Son bir ayda yaşananlar ‘süreç bitti mi, askıya mı alındı’ gibi sorularını gündeme getirmişti. Aslında süreçle ilgili en net betimlemeyi Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ‘türbülansa girdik’ diyerek yaptı. Sürecin türbülansa girmesi yürekleri ağızlara getirirken dünkü açıklamalar bir anlamda oksijen çadırındaki sürece hayat öpücüğü verdi.Peki kriz nasıl aşıldı? Tahmin edebileceğiniz gibi tarihe not düşen bir arka kapı diplomasisi oldu. Tarafların hali bir anlamda küskün iki sevgilinin ‘mutsuzluk bunalımına’ benziyordu. Nasıl ki sıradan bir mesele için küsen bir çift, gözü telefonda karşıdakinin aramasını beklerse taraflarda aynı psikoloji vardı. Herkes sorun çözülsün ama krizi çözecek adım karşıdan gelsin noktasındaydı.Hakan Fidan yeniden devrede!Arka kapı diplomasisi Salı sabahı başlamış gözükse de asıl görüşmeler başka yerde oldu. Tüm kriz zamanlarında olduğu gibi MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın devreye girmesi türbülanstan çıkılmasında ilk adım oldu. Devlet heyetinin Abdullah Öcalan’la yaptığı bir dizi görüşme sonucunda sürece dair yeni bir okuma yapıldı. Bu okumanın ana fikrini ‘realist bir yüzleşme’ olarak tanımlayabiliriz. Öcalan’ın ‘eksiklere rağmen atılacak adımlarla süreç devam etmeli’ yaklaşımı tarafları darboğazdan çıkardı. Fidan, Öcalan’la sağladığı ortaklaşmayı Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’yla paylaştı. Eş zamanlı olarak başka bir heyet HDP’lilerle biraraya geldi. Salı günü grupların yapıldığı saatte yaklaşık üç saat süren bir görüşme yapıldı. Pozitif bir havada gerçekleşen görüşme, sürece dair umudu yüseltti.HDP’lilerle görüşen devlet heyetinden sonra başka bir trafik başladı. Bir süredir toplanamayan çözüm süreci komisyonu Hakan Fidan’ın ve diğer heyetin notlarıyla acil gündemle topalndı. Çünkü Başbakan Davutoğlu’nun Avustralaya’ya yapacağı uzun seyahet öncesi bir karar verilmesi gerekiyordu. Başbakanlıkta akşam saatlerinde başlayan toplantı 21:30 sularında bitti. Toplantıda tüm seçenekler masaya yatırıldı.Başbakanlık'ta kozmik toplantıMevcut dosyalar yeniden açıldı. Tüm enstrümanlar titizlikle analiz edildi. Kobani bağlamında yaşananlar ve ABD’nin yeni Ortadoğu açılımı Fidan tarafından uzun uzun brife edildi. Hararetli tartışmaların sonunda belli bir noktaya varıldı. Başbakanlıktaki toplantının sonucunda sürecin devamı konusunda karar çıktı.Başbakanlıktaki toplantıdan sonra üçüncü raund başladı. Bu defa Hakan Fidan gecenin ilerleyen saatlerinde HDP heyetiyle yeni bir toplantı yaptı. Fidan, HDP heyetine hükümetin ve Öcalan’ın tavrını iletti. Gece sabaha dönerken uzun çabalar sonucu kriz aşılmış görünüyordu. Kilidin açılmasında Yalçın Akdoğan ve Hakan Fidan’ın ‘cesur ve kararlı’ tavırları hakkında eminim ilerde tarihi değerlendirmeler yapılacaktır.Finale bir adım daha yaklaşıldıHükümet toplantısı sona ermişti. Ancak süreç henüz tamamlanmamıştı. Bu defa HDP heyetinin Eşbaşkan Selahattin Demirtaş’ın içinde olduğu yeni bir ralli başladı. Yapılacak basın toplantısına dair tüm detaylar planlandı. Bir kısmını sadece muhataplarının anlayacağı kozmik mesajlar açıklamanın içine yerleştirildi.HDP heyetinin yaptığı açıklama işte bu başdöndüren bu tafik sonucunda oldu. Aslında olan biteni ‘müzakere pratiği zayıf tarafların’ kriz karşısında yeni bir içtihat yaratması olarak nitelendirebiliriz. Kriz şimdilik aşılırken bundan sonra yaşanacak problemler karşısında nasıl bir yöntem izleneceğini de ortaya çıktı. Günün sonunda kriz atlatılırken çözüm sürecinde finale bir adım daha yaklaşıldı. Finale yaklaşılması paradoksal olarak yeni provakasyon beklentilerini de artıran bir etki yaratıyor.HDP heyetinin açıklaması ne anlama geliyor?1. Süreç yeni bir okumayla kaldığı yerden devam edeceği ortaya çıktı2. Basında yer alan iddiaların aksine heyetin değişmeyeceği anlaşıldı.3. İki yıldır devam eden görüşmelerdeki en büyük türbülanstan çıkılmış oldu.4. Sürecin devamı konusunda taraflarda ve toplumda yeni bir farkındalık oluştu.5. Sürecin ana aktörünün Erdoğan ve Öcalan olduğu bir kez daha teyit edildi6. Yeni bir kriz yaşanmaması için hızlı hareket edilmesi konusunda ortaklaşma sağlandı.7. Taraflar arasında yeni krizlerin yaşanmaması için daha yoğun temas kararı alındı.8. Diyalog ortamı sağlanmadan yeni adımların atılamayacağı yeniden keşfedildi.9. Türbülanstan çıkılmasıyla yol haritasının önündeki fiziksel ve politik engel ortadan kalktı.10. Sonuçta yaşananlar devlet aklı için yeni bir öğrenme ve paradigmatik sıçrama anlamına geliyor.
