Başbakan Erdoğan, önceki akşam Sabah yazarlarıyla yaptığı görüşmede, cumhurbaşkanı adaylığı konusuna tam açıklık getirdi. Erdoğan’ın sözü şöyle: “Partim isterse aday olurum.”AKP’nin, “Erdoğan cumhurbaşkanı adayı olmasın” deme ihtimali bulunmadığına göre, AKP’den gelecek farklı talep ancak “üç dönem kuralı”yla ilgili olabilir.AKP tüzüğü gereği, üç dönem art arda milletvekili seçilmiş olanlar dördüncü kez aday olamıyor. Erdoğan, siyasi yasağı dolayısıyla birinci dönemin başında seçilmedi; ara seçimde milletvekili oldu. ‘Bunun bir dönem sayılmayacağı’ gibi bir “hileişeriye” yoluna giderek, bir dönem daha milletvekili olabileceğini savunacak birisinin çıkması ihtimali de zayıftır. Erdoğan’ın kendisi de bu yola tevessül etmez.Erdoğan kabul etmez“Üç dönem kuralı” önümüzdeki martta yapılacak yerel seçimlerde uygulanmaya başlanacak. Üç dönem milletvekilliği ve bakanlık yapmış bazı önemli AKP’lilerin büyükşehir belediye başkanı adaylıkları söz konusu.“Üç dönem kuralı” değişmezse, seçim takvimine göre önümüzdeki günlerde bu milletvekili ve bakanlar görevlerinden ayrılıp yerel seçimde aday olacaklar.İşletilmeye başladıktan sonra, bu üç dönem kuralının Erdoğan’ın milletvekilliği ve başbakanlığının devamı için kaldırılması da Başbakan’ın kabul edebileceği çözümlerden değildir. Yerel seçimlerle birlikte “üç dönem kuralı” işletildiği anda bundan sonra da işletilmesi kaçınılmazdır.Gündemin ilk sorusuBu kural yerel seçim öncesinde tabii ki değişebilir, AKP hızlı bir tüzük kurultayı toplar, tüzüğün ilgili maddesini değiştirir ve herkes bulunduğu konumda siyasete devam eder.Ancak şu ana kadar ortada buna ilişkin bir tartışma da yok, AKP’nin tepesinden bir ışık da görülmedi.AKP’nin Erdoğan’ı 2015 genel seçiminde emekliye sevk etmeyi değil; tam tersine, 2014’te cumhurbaşkanı olmasını kuvvetle isteyeceğinde en küçük bir kuşku yoktur.Yerel seçim için ilk AKP’li milletvekili ve bakanın istifasını verdiği gün Erdoğan’ın cumhurbaşkanı adaylığı da kesinleşmiş olacaktır ve herkesin soracağı ilk soru ortaya çıkacaktır: AKP lideri ve başbakan kim olacak?
AKP, yüzde 10 barajın değişmesini, “tartışalım” kaydıyla “demokrasi paketi”ne koyarak bu sistemin anti-demokratik niteliğini kabul etmiş oldu.Yüzde 10’luk seçim barajı, 12 Eylül ruhunun sisteme getirdiği yüklerden biridir. Birinci gerekçesi, “söylenen gerekçesi” koalisyon hükümeti ihtimallerini azaltmak, yok etmektir. Söylenmeyen, ama bilinen diğer gerekçe ise Kürt siyasetinin ve başka “radikal” diye nitelenen siyasetlerin Meclis’te temsil edilmelerinin engellenmesidir.Sistem, “barajın suyu”nun büyük merkez partilerine akıtılmasına yönelik bir sistemdir. Dolayısıyla büyük partiler kısa vadeli hesaplar yaparak Meclis’te daha çok milletvekili sahibi olmak uğruna, adil olmayan bu sistemi korumuşlardır.Meclis’e iki parti dahaSon genel seçimde siyasi partilerin oy oranları ve BDP’nin bağımsız adaylarla sağladığı milletvekili sayısı, “seçmen iradesinin parlamentoya tam olarak yansıdığı” kanaatine yol açtı. Doğrudur, son Meclis yüzde yüze yakın bir temsil niteliği taşıyor.Ama her zaman böyle olacağını söylemek mümkün değildir. Değişik oy oranlarında önemli sayıda oyun boşa gitmesi ihtimali her zaman vardır. Siyaset bilimcilerinin yaptıkları birçok araştırma bunu gösteriyor.Şu anda Meclis’te temsil edilen üç büyük siyasi parti de yüzde on barajdan avantaj sağlıyor.Yüzde 5’lik bir seçim barajında BDP daha çok vekil çıkaracaktır. Yüzde üç seçim barajında ise iki siyasi partinin daha Meclis’e girmesi ihtimali vardır.Baraj yüzde 3 olursa...Yüzde on barajlı sistem zaten çıkış noktası itibarıyla anti-demokratik ve haksızlığa yol açan bir sistemdir.Büyük partiler, bugüne kadar bu sistemden faydalandı, kendilerine ait olmayan oyların sahibi oldu.İyi siyaset yaparak, çalışarak oyunu artırmak yerine seçim sistemi oyunlarından medet ummanın hem adil hem de etik olmadığı açıktır.Dar bölge sistemi tartışmasına geçmeden seçim barajının yüzde 3’e indirilmesi gerçekten demokratik bir hamle olacağı gibi, siyasetin canlanmasını, daha dolu içerikli siyaset yapma yollarının açılmasını sağlayabilir.
