Vesayetin gideni, kalanı

17 Temmuz 2013

Mısır darbesi karpuz kabuğunu fena hâlde akıllara düşürdü. Batı’nın etik ile pragmatik arasındaki seçimi de güçlü şekilde su bulandırma işlevini yerine getirdi.Türkiye’de yine “askeri vesayet”e ve bunun en son halkası olan doğrudan müdahale ortamına dönülebileceği, hem korku olarak var hem umut olarak var.Son olarak 28 Şubat’ı hayal meyal yaşamış, Ergenekon ve darbe davalarının istatistik bilançosuna bakan genç kuşağın bir kısmı için darbe, siyasi gündemimizden çıkmıştır.Her askeri müdahaleye makul gerekçeler üretme, hazırlama ve savunma görevini ısrarla sürdüren bazıları bunu açıkça yazıyor ve söylüyor.Hesap basit...Darbe fikri ve umudunu canlı tutmaya çalışanların hesabı her zaman basit olmuştur yine öyle: “Düşman” gördüğün siyasi iktidarı yine sandıkta gönderme ihtimali yoktur. İki muhalefet partisinin toplam oy desteği, en sarsılmış hâlindeki AKP’nin oy desteğine ulaşamamaktadır. Demek ki yapacakları, siyasi krizler yaratarak hükümeti göndermektir ki bunun için askerin de bir şekilde oyuna girmesi gerekir...Son çatışma ortamının sürüklediği bazı siyasi iradelerin de güvenlikçi politikaları kuvvetlendirme eğilimlerinin bir sonraki aşamada “askeri vesayet”in tekrar yerli yerine oturması sonucunu doğurabileceği kaygısı temelsiz değildir.Ali Bayramoğlu dünkü yazısında önemli bir durum tespiti yapıyor, aktarıyoruz:“ (...) İki sorun var.1. İlki askerin siyasi gücünü içten içe korumasına imkân veren tamamlanmamış bir sivilleşme süreci. Genelkurmayın statüsünden Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin (iki başlı devlet dokusunun hukuki göstergesi) varlığına, askeri mallar ve harcamalar üzerinde Sayıştay denetiminin eski vesayetçi günleri andırmasından subay yetişme kriterlerinin değişmemesine bir dizi ciddi mesele...2. Diğeri, ülkede siyasi ve toplumsal talep ve dalgaların asayiş nesnesine indirgenmesi, bu çerçevede güvenlik politikalarının öne çıkmasından kaynaklanan sorundur. Güvenlik politikalarının öne çıkması, ise güvenlik kurumlarının etkinlik, önem ve değer kazanmasını, karar süreçlerinde boy göstermesini ve kendi başına yeniden siyasileşmesini içeren bir durumdur. Bu durumda açıktır ki, askeri siyasi sahadan uzak tutan sivilleşme istikametindeki yasal düzenlemeler ve toplumsal değişim kadar algıda ve olguda demokrasinin varlığıdır. Demokratik siyaset ve istikrarın ülkeyi kuşatmasıdır. Asker-güvenlik-siyaset bağını koparan da kuran da bizim geleneğimizde budur.Bu iki sorun açısından gösterge kötüye seyrediyor. (...)”***Şu anda askeri vesayet sisteminin gideninden çok kalanını görmek ve bunun geleceğini iyi düşünmek gerekiyor.

