hâkim olan kesimlerinin en büyük “derdi”nin barış süreci olduğu da o kadar doğrudur.Dil ve üslupBarış süreci, yüzyıla yakın süren bir çatışmanın, otuz yıllık bir savaşın sona erdirilmesiyle gerçekleşebilecek bir “demokrasi projesi”dir.BDP ve Kürt siyasetinin çevresindeki yapılanmalar yeni bazı kuşkuları dile getirirken sürecin devamına ilişkin iradelerini de tazeliyorlar.Yeni karakollar yapılması, korucu kadrolarının artırılması gibi iddialar dile getiriliyor olabilir, bunları süreci karartacak beyanlar gibi görmek yerine yanlış bilgilerin düzeltilmesi ve Hükümet’in en üst katında da sürecin devamına ilişkin iradenin aynı kuvvetle devam ettiğinin işaretlerinin verilmesiyle manasız polemikler de engellenir.“Barış süreci”nden bütün vatandaşların birbirleriyle, ama farklılıklarıyla barış içinde birlikte yaşamasını anlıyorsak, kullanılacak dil ve üslup da her zaman bu hedefin gerektirdiği şekilde olmak durumundadır.Meclis çalışmalıTürk toplumunun çoğunluğu, “Demokrasi projesi”ni benimsediğini her vesileyle gösteriyor.“Demokrasi projesi”nin Kürt meselesinin de üzerinde, bütün Türk toplumunun geleceğiyle ilgili bir proje olarak ilerlemesinden de toplumun geniş kesimi sadece memnuniyet duyar.İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş “bir otobüs durağının yerini değiştirirken bile halka, o durağı kullananlara soracağız” dedi.Aslolana, barış sürecine ve demokrasi projesine dönerken de “bir otobüs durağını bile halka sormanın” rahatlığı ve hazmı içinde yürümek en büyük siyasi kuvvettir.Meclis’in tatile girmemesi ve yaz boyunca demokratik reformlar için çalışması son günün en yerinde önerilerinden biridir.
Siyasi geleneklerimizdeki demokrasi ruhunun zayıflığı “halk” kelimesine verdiğimiz anlamlarda kendisini gösteriyor.Devletçilerin “halkı” Mustafa Kemal sonrası şekillenmiş belli kalıpların içindeki insanlardır. Onların dışında kalan “başka bir şey”dir.İstenen kalıba girmemiş olanlar ya da o kalıptan çıkanlar “düşman” olarak algılanır ve onlara buna göre muamele edilir.Siyaset gelişti, toplum gelişti, ama her sıkışma anında aynı daraltıcı formüller ortaya çıkıyor.Halk, benim beğendiğim düşünce ve hayata sahip olanlardır, diğerleri başka “bir şey”dir.Uysalı da aykırısı daEfendiler, “halk” diye hepimize denir. Sizin beğendiğiniz de halktır, beğenmediğiniz de halktır. En uysallar da halktır en aykırılar da halktır, tek başına kalmış olan birisi de halktır.Halkın bir kısmı “takıntılı” olabilir, gereksiz korkulara kapılmış olabilir, ama korkan da halktır korkmayan da halktır. Korkanlar dertlerini anlatır, korkmayanlar neden korkmadıklarını anlatır.İnsanlar dertlerini anlatırken korkmuyorlarsa demokrasi var demektir. Korktukları, çekindikleri, sustukları zaman demokrasi yok demektir.Benim gibi düşünenler halktır, benim istemediğim partiye oy verenler bir avuç kömüre satılmış olanlardır diye düşünen siyasetler, kendisinden farklı düşünen herkesi satılmışlıkla, ihanetle suçlayan siyasetler, devri kapanmış otoriter siyasetlerdir.Sonunda öğreneceğizBu toplum, kendi koyduğu kalıplara tam uymayan bütün vatandaşlarına “potansiyel suçlu” muamelesi yapan, demokrasiyi halkın bir kısmına uygun gören, sevmediklerini demokrasiye layık görmeyen anlayışlardan çok çekti.Halk ve diğerleri ayrımını onlar koydu, ayrımın ruhi altyapılarını kuvvetlendirdi, ama olmadı.Siyasi gerilimlerin yarattığı travmaların ardından “halk”ı sadece bizim gibi olanlar ve bizim gibi olmadıkları için bazı şeyleri hak etmeyenler olarak ayırdığınız zaman yeni travmaların altyapıları hazırlanmış olur.Herkesin halkın parçası olduğunu bilincimizde sindirince, farklı olanı düşman-hain sınıfına yazmamayı öğreneceğiz. Pek hızlı gitmiyoruz ama öğreneceğiz.