5 Kasım Bülent Ecevit’in ölüm yıldönümüydü. Aslında bu yazıyı daha önce yazacaktım. Ancak başka konular araya girince bugüne kaldı. Rahmetli Ecevit ölüm yıldönümünde farklı etkinliklerle anıldı. Gözler bir kez daha CHP’ye ve sosyal demokratlara çevrildi.Bugün Kemal Kılıçdaroğlu ile Bülent Ecevit arasındaki farkları analiz edeceğiz. Zamanın ruhu, koşullar ve aktörler farklı olduğunu biliyorum. Ancak bugünkü CHP’nin Ecevit’ten öğreneceği pek çok politik prensip ve pratik var.1. Ecevit politik mücadele, Kılıçdaroğlu konjonktür sonucu geldi: Bülent Ecevit, erken yaşta siyasete girdi ve 32 yaşında milletvekili oldu. 1958’de DP’ye karşı başlatılan ‘değişelim/yenilenelim’ arayışının öncülerinden oldu. Ecevit’in yıldızının parladığı an ‘ortanın solu’ tartışmalarıyla başladı.1968 yılı bütçe konuşmasında ‘Bu Düzen Değişmelidir’ sözü tarihsel bir aforizma olarak toplumsal hafızaya kaydedildi. Ecevit’in, 12 Mart darbesine ‘Hayır’ demesi onu CHP’ye lider yaptı. Ancak iş oraya gelinceye kadar Ecevit ismi zaten bir umut haline gelmişti.Kemal Kılıçdaroğlu ise Ecevit’in aksine bir politik mücadele sonucunda değil, konjonktür sonucunda genel başkan oldu. Kılıçdaroğlu, düşünsel farklar sonucu yapılan parti içi bir mücadeleyle koltuğa oturmadı.2. Ecevit lider, Kılıçdaroğlu genel başkan oldu : Ecevit doğuştan lider özelliklerine sahip bir politikacıydı. Bütün liderler gibi ‘iç sesi’ kuvvetli ve zor zamanda karar alabilen bir kişiliğe sahipti. Ecevit’in parti bürokrasisi ve diğer aygıtları bir kenara bırakıp doğrudan halkla temas kurması samimi ve dürüst tavrı onu halkın gözünde kahraman haline getirdi.Kılıçdaroğlu, Ecevit’e nazaran tutuk özellikler gösteren daha az renkli bir siyasetçi. Kılıçdaroğlu varoluşsal bir karar alma sorunu yaşıyor. CHP’deki değişimin gereklerini dört seçim geçmesine rağmen topluma anlatamıyor.3. Ecevit stratejist, Kılıçdaroğlu taktisyen : Bülent Ecevit, Süleyman Demirel karşısında kapı kapı dolaşarak halkı ikna etti ve ilk girdiği seçimde CHP’yi birinci yaptı. Ecevit’in halkın değerlerine saygılı tavrı klasik bir politikacı tutumu değil, içselleştirilmiş bir kabulün sonucuydu.Ecevit’in ayırt edici vasfı, samimiyeti, dürüstlüğü, halkçılığı ve yerliliğiydi. Bu bağlamda Ecevit ne kadar filozof ise Kılıçdaroğlu o kadar taktisyen bir politikacı.4. Ecevit ilk girdiği seçimi kazandı, Kılıçdaroğlu kaybetti: Ecevit CHP genel başkanı olduktan sonra 12 Eylül darbesine kadar yapılan tüm seçimleri kazandı. İki yerel, iki genel seçimde partisini birinci yaptı. Zamanın ruhunu doğru okuyup, AP’nin içine girdiği toplumsal krize, siyaset yaparak cevap verdi. CHP tarihinin en yüksek oyunu Ecevit’le aldı.Kılıçdaroğlu, Ecevit’le karşılaştırıldığında hem aritmetik hem de politik olarak çok geride kalıyor. Kılıçdaroğlu, CHP’nin siyasetsizlik sorununu dört yıl geçmesine rağmen çözemiyor. Risk alıyormuş gibi gözükse de gerçekte tabanı dönüştürecek cesur hamleler yapamıyor.5. Ecevit sol’a, Kılıçdaroğlu sağ’a açıldı: Ecevit’in İsmet İnönü ile mücadelesi bir kişisel mücadele değil, politik farklılık mücadelesiydi. Ecevit, 1970’lerde görece daha geleneksel ve muhafazakar bir toplumsal karakter taşıyan bir Türkiye’ye sol’u sevdirdi ve partisini dört seçim üst üste birinci yaptı.Kılıçdaroğlu ise AK Parti’nin yüzde elli oyuna rağmen CHP’yi ‘sağ’cılaştırma’ arayışına girdi. Ancak toplumun sağ blokta adresi belli, açık sol’da var.Ecevit üstün liderlik özellikleriyle sadece CHP’yi değil, Türkiye toplumunu ve siyaseti değiştirdi. Kılıçdaroğlu ise henüz kendisiyle ilgili ezberleri değiştirebilmiş değil.
