Hayri Kozakçıoğlu, yakın tarihimizin en karmaşık döneminde, çok fazla kan dökülen bir dönemde olağanüstü hâl bölge valisiydi. Kozakçıoğlu’nun ölüm şekli şu anda intiharı gösteriyor. Bunun herhangi bir insani nedeni olabilir.Ama haber duyulduğu anda bol miktarda “komplo teorisi” üretilmesi, mantık içi veya dışı varsayımlar sıralanması toplumsal ruh hâlimizi çok açık şekilde gösteriyor.Sonuçta Kozakçıoğlu, çok yakından bildiği bir dönem hakkında bilgi vermemiş, o dönemin yüzlerce sorusunun aydınlanmasına katkıda bulunamamıştır...Vicdanlardaki ağırlıkÖzal’a başbakanlığı sırasında binlerce kişinin gözü önünde yapılan suikasttan başlayarak, oldukça yakın tarihlerde Başbakan’a suikast hazırlığı iddialarına kadar geçen yaklaşık 20 yıl içinde işlenmiş siyasi cinayetlerin, “operasyonların” haddi hesabı yok.Bu dönemde ülkenin birçok önemli yazarı da suikastlarda hayatını kaybetti, yüzlerce sade vatandaş da ‘ortadan yok oldu,’ yüksek rütbeli askerlerin ölümlerine ilişkin birçok iddia da hâlâ karanlıklar içinde, binlerce kişi hâlâ korumalarla geziyor.Hrant Dink cinayeti davasında öyle bir Yargıtay kararı çıktı ki, sanki adaletin tecelli etmesi değil, cinayetle ilgili yeni bir karartma alanı yaratmak amaçlanmış.Bunu davayı yarım gözle izleyenler bile anlıyor.Yöntem belli...Turgut Özal hayatını kaybettiğinde cumhurbaşkanıydı, 20 yıl sonra hâlâ ölüm koşullarındaki gariplikler soruşturuluyor, isimleri başka darbe davalarında yer almış asker kişiler kovuşturuluyor.Bütün bunları hatırlayanların, Kozakçıoğlu’nun ölümünü duyunca “acaba” diye sormalarından daha doğal bir şey olmaz.Türk toplumunun vicdani temizlenmesi için gereken yöntem başkaları tarafından çoktan bulunmuştur: “Hakikatler Komisyonu” gerçekten hakikatleri ortaya çıkarmayı amaçlayan bir komisyon olabilirse, toplumun vicdani temizliği mümkün olabilir. Özel bir kanunla kurulacak ve kısıtlı olmayan bir sürede her şeyin, ama her şeyin aydınlığa kavuşması için çalışacak bir “Hakikatler Komisyonu” şarttır.
Son kamuoyu araştırmalarının gösterdiği “nabzın” şu anda en önemli unsuru barış sürecine halk desteğinin yüzde 80’in üzerine çıkmış olmasıdır.Aşağı yukarı bir yıl önce destek yüzde 30’lardayken şimdi yüzde 80’in üzerine çıktıysa, bu büyük bir siyasi başarıdır. Durumu ve halkın talebini yanlış okuyan muhalefet partileri seçimlere en az dayanakla girecekler.Seçim araştırmalarında çıkan sayılar, ana eğilimleri tekrarlıyor.AKP yüzde 50’nin üzerinde seyrediyor, CHP yüzde 20 bandında duruyor, MHP yüzde 14-15 ile CHP’ye daha da yaklaşma umudunda, BDP ise yüzde 8’le yerini sağlamlaştırmış durumda.Tek çözüm...Önümüze gelecek sandıklar takviminde anayasa referandumunun, AKP’nin içerik tercihleri ne olursa olsun, yerel seçim öncesine yetişmesi oldukça zor görünüyor.Yerel seçimler konusunda Erdoğan’ın epey önceden verdiği kararların değiştiğine ilişkin bir işaret yok. “Üç dönem” kuralıyla bakanlıktan ve Meclis’ten ayrılacak birçok güçlü ismin büyük şehir belediye başkanı adayı olması AKP’de hatta birçok büyük şehirde kuvvetli bir beklentidir.Yerel seçimde aday olacak AKP’lilerin ayrılması, Meclis’te şu andaki “kıl payı referandum” ihtimalini zayıflatacak bir durum. Referandumun yerel seçim öncesine yetişmesinin zorluğu ortada olduğuna göre tek çözüm genel seçimin de yerel seçimle birlikte yapılmasıdır.Genel seçimin erkene alınıp yerel seçimle birlikte yapılmasının gerekçelerini halka anlatmak kolaydır. Barış süreci devam ederken, idarede bir kesinti olmamasını da, bunun devamı olan anayasa çalışmasının daha rahat yürümesini de açıklamak kolaydır.Şu anda toplumdaki ana eğilimlerin değişmesine yol açacak şartların mevcut olmadığını, “sadık oy” oranlarının bu seçimde de ana yapısını büyük ölçüde koruyacağını düşünürsek iki seçimin birleşmesi hâlinde sandıktan ne çıkacağını tahmin etmek zor değil.Bundan sonraki seyri başkanlık, yarı başkanlık konularındaki kararlar belirleyecektir. Demirel derdi ki: “Siyasette 24 saat bile çok uzun bir zamandır.”DÜZELTME VE ÖZÜRYazarımızın dünkü yazısı, yanlışlıkla bir önceki günkü başlıkla çıktı. Doğru başlık “Yasakçı Kafa İlelebet...”ti.Düzeltir, okurlarımızdan ve yazarımızdan özür dileriz.