Demokratikleşme paketinde 20 madde vardı, 18 sayanlar da oldu, hâlen sıfır sayanlar da var. Sıfır sayanların bir kısmı, maddelerin bazılarının fiilen aşılmış konulara ait olduğunu söylüyor. Doğrudur, örneğin Türkçeden başka dille, Kürtçe seçim propagandası uzun süredir yapılıyor. Yapılıyor da her birine bir dava açılıyor. İnsanlar mahkemelere gidip geliyor. Bu temel hakkın hukuken güvence altına alınmasını “sıfır” saymak en azından haksızlıktır.Birçok madde için aynı durum söz konusudur. Kin ve nefret suçlarının “gerçekten” cezalandırılmasını sağlayacak bir yasa değişikliğini “sıfır” saymak da bizce haksızlığa girer. Uygulama şöyleydi: Bu suçlar sabit olduğunda 1 yıla kadar bir hapis cezası verilir ve dolayısıyla ceza ertelenirdi. Kin ve nefret yayma uzmanları da gerçekte ceza almayacaklarının güvencesiyle davranırdı. Bu durumun düzeltilmesi “sıfır” mıdır?Yirmi maddenin yirmisini de aynı şekilde ele aldığımızda her birinin bir “ilerleme” içerdiğini görebiliriz.Görmek istersek görebiliriz. Sadece muhalefet etme dürtüsüyle, bu sürecin AKP’ye bir siyasi getirisi olacağı endişesiyle bakıldığı zaman “sıfır” görmek doğaldır.“Sıfır” deme noktasında olmayan, ama sadece “eksikler” üzerinde duranlar ise çok önemli olan bir başka açıdan bakmayı denemelidir.AKP gider, yerine CHP-MHP koalisyonu gelir ya da olağanüstü gelişmeler olur ve tek başına bir CHP iktidarı gelirse Türkiye bir “reform süreci” mi yaşayacaktır yoksa bir “restorasyon süreci” mi?Buradaki “restorasyon”un anlam karşılığı, bir önceki düzenin tekrar tesis edilmesi, “ihya” edilmesidir.“Sıfırcılar” CHP-MHP iktidarında “demokratik reform” kavramının nasıl bir anlam taşıyacağını, eğer aşırı saf değillerse, birazcık düşünmekle bile bulabilirler.Geçtiğimiz dönemde AKP’nin reform sürecinde “hız kesmiş” olması bir “restorasyon” dalgası değildir.Demokratikleşme paketinin açacağı süreçlere göz kapamak, bunları küçümsemek yerine ters açıdan da düşünebilen “sıfırcılar” demokrasi hattına dönebilirler. Biz yine tekrar edelim: Yirmi maddenin yirmisi de olumludur, önemlidir ama tabii ki yetmez, daha çoğuna ihtiyacımız hâlâ bakidir.