Bir önceki yazıda çözüm sürecinin amacını tartışmıştık. Bugün yol haritasında neler olduğunu ve hangi adımların atılacağını analiz edeceğiz. Çözümsüzlükten beslenenlere rağmen sürece toplumsal destek devam ediyor. Geçmiş dönemlerden olmadığı biçimde toplum bir özne olarak sürecin içinde. Sonuçları üzerinden bir okuma yapıldığında son olaylar sürece dair yeni bir farkındalık yarattı. KCK yönetimi başından beri Ankara’nın ‘asıl amacının örgütü tasfiye etmek olduğunu hükümetin samimi olmadığını’ dile getiriyordu. Son elli günde yaşananlar süreç için bir turnusol işlevi gördü. Hükümetin ve Öcalan’ın çözümü istediği bir kez daha test edildi ve onaylandı.Peki direnç testinden geçen süreçte kriz atlatıldı mı? Taraflar henüz kamuoyuna açıklamasa da kriz şimdilik atlatıldı. 6-8 Ekim olaylarından sonra devlet heyeti Öcalan’la görüştü ve yeni bir mutabakata varıldı. HDP heyeti normal zamanlarda ayın on beşinden sonra Öcalan’la görüşüyor. Muhtemelen önümüzdeki günlerde HDP heyeti yeni görüşme için adaya gidecektir.Kriz atlatıldı mı?Kriz atlatıldı çünkü sürecin sahibi Tayyip Erdoğan ve Abdullah Öcalan. Bu iki isimden biri ‘süreç bitti’ demeden süreç sona ermez. İki isimde süreç bittiğinde devreye girecek ‘tasfiye dinamiğini’ çok iyi biliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan için çözüm süreci kariyerinin en büyük projesi. Onu ikinci Atatürk yapacak tarihi bir olay. ‘Baldıran zehiri içerim’ diyen Erdoğan süreçten vazgeçmez.Abdullah Öcalan için ise bu süreç çok daha değerli. Çünkü devlet ilk defa muhataplık sorununu çözdü ve doğrudan kendisiyle görüşmeler başlattı. Öcalan’ın önünde iki yol var. Birincisi sabırla müzakereleri nitelikli hale getirip ‘Ortadoğu’nun Mandela’sı’ olacak. İkinci yol ise maalesef kötü sonla biten film. Süreçte anlaşılamadığı için değil, müzakere pratiği olmadığı için herkesin kaybettiği ölüm yolu. Erdoğan ve Öcalan’ın yanında üçüncü bir aktör olarak toplum ne pahasına olursa olsun mutlu son istiyor.Türkiye bölünecek mi?Bu soru tam bir polemik sorusu. Sorunun içinde bir amaç var. Meselenin esasında ise önyargılar ve Erdoğan karşıtlığı var. Türkiye cumhuriyeti büyük bir devlet ve beş bin yıllık geleneği var. Bu soruyu soranların ‘otuz yıllık savaşta bölünmeyen ülke barışta neden bölünsün’ sorusuna cevap vermeleri gerekiyor.Ancak amaç politik rekabet olduğu için varoluşsal bir meselede dahi asgari mutabakat sağlanamıyor. Örneğin AK Partili milletvekilleri Ocak 2010’da parti tarafından basılan ‘Demokratik Açılım’ kitapçığına baksa pek çok soruya cevap bulacaklardı. Toplumsal bellek zayıf olduğu gibi parti farkı gözetmeksizin siyasi elitin de hafıza sorunu var.Daha açık söyleyelim Türkler istemedikten sonra Türkiye bölünmez. Türkiye bölünmeyecek ama rejimin deli gömleği ülkenin üzerinden çıkarılacak.Bundan sonra hangi adımlar atılacak?1. Süreç 6-8 Ekim öncesine dönecek ve ders çıkarılarak yoluna devam edecek2. Yeni süreçte ilk adım olarak Öcalan’ın yanındaki mahkumlar değiştirilecek .3. Yeni mahkumların arasından Öcalan’ın yazışmalarını yapacak bir ekip kurulacak .4. Kamu Güvenliği ve Müsteşarlığı gözetiminde izleme heyeti oluşturulacak5. Resmi gazetede yayınlanan bakanlar kurulu kararı gereği 9 ayrı komisyon kurulacak6. Yabancı merkezlerin örgüt üzerindeki baskısına rağmen eylemsizlik devam ettirilecek.7. Süreç sonunda Türkiye bölünmeyecek ama demokrasisi ve özgül ağırlığı büyüyecek.8. Yol haritası olarak nitelenen hususlar ayrışmayı değil, bütünleşmeyi sağlayan adımlar olacak.9. Hakan Fidan-Abdullah Öcalan mutabakatı devam ederse 2015 Nevroz’unda Öcalan silahsızlanma dahil kalıcı barış için büyük bir çağrı yapacak.