Öyle bir içimize işlemiş ki, sorun olduğunu düşündüğümüz her konuda hemen bir yasak listesi daha insanların önüne çıkarılıyor.Son günlerin, alkollü içeceklerle ilgili yasa tartışmasında da yine böyle oldu.“Düzenleme“ denilen şey kabarık bir yasaklar listesi hâlinde kendisini gösterdi.Önce “sorun var mıdır” diye sormak yerine bayat bir takıntının (takıntı kelimesi Fehmi Koru‘nun dünkü yazısından) tatmini üzerine hareket edildiği zaman ortaya çözüm çıkmaz, sadece yeni sorunlar çıkar.Düşünme, yasakla!Alkollü içeceklerle ilgili bir düzenleme yapılırken insanların hayat alanlarına müdahale ediliyorsa, bunun adının düzenleme olamayacağı hâlâ ‘yasakçı kafa‘nın malumu olamamış. Kuşkusuz çocukların korunması amacıyla, gençlere yönelik ‘teşvik‘ faktörünün denetlenmesi için düzenleme yapılabilir, medeni dünyanın her yerinde de bu amaçlarla getirilmiş çeşitli düzenlemeler var.Ama yasakçı kafa makul amaçlı düzenleme düşünemez, yasaklarla sonuç alacağını zannetmeye devam eder, o kafa için “çözüm“ kelimesinin anlamı sadece insanların hayatlarını daraltacak, zorlaştıracak, yeni mutsuzluk alanları yaratacak yasaklar koymaktan ibarettir.Henüz vakit varken...Yasakçı kafa, bütün gösterilere, toplantılara biber gazı sıkarak sorunu çözdüğünü düşünür; öyle alışmış, babalarından, dedelerinden öyle görmüştür.Biber gazı sıktıranlar, 100 göstericinin yanında 500 ilgisiz insanın da cezalandırılmış olacağını ne düşünür ne umursar; biber gazı sıktıkça daha çok biber gazına ihtiyaç duyacağını düşünmez.Biber gazıyla çözüm aramak yerine makul düzenlemelerle insanların protesto etme, tepki gösterme haklarını kullanabilecekleri alanlar açılmasını sağlamak için düşünmek yasakçı kafaya aşırı uzaktır.Daha çok yasakla, daha çok biber gazıyla sadece biraz daha fazla yasağa, daha fazla biber gazı tüketimine ulaşırsınız. Sonra bir gün bakarsınız, öyle bir noktaya gelmişsiniz ki “nereden nereye geldik“ diye düşünseniz de artık bir faydası olmayacak... Henüz vakit varken bütün yasak listelerini yırtın, biber gazlarını depoya kaldırın.