Başbakan Erdoğan‘ın açıkladığı “demokratikleşme paketi“ne beklenen tepkiler geldi. Kürt siyaseti paketi çok eksik bulanlardan; liberal çevreler “yetmez ama evet” diyor, CHP’nin ise ne dediği anlaşılmıyor.Tabii ki yetmez. O kadar çok eksiğimiz gediğimiz var ki, bu önemli paketin de yetmeyeceğini Başbakan da ifade ediyor.Paket iki önemli özgürlük meselesine çözüm getiriyor:Biri, kılık-kıyafet-baş örtüsü meselesi. Vaat edilen çözüm kimsenin itiraz edebileceği bir çözüm değil. Bireysel özgürlükler tamamdır, sadece “kamu”daki uygulamaya ilişkin birkaç düzenleme olacaktır.Paket ikinci olarak dil yasaklarını bitiriyor. Herkes istediği dilde konuşabilir, okuyabilir, yayın yapabilir, o dilin eğitimini görebilir. Bu aşamada dile ilişkin bütün eğitim taleplerinin devlet tarafından yerine getirilmesi gerçekleşmemiş olsa da, dil meselesinde “tam özgürlüğe” geçilmesi çok büyük bir gelişmedir.- Siyasetteki dil yasaklarının kalkması da başlı başına önemli bir vaattir.Olumlu adımlar- Temel eğitimdeki meşhur “and”ın kaldırılması kararının doğruluğu tartışma götürmez. Çocukların her sabah “ırkçı-ayrımcı“ bir antla güne başlamalarının savunulur hiçbir yanı yoktur. Nitekim bu andın kalkmasına açıkça karşı çıkamayanlar, “yerine dini bir ant gelecek“ gibi mesnetsiz bir kafa karıştırma faaliyetine hemen başladılar.- Seçim barajının tartışmaya açılması da AKP açısından önemli bir gelişmedir. Bugüne kadar AKP yüzde 10 seçim barajını savunmuştu, şimdi yüzde 5 ve dar bölge seçim sistemini tartışmayı gündeme getiriyor.- Müslüman ve Sünni olmayan dini azınlıklarla ilgili olarak paketten birkaç “simgesel” adım çıktı. Ancak, hemen ardından özel bir “Alevi paketi“ hazırlandığı ve kısa sürede gündeme geleceği bilgisi verildi.- Irkçılık, ayırımcılık ve nefret suçlarının cezalarının artırılması dâhil, paketten çıkan her madde olumludur, demokratik gelişmenin olması gereken unsurlarıdır.Zihniyet meselesiPaketin içerdiği kanun, yönetmelik vs. değişikliklerinin uygulamaya geçmesi kadar, doğru uygulanmalarını sağlayacak “zihniyete“ ilişkin altyapı eksikliklerini tamamlamak, zihinsel uyumu sağlamak yükümlülüğü de yine siyasi iradeye düşüyor.- Terörle mücadele yasası dolayısıyla yaşanan sorunların çözümüne ilişkin bir unsur paketten çıkmadı. Beklenen ve çıkmayan başka şeyler de var, ama artık önemli olan bu sürecin devamıdır ve demokratik bir ülkede yaşamak isteyen herkesin bu sürece destek olması şarttır.
Başbakan Erdoğan bugün “Demokratikleşme Pakiti”ni açıklayacak. “Demokratikleşme” gibi uzun ve söylenmesi zor bir kelimenin seçilmesi, bunun bir sürecin başlangıcı olacağı ve başka reformlarla devam edeceğinin ifadesi olarak açıklanıyor. Yine de “Demokrasi Paketi” demekte bir sakınca yok.1946’da seçimle demokrasiye geçilmiş olması, askeri müdahale dönemleri dışında askeri vesayetin en üstte olduğu dönemlerde de Türkiye’de hep seçimler yapıldı. Her zaman seçim yapılmış olması tam demokrasi olmamıza yetmedi.İlk kez, çağdaş bir demokrasi olma şansına çok yaklaştık. Komünizm korkusuyla, irtica korkusuyla, bölünme korkusuyla özgürlüklerin sürekli kısıtlı tutulduğu bir demokrasinin olmayacağı, sürekli seçim yapıyoruz diye demokrasi olmayacağını, geç de olsa öğrendik.***Değişik toplumsal kesimlerin bu paketten kendileri için beklentileri yüksek. Dolayısıyla bugün açıklanacak içeriği “az” bulanlar “eksik” bulanlar olacaktır.MHP genel başkanının, içeriği çok az bilinen paketi peşinen “İmralı Paketi” ilan etmesi de sadece demokrasi korkusunun zirvesidir. Aynı korku “ulusalcı” kesimde de aynı yoğunlukta devam etmektedir.Batı’nin demokrasi sürecinde, demokratik devrimler, reformlar, gelişmeler “sol”un imzasını taşır. Bizde en önemli reformlarda, kendini “muhafazakar demokrat” olarak niteleyen bir siyasi partinin imzasının olması bir tarihsel zorunluluğa işaret etmektedir.Paket açıklanınca muhalefet, bunun AKP oylarına nasıl yansıyacağının hesabına girecektir. Bu nafile bir hesaptır, Türk toplumunun büyük çoğunluğu demokrasi hattının kaçınılmazlığına inanmıştır ve en mağdur “azınlıklar” da bu konuda AKP’ye güven göstermektedir.“Demokrasi Paketi”, içeriğini ne kadar eksik bulursak bulalım önemli bir demokratik gelişmedir. Ve bu tür her gelişme gibi ortaya yeni talepler, yeni demokrasi talepleri getirecektir. Biz de peşinen söyleyelim ki bunu azımsamak haksızlık olur ve bu haksızlığı yapanların bir siyasi cezaları kaçınılmazdır.