Çözüm sürecine karşı ‘derin direnç’ devam ediyor. Süreç iki yıldır başarıyla yürürken kara propaganda sürüyor. Sürece politik sebeplerle karşı çıkanları anlamak mümkün. Ancak bir de kişisel nedenlerle itiraz edenler var. Bunun son örneği AK Parti'nin Afyon kampında görüldü. Aslında bu ilk değil. Daha önce Davutoğlu’nun bölge vekilleriyle yaptığı toplantıda da konu gündeme gelmişti.Afyon kampında süreçten bilgileri olmadığını söyleyen vekiller isyan etmişler. Öncelikle böyle bir itirazın Tayyip Erdoğan’a bir kez olsun yapılmadığının altını çizelim. Vekillerin bu itirazını, sürecin gidişatına dair kaygılarından çok ‘bizi dikkate alın’ çıkışı olarak da okumak lazım.Çözüm sürecine dair iki temel soru var. 1. Sürecin sonunda ne olacak? 2. Yol haritasında ne var? Bugün birinci sorunun cevabı var.Bundan sonra bir insan dahi ölmeyecek: Çözüm sürecinin amacı bundan sonra bir kişinin dahi hayatını kaybetmemesi. Son 30 yılda, 40 bin insan hayatını kaybetti. Kırk bin ananın yüreğine ateş düştü. Acılar Ağrı dağı gibi büyüdü. Van gölü kadar gözyaşı birikti. İşte çözüm sürecinin birinci hedefi ölümlerin son bulmasıdır.Devletin paradigması değişecek: Kürt sorunu diğer yapısal sorunlar gibi imparatorluktan miras kaldı. Osmanlı etnik, dinsel kimlik sorunlarını çözemedi, kendisi çözüldü. Türkiye, son iki yüz yılda neredeyse hiçbir sorununu müzakereyle halledemedi..Müzakere bir anlamda ‘hasım’ olarak görülen bir aktörle masaya oturma anlamına geliyor. Türkiye Kürt sorununu masada çözdüğünde devletin paradigması ve aklı da değişecek.Her yıl 10 milyar dolar harcanmayacak : 1984 yılından bugüne PKK’yla mücadeleye 350 milyar dolar harcadı. Bu ortalama her yıl on milyar dolar harcama anlamına geliyor. Son yirmi yılda iki defa IMF’i çağırıldı. Türkiye derin ekonomik/toplumsal/siyasal krize sürüklendi. İşte çözüm süreci kalıcı barışa evrildiğinde her yıl 10 milyar dolar eğitime, sağlığa, yatırıma harcanacak.Türkiye değişince, Ortadoğu değişecek : Türkiye Kürt sorununu savaşmadan çözdüğünde bu bölgeyi etkileyecek. Türkiye’nin rol modelliği artacak. Çünkü en büyük Kürt nüfus burada yaşıyor. Türkiye sorununu çözdüğünde İran, Irak ve Suriye’de düzen değişecek.Peki çözemezse ne olacak? Manzara çok net. Maalesef Esad’ın Suriye’sinin bile gerisine düşecek. Türkiye özgüven ve özgül ağırlık kazanacak: Türkiye bu sorunu demokratik yollardan çözdüğünde özgüven kazanacak. Toplumsal barış sağlanacak. Özgüven kazandığı için toplumsal barışı güçlendirmek için daha fazla adım atacak. Özgürlüklerin alanı genişleyecek. Böylece AB hedefi somutlaşacak ve daha yakın hale gelecek.Demokrasinin standardı yükselecek: Kürt sorunu son tahlilde bir demokrasi sorunu. Neden sonuç ilişkisi bağlamında bakıldığında mesele daha açık görülebilir. Türkiye’nin demokrasi açığı olduğu için Alevi meselesi, Kürt sorunu var.Demokrasi büyüyünce, sorunlar küçülecek. Kürt sorununun çözümü, dolaylı olarak tüm sorunların çözümü anlamına geliyor.Türkiye’nin büyük devlet olma imtihanı: Vatandaşlarının hangi dilde eğitim yapacağı sorununu çözemeyen, onların temel taleplerini karşılayamayan bir ülkeye hiç kimse büyük devlet muamelesi yapmaz. Dolayısıyla bu sorun Türkiye’nin büyük devlet olma imtihanıdır. Türkiye ya Kürt sorununu çözecek ve bölgesel/küresel bir güç olacak; ya da tarihsel iddialarından vazgeçecek.Sonuçta meseleye ister insani, ister iktisadi, ister politik, ister milliyetçilik penceresinden bakınız. Mevcut sorunun çözümü Türkiye için bir varoluş meselesidir.Not: Yol haritasında ne var? Türkiye bölünecek mi yoksa federasyon mu geliyor? Sorularına bir sonraki yazıda cevap arayacağız...