Devamını Oku

Dört yıl çarpı 24 saat

15 Temmuz 2013

Meşhur hikâyedir, bir dönemin siyaset anlayışını çok iyi anlatır. Tek parti döneminin Ankara Valisi komünist gençleri toplar, nasihat verir: “Komünizm gerekiyorsa onu da biz getiririz...”Ülkeyle ilgili bir şeyler düşünmek, küçük ya da büyük sorunları tartışmak, fikrini söylemek hakkının sadece “birilerine ait” olduğu anlayışını demokrasi çoktan süpürüp atmıştır...Vali Tandoğan’ın “gerekirse faşist oluruz gerekirse komünist, ama biz oluruz siz bir şey olamazsınız” ruhu bayağı kökleşmiş bir siyaset anlayışıdır.Siyasetin sandıktan sandığa yapılan bir oy verme işleminden ibaret olduğu anlayışı da çoktan zaman aşımına uğramıştır.Bu anlayış, siyaseti kısıtlama, daraltma isteğinden başka bir şey ifade etmez. Ama ne yazık ki, yine suyun üzerine vurdu.En uç noktalardan gidersek, bu anlayış “barış süreci”ni de yanlış anlamanın bir ifadesi olarak ortaya çıktı: Eski PKK’lılar yok olmayacaktır ve siyaset yapma haklarıyla, meşru siyaset haklarıyla birlikte var olacaklardır.Barış sürecini “silahları bırakır, gider oturur aval aval bakınırlar” diye anlamak, başka birilerinin siyaset yasağı koyma hakkını kabul etmektir.Valinin “kimse bir şey talep edemez doğru olanı, herkes için doğru olanı biz tespit eder gerektiği zaman yaparız” inancının tercümesi “ne kadar az demokrasi o kadar kolay yönetim” rahatlığıdır.Siyaset, iki sandık arasında dört yıl çarpı 24 saat yapılacak, yapılması gereken bir faaliyettir. Sürekli yapılmalıdır, insanlar kendilerini sürekli ifade edebilmelidir, sandıktan çıkmış olanlardan sürekli bir şeyler istemelidir ki, kimsenin aklına başka yollar aramak düşmesin.Bir süredir çatışmacı dillerin hemen hepsi karşıdakine veya “diğerleri”ne siyaset kısıtlaması koyma arzusunu ortaya koyuyor.Demokrasiyi geliştirmeyi tartışmıyorlar, kendine tam diğerlerine eksik demokrasiyi konuşuyorlar.Bu geriye gidiş, sürekli yeni çatışma alanları üretilmesinin ruhi temellerini artırıyor. Kuşku ve endişelerin sürekli beslenmesiyle de siyasete hastalıklı bakışların hâkimiyetine giriyoruz.

Devamını Oku

Pala, sopa derken...

14 Temmuz 2013

Artık Gezi eylemi, direnişi yok. Küçük gruplar polise yükleniyor, polis onlara su sıkıyor, biber gazı atıyor. Böylece “büyük bir kalkışma” görüntüsü neredeyse her gün iki televizyon kanalına malzeme olarak veriliyor.Aynı anda Twitter’da “ateş açıldı şu kadar insan vuruldu” lafları yayılıyor, eylemlere insan çekmeye çalışılıyor.Ama daha kötü bir şey de oluyor:Önce bir palalı çıktı, bir kadın eylemciye saldırdı, polis seyretti. Bu palalı mahkemede salındı, dışarıya kaçtı oradan beyanatlar veriyor.Bir iş yeri sahibi tabancayla havaya ateş etti. Bu yapılan, Taksim ve Beyoğlu’nda bir buçuk aydır büyük iş kaybına uğrayan iş yeri sahipleri, esnaf ve çalışanların tepkisi olarak açıklandı.Kitle psikolojisiBöyle bir tepki olmaması mümkün değildir. Kitap satışlarının bile yüzde 80 düştüğü söyleniyor. Bazı oteller çalışanlarına yarım maaş ödedi.Son olarak sopalı şahıslar eylemcilere saldırdı, bu arada gazeteci oldukları belli kişilere de saldırdıkları görüldü.Çok tehlikeli sulara girildiğinin işaretleri açıkça ortaya çıkıyor. Kitle psikolojisi denilen durum sadece Tayyip Erdoğan’a tepki ve öfke duyanlar için geçerli değildir. Bu eylemlerden çeşitli nedenlerle hazzetmeyen büyük bir kitle de var.Fazla geç olmadanPalalı şahsın serbest bırakılmasını, “eylemcilere saldıranlar korunacak” diye algılayan çok kimse olacaktır. Çünkü gerçekten de eylemcilere karşı harekette bulunanlara hoşgörülü davranıldığı görüntüsü hemen her olayda ortaya çıktı.Toplum gerilim ve çatışma ortamına itildiği sürece bunun çok tehlikeli sonuçlara yol açabileceğini krizi yönetemeyenler göremedi. Göremedikleri için yönetemediler, biber gazı çaresizliğinde kaldılar.Yarın “mağdur esnaf” kendi tepkilerini giderek daha örgütlü bir şekilde ortaya koymaya başlarsa oluşacak yeni çatışma alanının boyutlarını kimse tahmin edemez.Bunun gibi kıvılcımların, belli desteklerle yangına dönüşmesini toplum olarak çok yaşadık.Bu tehlikeli gelişmeleri öngörmek ve sağduyuyu harekete geçirmek için önce yönetimde sağduyuya ihtiyaç var.