Gezi direnişinin, çıkış noktasından çok uzağa, toplumdaki hemen tüm muhalif odakların katıldığı kitlesel düzeye tırmanmasına “idare”nin katkısı büyüktür.Gösterilerin bu boyutlara ulaşmasına, “iç ve dış destekler”le, Batı kamuoyunun ilgisi üzerine en üst düzeyden “uluslararası komplo” teşhisi konuldu.Böyle bir “komplo” varsa da yoksa da, bu hedef ve umutla siyaset yapan kesimler bazı amaçlarına ulaşmıştır.Batı kamuoyu Türkiye’nin demokrasisini tekrar tartışmaya açmış, Erdoğan’ın başbakanlık dönemindeki demokratik reformlar ve son barış süreci bir anda unutulmuştur.Görünür kazaTürkiye, otuz yıllık savaşı sona erdirmek için hayli gelişme sağladığı bir dönemde, medeni bir anayasayla hukuki altyapısında sivil bir devrim için uğraşırken başına bu “görünür kaza” geldi.“Görünür kaza”yı önleyebilecek olan siyasi gücün, biber gazını, güvenlik güçlerini kullanma şekli ve de “komplo cephesi”ne sürekli öfke katkısı yapması, başka kazalara da zemin hazırladı.Demokratik ve meşru olanla demokrasi dışı hesapları birbirine karıştırmamak, siyasi alanları daraltmamakdemokratik siyasetin asli görevlerinden birisidir. Şu anda ise Gezi travmasının ardından yaygın bir kavram kargaşası yaşanıyor. Bu kaos da “komplo”ya, en önemli meseledeki hedefinde başarı şansı yaratıyor.Barış sürecinde Kürt siyasetinin hemen tüm unsurları üzerine düşeni yapmaktayken, Hükümet tarafı Gezi Parkı’na takılmış, takılması sağlanmıştır.Tek yolu varGezi Parkı direnişini siyasi bir “komplo” imkânı olarak kullanmak isteyen barış ve demokrasi karşıtları bir ağırlık taşıyorsa, bu ağırlığı indirmenin bir tek siyasi yolu vardır.Siyasi iktidar, demokratik reformlar defterini, Gezi Parkı bahanesiyle bir kenara bırakmadığını; tam tersine, Türkiye’ye kurulan bütün tuzakların panzehirinin demokratik reformları hızlandırmak olduğu bilincine sahip olduğunu göstermek zorundadır.Yüzyıllık bir savaşı durdurmak için kolları sıvamış, bunun için halktan kuvvetli bir destek almış siyasi irade, bu iradesini canlandırdığında ‘Gezi’ benzeri bütün kazaların da yolunu tıkamış olacaktır. Yeter ki ana hareket ekseni, siyasi alanın daraltılmaması ve her türlü demokratik alanın genişletilmesi olsun.