AK Parti ister sayısal, ister siyasal bir analiz yapıldığında ülkenin en başarılı partisi. Üç seçim üst üste kazanması bir yana her seçimde oyunu artırarak adını tarihe yazdırdı. Hükümet partisinin başarısını anlayabilmek için eskiyle mukayese etmek lazım. 14 Mayıs 1950 tarihiyle yirmi yedi yıllık CHP iktidarı son buldu ve demokrasimiz için yeni bir dönem başladı.Elili yıllar siyasal hayatımıza Menderes’li yıllar olarak geçti. On yılda sağlanan stabilizasyon ülkeye büyük sıçrama yaptırdı. Türkiye dünyaya açıldı. İktisadi ve toplumsal devletçilik politikası terk edildi. Yıldızı yükselen ülke, 27 Mayıs askeri darbesiyle büyük yara aldı.On yılda bir darbe yapıldıTüm kötülüklerin anası olan 27 Mayıs darbesi ülkeyi geri götürdü. Başbakan ve iki bakan idam edildi. Demokrasi askıya alındı. 1965 seçimlerine kadar ülke koalisyonlar tarafından yönetildi.1965 seçimleriyle beraber Demirel’li yıllar başladı. Bu dönem Çoban Sülünün barajlar krallığına terfi ettiği yıllar oldu. AP iktidarı makro kalkınma projeleriyle kapitalist altyapı birikim süreçlerini hızlandırdı. İstikrar dönemi beş yıl sürdü. Önce AP bölündü, sonra siyasal istikrarsızlık bahane edilerek yeni bir darbe yapıldı.1970’ler koalisyon yıllarıydı. On yılda onbir hükümet işbaşına geldi. Ülke büyük bir iktisadi krize sürüklendi. Politik ve toplumsal isitkrarsızlık yeni bir darbe için derinleştirildi. Çok geçmeden darbelerin en kanlısı 12 Eylül müdahalesi geldi. Ülke açık cezaevi dönüştürüldü. Darbeciler tüm partileri kapattılar.Sistem krizini çözemeyen ülke...1980’li yıllar Özal’lı yıllar olarak tarihe geçti. Özal, iktidarı 1991 seçimlerine kadar devam etti. Onun köşke çıkmasıyla partisi lidersiz kaldı ve fiilen dağılma sürecine girdi. 1991-2002 arası yeni bir destabilizasyon dönemi oldu. Ülke yeni ekonomik krizlerle boğuşurken on yılda on hükümet kuruldu.Erdoğan’lı yıllara gelinceye değin her on yılda bir darbe oldu. Mehter takımı gibi iki ileri bir geri adımla yolunu bulmaya çalışan ülke elliden başlatırsak otuz yılını kaybetti. ‘Açılım darbe, açılım-darbe’ sarmalında ilerleyen cumhuriyet, her defasında başa dönmek zorunda kaldı.İşte AK Parti böyle bir tablo içinde iktidara geldi. Erdoğan’ın hikayesi, partinin mottosu oldu. On iki yılda yeni bir tarih yazıldı. AK Partinin eksikleri yok mu? Tabii ki var. Hem de çok. AK Partinin yanlışlarını kendi doğrularını yapacak bir siyasi hareket gelirse bu defa yeni bir öykü başlayacak.12. yılında 12 maddede AK Parti1. Erdoğan rekorları kırarak 12 yıl boyunca partisini hem birinci hem iktidar yaptı.2. Yasaklar, kapatma davaları, politik mühendisliklere karşı tüzüklerle çapışa çapışa köşke çıktı.3. Dağlıca baskını, Açılım, Cumhuriyet mitingleri, Uludere, Gezi, Soma bu dönemde oldu.4. Makro kalkınmacı iktisat politikaları ülkeye ekonomik sıçrama sağlarken sosyal politika çöktü.5. Erdoğan, siyasetin paradigmasını değiştirirken siyasetin çıtasını yukarı taşıdı.6. On iki yıldır iktidarda olmasına rağmen muhalif dilini asla terk etmedi.7. Devleti küçültmek ve sınırlandırmak için iktidara gelen AK Parti geçen sürede devleti büyüttü.8. 2010 Anayasa referandumu sonrası parti zaman zaman devletin dilini konuşmaya başladı.9. Erdoğan ilk defa halkın önüne 2023 hedefi koyarak yeni bir toplumsal mobilizasyon sağladı.10. Erdoğan’ı köşke gönderen AK Partinin kurumsallaşma ve partileşme sınavı asıl şimdi başladı.11. Kalkınma ve bayındırlık işlerindeki yakalanan başarı yeni anayasa, AB, Kürt sorunu, Alevi meselesi, eğitim ve kültür alanında sağlanamadı.12. AK Parti rakipleriyle mukayese edildiğinde başarılı, kendi programıyla değerlendirildiğinde hedeflerinin gerisinde kalan bir parti.