Başbakan Erdoğan’ın, ABD’de bulunduğu sırada açıkladığı iç siyasetle ilgili kimi görüşlerini dönüşünde biraz daha açması bekleniyordu, ama tersini yaptı, biraz daha kapattı. Sadece anayasa konusundaki eğilimi daha netleşiyor.AKP kendi başına bir anayasa hazırlayacak, o metnin referanduma gitmesi için diğer partilerden “demokrat” vekillerin desteğini bekleyecektir.Yeni anayasada başkanlık sisteminin olup olmayacağı sorusunun cevabı hâlen ortada yok. Mevcut anayasanın üzerinden yapılacak değişikliklerle, bazı demokratik reformların gerçekleştirilmesi yolu da açık, anayasanın tümüyle yeniden yazılması yolu da kapanmış değil. Erdoğan’ın ve AKP’nin kararına göre Meclis’in önüne 82 anayasasının düzeltilmiş versiyonu da konulabilir, yepyeni bir medeni anayasa da çıkarılabilir.Birinci ihtimalde, genel seçim ne zaman yapılırsa yapılsın tekrar bir anayasa çalışmasına ihtiyaç olacaktır.Başbakan’ın kararında, önümüzdeki dönemin siyasi havası ve kuşkusuz barış sürecinde varılan nokta, bunun halk tarafından nasıl algılandığı belirleyici olacaktır.‘Meclis’in yenilenmesi’Meclis’te demokratik anayasadan yana tavır alacak diğer parti vekillerine yöneltilmesi kuvvetle muhtemel saldırılar bir yana, bu vekillerin sayısı ne kadar çok olursa ve diğer partilerde ne ölçüde “çözülme” görüntüsü ortaya çıkarsa referandum sandığında evet sayısının o ölçüde yükselmesi de kaçınılmaz olacaktır.Buna karşılık, Meclis’ten referanduma gidilmesini sağlayacak bir destek bulunmaması hâlinde de genel seçime gidilmesi siyaseten zorunlu olacaktır.Bunun adı “demokratik anayasaya katılmayan Meclis’in yenilenmesi”dir.AKP’nin medeni anayasa için, barış sürecinin tamamlanması için, demokratik reformların devam etmesi için tam yetki isteyerek sandığa gitmesi de sürecin doğal uzantısıdır.Siyasete daha geniş bir açıdan bakanlar için, hâlen medeni-demokrat-çağdaş bir anayasa birinci önceliktir. Böyle bir anayasa ile açılacak kapıları görenler çoktur ve onların da bu aşamadan itibaren ellerini taşın altına koymaları beklenir.
Başbakan, anayasa ve siyasi yapının yeniden düzenlenmesiyle ilgili kararlarını açıkladı. Birinci maddede anayasa var. Erdoğan, anayasa için bir uzlaşmadan umudunu kesmiş olarak, AKP imzalı bir anayasa ile Meclis’in ve halkın karşısına çıkmaya karar vermiştir.Bu yolda ilk adım olarak başkanlık sistemi tartışılacak, anlatılacak ve sistem değişikliğinin yer aldığı bir metinle ilerlenecektir. Erdoğan “kapalı oylamada” referandum için gerekli 330 oyun sağlanabileceği kanısındadır.Sandık sandığı etkilerAKP’nin metni halkın önüne gittiği zaman da karşı tarafta duracak olan CHP ve MHP’nin sağlayacağı yüzde 50’nin üzerinde bir oy desteğiyle anayasanın geri çevrilmesi, gerçekten zayıf bir ihtimaldir.Referandumda oy kullanacak olanların, başkanlık sisteminin iyi anlatılması şartıyla Erdoğan’ı, geçen 12 yılın da algısıyla tercih etmeleri doğaldır.Anayasa referandumu, yerel seçimden önce de olabilir, yerel seçimle “başkan seçimi” arasında da olabilir.İki durumda da her sandık sonucunun bir sonraki sandığı AKP lehine etkilemesi kaçınılmazdır.Erdoğan, genel seçimi de bir yıl erkene, “başkan” seçiminin hemen sonrasına alarak, hükümette ve partide bir “ara dönem” yaşanmasını engellemek istiyor.Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkmasıyla birlikte hemen genel seçim yapılırsa, AKP yeni yönetimiyle yine iktidar adayı olacak, Erdoğan’ın yerine gelecek isim de erkenden belli olacaktır.Herkes yorulacakGenel seçimin bir yıl önceye alınması, bir siyasi belirsizlik ortamı doğmaması için makul görünüyor, kamuoyu desteğini alması da kolaydır.Bu planın tam yürüyebilmesi için ortada bir soru işareti olarak “başkanlık sistemi” duruyor.Anayasa konuşulurken asıl tartışma ve kavga alanı başkanlık sistemi olacaktır. Başkanlık sisteminin denge alanlarında güven verici düzenlemelerin yapılmış olduğu konusunda halkın ikna edilmesi bu aşamada kolay görünmüyor.Erdoğan’ın bir referandum ve üç seçim art arda planı herkesi çok yoracak, ama birçok meselenin iç içe tartışılması da “normalleşme” yolunda daha hızlı mesafe alınmasını sağlayacaktır.
