Bugün yaşananları anlayabilmek için 15 yıl geriye gitmek gerekiyor. Aksi takdirde kısır döngüden çıkamayız. ‘28 Şubat bin yıl sürecek’ denilen günlerde zamanlaması manidar gelişmeler oldu. Bu olaylara siz tesadüf de diyebilirsiniz. Ancak her tecrübeli Türkiye vatandaşı baktığında ‘vay be’ diyecektir. Bakın 1999 kışında neler yaşanmış...- 15 Şubat 1999 Abdullah Öcalan Türkiye’ye getirildi.- 22 Mart 1999 Fethullah Gülen ABD’ye gitti .- 26 Mart 1999 Tayyip Erdoğan Pınarhisar cezaevine girdi.Türkiye ilginç bir paranteze sokuluyordu. Bu kadar tesadüfün üst üste gelmesi ancak filmlerde olabilirdi. Bir de ülkemizde yaşanabilirdi. Öcalan’ın ABD tarafından Türkiye’ye verilmesini dönemin Başbakanı Bülent Ecevit “Öcalan’ı neden verdiler anlamadım” demişti. Öcalan’ın ülkeye getirilmesi Bülent Ecevit’e seçim kazandırıp başbakan yaptı. Fakat aynı dönemde ilginç bir gelişme daha oldu. Öcalan’ı Kenya’dan alıp Ecevit’e teslim eden ABD bunun karşılığında Gülen’i istedi.Öcalan-Gülen takası mı yapıldı?Sonuçları üzerinden bir okuma yapıldığında ABD’nin Öcalan’la Gülen’i takas ettiği görülüyor. Öcalan’ın teslim edilmesinden yaklaşık bir ay sonra Fethullah Gülen istihbarat oyunlarıyla korkutuldu ve ABD’ye gitmesi sağlandı. Gülen’in neden başka bir ülke değil de ABD’yi tercih ettiği üzerinde dikkatlice düşünmek gerekiyor.Gülen’in ülkeden ayrılmasından dört gün sonra başka bir gelişme daha oldu. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı okuduğu şiir yüzünden Pınarhisar cezaevine girdi. Sanki bir görünmez el ülkeyi yeniden dizayn ediyordu. Bu dizayn ilk meyvesini 18 Nisan 1999 seçimlerinde verdi. DSP birinci parti oldu ve hükümeti kurma görevini aldı.Ecevit başbakanlık görevini aldı ama ortada hala cevaplanmayan sorular var. Gülen’in bizzat şahsına dua ettiği Ecevit, Gülen’in ABD’ye gitmesi konusunda hiçbir açıklamada bulunmadı. Öcalan’ı teslim eden ABD, acaba Gülen’i neden kabul etti. Amacı neydi? Bilmiyoruz. Ancak bazı akıl yürütmelerde bulunabiliyoruz.1999 komplosu aydınlanır mı?İşte önceki gün yaşanan olayları doğru analiz edebilmek için 1999 Şubat soğuğunun aydınlanması gerekiyor. Aksi halde yapılan tüm yorumlar eksik kalacaktır. Türkiye’nin iktidarı ve muhalefetiyle ağaca değil, ormana bakması gerekiyor. Ülkede iktidar değişikliklerine neden olan bu olayların arka planında kim var ve bu güçlerin amacı ne?Meseleye Gülen-Erdoğan ilişkisi üzerinden bakanlara ise şu hatırlatmada bulunmak isterim. Aslında bu ilişkinin gizemi Erdoğan’ın şu cümlesinde saklı ‘Ne istediler de vermedik.’ Gerçekten de Gülen, Erdoğan’dan ne istedi. Erdoğan bu talebe neden olumsuz cevap verdi ve ‘kazan-kazan koalisyonu’ niçin bozuldu?Son tahlilde politik bir parti gibi davranmak isteyen ve iktidara talip olan bir ‘dini/sivil hareket’ var. Sorun tam da bu noktada ortaya çıkıyor. Bir gönüllüler hareketi neden bu kadar mülki idarede, yargıda, emniyette, askeriyede örgütlenir. Amacı ne olabilir? Kendilerine rakip olarak gördükleri yapıları neden tek tek tasfiye etmek isterler. Önce bu sorulara cevap verin, sonra 14 Aralık operasyonunu konuşalım...Gülen hareketinin sadece Ahmet Şık’tan değil, Hanefi Avcı, Türkan Saylan, Soner Yalçın, Kuddusi Özkır, Nedim Şener, Tuncay Özkan ve ismini burada sayamayacağımız sayıda insandan ‘haklarını helal etmelerini’ istemeleri lazım. Özellikle de hayatlarını ve geleceklerini çaldıkları askerlerden. Gülen hareketinin isimlerle sınırlı bir özür değil, topyekün bir özeleştiri vermesi gerekiyor.