“Batmış bu ülke” edebiyatının yine tavan yapması üzerine “beyaz Türk ağlamaları”ndan söz etmiştik. Anlatmaya çalıştığımız, “bir kısım” beyaz Türklerin daha önce nasıl bir ülkede yaşadıklarını öğrenmemekteki ısrarlarıydı.Bunun nasıl bir ısrar olduğunu, bir okurumuzun öfkeli tepkisinde bir daha gördük. Demiş ki “geçmişimizi senden mi öğreneceğiz!..”Doğrudur, benden öğrenmelerine gerek yok.Ülkemizin yakın tarihinin bütün gerçeklerini anlatan çok kitap var. İstediklerini okusunlar, öğrensinler. Yeter ki öğrensinler.Bunca zamandır içinde yaşadıkları topluma inanılmaz uzakta kalmalarının nedeni, hâlâ öğrenmeye karşı direnç göstermeleridir.Neredeyse yüz yıla yakın bir süredir kendilerine verilmiş “müesses nizam” formülleri ve buradan üretilmiş korkularla yaşamaya alışmış bir kesimin, gerçekleri öğrenmeye direnç göstermesi doğal da karşılanabilir...Öfkeden kurtulmak içinKıssadan hissesi güçlü bir fıkra vardır. Bir Hıristiyan, tanıdığı bir Yahudi’yle karşılaştığında durup aniden yüzüne bir tokat atmış. Yahudi şaşkınlıkla “Ne oldu da durup dururken vurdun” diye sorunca Hıristiyan sert bir şekilde “İsa’yı siz öldürmüşsünüz” diye cevap vermiş. Yahudi daha da büyük bir şaşkınlık içinde “Yahu 2 bin sene önceydi o” dediğinde Hıristiyan’ın cevabı şu olmuş: “Olsun. Ben yeni duydum!..”Bu fıkradan çok şey türetilebilir, ama hepsinden önce, iki bin yıl geçse bile gerçekleri öğrenmek gerektiği fikrini türetmek gerekiyor.Gerçekleri bilsinler, bugünkü “beyaz Türk” öfkelerinden biraz olsun sıyrılabilsinler.Öğrenmekten korkmamalıÖzgürlükleri kısıtlı yaşamaya alıştırılmış topluma sürekli korkular dayatılarak, “özgürlüklerden düşmanlar faydalanır” anlayışının kökleşmesinde, doğrusu “müesses nizam”ın asker ve sivil bekçileri başarılı oldu.Hem “dört tarafımız düşmanla çevrili” olmak hem de “içimizdeki düşmanların tehdidi altında yaşamak” gerçekten ağır bir durum.Gözleri bir kere kapatılmış olup hâlâ kapalı hâlde ve korkular içinde kıvranarak yaşamak kolay değil.Gözlerin açılması için önce kendilerine ezberletilmiş her şeyden kuşku duyacaklar, bunun için de korkmadan gerçekleri öğrenecekler.Ondan sonra dünyaya da, ülkelerine de, insanlara da, kendi insanlarına da farklı gözle bakabilirler. Yeter ki öğrensinler.