Taksim’e Topçu Kışlası yapılması direniş cephesinin siyasi ekseni değildir, Topçu Kışlası çoktan “Ekim Devrimi”ndeki ‘Kışlık Saray’ olmuştur.Her sabah on binlerce kişi uyandığı andan itibaren Kışlık Saray’ı zapt etmek için harekete geçiyorsa burada siyasi çatışmanın tam kendisi vardır.Gezi’nin siyasetin dışında ve apolitik olmalarıyla övünen ve övülen çocukları artık siyasetin, en sert siyasetin göbeğindedirler.Bu çatışma, süren biçimiyle tabii ki sonsuza kadar gidecek değildir ama bu tür siyasi çatışmaların hem topluma hem siyasi taraflara zarar vermesi kaçınılmazdır.Ertelemenin cezasıBaşbakan Erdoğan çatışmayı en üst noktada “kabul edeceğini”, hafta sonunda Ankara ve İstanbul mitinglerinde teyit etti.Teyidin kendisinin de siyasi sonuçları var.Siyasi çatışmanın “Kışlık Saray’ın zaptı” ekseninde kaldığı bir gerginlik ortamında Türk toplumu gerçek siyasi sorunların bir kez daha ertelenmesinin cezasıyla karşı karşıya geldi.Bir ay önce barış sürecine desteği yüzde 80’in üzerinde bir oranla ifade edilmekteydi. Ve geçen bir ay içinde sürecin rayına oturması için beklenti Hükümet’teydi. Hükümet’in anayasa için, medeni bir anayasaya ulaşmak, en azından biraz daha yaklaşmak için izleyeceği çizgiyi ortaya koyması bekleniyordu.Adalet Bakanlığı’nın hazırladığı hukuk reformlarının hızlanması bekleniyordu.Demokratik hamlelerle barış sürecinin tamamına erdirilmesi bekleniyordu.Bekleniyordu. Ama tüm toplumun karşısına çıkan, Kışlık Sarayı zapt etme zapt ettirmeme savaşı oldu.Siyasi ufuksuzlukSiyasi eksenin bu kadar kaymasının, 12 ağaçtan buraya nasıl gelindiğinin muhasebesi daha çok yapılacak. Ama büyük fatura ilk biber gazıyla birlikte ortaya çıktı. Her biber gazıyla biraz daha büyüdü.Anayasayı, barış sürecini, demokratik reformları unutarak Topçu Kışlası’na tıkışmış bir siyasi ufuksuzluk, Türk toplumuna daha çok fatura ödettirmeye aday görünüyor.Topçu Kışlası, Rus çarlarının Kışlık Sarayı değildir, olamaz.Buradan başlayarak düşünmek herkese biraz zihin açıklığı getirebilir.
Direniş neden başladı, amaç neydi, direnişçiler isteklerini ne ölçüde elde etti... Bunların hepsi direnişçilerin ve İstanbul’un üzerine biber gazı boca edilmesiyle “teferruat” oldu.Başbakan’ın ilk beyanatından itibaren çatışmanın bir tarafında birikmiş ve sürekli artan bir tepki ve öfke var. Diğer tarafında da hemen her beyanatıyla tepki ve öfke cephesini genişleten Başbakan Erdoğan...Erdoğan, olayların ilk başından itibaren Gezi Parkı direnişini, daha büyük bir siyasi oyunun parçası, kendi iktidar ve otoritesine karşı bir saldırı olarak görmüş, kendi siyasi hattını buna göre çizmiştir.Bu hat üzerinde yürümenin doğal sonucu direnişin ortak paydasının “Erdoğan karşıtlığı” olmasıydı ve öyle oldu.Bir tür ‘son kavga’Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan Yardımcısı’nın, İstanbul Belediye Başkanı’nın en başından beri olaylara çok farklı bir üslupla yaklaşmalarının, en basitinden yangına körükle gitmeyişlerinin bir etkisi olmadı.Olamadı çünkü, Başbakan’ın durduğu nokta, bazı görüşmeler yapmasına rağmen değişmedi.Bu çatışmanın en düz görüntüsü, Başbakan Erdoğan ile halkın bir kısmının çatışması olduğu için 27 Mayıs planları lafları, dış destekli siyasi komplo teorileri uçuşuyor. Böyle hevesleri olanlar, Gezi direnişi vesilesiyle çeşitli umutlara kapılmış olabilirler.Ama meseleyi bir tür “son kavga” gibi sunan Erdoğan’ın yürüdüğü hattın bu tür heves ve iştahları beslediğini de görmek gerekiyor.Dokuz ay sonraDemokraside “son kavga” yoktur. Demokraside kavga olur, şiddetsiz kavga olur, siyasi çatışma olur, bir noktada uzlaşma olur. Nihai uzlaşma noktası da sandıktır.Gezi Parkı direnişiyle başlayan olaylar zincirini ve gerilimi küçüksemek, buradan dökülen duygu sellerini umursamamak her siyasi için en büyük yanlıştır.Gezi’nin açtığı kapıdan yükselen “kötü kokuların” hepsinin bir ilacı vardır. “Her türlü ufunetin çaresi sandıktır.”Dokuz ay sonra yapılacak yerel seçimin yanına erken genel seçim eklenmesi zorunluluk olmuştur. Bu dokuz ayda herkes eteğindeki taşları döker, sonra sandıktan çıkana saygı gösterir.