Kürt siyasetinin önemli ismi Zübeyir Aydar,?Öcalan’ın yol haritasıyla 2015 seçiminden önce çözüme ulaşılabileceğini söyledi ve “Neyi paylaşamıyoruz? Barışa mecburuz. Ülkenin büyümesini, demokratikleşmesini savunuyoruz” dediDEP milletvekiliyken Leyla Zana, Orhan Doğan ve Hatip Dicle’nin tutuklanması üzerine yurt dışına çıkan ve yirmi yıldır ülkesinden uzakta yaşayan Zübeyir Aydar çözüm süreci başta olmak üzere, son dönemde Batı’da kendilerine karşı gelişen yeni tavrı, hükümetin tutumunu, darbe konusunu, Gülen grubuyla ittifak iddialarını konuştuk.‘Asker müdahaleye başladı’- Öcalan son dönemde üç defa ‘darbe mekaniğinden bahsetti’ bunun anlamı nedir?Darbe her zaman parlamento fesh edilerek yapılmaz. Bu eski bir döneme dair bir algı. 28 Şubat’ta meclis kapandı mı?- Buradan nereye varacaksınız?Ortadoğu’da yeni bir dinamik gelişiyor. ‘Ilımlı İslam egemen olacak. AKP modeli bölgeye gelecek’ tezi işlemedi. Mısır tecrübesinden sonra ordular üzerinden yeni bir düzen kurulmaya çalışılıyor.- Türkiye’de de böyle bir durum görüyor musunuz?Asker basına müdahale etmeye başladı. Kamuoyunu dizayn etmeye çalıştığını biliyoruz. Bazı basın merkezlerini arayıp ‘şöyle yazacaksınız’ dediklerini dikkatle izliyoruz. Mesele Kobani sürecinde Aynel Arap ifadesi Genelkurmay mahreçlidir. Ordu yeniden belirleyici biçimde kendini göstermeye başladı.- Yeni vesayetin geldiğini siz buradan görüyorsunuz, vesayetle mücadele eden Erdoğan görmüyor mu?Görüyor mu, görmüyor mu, ya da ne kadar görüyor, bunları bilmiyorum. Aslında çok da önemli değil. Ama ben şunu söylüyorum. Hükümetin önünde MGK’da ‘Bırakın biz PKK’yi yok edelim. Elimizi serbest bırakın’ diyorsa hükümete kumpas kuruyordur. Bunu söyleyenler ikttidara tuzak kurup onu tasfiye etmek istiyorlardır. Bu tezleri hükümete getirenler ‘darbe dinamiğinin’ sahipleridir.- Bunu biraz açar mısınız?Darbe dinamiği denilen konsept şudur. Hükümetin önüne ‘kağıt üzerinde bir plan koyup, biz PKK’yi imha ederiz’ diyenler, ki bu 2011’de Gülenciler ve başkaları tarafından ortaya atıldı. Hükümette bu tuzağa düştü ve olanları biliyoruz. Hükümet, cemaat üzerinden çıkmaz yola sokuldu. Şimdi de aynı tez ısıtılıp hükümetin önüne konuluyor.‘Erdoğan’ı tasfiyeye dönüşür’- Peki bu tez neden başarılı olmasın?Başarılı olamaz. Çünkü hükümet Doğan Güreş konseptinden daha fazla ne yapabilir. Hükümete gelip, ‘2013’te biz bastıracaktık, engel oldunuz. Diyalog süreciyle olmuyor. İzin verin biz çözelim’ iddialarını dile getiriyorlar.- Güvenlik güçleri bunu yapamaz mı?Yapamaz. PKK’yi imha edeceğiz derken ekonomi çöker. Yeniden 90 konseptine dönülür. Bu süreç Erdoğan’ı tasfiyeye dönüşür. Bu tezleri dile getirenler Türkiye’yi Balkanlaştırmak istiyorlar.- Darbe mekaniğine dönersek?Geçmiş darbelere bakıldığında toplumun nasıl hazırlandığını biliyoruz. Darbenin gelişini siz fark etmezsiniz. Halk adım adım buna hazırlanır. Türkiye’de de ordu yeniden kurtarıcı olsun diye bir zemin hazırlanıyor.‘Ordu darbe yapabilir’- ABD ve Batı buna destek verir mi?Mısır’da nasıl destek verdilerse Türkiye’de de destek verirler. Türkiye ordusu son dönemde darbe yapmadıysa destek alamadığı için yapamamıştır. Yoksa çok rahat yapardı.- Türk Ordusunun yeni bir darbe yapma ihtimalini görüyor musunuz.(Bir an duraksıyor) Evet görüyorum. Şartları olgunlaştırırlarsa tereddüt etmeden darbe yaparlar.- Hükümet darbe mekaniğine teslim olmaması için ne yapmalı?Türkiye ne kadar demokratikleşirse darbe mekaniğinden o kadar uzaklaşır. Darbeyi engellemenin yolu Kürt barışından geçer.- Siz böyle anlatıyorsunuz ama bazı insanlar Türkiye bölünür diyorlar.Ülkeler barışla bölünmez, savaşla bölünür. Türkiye barışını kurmazsa bölünür. Hiçbir ülke barış zamanı bölünmedi. Ben kendi barışımı yapmış bir ülkeden neden ayrılayım. Bu mantıklı geliyor mu? Açıkça ifade ediyorum. Biz bölünme istemiyoruz. Demokrasi istiyoruz. Anadolu’da herkes beraber yaşayabilir. O imkan ve pratik var. Şimdi insanlar azıcık düşünsünler. Bundan sadece beş yıl önce Suriye’de bunların yaşanacağını kim söyleyebilirdi? Mısır’da ordu seçilmiş hükümete darbe yapar diyebilir miydiniz? Irak’ta bunların olabileceğin öngörebilir miydiniz?‘Bu görevde biz de varız’- Türkiye için öngörünüz nedir?Biz neyi paylaşamıyoruz. Barışa mecburuz. Kürt özgürlük hareketi olarak ülkenin barışını, büyümesini, demokratikleşmesini, dünyadaki imajının düzeltilmesini savunuyoruz. Bu görevde biz de varız. Ancak bunu isteyebilmemiz için bizim de ortak olmamız lazım.‘Barışsız yeni Türkiye olmaz’- AK Parti de aynı tezleri dile getirip, Yeni Türkiye kavramını ortaya atmıyor mu?Hükümetin dile getirdiği ‘Yeni Türkiye’ sözünün yolu Kürt barışından geçiyor. Yeni Türkiye kavramının içinde Kürt barışı yoksa zaten bu eski Türkiye’dir. Yani bu yeni olmaz. Eskinin tekrarı olur.- Sizce Erdoğan’ı tasfiye edebilirler mi?Seçimle gelen insanlar seçimle giderler. Biz bunu savunuyoruz. Tayyip Erdoğan bozulan imajını düzeltmek istiyorsa, seçilmediği zaman da normal bir yaşam istiyorsa ülkeyi normalleştirmelidir. Bunu yolu Kürt barışından geçiyor. Bunu yaparsa Erdoğan’a Nobel ödülü verecekler. Önünde böyle bir imkan var.