Devamını Oku

Ayak sürüme bahaneleri

12 Temmuz 2013

Kandil’den rahatsızlık sesleri çıkıyor. Bu seslere karşı ilk tepkiler de ‘dikkate almamak, ama bazı raporları tedavüle sunmak’ oldu.Kandil’dekiler, Abdullah Öcalan’ın yol haritasına uydular. Buna karşı ise yaratılan bir kuşku havası ilk kez en üst düzeyde dile getirilmişti, tekrarlanıyor.Dağdaki PKK’lıların silahlı ya da silahsız “çıkış”ları sürerken birkaç yorumu zor olay dışında ciddi bir sorun yaşanmadı.Ama devlet tarafında bir sorun tespiti var. Buna göre çok sayıda PKK’lı sınır dışına çıkmıyor, şehrinde ya da köyünde. Hatta bazı yeni yapılanmalar içine giriyor.Devletten böyle raporlar geldiği ve bunların hükümet katında da etkili olduğu anlaşılıyor.Top hükümetteHerhangi bir sorun yaşamayacağını düşünen PKK’lıların daha önce kış aylarında yaptıkları gibi köylerine, evlerine dönmeleri, ortamı bilenler için beklenmedik bir durum değildir. Silahlarını bıraktıktan sonra siyasi faaliyet alanına giren işler yapmaları da tahmin edilebilecek bir durumdur.PKK, otuz yıl içinde aşağıya doğru kuvvetli bir yapılanma oluşturdu. Bu kişiler köyde aval aval oturup “survivor” izlemeyeceklerdir, kendi aralarında ve Kürt siyasetinin tümü içinde belli ilişkileri olacaktır. Bunları abartmanın anlamı yoktur.Esas olan silaha el sürmemeleri, silahlı faaliyet hazırlığı yapmamalarıdır.Devlet raporları, birkaç PKK’lının hareketi üzerine kurulur ve yukarıya “alarm” havasında iletilirse bu durumu hareketsizliğe bahane olarak kullananlar çıkacaktır.Nitekim hükümet katında böyle bir eğilim seziliyor.Eğer, “ikinci aşama”ya geçmemek için bu raporlar üzerinden bir bahane sistemi yaratılırsa çok zor yaratılmış olan güven ortamında büyük gedik açılır.Barış sürecinin Nevruz’dan bugüne kadarki gelişmesine ve halkın çoğunluğundaki algıya baktığımızda, Kürt tarafının herhangi bir suçlamayı hak etmediğini kabul etmek gerekir.Top epeydir hükümettedir ve hükümete, ayak sürüme bahaneleri yaratılarak “bekle” baskısı yapıldığı da çok açık görülüyor. Top hükümettedir.

Devamını Oku

Anayasa tıkanması

12 Temmuz 2013

Meclis Başkanı Cemil Çiçek sayesinde “esas”a, yeni anayasa konusuna dönüldü. Dönüldü ama, yine “nasıl olmaz” üzerinden dönüldü.İki muhalefet partisi, yeni anayasa çalışmalarına destek olmayacak, köstek olmaya devam edeceklerdir. Görüşmelerde, meseleye nasıl parmaklarının ucuyla dokunduklarını görmemek mümkün değil.Cemil Çiçek “ideal” olan için, yeni anayasanın toplumun ve siyasetin en geniş kesiminin katılımıyla hazırlanması için saygıdeğer bir çaba gösterdi. Başaramasa da topluma bir şeyler anlatıldı.Anayasa için değerli bir zamanı, Gezi faaliyetleriyle geçiren siyasetin “esas”a dönüşü de kaçınılmaz olarak sancılı oldu.CHP ile MHP’nin tavrıMuhalefetin hâlâ “asıl engel” dediği AKP’nin ve Erdoğan‘ın “başkanlık sistemi” konusu. Ama üzerinde anlaşılmış gibi yapılan maddelere bile onlarca muhalefet şerhi koyanların “başkanlık sisteminden vazgeçtiğinizi açıklayın ilerleyelim” demesi de samimi bir hamle gibi görünmüyor.Meclis’te bir ortak metin üzerinde, birkaç muhalefet şerhiyle birlikte ortaya çıkılması mümkün olsaydı bu çoktan olurdu. CHP ve MHP öyle bir niyetleri bulunmadığını göstermeye devam ediyorlar, edecekler. Yeni anayasa barış sürecinin tamamına ermesinin temel dayanağıdır. Bu temel dayanak toplumun demokrasi taleplerinin ana belgesi olacaktır.Bunu tekrar etmek, sürekli hatırlamak gerekiyor. Ve siyaset hâlâ olmazların etrafında dönerek zamanı da israf ediyor, heyecanları da yıpratıyor.AKP’nin, bütün demokratik unsurları içeren, çatışma alanlarını en aza indirmiş, medeni bir metinle halkın önüne çıkması hâlen sonuç alabilecek bir yöntem olarak duruyor. “Başkanlık sistemi” konusunu bu aşamada kapattığını ilan edecek AKP’nin getirdiği metne karşı en önyargılı itirazlar bile bu şekilde etkisiz kılınmış olacaktır.Yeni anayasanın ertelenmesi toplumsal barışın ertelenmesidir, bütün demokrasi hamlelerinin ertelenmesidir.Medeni bir anayasa yapamıyoruz, sonra Avrupa Birliği bize neden mesafe koyuyor diye sızlanıyoruz. Siyaset bir de buradan baksın, birçok sorunun cevabını bulur.