Siyasete hızlı giriş yapan Emine Ülker Tarhan dört yılı tamamlamadan CHP’den istifa etti. İstifa mektubunda önemli mesajlar var. Ancak ona geçmeden önce bir gerçeği hatırlatmak lazım. Liderini köşke gönderen ve buna sebep ciddi bir politik metamorfoz yaşayan, on üç yıldır iktidarda olması nedeniyle metal yorgunluğu yaşayan bir parti var. Dolayısıyla teorik olarak karışıklık ve yeni arayışların Adalet ve Kalkınma Partisinde olması gerekiyor.Ne ilginçtir ki türbülans haberi AK Partiden değil CHP’den geldi. Tarhan’ın istifası başlı başına bir analiz gerektiriyor. CHP anlaşılmaz ve zor bir parti. Kimlik sorunlarını var ve bu sorun gün geçtikçe derinleşiyor. Parti ulusal iktidara talip olmak yerine örgüt içi iktidar yarışına giriyor.1. Emine Ülker Tarhan neden istifa etti?1. Türkiye iç ve dış tehditlerle karşı karşıyadır.2. Ülke iş ve terör cinayetleriyle sarsılırken sorumsuz çağrılar yapılmaktadır.3. Tutarsız tezkere söylemleri bulunmaktadır.4. Halkın duyarlılıklarından kopuk muhalefet anlayışı vardır.5. CHP yönetiminin vahim tercihlerini değiştiremeyeceği anlaşılmaktadır.6. CHP’nin iktidar umudu da hedefi de bulunmamaktadır.Tarhan’ın, Kılıçdaroğlu’na ‘kral çıplak’ dediği açıklama fazla söze gerek bırakmıyor. Ancak bu açıklamada önemli bir eksiklik var. Tarhan, sorunları sıralarken, çözümden bahsetmiyor. Kendisinin Kürt sorunu, AB, Özelleştirme, Yeni Anayasa, Alevilik, Özgürlükler, Devlet Reformu başta olmak üzere yapısal sorunlar hakkındaki önerilerini bilmiyoruz.2. Başka istifalar olacak mı?Aslında Tarhan’ın partiden kopuşu Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığıyla başladı. Dilek Akagün Yılmaz, Birgül Ayman Güler, Nur Serter, Süheyl Batum ve İsa Gök’ün başını çektiği ‘ulusalcı grup’ tarafından Cumhurbaşkanlığına aday gösterildi. Ancak gerekli imzalar tamamlanamadı.Kadınların başını çektiği isyan , zamana yayılırsa beklenen istifalar olmaz. Belli ki istifaları zamana yayıp politik bir farkındalık yaratılmak isteniyor. Ancak bu hesap tutmayabilir. Görünen o ki istifa tehdidi bir süre daha yönetimin üstünde ‘Demokles’in kılıcı’ gibi sallanmaya devam edecek.3. CHP bölünür mü?CHP bölünmez ama istifalar devam ederse seçim sürecinde ciddi sarsıntı olur. Türkiye siyasetinin bir geleneği var. Ana akımdan kopan partiler başarılı olamıyor. Ayrılanların oluşturduğu uzun bir ‘ölü doğmuş partiler’ listesi var.DP’den ayrılan Hürriyet Partisi, CHP’den kopan sekizlerin kurduğu Turhan Feyzioğlu’nun Güven Partisi (Sonra Cumhuriyetçi Güven Partisi adını aldı.) Celal Bayar’ın AP’den kopararak kurdurduğu Demokratik Parti. Hüsamettin Cindoruk’un DYP’den ayrılarak kurduğu Demokratik Türkiye Partisi ve DSP’den zorda kopartılan İsmail Cem’in Yeni Türkiye Partisi. Küsüp ayrılanların kurduğu partileri kimse hatırlamıyor ama kurucu partiler yoluna devam ediyor. Bu bağlamda CHP’den ayrılanların politik olarak bir şansı bulunmuyor.4. Ulusalcılar CHP’yi terk mi ediyor?CHP’ye oy veren kitle genel başkana değil, CHP amblemine oy veriyor. Bu tezin sağlaması Cumhurbaşkanlığı seçiminde bir kez daha yapıldı. Ekmeleddin İhsanoğlu’na taban kerhen de olsa destek verdi. Bu noktada CHP’ye oy veren kitle de bir kopma olmaz. Zaten CHP’nin sorunu kendi tabanında değil, dışardan oy devşirmesinde.5. Bundan sonra ne olacak?Tarhan’ın istifası, buzdağının görünen kısmı. Kılıçdaroğlu için zaman azalıyor. Kılıçdaroğlu’nun CHP’den ‘Beykoz Konakları Grubunu’ göndermesi lazım. Aksi takdirde 2015 seçimi sonrası yeni kurultaylar dönemi başlayacak.Tarhan’ın istifası bir anlamda ‘CHP’nin sol’a uzak, sağ’a yakın’ politikalarına bir tepki. Özellikle son dönemde Kürt açılımı ve muhafazakarlarla kurulmaya çalışılan ilişki partide ciddi kafa karışıklığı yaratıyor. Klişe olacak ama CHP’de umut tükeniyor.