- Siz böyle bir ihtimal görüyor musunuz?2014’ün sonuna geldik. Başkan Öcalan’ın yol haritası hayata geçirilirse herkes elbirliğiyle bunun gereklerini yaparsa, Davutoğlu da seçimden önce gelişmekle olabilir diyor. 2015 seçimlerine varmadan bu işi bitiririz. 2015’in Nobel barış ödülünü iki kişi alır.- Neden iki kişi?Çok basit. Çünkü barış iki kişi arasında yapılır. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Abdullah Öcalan barış ödülünü alabilir.- Türkiye bununla ne kazanır?Kendi barışını kurar. Ateş çemberinin içinde barış yapıyorsun. Bundan daha mükemmel bir gelişme olabilir mi? Ülke olarak ekonominle, barışınla, halkınla, dünyadaki imajınla uçarsın. Seni kimse tutamaz. Biz eşit yurttaşlıkta bir arada olursak kimse bize yan gözle bakamaz. Kürt barışını gerçekleştiren bir Türkiye ne yapamaz ki? Tüm bölgeye model olur. İran’a Mısır’a, Irak’a, Suriye’ye model olur. ‘Brüksel değil, Anadolu’da yaşayanın duygusu öncelikli’- Batıda imajı değişen hükümetin Kürt sorununu çözebileceğini düşünüyor musunuz?Çözebileceğine ve barışa inanmasak zaten masaya oturmayız. Eğer daha samimi ve ciddi yaklaşırlarsa biz Erdoğan’ın ve çevresinin bu sorunu çözebileceğine inanıyoruz.- Batı’da size karşı bir yumuşa var. Bu değişim çözüm sürecini nasıl etkiler?Türkiye kamuoyunda bizimle ilgili yanlış imaj var. Diyorlar ki ‘IŞİD saldırılarıyla Batının PYD ve PKK’ye karşı tavrı değişti. Artık PKK dünyadan destek buluyor. Çıtayı yükseltip masadan kalkmak istiyor’. Bunlar tamamen yanlıştır. Evet, Batının PKK’ye yönelik tavrında bir değişim var. Zaten terör listesine karşı bir dava açtık, o ilerliyor.Eskiden bize Batı’da açılmayan kapılar şimdi açılıyor. Yani bir ilişkilenme var. Biz bu durumu Batının desteğini arkamıza alıp Türkiye’ye saldıralım. Pazarlığı yükseltelim demiyoruz. İnanın biz barışı istiyoruz. Asla fırsatçı bir tavır içinde değiliz, olmayacağız. Birlikte yaşama tezimiz, stratejiktir. Konjonktürel değildir. Anadolu’da Türkler-Kürtler birlikte yaşamak istiyoruz. Daha ne yapalım. Bizim için Anadolu’da yaşayan bir insanın duygusu Brüksel’de yaşayan insanın duygusundan önce gelir. Biz Anadolu halkıyla aynı sofrada yemek yiyoruz. Önce sofrayı birlikte paylaştığımız insanla iyi olmak durumundayız. Bizim cenazemize Brüksel’deki insanlar gelmeyecek. Mezarlıklarımız bir. Batı’dan bir destek bulursak da bunu barış sürecini ilerletmek için kullanırız. ‘Düzeni bozana halk izin vermez’Savaşı derinleştirmek gibi bir düşüncemiz yok. Bunlar bizi tanımamaktan kaynaklanıyor. Başkan Öcalan son dönemde eleştiriyorsa bunun nedeni atılmayan adımlardır. Biz de ondan dolayı eleştiriyoruz. Biz kategorik olarak hükümete karşı değiliz. Sadece atılmayan adımlardan dolayı harekete geçilmesini istiyoruz. Bölgede sınırlar değişirken, adaya kimin gidip, kimin gitmeyeceğini tartışıyoruz. İki yıldır görüştüğün insanın yanında istediği arkadaşları olsa iyi mi olur, kötü mü? Bunu tartışmak dahi abestir. Basın gitsin görüşsün rahatlama yaratsın. Normalleşme olsun. Bunlar yapılırsa kamu düzeni kendiliğinden sağlanır. Hükümet bunları yaparsa bölgede düzeni kim bozuyorsa halk buna izin vermez. Kamu düzenini bozana insanlar ‘Süreç ilerliyor, siz ne yapıyorsunuz? Neden karışıklık çıkarıyorsunuz?’ derler. Huzursuzluk çıkarana halk izin vermez.‘Uzarsa provoke edilir’- Geleceğe dair beklentiniz nedir?O kadar çok atılacak var ki insan düşününce üzülüyor. Hasta mahkumlar meselesi var. Bunun Kürt sorunuyla veya başka bir meseleyle ne ilgisi olabilir. Dediğim gibi bu bir insanlık meselesidir. Bunları konuşmaya gerek var mı? Atılacak adımlar zaten belli. Bunlar yıllardır söyleniyor. Sadece bunlar yapılsın yeter. Sürecin aracısız ve şeffaf yürütülmesi lazım. Süreç uzadığı zaman sorun çıkar. Süreç provoke edilebilir. ‘Hayırlı işlerde hızlı davranın’ sözünü dikkate almak lazım.- Son günlerde hükümetle HDP arasında sertleşen açıklamalar var. Bunları nasıl yorumluyorsunuz?Seçimler geliyor sertleşmeyi makul karşılarız ancak çözüm konusunda kimse farklı hesaplara girmesin. Siyasi rekabet ve mücadele normaldir ancak çözüm süreci gibi hassas bir konuda daha dikkatli davranmalılar. - Gülen grubu ile gizli görüşmeler ve ittifak yaptığınız söyleniyor, bunlar doğru mu?Gülen grubu ile açıktan veya doğrudan bir görüşme talebimiz ve konuşmamız yoktur. Ezan sesinde uyanmak istiyorum- Türkiye’ye ne zaman dönüyorsunuz?Daha önce de söyledim. Keşke bu soruya çok yakındır cevabını verebilseydim. Maalesef halen dönme konusunda belirsizlik devam ediyor. Biz burada misafiriz ve misafirler her zaman evine dönmek ister. - Türkiye’de en çok neyi özlediniz?En çok özlediğim şey sabah kalkıp dışarı çıktığımda yabancısı olmadığım bir toplumun içinde uyanmak. Sokağa çıktığımda ben bu kültürün parçasıyım demek istiyorum. Seyyar satıcının sesi, müziği, sokaktaki vatandaşın bağırışıyla, ezan sesiyle yani kendimi ait hissedeceğim bir kültürün içinde olmak istiyorum. Gurbette, yabancı memlekette kalmamışlar için bu dediğim anlamlı gelmeyebilir.