Bu aralar yine “batmış bu ülke” edebiyatı aldı yürüdü... Beyaz Türklerin bir kısmı bu edebiyatı çok sever; ülkeleri için üzülüp dururlar.Bu ülkenin battığı falan yok.Bu ülkenin de her ülke gibi, sorunları var; ciddi sorunları da var, ciddi olmayan sorunları da var.Bu ülkenin, çok daha kolayca çözebileceği sorunlarla kendisini helak ettiği de oluyor. Ama bu ülke çok ciddi sorunlarını da çözebiliyor.Beyaz Türklerin bir kısmı, ülkenin uzak geçmişiyle de yakın geçmişiyle de ilişkisi ve algısı, kendisine verilmiş basit formüllerden ibaret olduğu için, birisi kalkıp da “batmış bu ülke” dediğinde ona inanmaya pek meyyaldirler...‘Eski dostlar’1977-1980 arası bu beyaz Türkler için kâbustur. Ama bu kâbusun kendilerine ve bütün ülkeye nasıl yaşatıldığıyla ilgilenmemişlerdir, onun için kâbusu durduran askeri darbeye hâlâ gönül vermiş hâldedirler.1994-2002 arası 28 Şubat’ın da dâhil olduğu kara günlerle de ilgilenmemişlerdir.Faili meçhul cinayetler onlar için önemsiz haberler olmuştur. Sadece Uğur Mumcu cinayetini önemsemişlerdir, katillerin de İslamcılar olduğu kendilerine söylenince huzur içinde uykularına dönmüşlerdir.İşkence olayları bunlar için her zaman bir nevi “su testisi su yolunda kırılır“ hâlleridir, yine onları ilgilendirmemiştir.En önemli üzüntüleri ve onlar için ülkenin battığının en büyük kanıtı “koskoca generaller”in hapiste olmasıdır.Ülke batmadı, batmaz da...Fazla düşünmelerine gerek yoktur. Enflasyonu çoktan unutmuşlardır. 2001-2002 krizinin faturasını aslında halkın ödemiş olmasıyla da kafalarını yormalarına gerek yoktur.Ülkenin yaşadığı her gelişmeye “evet ama” diye cevap vermeye öyle şartlanmışlardır ki, geçmişi o kadar bilmezler ki, her şeye burun kıvırmakla hayatı geçirirler.Bu ülke batmadı, batmayacak. Bunu görmeleri için kendilerini bayağı eğitmeleri gerekiyor, ama onlar hâlâ memleketin hâline ağlayarak sadece kendilerinin vatansever olduğunu kanıtlama peşindeler.Üzülmeyin, bu ülkenin battığı filan yok, bu ülkenin daha iyiye gitmesi için irade gösterin, biraz da geçmişi öğrenin yeter.
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, demokrasi paketinin genel hatlarını anlatırken “ülkedeki bütün iklim üzerinde etkili olacak” cümlesini kullandı.Ülkenin bütün ikliminde bir “bozukluk” olduğunu herkes görüyor, ülkeyi yönetenler de görüyor. Bir futbol maçında stadyum savaş alanına dönüyorsa iklimdeki bozukluk aşikârdır.Birkaç yüz kişi, bir işaret almış gibi hızla sahaya giriyor, önüne çıkanlara kıyasıya vuruyor. Sonra öyle laflar ediliyor ki, sanki nedeni ve tarafları anlaşılmayan bir savaş yaşanmakta. Böyle davranmalarının, böyle konuşmalarının “ruhsal” bir altyapısı olsa gerek.Bu “ruhsal altyapı” bir kesim tarafından bilerek işlenmiştir, doğrudur. Ama sorun, “işleme”ye açık bir ortam olmasıdır.Ülkenin bütün ikliminin bozulması, sürekli bozuk tutulması, dünyaya da büyük bir arıza görüntüsünün verilmesi bir “çevre”nin siyasi başarısı oldu.Bütün ülke ikliminin “şuyuu vukuundan beter” bir hâlde şiddetle bozuk görünmesinin altında önemli ölçüde “çatışmacı gündemler” bulunduğunu tespit etmek zor değildir.Gerçek gündemDemokrasi paketi “bütün ülke iklimini etkileyecek” boyutta bir “gerçek gündem”dir.Gündelik çatışmacı gündem ayarlarının, siyaseti zaman zaman içeriği anlamsız bir mahalle kavgasına çevirdiğinin örneklerini geçen iki yılda çok sık gördük.Bunlar her seferinde “çatışmacı dil”in biraz daha üremesini sağladı ve bugünkü “iklim bozukluğu”na kadar ulaştı.Demokrasi paketinin ilk faydalı sonucu olarak “çatışmacı dil”in terk edilmesi, kimse kuşku duymasın, çok geniş bir kesim tarafından memnuniyetle karşılanacaktır.Bütün ülkenin ikliminde bir bozukluk olduğunun, Başbakan Yardımcısı’nın ağzından tespit ve ifade edilmesini de bu açıdan görürsek, “çatışmacı dil”in uzaklaşacağı beklentisini öne çıkarabiliriz.Demokrasi paketi, bütün ülkenin ikliminin ve siyasetin ikliminin değişmesi için çok önemli bir köşe taşı olabilir. Olmalıdır ve öyle olması için de herkes konuya dar siyaset anlayışının dışında bakmalıdır.