AKP iç tartışmalarını kamuoyu önünde yapan bir parti değil. Örneğin “üç dönem kuralı”nın ertelenmesi ve üç dönem görev yapanların bir dönem daha aynı görevlere devam etmesi konusunda AKP’nin iç kamuoyunun eğilimleri bilinmiyor.Bu kurala göre Başbakan Erdoğan da milletvekili olamayacak; siyasete devam etmesi cumhurbaşkanı olmasıyla veya ara verdiği dönemde partisini yönetmesiyle mümkün olacak.AKP’nin geleceğiyle ilgili ilk beyan, şu anda Genel Başkan Yardımcısı olan, AKP’nin kurucu kadrosundan Mehmet Ali Şahin‘den geldi. Şahin, Erdoğan’dan sonra AKP Genel Başkanlığı yani başbakanlık için Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç‘ın isimlerini telaffuz etti. Ancak Bülent Arınç da üç dönemdir milletvekili olduğu için “üç dönem” kısıtlamasına tabi ve tekrar milletvekili olamayacak. Dolayısıyla Şahin’in verdiği iki isim kendiliğinden bire iniyor.Hedef de çaba da meşruErdoğan’ın “üç dönem kuralı”nı değiştirmek ya da en azından tartışmak eğiliminde olduğuna ilişkin bir işaret görülmedi. Bu konuda son verdiği işaret, ısrarcı olacağı yönündeydi.Şahin’in sözleri de aslında bunu doğrulamış oluyor. Ayrıca yine bu sözlerin arkasındaki fikrin, başkanlık sistemi olsa da olmasa da Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkacağı olduğunu söylemek mümkün.Yaklaşık bir yıl sonra Tayyip Erdoğan bugünkü kurallarla cumhurbaşkanı seçildiği zaman uygulanacak formül bellidir.Bu formül Erdoğan için de uygulanmıştı. Bir milletvekili istifa eder, Meclis bu sandalye için seçim kararı alır, o arada başbakanlığı yürüten AKP’li, -Gül’ün Erdoğan için yaptığı gibi- başbakanlıktan istifa eder ve Abdullah Gül yeni hükümeti kurar.Tayyip Erdoğan‘ın başkanlık veya yarı başkanlık sistemini istediği, siyasi hayatının üçüncü dönemini en tepede tamamlamayı arzu ettiği kimse için bir sır değil. Böyle bir hedefi olması da meşrudur, o hedefe ulaşma gücünü kendisinde gören bir kimsenin bunun için uğraşması da meşrudur.Önümüzdeki bir yılın siyasi gündemi epey ağır olacak, siyaset sahnesinde önemli değişiklikler yaşanacak, herkes kendisini şimdiden hazırlasa iyi olur.