Çözüm süreci tamam mı, devam mı sınavından geçiyor. Görüşmeler devam etse de dikkate alınması gereken bir duraksama var. Duraksamanın uzaması aktörler üzerinde negatif etki yapıyor. Toplumda umudu azaltan bir sonuç doğuruyor. Aktörlerin fark etmedikleri negatif bir psikoloji gelişiyor.Hükümet ile Kürt siyasi hareketi arasında yaşananların rasyonel bir açıklaması bulunmuyor. Kapalı kapılar ardında on meseleden sekizinde anlaşanların dışarı çıktıklarında verdikleri demeçlere insan hayret ediyor. Artık bu görüşmelerde yapılan görüşmelerin topluma açıklanması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü içerde yapılan konuşmalar ile dışarıda yapılan açıklamalar arasında büyük bir çelişki var.Yolun dörtte üçü aşıldıYaşananları en iyi özetleyen cümle sanırım ‘Denizi geçip, derede boğulmak’. Taraflarla birebir görüştüğünüzde süreçte geri dönülmez bir noktaya gelindiğini belirtiyorlar. Hatta yolun dörtte üçünün aşıldığını söylüyorlar. Ancak yapılan açıklamalarda tam tersi bir hava var. Bunu sadece AK Parti ile HDP arasındaki politik rekabetle açıklamak mümkün değil.Hafta sonu devlet heyetinde yer alan önemli bir isimle yaptığım görüşmede ‘bundan sonra atılacak adımların maliyeti, geri dönülmesi durumunda ödenecek maliyetten çok daha düşük’ olduğunu söylerken geri dönüşün tahmin edilmeyen sorunlara yol açacağını belirtti. Görüştüğüm kişi tam bu noktada ‘sürecin bundan sonra daha zor yürüyeceğini, çünkü atılacak adımların artık toplum tarafından görüleceğinin’ altını çizdi.Bu noktada temel bir soru var. Peki bunca mesafe alınmasına rağmen neden kriz tam olarak aşılamıyor. Bu sorunun ikna edici bir cevabı bulunmuyor. Ana strateji de ortaklaşan ancak taktik adımlar ve takvim konusunda minör farkların olduğu müzakere odası bundan sonra ne yapacak? Görülen o ki zaman hızla daralıyor.Geçmişte yaşananlar düşünüldüğünde gelinen noktada yeni bir kriz yaşanıyor. Sanırım zaman zaman geçmişte yapılan hataları anımsatmakta fayda var. Daha beş yıl önce ‘Öcalan’ın pencere boyu kaç santim olmalı’ sorununu tartışan akıl ülkeyi büyük bir türbülansın içine sokmuştu. Yine benzer biçimde ‘verilecek radyo kaç kanallı olmalı’ tartışmalarını da benzer biçimde değerlendirebiliriz.Türkiye'nin yol ayrımıŞimdi biran geriye yaslanın ve düşünün ‘Öcalan’ın pencere yüksekliğinin, Kürt sorununun çözümü, Kürtlerin bireysel/kollektif haklarla ilişkisi, Türkiye’nin bölünmez bütünlüğü veya milletin dirliği ve birliğiyle’ ne ilgisi var. Bu durum olsa olsa ‘yönetsel körlükle’ açıklanabilir.Bugün de gelinen noktada Ankara benzer hata içinde. Dün nasıl ki bu yaklaşım yanlıştı ve ülkeye bedel ödettirdi şimdi de aynı sonucu doğuracaktır. Hasta mahkumlar konusu başta olmak üzere, adaya gazetecilerin gitmesinin veya adadaki mahkumların değiştirilmesinin Kürt sorunuyla ilişkisi olabilir mi? Bunlar olsa olsa süreçte atmosferi yumuşatacak, çözüm cesaretlendirecek ve psikolojik eşiğin açılmasına katkı sağlayacaktır.Bu yazıyı Brüksel’de çözüm sürecinin tartışıldığı Avrupa Parlamentosunda özel bir oturumun yapıldığı salondan yazıyorum. Salonda oldukça karamsar bir hava var. Konuşmaları dinleyince çözüm sürecini başlatan ve bu konuda ‘baldıran zehiri içerim’ diyen bir siyasi iradenin tam tersi bir algıya konu olduğunu gözlemledim.Türkiye, yaşanan sorunu yerli bir modelle çözmek ile küresel güçlerin masaya oturduğu ve problemin uluslarasılaştığı ikinci bir yol arasında tercihte bulunması gerekiyor. Brüksel’den notlara devam edeceğiz...
6-8 Ekim olayları çözüm sürecinde milat oldu. Bir anlamda süreç tarihsel kırılmasını yaşadı. İnsanlar biranda Ne oluyoruz? Süreç nereye gidecek? süreç sona mı eriyor? sorularını sormaya başladılar. Kobani olayları tam anlamıyla fay hatlarını tetikledi. Süreç ciddi bir duraksama yaşadı.Ekim olaylarında elliye yakın insan hayatını kaybetti. Hükümet ile HDP arasında süreç başladığından bu yana ilk defa ‘güven krizi’ yaşandı. Çözüm süreci en zor sınavından yara alarak çıktı. Peki bu durum anketlere nasıl yansıdı?Sürecin başında ANAR’ın yaptığı araştırma üzerinden bir karşılaştırma yapıldığında mesele daha iyi anlaşılabilir. Görece daha pozitif bir havanın estiği Mart 2013’de sürece destek % 60’a yaklaşıyordu. 5297 kişiyle yapılan araştırmada alınan sonuçlar şöyleydi:Çözüm sürecini destekleyenlerin oranı % 58.0Çözüm sürecini desteklemeyenlerin oranı % 34.0Fikir belirtmeyenlerin oranı ise % 8.0ANAR Genel Müdürü İbrahim Uslu, geçen iki yıl içinde sürecin dalgalı bir seyir izlediğini belirtiyor. Sürecin konjonktürel gelişmelerle korelasyonuna dikkat çeken Uslu, eylemsizliğin sürece desteği artırdığının altını çiziyor. Uslu’ya göre son olaylar toplumda panik yarattı ve sürece destek azaldı. Ancak bu geçici bir durum ve süreç stabil hale geldiğinde destek yeniden yükselecek.6-8 Ekim olayları sonrasında ilk araştırmayı Pollmark Şirketi yaptı. Hükümetin siparişi üzerine yapılan Ekim 2014 Gündem Araştırması’nda da sürece destekte minor bir azalma görüldü. Ancak