Hükümet yanlış okuduğu Kobani meselesinde doğru olanı yaptı. Kriz yönetiminde sorun bulunan Ankara, başta yapması gerekenleri şimdi hayata geçiriyor. İnsan yaşananları görünce ‘keşke bunları krizin ilk günlerinde’ yapsaydınız diyor. Neden böyle oluyor anlamak mümkün değil. On üç yıllık bir hükümetin bu kadar hata yapma lüksü bulunmuyor.Geçen yıl Mesut Barzani’nin Diyarbakır’a gelmesinden sonra peşmerge birlikleri Türkiye üzerinden Kobani’ye geçti. Türkiye’nin bu noktaya gelmesi tam anlamıyla bir devrim. Geçmişte Barzani ve hükümet yetkililerinin demeçlerine bakıldığında mesele daha net anlaşılır. Ancak ne söylenirse söylensin gelinen nokta son derece tarihidir.ParadokslarPeşmergenin geçişinin Cumhuriyet Bayramı’na yansıması belli ki bir plan dahilinde yapılmış. Ancak burada anlaşılmayan bir husus var. Bu hareket Kürtlerde ciddi bir sempati bulacaktır. Tamam. Ancak böyle bir günde bu geçişin olması başka kesimlerde rahatsızlık yaratacağı nasıl görülmüyor.Peşmergenin geçişi nasıl tarihi bir adım ve doğruysa bunun Cumhuriyet Bayramı’na denk getirilmesi o kadar yanlıştır. Ayrıca bu geçişin yakında çıkan tezkereye dayanması ve bu tezkereye MHP’nin evet, HDP’nin hayır demesi başka bir paradoks oluşturuyor. Kim ne derse desin tarih gerekçeleri değil, sonucu yazacaktır.Sonuçları üzerinde bir okuma yapıldığında Hükümet-MHP-KDP-PYD aynı safta konumlandı. Belli ki MHP hükümetten böyle bir hamle beklemiyordu.Sinirlioğlu’nun planı!Hükümetin bundan sonra hata yapma şansı yok. Ankara’nın ‘Kobani konusunda ilk günlerdeki politikamız ile şimdiki aynı mı?’ sorusunu sorup derinlikli bir özeleştiri yapması lazım. Hatta bunun ötesine geçip ‘hükümeti bu noktaya kim itti’ sorusuna ikna edici cevap vermesi gerekiyor. Ankara, iki doğru, bir yanlış adım atıyor ve yaptığı hamlelerden beklediği iyileşmeyi sağlayamıyor. Aksi takdirde hata yapmaya devam edecektir. Kobani krizinin ilk günlerinde kim nasıl bir çözümleme yaptı, hangi politikayı önerdi. Şimdi bu strateji neden değiştirildi.Yeri gelmişken belirtelim. Peşmergenin geçişinin görünmez kahramanı Feridun Sinirlioğlu... Sinirlioğlu yoğun bir arka kapı diplomasisi yürüttü. Başta Mesut Barzani olmak üzere birçok görüşme yaptı. Önce hükümeti, sonra Barzani ve PYD’yi ikna etti. Erbil’i koruyamayan peşmergenin Kobani’ye geçmesi Kobani’den çok bölgede yoğun rekabet yaşadığı KDP-PYD arasında yeni bir moment sağlamanın yanında Barzani ile bozulan ilişkilerin tamirinde önemli bir adım oldu.Peşmergenin geçişinin akıllara getirdikleri:1. Cumhuriyet Bayramı’nda Barzani birliklerinin Türkiye’den geçmesi 1920 ruhuna dönüş olarak okunabilir.2. IŞİD’e karşı kara operasyonunda Türkiye himayesinde KDP-PKK-PYD kaolisyonunun devreye sokulacağı anlaşılıyor.3. Ankara, PKK’nın bölgede artan PKK etkisine karşı KDP kartını kullanmak suretiyle mesaj veriyor.4. PKK’nın Kerkük’e, peşmergenin Kobani’ye girmesi üzerine yeniden düşünmek gerekiyor.5. Hükümeti Kobani konusunda adım atmamakla suçlayanların peşmergenin geçişini ikinci Habur sendromu olarak sunmaları oldukça manidar.6. İnsan ‘Peşmergenin arasında Türk özel birliklerine ait unsurlar var mıdır?’ sorusunu sormadan edemiyor.7. IŞİD, Şengal ve Kobani saldırılarıyla ‘Kürt ulusal bilinci’ inşaa ediyor.8. IŞİD sorunu, defacto biçimde bölgede yeni bir Türk-Kürt ittifakına kapı aralıyor.9. Hükümet bu noktaya gelecekti, son kırk günde bunlar neden yaşandı sorusu akıllara geliyor.10. Hükümet yanlış okuma yapıp, doğru karar vererek ne kadar esnek olduğunu yeniden gösterdi.