CHP Genel Başkanı, Avrupa Birliği gezisini kendilerinin yarım bırakıp döndüklerini söylemiş. Doğrudur, davet sahibi Avrupa Parlamentosu (AP) Sosyalist Grup Başkanı Hannes Swoboda’nın programlı görüşmeyi iptal etmesinin üzerine CHP heyetinin döndüğü anlaşılıyor.CHP Genel Başkanı ile Swoboda arasında çıkan krizin kaynağı, Kılıçdaroğlu’nun “Erdoğan ile Esad’ın arasında ton farkı olduğunu” yani bir anlamda aynı olduklarını söylemesidir. AP Sosyalist Grup Başkanı buna tepki göstermiş, seçilmiş bir siyasi liderle eli kanlı bir diktatörün aynı kefeye konulmaması gerektiğini ifade etmiştir.Mesele, bir görüş farkı değildir. Mesele, ölçüsüz saldırıları, en ağır üslubu ve kaba hakaretleri siyaset yapmak zanneden anlayışla, Batılı demokrasilerin ulaştığı siyasi olgunluk arasındaki açık farktır.Tartışmayacaklar...İçine kapalı bir toplumda her şeyi söylemeye alışmış, taraftarına “gaz vermek” için hakkaniyet, adalet, inandırıcılık gibi kavramları unutmuş bir siyaset tarzının çoktan öldüğünü bir Avrupalı siyasetçi CHP liderine ve heyetine açıkça söylemiş oldu.CHP’liler Avrupalı sosyalist siyasetçi tarafından “istiskale” uğradıklarını düşünüyorlardır. Bu olayın ardından nerede yanlış yaptıklarını konuşmayacak, tartışmayacaklardır; tam tersine, Avrupalı’ya cevap olarak nasıl “laf oturtacakları”na kafa yormaya başlamışlardır bile.Suriye krizinin başından beri CHP, hükümetin dış politikasını eleştirmekle Esad rejimini savunmak arasındaki farkı gözetmedi. Gözetmediği için de eleştirilerinin herhangi bir ağırlığı olmadı. O kadar olmadı ki “Erdoğan ile Esad aynıdır” gibi şuuru zayıf bir noktaya kadar gittiler.Alıştıkları gibi...Avrupalı sosyalist, kendilerinin de aynı dünyaya ait olduğunu zanneden CHP’ye çok önemli bir siyaset dersi verdi. Bugüne kadar karşılaştığı bütün dersleri algılamaya direnen CHP’nin bu dersi algılaması da kolay değil.Alıştığın gibi gitmek kolaydır; CHP de bu çizgisini korumakta direniyor.Toplumda ağırlığı olan gerçek bir ana muhalefet partisi, yani iktidar seçeneği olmanın yollarını arayan parti olmayı tercih etmeyen bir siyasi parti, kendi geleceğini seçmiştir.
Reyhanlı’da bir katliam yapıldı; birileri düşündü, birileri planladı, birileri örgütledi, birileri de uyguladı. Bu katliamı düşünenler, planlayanlar bir fayda umuyorlar ki bu kadar insanın hayatına kastettiler.Kim bunlar? sorusuna cevap olarak Ankara Suriye yönetimini gösteriyor. Suriye yönetimi inkâr etmeye devam ediyor.Onların tetikçisi olarak bilinen bir kişi de İsrail’i gösterdi.El Kaide lafı da ortaya atıldı.Kim, ne fayda umarak bu katliamı yaptırdı sorusuna cevap ararken bunun kime ne faydası olacağı üzerinden gitmek gerekiyor.Misilleme yapılırsaAnkara’nın Suriye’ye misilleme yapması hâlinde Türkiye “savaşan ülke konumuna” gelecektir.Bundan Suriye’deki Esad yönetiminin yararına olacak bir sonuç, Şii dünyasındaki dayanışmanın artmasıyla birlikte kuvvetli saldırı altında olması dolayısıyla Rusya ve Çin’in desteğinin de artmasıdır.Ortaya çıkacak Suriye’ye karşı İsrail ile birlikte savaşan Türkiye görüntüsü sadece Şiilerde değil, bütün Arap ülkelerinde rahatsızlık yaratacaktır.Suriye’nin sağlayabileceği faydalar özetle bunlar.Türkiye’nin askeri olarak devreye girmesi, Esad rejimini devirmeyi başaramamış olan Suriye muhalefetine yeni bir şans sağlayacaktır.Yalnız bir İsrail’in, üstelik savaş ortamında Türkiye’yi “doğal müttefik” konumunda bulması, Suriye ile ilişkileri hep yakın olan Filistinlilerde Türkiye’ye dönük kuşkular yaratacaktır. Misilleme olmasa da...Batı ittifakı, Suriye meselesini Türkiye’ye hallettirirse, elini kirletmeden asıl hedef olan İran rejimini yalnız bırakmış olacak, Irak Şiileri de büyük destekten yoksun kalacaktır.Bu da Batı’nın fayda hanesine yazılır.İçeriye gelince...Ankara misilleme yapar Türkiye “savaşan ülke” konumuna girerse, öncelikle Türk halkı bu durumdan hiç hazzetmeyecektir. Böyle bir havada her türlü muhalif ses daha çok dinleyici bulacaktır.Ankara misilleme yapmasa da “bunca insanımızın kanı yerde kaldı” çığlıklarıyla yine Hükümet terletilecektir.O durumda, barış süreci de demokratik reformlar da bir kenara bırakılacaktır.Bunların kime ne fayda sağlamış olacağı çok açık değil midir?