bu azalma sürecin rotasını değiştirecek bir rakama karşılık gelmiyor. Hatta 6-8 Ekim’de yaşananlara rağmen toplumsal desteğin bu denli yüksek olması tarafları cesaretlendiren bir etki yaratıyor. Pollmark Ekim 2014 Araştırması’nda şu sonuçlar alınmış:Kobani eylemleri sonrası çözüm sürecine bakışınız nedir?Sürecin devam etmesini istiyorum % 55.4. Sürece son verilmelidir % 37.3Görüş belirtmeyenler % 7.3. Seçim sonucuyla örtüşüyorPollmark’ın sonuçlarına göre sürece destek verenlerin oranı % 55.4. Bir yıl önce ANAR’ın yaptığı araştırmaya göre daha düşük rakamlar. ‘Sürece son verilmelidir’ diyenlerin oranı ise % 37.3. Tersinden bir okuma yapıldığında ise sürece destek verenlerin toplamının 12 Haziran 2011 seçim sonuçlarıyla örtüştüğü görülüyor. 12 Haziran seçimlerinde AK Parti % 49.8, CHP % 25.9, MHP % 13.0, BDP % 5.5 oy almıştı. AK Parti+HDP bloğunun oyuyla sürece destek verenlerin; CHP+MHP cephesinin oyuyla sürece karşı çıkanların oyları örtüşüyor. 6-8 Ekim 2014 olayları sonrası yapılan başka bir araştırma daha var. Diyarbakır’da faaliyet gösteren Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Merkezi (SAMER) 25-28 Ekim tarihleri arasında, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı 22 kent merkezinde, çözüm sürecine ilişkin algı ve tutumları tespit etmek amacıyla 3380 kişiyi kapsayan bir araştırma yaptı. Araştırmaya katılanların yüzde 84,7’si çözüm sürecini destekliyor.Boğaziçi Üniversitesinden Prof. Dr. Hakan Yılmaz ‘Çözüm Süreci: Kim Ne İstiyor? araştırmasında toplumun % 57’nin sürece destek verdiğini ortaya koymuştu. Yılmaz araştırma sonuçlarıyla ilgili yaptığı değerlendirmede ‘... Her ne kadar çözüm sürecinin başarılı sonuç vereceğine ilişkin umutlar sürece destek oranının bir hayli altında olsa da özellikle Kürt nüfusun bu çabaya büyük bir duygusal ve siyasi yatırım yaptığı görülmektedir. Süreç başarısız sonuçlanırsa bu nüfusun çok büyük hayal kırıklığı yaşaması, umutsuzluğa kapılması ve ayrılıkçılık gibi çok daha radikal seçeneklere meyletmesi mümkündür’ ifadelerini kullanmıştı . Yaşanan türbülansa rağmen desteğin hala yüzde elinin üzerinde olması aslında krizden çıkışın da adresini gösteriyor. Türkiye ortak aklı ve vicdanı kullanarak süreçte frene değil, gaza basmalı ve darbe mekaniğine fırsat vermemeli...
- Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş: TSK Yeniden Yapılandırılmalıdır‘Gücümüzden bir şey kaybetmeden mevcut gücü daha güçlü olabilecek biçimde reorgamize ederek baskın tarzında bir tarruzda beklemdiğimize göre ne yapabiliriz? Harekat kabiliyeti, komuta kontrol kabiliyeti yüksek ve güçlü bir kuvvet oluşturmalıyız.Sınırdaki tugaylar tam hazırlıklı tutulacak. Geriye doğru gidildikçe personel % 65’e hatta % 25’e kadar düşürülebilir. Ama birliklerin malzeme ve teçhizatı tam olacak. Hatta sayıyı mevcut malzemeyi araçları çalıştırabilecek seviyeye indirebiliriz. Böylece Kara kuvvetleri 400 binler, 300 binler civarına indirielecektir.’- 1992 sonunda tamamlanacak!Orgeneral Güreş, buna ilaveten TSK karagahlarında birçok görevin sivillere verilebileceğini, bu konuda nihai kararın bugünlerde verilebileceğini söyledi. Bu durumda personel indirimine rağmen TSK gücünün planlanan silah modernizasyonuyla çok daha güçlü hale geleceğini belirtti. Kara kuvvetlerinde bu uygulamanın 1992 sonuna doğru gerçekleşebileceğini söyledi.‘1992 sonunda asker sayısında azalma olacağını söyleyebilirim ama bunun ne kadar olacağını belirtemem. Uzman erbaş sistemi de çok büyük ilgi görüyor. Kilit teknik görevlere bunları getireceğiz. Er sayısında da tasarruf yapılmış olacak.Tabiki TSK’da yapılacak yenilikler, yeni silah ve techizat bir bütçe meselesi, TSK modernizasyonu ekonomik kalkınmamıza paralel olmalıdır. Ekonomik kalkınmayı durdur, buna ver insafzılık olur. Burada bir denge oluşturmak gerekir. Bunda Genelkurmay her zaman Hükümete yardımcı olmaktır.’ Doğan Güreş, bu söyleşiyi Mehmet Ali Kışlalı’ya verdi. (M. Ali Kışlalı, Güneydoğu, Düşük Yoğunluklu Çatışma, 1996, s.218)- Tarih 28 Haziran 2008, Yer Isparta Orduevi...‘Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ, Ege Ordu Komutanı Şükrü Sarıışık ve Eğitim Doktrin (EDOK) Komutanı Orhan Yöney’le birlikte Isparta Orduevi’nde düzenledikleri basın toplantısında, terörle mücadele konusunda önemli açıklamalar yaptı. Kara Kuvvetleri Komutanı Başbuğ, yeni konseptin unsurlarını şöyle sıraladı: 1- Yüzde 100’ü profesyonellerden oluşan Özel Kuvvetler Komutanlığı. 2- Jandarma özel harekât taburları. 3- 5’i Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na, 1’i Jandarma Genel Komutanlığı’na bağlı komando tugayları. 4- Sabit konuşlu ve alan kontrolü sağlayan iç güvenlik taburları. 5- 2008’de yeniden yapılanmanın tamamlanacağını’ söyledi.Türkiye 25 yıldır tartışıyorProfesyonel ordu kavramını ilk defa üniversite öğrencisiyken duydum. O günden bugüne neredeyse tüm genelkurmay başkanları bu konuyla ilgili bir açıklama yaptı. 