Devamını Oku

İki iftar sahnesi

11 Temmuz 2013

Ramazanın ilk iftarında Taksim ve Beyoğlu’ndaki görüntü, 40 gündür yaşadığımız çatışmaların ötesinde bir “çatışma” görüntüsüydü. Taksim’de Belediye’nin düzenlediği toplu iftar vardı.Polislerin ve TOMA’ların ardında ise direnişçilerin toplu sokak iftarı yapıldı.Belediye’nin Taksim Meydanı’nı iftar sofrasına dönüştürmesi de siyasi bir gösteriydi, Beyoğlu’nda sokakta yere çökmüş iftar yapanlarınki de siyasi bir gösteriydi.Ramazanın ilk iftarı da böylece bir çatışma alanı, siyasi gösteri malzemesi oldu. İki tarafta birden.Kim, hangi tarafa “sempati” duyuyorsa bu sahneyi öyle okudu.Bir taraf için Taksim’de devlet gücüyle yapay bir gösteri yapılmıştı, sokaktakilerin iftarı ise samimi bir “halk tepkisi”ydi.Diğerleri için, Belediye son yıllarda alışılmış bir toplu iftar geleneğini devam ettiriyordu, diğer taraftakiler ise iftarı siyasi malzeme yapan siyasi “tezgâhçılar”dı.İki iftar görüntüsü de, bu görüntüye bakanlardaki görme farkı da fazlasıyla konuşulan “toplumsal bölünme”nin vardığı son aşamadır.Barış mı çatışma mı?Bölünme ve çatışma bu boyuta geldiğinde, kendisini bölünmenin dışında hissedenler de, bölünmenin altyapısıyla ilgili kuşku duyanlar da bir tarafa katılma zorunluluğuyla karşılaşıyor. Bu da her an yeni bir çatışma alanının üremesine, karşıdakine asla kulak vermeyen kalabalıkların çoğalmasına yol açar. Demokratik siyaset, çatışma alanlarını uzlaşma alanlarına dönüştürmeyi başardığı sürece işlevini yerine getirmiş olur.Palalı adamlar da çıktı, silah sıkanlar da çıktı. Bölünme ve çatışma psikolojisi dalga dalga insanları etkisi altına alıyor.Çifte iftar sahnesine bakınca “bizim iftarımız onlarınkini yendi” duygusuna kapılmayanların ve bu sahnenin devamından tedirgin olanların dalganın üzerine çıkmaları gerekiyor. Türk toplumunun en önemli ve hayati uzlaşma alanı “barış” olmuştu.40 günde bu büyük uzlaşmanın yerini “sonuna kadar çatışma” aldı. Bundan sonraki 40 günde bu dalganın yerine başka bir dalga getirmek de siyasi bir bilinç, biraz daha ileriyi görme becerisinin işidir.