Ortaya çıkan ilk iddianame, 28 Şubat davasının kolay yürüyeceği izlenimini veriyor. Suçlanan üst düzey asker kişiler, dava konusu icraatları, diğer benzer davalarda olduğu gibi reddetmiyor, kabul ediyorlar. Bu icraatları Milli Güvenlik Kurulu’nun o günkü kararları gereği yaptıklarını söyleyerek kendilerini savunuyorlar.Sonuç olarak bu icraatlarla, kamuyu üzerine kurulan baskı ortamıyla, değişik korkutma yöntemleriyle yasal hükümet “gönderilmiş”tir. Davadaki zorluk burada başlıyor, çünkü sivil birçok siyasetçi “28 Şubat süreci” denilen olayın belli aşamalarında aktif olarak süreci desteklemiş ve katkıda bulunmuşlardır.Sonraki iddianame veya iddianamelerde suçlanacak olanlarla ilgili olarak pek çok spekülasyon yapılıyor, bunların bazıları gazetelerde haber oluyor. Davanın zorluğu bu haberlerde de açık olarak ortaya çıkıyor.Bir siyasi partinin, bir siyasi görüşün, iktidarda da olsa ülkeye zararlı olduğunu düşünmek, bu inanç ve kanaatle siyaset yapmak suç değildir. Ama hükümeti değiştirmek için tehdit etmek suçtur.Net kriterlerleAynı zorluk o dönemin medyasına ilişkin tartışmalarda da sürekli olarak ortaya çıkıyor.Bir siyasi mücadelede taraf olmak suç değildir. Siyaset yapmak hiç suç değildir.Siyaset yaparken yasal ve meşru olmayan yöntemler kullanmak; yalan olduğunu ve insanların hayatlarını tehlikeye sokacağını bilerek haber yayınlamak suçtur. Yasal olmayan faaliyetleri bilerek desteklemek suçtur.28 Şubat davasında siyasetçilerle ve gazetecilerle ilgili iddialar ortaya konulurken bu ayrımların çok düzgün şekilde yapılması gerekiyor. Operasyonların hazırlayıcıları ve uygulayıcıları, kendi yaptıklarını “postmodern darbe” olarak nitelemişler ve “bin yıl süreceğini” söylemişlerdir.Bu sürece bilerek katılmış, örgütsel yapılar içinde hareket etmiş ve amaca katkıda bulunmak için bilerek suç işlemiş olmanın kriterleri çok net ortaya konulmazsa “asıl dava”nın zarar göreceğini unutmamak gerekiyor.Ergenekon ve Balyoz davalarındaki birçok “hassasiyet” eksikliğinin yarattığı soru işaretlerinin “asıl davalar”a verdiği zararları herkes gördüğüne göre 28 Şubat için yargı sürecinin nasıl işlemesi gerektiği de kendiliğinden ortaya çıkmış oluyor.