1990’da Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay’dı. Torumtay, Cumhurbaşkanı Özal’la anlaşamadı ve istifa etti. Yerine Doğan Güreş geldi. Doğan Güreş, PKK’la daha etkin bir mücadele etmek için büyük seferberlik başlattı.2001 yılında dönemin Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu ‘Türk ordusunun iki ana merkezde “Doğu” ve Batı” Harekât Komutanlığı olarak yeniden örgütlenmesini’ kapsayan bir emir yayınladı. Kıvrıkoğlu, TSK’da reorganizasyon yapılmasını istiyordu.Türkiye 25 yıldır bu konuyu tartışıyor. Tartışmanın ana fikrini daha az asker besleyerek buradan gelecek kaynakla özgül ağırlığı yüksek bir ordu kurmak. Bunu yaparken ülkenin jeostratejik konumunu gözden uzak tutmamak. Aslında herşey SSCB blogunun dağılması ve NATO ordularının varlığının ve yapılanmasının sorgulanmaya açılmasıyla başladı.Benzer tartışma Türkiye için de yapıldı. SSCB tehdidi bittiğine göre böylesine büyük bir ordu gerekli mi sorusu sıklıkla soruldu. Geldiğimiz noktada bedelli tartışmalarına askerlerin tepkisine bu noktadan bakmak gerekiyor.Türkiye’ye nasıl bir ordu lazım? NATO’nun en büyük kara gücüne sahip konvansiyonel ordu mu? Yoksa asimetrik mücadele kabiliyeti yüksek, teknolojik donanımını tamamlamış küçük ama vurucu gücü yüksek bir ordu mu? Bu konuda hükümetle TSK arasında önemli bir kararlaşma sağlandı. 2033 Hedefi sadece TSK’nın değil topyekün Türkiye’nin vizyonu haline gelmiş durumda...
2015 seçimi yaklaştıkça siyasetin tansiyonu yükseliyor. En son Anayasa Mahkemesi seçim barajı konusunda önemli açıklamalar yaptı. Türkiye’nin bu meseleye yaklaşımı ‘yönetimde istikrar-temsilde adalet’ arasında denge aramak şeklinde oldu. 1980 darbesinden önce barajsız sistem vardı. Ülke politik istikrarsızlığa sürüklendi. Meclis, cumhurbaşkanını dahi seçemedi.Darbeciler, yönetimde istikrarı sağlamak için yüzde 10 barajını kurdular. Yüksek baraj büyük adaletsizlkleri beraberinde getirdi. Baraj sistemi 1991 seçimleriyle iflas etti. Parlamento askerlerin arzularının aksine çok parçalı hal aldı. 1995 seçimlerinde MHP yüzde 8’le Meclis'e giremedi. 1995 ve 1999 seçimlerinde Kürt partileri yüzde 5 civarında oy almalarına rağmen Meclis dışında kaldılar. Cumhuriyeti kuran CHP dahi 1999 seçiminde yüzde 8.7’le baraja takıldı.Yüzde 10 barajının indirilmesini konunun uzmanlarından Adil Gür’le konuştuk. Adil Gür bu konuda netlik olmadığını düzenleme yapıldıktan sonra ölçümleme yapıp durumu değerlendirmek gerektiğinin altını çiziyor. Gür’e göre barajın düşürülmesi iktidarı değiştirmeyecek.'En çok HDP'ye yarar'Barajın düşmesi nasıl bir politik sonuç doğurur?AG: "2014 yerel seçim sonuçlarına göre barajın düşmesi en çok HDP’nin işine yarar. Onun dışında tabloda majör bir değişiklik olmaz. Geldiğimiz noktada oyu yüzde 3 olan bir parti dahi yok. Baraj düşerse HDP 10-15 milletvekili daha fazla çıkarır. AK Partiden ise belki 10 vekil azalabilir." Barajın düşmesinin psikolojik etkisi olmaz mı?AG: "Bunu zaman gösterecek. Asıl önemli olan yüzde 2 olan Saadet’in oyu yüzde 3'e çıkacak mı? Baraj düştüğü için DSP’nin oyu yükselecek mi? Doğrusu bu partilerin oyunun fazla yükseleceğini sanmıyorum. TEPAV bizim verilerimizden yola çıkarak 2011 seçimlerinde seçim barajının yüzde 5'e düşmesi durumunda nasıl bir tablo çıkacağını irdelemişti. Orada da açıkca görünüyordu. Küçük farklılıklar dışında radikal bir değişiklik yoktu. Onun için asıl sorun barajda değil, partilerin temsil gücünde. Daha önce de söyledim AYM karar versin. Tablo daha netleşir."'Her partiden kaçış olur'Barajın düşmesi ençok kimin işine yarar?AG: "Kişisel kanaaatim seçim barajının düşmesi HDP lehine sonuçlanır. CHP lehine veya aleyhine çok fazla bir değişiklik getirmez. Aynı durum AKP için de geçerli. Biz araştırmalarımızda ‘Partinize gönülden oy veriyor musunuz’ şeklinde bir soru sorduğumuzda muhalefet partilerine oy veren seçmenlerde büyük memnuniyetsizlik görüyoruz. CHP’ye, MHP’ye gönülden oy veriyorum diyenlerin oranı hayli düşük."Size göre baraj kalkarsa 2015’te nasıl bir tablo çıkar?AG: "AK Parti’den Saadet Partisi'ne 1 veya 2 puan gidebilir. Aynı şekilde CHP’den DSP’ye, İP’e, ANAPAR’a veya diğer küçük sol partilere de 2,3 üç puan kayabilir. Benzer durum MHP için de geçerli. Muhtemelen MHP’den de 1 veya 2 puan BBP’ye kaçacaktır. Her partinin kendi kulvarındaki partiye kayış olacak ve sonuçta bu birbirini dengeleyecektir.'HDP barajı aşabilir'Sonuçta nasıl bir tablo öngörüyorsunuz?"Barajın düşmesinin iktidarın kim olacağı konusunda tayin edici bir rolü olacağını düşünmüyorum. Bu hafta sonu bir seçim olsa seçim barajının düşürülmesi iktidarı değiştirmez. Ben mevcut tablonun değişeceğini sanmıyorum. İktidarın kendi kulvarındaki partilere giden oy kadar, muhalefet partilerinden de kendilerine benzeyen partilere oy kayması olacaktır. Ancak seçime daha çok var. Bir kriz olur, olağanüstü bir gelişme olur. O zaman siyasi tablo da değişebilir. Son olarak şunu söylemek isterim. Seçim barajı düşürülmese dahi HDP yüzde 10 barajını aşabilir."