En son söyleyeceğimi başta söyleyeyim. Yüksekova'da sivil ve silahsız insanlara yapılan saldırı kabul edilemez. Bu eylemin politik, ahlaki, insani bir meşruiyeti olamaz. PKK 'düşük yoğunluklu savaş' konseptinde dahi bu tür eylemlere girmemişti. Geçmişte kontralar tarafından yapılan eylemin bugün PKK tarafından yapılması örgütün içine girdiği ahlaki çürümeyi gösteriyor.Kendilerine ‘Kürdistan Özgürlük Şahinleri’ diyen 'derin PKK' tarafından yapılan eylemin sahiplenmek bir yana Kandil tarafından kınanması gerekiyordu. Bu tür bir eylem biçimiyle PKK sadece 'tarih ve halk' nezdinde ayıplı hale gelir. Nasıl ki doksanlı yıllarda devletin yanlış politikaları 'halkın desteğini' örgüte yöneltmesine neden olduysa bugün tersi olacaktır.Barış zordur...Türkiye bu noktaya kolay gelmedi. Abdullah Öcalan son sürece ‘yirmi yıl gecikmeli barış girişimi’ adını vermişti. 1993 süreci, devletin ve PKK’nın içindeki ‘derin yapılar’ tarafından sabote edildi. Turgut Özal şüpheli bir suikaste kurban gitti. MGK’nın ‘genel af’ konusunu gündeme aldığı gün manidar biçimde Bingöl’de 33 er şehit edildi. Yeniden kanlı boğazlaşma başladı.Refahyol hükümetinin acil gündemi ‘barış’ oldu. Ancak 'PKK lazımdır. PKK'yı tasfiye etmek isteyeni, devlet tasfiye eder' diyenler yeniden devreye girdi. Süreç durduruldu ve hükümet ‘postmodern bir darbeyle’ görevden uzaklaştırıldı.Demokratik Açılım süreci ivme alıp sonuca doğru ilerlerken Tokat Reşadiye saldırısı oldu. Süreç yine kanlı biçimde sonlandırıldı. Oslo’da doğrudan PKK merkez komitesiyle başlayan süreç bu defa Silvan saldırısıyla son buldu. Otuz yıllık tarih çözüme yaklaşıldığı anda karanlık odakların devreye girip ülkeyi kan banyosuna çevirmesiyle sonuçlandı.Açıkca söylemek gerekirse biz bu filmi daha önce defalarca izledik. İnsanların gündüz sokak ortasında katledildiği bir ortamda 'çözümden bahsetmek’ zordur. Duyguların ayakta olduğu bir atmosferde serinkanlılık çağrısı yapmak doğrudan hedef olmaktır.'Zor zamanda konuşmak'Ancak eski senaryonun devreye sokulmaması için tam da böyle zamanlarda sükunet çağrısı yapmak gerekiyor. Aksi takdirde bugün hayatını kaybedenlere üzülürken yarın çok daha fazla gencin hayatının baharında toprağa düşmesine ağlayacağız.Çözümü sonlandırmak için 'yüreklere dayanılmaz acılar bırakmak' isteyen kanlı merkezi halk artık biliyor. Hükümetin hataları olabilir. Her türlü eleştiri yapılabilir. Ancak sürecin müzakereye evrildiği 'Öcalan'ın özgül ağırlığının yükseldiği' iklimde bu eylem çözümsüzlüğe hizmet eder.Silahın konforunu terk etmek istemeyen PKK bu eylemiyle Öcalan nezdindeki konumunu sorgulatır hale geliyor. Öcalan’ın geçmişte sıklıkla vurguladığı 'örgütün başka merkezler tarafından ele geçirilmeye çalışıldığı' tezini ortaya koyuyor. En önemlisi çözüm isteyen ve halkların kardeşliğine inanan demokratları ateşe atıyor. Böyle bir sorumsuzluğu yapmak kimsenin hakkı olamaz. Hükümet geç olmadan Öcalan’ı Kandil’le görüştürüp, bu yaşananlara son verdirmelidir.Bu tür nihilist eylemlere karşı her zamankinden daha fazla barış ve çözüm diyeceğiz. İçerdeki ve dışardaki karanlık odaklar ne yaparlarsa yapsınlar tarihi bir yol ayrımına gelen çözümü geri döndüremeyecekler. Çünkü bu defa çözümü toplum istiyor. Çünkü halk 'savaşın kazananının, barışın kaybedeninin olmadığını' görüyor.