Devamını Oku

Tartışması bile ayıp

8 Temmuz 2013

Mısır’da “kıyım” varmış, başka ne olacaktı ki... Bu bir darbe, silah zoruyla idareyi değiştirme, toplumu susturma, “nizam verme” icraatı.Ve Mısır’daki darbe üzerinden, bizde hâlâ bir “darbe gerekçelendirme” çabası yürütülüyor. “Şartlar olgunlaşırsa darbe olur” fikri yerleştirilmeye çalışılıyor.Bu fikri yaymaya çalışmak bir yana, bir askeri darbeyi “ama”larla tartışmak bile büyük bir ayıp.Arkasına “ama” eklenmiş bazı tartışma girişimlerinin dışında “Mısır’ın Tayyip’i devrildi” diye başlık atanların, sokakta bağıranların, gazete köşelerinde kıs kıs gülenlerin seslerinin yükselmesi bu toplum adına gerçek bir ayıptır.1960, 1971, 1980 ve 1997’den bu yana vicdanı kirli, sürekli kirlenen Türk usulü bir faşist kesimin hâlâ toplumsal destek bulabilmesi, siyasetin, demokratik siyaseti yerleştiremeyenlerin de ayıbıdır.Meşru toplumsal tepkiler, sokakta darbe severlerin kontrolüne bu kadar kolay giriyorsa, bu da doğru siyasi ve toplumsal tahlilleri yapamayan, sorunları erkenden göremeyenlerin ayıbıdır.Siyasetin acil görevi“Askeri darbeler Türkiye’nin gündeminden kesin olarak çıktı mı” sorusu hâlâ soruluyor. Böyle bir korku var, çünkü her imkânla bu fikri canlı tutmaya çalışanlar var.Evet bunlar var, ama Türkiye’de demokratik hamleleri destekleyen, toplumsal barışı destekleyen daha büyük bir kitle var. Bu büyük kitlede de bazı kafa karışıklıkları yaratıldığı görülüyor. Demokratik siyaset bunu görmek, doğru teşhis etmek durumundadır.Sokağın ve siyasetin darbe sever azınlığa teslim edildiği görüntüsünün egemen olmasına yol açan gündelik siyasetlerin hemen masaya yatırılması, hem de en açık şekilde yatırılması gerekiyor.Darbe kelimesinin, üç beş meczubun beyninde kalmış bir hastalık ifadesinden ibaret hâle gelmesi için daha epeyce yolumuz var.Son günlerin kargaşası, iyi hesaplanmış kavram karışıklıkları bu yolu biraz daha uzattı. Demokratik süreçte bunca yol katettikten sonra “darbe sever tuzağına” düşmenin de açıklaması olamaz, mazereti de yoktur.

Devamını Oku

Gaz terörü

7 Temmuz 2013

Cumartesi akşamı eylemcilerle polis arasında saatler süren arbedeyi izlemek zorunda kaldık. Kaçacak yeri olmayan insanların da üzerine sıkılan biber gazlarının etkilerini gördük.Eylemciler açısından neyin protesto edildiği, ne istendiği gibi konuların geçerliliğini kaybettiği açıkça görülüyor.Gezi Parkı’nın ağaçları fazlasıyla dikildiğine, kışla inşası, alışveriş merkezi, otel gibi projeler mahkemece durdurulduğuna, yetkililer de bunların olmayacağını söylediklerine göre ortada bir talep kalmış değil.İlk günkü talepler yerine geldiğine göre, Taksim Platformu’nun varlık nedeni de kalmış değil, bu grubun kendisini lağvetmesi gerekiyor.Ne alakası var?Kalan bir biber gazı savaşı. Polis yolu kesiyor, göstericiler polisin üzerine gidiyor, polis biber gazı sıkarak göstericileri kovalıyor. Sonra göstericiler tekrar toplanıyor, aynı şeyler tekrar edilip duruyor.Bu arada olayları canlı yayınlayan iki televizyon kanalında büyük laflar uçuşup duruyor. Biri eylemleri 60’ların anti-Amerikan gösterilerine benzetiyor, kimse bununla Gezi’nin, Taksim’in ne alakası var, diye sormuyor.Polis, göstericiler dışındaki kimseler de olduğuna dikkat etmediği gibi biber gazını öyle bol salıyor ki pencere, kapı kapatmak da yetmiyor. Çoluk çocuk evinde oturanlar, turistler,yolunu şaşırmışlar, herkes o gazdan nasibini alıyor. Büyük ihtimalle biber gazından etkilenen olaylarla ilgisiz kimselerin sayısı gösterici sayısından fazladır.Artık yetti...Bu gösterilerle, hükümet devirecek kadar büyük bir kriz ortamı yaratmak için uğraşan darbe sever çevreler Mısır’la birlikte heyecanlandılar. Son gösteride bunun izlerini görmek zor değil.Artık “yetti“ diyenler de seslerini duyurmaya başlamalı.Yetti, Gezi-Taksim davası bitti. Taksim’den Tahrir çıkarmayı umanlar ise siyasi bir mesele olarak kalacaklar.Biber gazı terörü de yetti. Gösterici olan olmayan herkesin gazdan etkilenmesini önemsemeyen, hatta evlere doğru gaz sıkılmasına göz yuman yetkililer de buna son vermenin çaresini bulsunlar.

Devamını Oku