HDP heyeti kasım ayı İmralı görüşmesini tamamlayarak bir açıklama yaptı. 3 Ocak 2013’le başlayan görüşmeleri yakından izleyenler için görüşme notunda farklı bir dil ve üslubun olduğu fark ediliyor. Öcalan’ın çözüm süreci başladığından bu yana ilk defa özde bir ikircikli tavra girdiği görülüyor. Metne yansıyan ‘rahatsız/hoşnutsuz/uyaran’ bir Öcalan var. Demokratik açılım sürecinin sonunda yaptığı gibi bir ‘restleşme’ denmese dahi ‘huzursuz' bir tutum içine girdiği anlaşılıyor. 6-8 Ekim olaylarından sonra 21 Ekim görüşmesinde dahi Öcalan böyle bir tavır sergilememişti.Görüşme notunun satır aralarına gizlenmiş bu dil ve üslup farklılığının nedenleri tartışılacaktır. Birincisi özellikle ABD’nin Kobani ve PYD konusundaki tutumu Öcalan’da strateji değişikliğine yol açmış görünüyor. Belli ki ABD’nin PYD yaklaşımı Kandil’den sonra Öcalan’ı da etkilemiş. Bu değişikliğin sonuçlarını ilerleyen günlerde göreceğiz. İkincisi, Hakan Fidan iki aydır İmralı adasına gitmiyor. Bu durumun Öcalan’da bir duygusal kırılma yarattığı anlaşılıyor. Üçüncüsü, Öcalan’ın sürecin başından bu yana Kandil’in ‘kerhenci’ tavrını değiştirmek yerine kendisinin bu tavra girdiği anlaşılıyor. Öcalan’ın özeleştiri vermesinin altını çizmek gerekiyor.1 HAZİRAN AÇIKLAMASIHDP heyetinin yaptığı açıklamada Öcalan’ın ‘En önemli realite sürecin yeni bir aşamaya gelmiş olmasıdır’ dediği ve çözüm için ciddi bir başlangıç yapılabilmesi adına umutların korunması gerektiği yönünde bir açıklamada bulunduğu belirtildi. Öcalan’ın çocuklarla ilgili olarak da ‘Kesinlikle ellerine silah verilmemeli, çatışma bölgelerinden uzak tutulmalı. İsteyenler aileleriyle görüştürülmeli. Aileleriyle görüşmeleri sonrasında dağda kalmak istememeleri halinde inişlerine imkân tanınmalı’ dediği aktarıldı.10 TEMMUZ AÇIKLAMASIHeyette Leyla Zana ve Sırrı Süreyya Önder yer aldı. Yapılan yazılı açıklamada Öcalan'ın çözüm paketinin yasalaşmasına katkı sağlayan parti ve kişilere teşekkür ettiği belirtildi. Öcalan'ın "Başta bütün Kürt siyasal kurumları ve halkımız olmak üzere 2013 Newrozu'nda başlattığımız sürecin arkasına koyduğumuz irade bütün ağırdan almalara ve tek yanlı dayatma eğilimlerine rağmen güçlenerek devam etmiştir" ifadelerini kullandığı işaret edildi.5 AĞUSTOS AÇIKLAMASIHDP heyeti görüşme sonrası yaptığı açıklamada şunları dile getirdi: "30 yıllık savaş büyük bir demokratik müzakereyle sonuçlanma aşamasındadır. Demokratik müzakere süreci tarihi ve toplumsal olarak derin bir anlama sahiptir. Etkileri ve sonuçları çok büyük olan bir süreçten geçiyoruz. Bu süreç sadece Türkiye’de değil tüm bölgede ağır sorunların çözümüne dönük barış ve özgürlükler temelinde model olacak tarihi imkanlar barındırmaktadır."9 EYLÜL AÇIKLAMASIHDP heyeti görüşme sonrası yaptığı açıklamada şunları dile getirdi: "Süreci çeşitli sıkıntı, engelleme, provokasyon ve tek yönlü dayatmalara rağmen sürdürüyoruz. Diyalog süreciydi ama yeni format altında, yakın dönemde pratikleşme aşamasına gelmiştir. Önümüzdeki günlerde hükümet ve cephemizde yeni, önemli gelişmeler olacaktır. Muhtemelen bundan sonraki görüşmelerde yol haritasına ilişkin esas ve usule ilişkin önemli görüşmeler olacak."1 EKİM AÇIKLAMASIHDP grubu Öcalan’ın, Kobani ile sürecin ayrılmaz bir bütün olduğu mesajını aktardı. Öcalan, "Herkesi büyük bedellere mal olan bu demokratik yolculuğumuz ve insanlık mücadelemizi sahiplenmeye çağırıyorum" dedi.21 EKİM AÇIKLAMASIHDP heyeti Öcalan’ın 15 Ekim’de yeni bir aşamaya geçildiğini ve somut adımların atılacağını belirttiğini aktardı.30 KASIM AÇIKLAMASIHDP heyeti açıklaması: "Öcalan, yasal güvence sağlanmadan yaptığı bu çağrılarında yanılgılı olduğunu ve bu yanılgısından dolayı tüm Türkiye halklarına özeleştiri verdiğini belirtmiştir. Süreçlerde gerekli yasal düzenlemeleri yapıp pratikleştirmeyen devleti ve hükümeti de meseleye özeleştirel temelde yaklaşmaya çağırarak, buradan çıkarılacak derslerle bundan sonraki süreçte, özellikle yasal düzenlemeler bahsinde, kendi üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmeye davet etmiştir. Öcalan, bu ciddiyet ve kararlılığın gösterilmemesi durumunda, bölgesel kaosun derinleşeceği ve darbe mekaniğinin sonuç alabileceği uyarısını yapmıştır."HDP/PKK/Öcalan tarafından bugüne kadar dile getirilen talepler belliydi. Öcalan’ın biranda geri dönüşle ilgili yasa istemesi süreçte yeni bir moment oluşturuyor. Hükümetin Öcalan’daki yeni psikolojiyi ve ‘uyaran, darbe mekaniğine dikkat çeken’ tavrını dikkate alması lazım. 2013 Nevroz çizgisiyle 30 Kasım 2014 yaklaşımı arasında fark umarım süreci kesintiye uğratmaz.
Çözüm süreci durağına gelmeden önce barış treni pek çok istasyona uğradı. Bunların en bilineni Demokratik Açılım süreci. Tayyip Erdoğan’ın sorunun çözümünde bugünkü pozisyonuna gelmesi kolay olmadı. Erdoğan, 1991’de RP İstanbul İl Başkanlığı sırasında Kürt Sorunu raporu hazırlattı. AK Parti’yi kurulduğunda ilk defa bir partinin programına Kürt sorunun demokratik yollardan çözüleceği söylendi.ABD’nin 2003’te Irak’ı işgaliyle dengelerin değiştiğini fark eden PKK çatışmaları yeniden başlattı. AK Parti’nin iktidara gelmesiyle PKK’nın eylemsizliği sonlandırması neredeyse eşzamanlıdır. 2004-2010 yılları arasında şiddetli çatışmalar yaşandı.1 Ocak 2009’da TRT 6 açıldı. Devlet televizyonundan 24 saat Kürtçe yayın başladı. 10 Mart 2009’da resmi ziyaret için Tahran’a giden eski cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün uçakta ‘İyi şeyler olacak’ sözü yeni dönemin işaret fişeğini oldu. Gül’ün başlattığı bu sürece daha sonra Kürt Açılımı/Demokratik Açılım/Milli Birlik ve Kardeşlik projesi gibi farklı isimler verildi. Büyük umutlarla başlayan süreç daha isimlendirmede aşamasında yaşadığı sorunlardan da anlaşılacağı gibi kısa süre sonra hüsranla bitti.Taner- ilişkisinin ardında ne var?Demokratik Açılım süreci eski MİT Müsteşarı Emre Taner’in koordinatörlüğünde başladı. Hayatını Kürt sorununun çözümüne adayan Taner, bu meseleyi en iyi bilen isimlerden biri. Öcalan’la Ankara ve Bekaa günlerinde irtibatını kaybetmeyen Taner, İmralı adasında da görüşmelerine devam etti.Taner, Kürt sorunun salt bir güvenlik sorunu olmadığına inanıyor ve problemin sadece şiddetle çözülemeyeceğini savunuyor. Dönemleri farklı olmakla birlikte Abdullah Öcalan da Emre Taner gibi Mülkiyeli. Okul yıllarında bir irtibatları oldu mu bilmiyoruz ancak aralarında farklı bir ilişkinin olduğu fark ediliyor. Taner’in muhatabına değer veren tavrının bu ilişkinin kalıcı olmasında büyük rol oynadığı iddia ediliyor.Taner’in mesleki kariyerinin önemli bir kısmını Kürt sorunu kapsıyor. MİT Diyarbakır Başkanlığı’na bağlı birimlerde uzun süre çalışan Taner, sorunu masa başında değil, sahada öğrendi. Taner, uzun istihbaratçılık yaşamının sonunda 15 Haziran 2005 tarihinde müsteşarlık görevine atandı. Bu dönemde aldığı kritik roller gereği görev süresi dört kez uzatıldı.Mekanizma kurulamadı!Demokratik Açılım süreci Emre Taner’in inisiyatif almasıyla başladı. Taner, yaklaşık iki yılı aşan hazırlık aşamasından sonra Tayyip Erdoğan’ı yeniden görüşmelere ikna etti. Erdoğan ile Taner arasında mesafeli ancak saygıya dayanan bir hukuk olduğu dile getiriliyor. Ancak o yıllarda çözüm konusunda aralarında yorum farkı olduğu öne sürülüyor. Gelinen noktada sanırım bu fark artık ortadan kalktı.Taner’in sohbetlerde ‘Açılımın nihai hedefe varamamasını zamanında gerekli adımları atılmamasına bağladığı ’ iddia ediliyor. Hükümet cephesinde ise ‘Açılım sürecinde Taner’in hükümete Öcalan’ın atacağı adımlar konusunda büyük güvenceler verdiği ancak bunların yerine getirilmediği’ öne sürülüyor. Bugün yapılan tartışmalara ne kadar da benziyor değil mi? Özellikle Habur sürecinde yaşananlar Erdoğan - Taner; Taner-Öcalan ilişkisinde kırılma yarattı. Tarafları masada tutacak bir mekanizmanın kurulamamış olması sürecin bitmesine neden oldu. Taner’in enerjisinin azalması bir süre sonra duygusal kopuş yaşamasına yol açtı. Ancak son döneminde Taner’in, Hakan Fidan’la kurduğu ilişki Oslo ve Çözüm sürecinin sigortası oldu.Neden sonuca ulaşılamadı?1. PKK, devleti silahla yenebileceğini ve kesin bir zafer kazanabileceğini düşünüyordu.2. Hükümetin Öcalan’ı yerine PKK ve DTP’yi muhatap alması zaman kaybına neden oldu.3. TSK ve PKK müzakere masasına oturmadan önce ‘son bir savaş’ yapmayı uygun bulmuştu.4. Hükümet henüz Öcalan’la görüşmeler için hazır değildi. Diğer seçenekler tüketilmemişti5. Devlet ile PKK arasında birbirini besleyen karşılıklı güven krizi nihai çözüme engel oldu.6. Öcalan, Tayyip Erdoğan’ın devlet olduğuna inanmıyor ve tasfiye edileceğini düşünüyordu.7. Hükümet-MİT-DTP-PKK arasında gerekli koordinasyon ve iletişimin sağlanamaması. 8. Habur sürecinin yönetilmesinde yapılan hatalar süreci zehirledi ve yeniden başa dönüldü.9. Gülen hareketinin açılımla beraber KCK operasyonlarını başlatması süreci sekteye uğrattı.10. 2010 Referandumu sonrası Öcalan, Erdoğan’ın yeni devletin sahibi olduğunu gördü ve yeniden masaya oturdu.