Arjantin’in efsane hocası Carlos Menotti’ye Messi-Maradona mukayesesini soruyorlar. Menotti’nin şanına yakışan bir cevabı var. Menotti: ‘Messi bir orkestrada (Barcelona) yer alıyor. Oysa Maradona, bando takımını (Napoli) orkestraya dönüştürmüş bir efsanedir’ diyor.Bando takımı-orkestra metaforu Erdoğan ile Davutoğlu karşılaştırması için de kullanılabilir. Erdoğan, en son % 52’le oyla partisini dev bir transatlantik haline getirdi. Şimdi Ahmet Davutoğlu’nun o transatlantiği rotasında tutması gerekiyor. Ahmet Davutoğlu’nun, Başbakan olmasının üzerinden üç ay geçti. Herkesin merak ettiği bir soru var. Erdoğan’dan sonra Davutoğlu başarılı olacak mı?Bu sorunun cevabını son on beş günde AK Parti kongrelerinde aradım. Ona yakın kongre ve toplantı izledim. Sokağın ve teşkilatların nabzını tuttum.Hükümet anayasayı değiştirebilecek mi?Davutoğlu Anadolu’yu dolaşarak sorunları yerinde görüyor. Teşkilat üyeleriyle tanışıyor. STK temsilcileriyle duygudaşlık kuruyor. Seçim öncesi kitlenin motivasyonunu yükseltiyor. Son tahlilde bu seyahatler kendisine seçim öncesi zaman kazandırıyor. AK Partinin ana stratejisi seçim öncesi yüzde 52’yi korumak ve risk almamak. Etyen Mahçupyan CNNTürk yayınında bu gerçekliği dolaylı biçimde ifade etti.Başbakan Davutoğlu’nun üç aylık performansını KONDA sahibi Bekir Ağırdır’la konuştuk. Ağırdır şunları söylüyor: ‘AK Parti seçimlere kilitlenmiş durumda. Altı ay gerilimli geçecektir. Davutoğlu’nun hedefi anayasayı tek başına değiştirecek çoğunluğu elde etmek. Kapsamlı bir analiz yapmak için henüz erken ve elimizde çok az veri var. Onun için biraz daha beklemek gerekiyor.’- Ahmet Davutoğlu’nun 3 aylık performansını nasıl buluyorsunuz?Davutoğlu ile Erdoğan’ın işbölümüBA: ‘Tayyip Beyle, Davutoğlu arasında işbölümü yapılmış gibi görüyorum. Dolayısıyla Davutoğlu gündelik hayata dair çok fazla konuşmuyor. Belli ki Davutoğlu mevcudu muhafaza etmek ve seçim öncesi fazla risk almak istemiyor. Siyasette böyle birşey zaten. Neden böyle davranıyorsun demek doğru değil. Davutoğlu’nun bir başka önceliği de partiye kendini kabul ettirmek. AK Parti için Tayyip Beyin koruma kalkanı devam ediyor. Tayyip bey paratoner gibi riskleri absorbe ediyor.‘CHP’nin ütopya vaat etmesi lazım’- 2015’te tabloda bir değişim olur mu?BA: ‘AK Parti mevcut siyasetini sürdürecektir. Tabloda büyük bir değişim olacağını sanmıyorum. Muhtemelen AK Partililer şöyle düşünüyorlardır. Tamam gerilim var ama oy da alıyoruz. Yani meselenin politik bir mantığı var. Dolayısıyla burada tabloyu bozacak olan CHP. CHP ne yapacak. Seçime altı ay kaldı. CHP bu denklemi değiştirebilir mi? Henüz CHP cephesinden bu denklemi bozacak bir hamle göremiyoruz.’- Sizin 2015 için öngörünüz nedir?BA: ‘Aslında buna karar verecek olan CHP’nin tavrı olacak. CHP farklı bir hamle yapabilirse tablo değişebilir. Denklemin değişmesi CHP’nin radikal bir politika değişikliğine gitmesine bağlı. AK Parti iktidarını korumak istiyor. Bu normal. Önümüzdeki dönemde kritik olan CHP’nin neyi yapıp yapamayacağını göstermesi lazım. Bekleyip göreceğiz. Türkiye siyaseti böyle çalışıyor. Önümüzdeki Haziran’ın kaderini belirleyecek olan CHP’nin neyi nereye kadar başarıp başaramayacağıdır. CHP toplumun önüne bir ütopya koyamazsa politik dengenin değişmesi için herhangi bir sebep bulunmuyor.’Sokakta ne gördüm?1. Halkta ‘güler yüzlü/çalışkan/dürüst’ şeklinde pozitif bir algı oluşmuş.2. İlk doksan günde toplumda ‘Davutoğlu kötü başlamadı’ duygusu yaratılmış.3. Davutoğlu siyaseti hızla öğreniyor. Takım çalışmasına inanıyor ve telkine açık bir siyasetçi.4. Rehine krizi, 6-8 Ekim olayları, çözüm süreci, IŞİD konusu liderliğini test ettiği olaylar oldu.5. Kongrelere katılarak teşkilatları öğreniyor, şehirleri tanıyor ve duygudaşlık kuruyor.6. Salonlar Erdoğan’dan dolayı dolu, Davutoğlu’nun sadece bu kitleyi salonda turması gerekiyor.7. Partide ‘seçime kadar mevcudu koruyalım, hesap edilmemiş risk almayalım’ tavrı egemen8. Önceden yapılan rol dağılımı gereği Erdoğan ile Davutoğlu arasında ayrışma değil, uyum var.9. Üç seçimin üst üste olması hükümet partisine psikolojik üstünlük sağlıyor.10. Hocanın en büyük sorunu akademik dili. Erdoğan’dan sonra bu dil halkta yabancılaşma efekti yaratmış.
HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, geçen hafta Dicle Haber Ajansına bir söyleşi verdi. Demirtaş gündeme dair önemli açıklamalar yaptı. Ancak Türkiye siyasetini, HDP’yi ve çözüm sürecini yakından ilgilendiren bir cümlesi dikkatlerden kaçtı. Demirtaş’ın ‘iki dönem kuralıyla’ ilgili sözü yeterince tartışılmadı.Demirtaş seçimlere dair bir soruya ‘...önümüzdeki dönem parlamento grubu önemli ölçüde değişecek, iki dönem kuralı gereği birçoğumuz aday olmayacağız...’ cevabını verdi.HDP Tüzüğünün ‘Örgütlenme İlkeleri ve İç İşleyiş’i düzenleyen 3. maddesinde şu ifade var: ‘i) Bir üye aynı organa en fazla iki dönem üst üste seçilebilir. ’ Bu kural gereği 2015 seçimlerinde HDP’de radikal değişiklikler yaşanacak. Yeni dönemde ünlü isimler mecliste olmayacak.Ancak kuralın nasıl uygulanacağı soru işaretleri oluşturuyor. Çünkü DTP’nin kapatılması, BDP’nin HDP’ye katılması nedeniyle işler epey karışmış durumda. Açılıp-kapanmalar nedeniyle aynı partiden iki defa seçilmiş hiç kimse yok. Ancak bu prensip gereği Osman Baydemir, Diyarbakır Büyükşehir’e yeniden aday olamamıştı.Demirtaş değişiyor mu?İki dönem kuralı işletilirse Eşbaşkan Selahattin Demirtaş da değişmek durumunda. Yine İmralı heyetinde bulunan Pervin Buldan gibi önemli bir isim de dışarıda kalacak. Bu isimlerin yanında DTP’de eşbaşkanlık yapan Aysel Tuğluk, Emine Ayna ile HDP’de eşbaşkanlık yapan Sebahat Tuncel ve yine HDP vekili Hasip Kaplan gibi deneyimli isimler 2015’te olmayacak.Normalde bu listede Gültan Kışanak, Ahmet Türk, SırrSakık da vardı. Ancak bu isimler 30 Mart seçimlerinde belediye başkanlıklarına geçti. Muhtemelen 2015’te de merkezi siyasetle-yerel siyaset arasında tersine bir nöbet değişimi olacak.Yeni dönemde Kürt siyasetinde Leyla Zana, Hatip Dicle gibi deneyimli isimlerin ağırlığı artacak. Leyla Zana’nın Aralık 2014’te siyasi yasağı bitiyor. Zana, muhtemelen önümüzdeki günlerde HDP’ye katılabilir.Kritik görevdekiler ne olacak?Kural işletilirse HDP, 2015 seçimlerine yepyeni bir listeyle girecek. HDP’nin nasıl bir karakter kazanacağı önümüzdeki günlerde çokça tartışılacak. Öcalan’ın bu konuda nasıl bir yöntem izleyeceği merak ediliyor. Kritik görevlerde bulunan bazı isimler için kural esnetilecek mi, yoksa toptan uygulanacak mı? Bekleyip göreceğiz.İki dönem kuralı yanında Kürt siyasetini bekleyen başka bir sorun daha var. Bilindiği gibi HDP’nin yanında Demokratik Bölgeler Partisi var. Hangi parti, hangi bölgede seçime girecek? Çok aktörlü yapı nasıl örgütlenecek? Örgütlenme olsa dahi pratik nasıl işleyecek? Henüz bunlar bilinmiyor. Ayrıca eylemsizlik dönemiyle iyice ortaya çıkan ‘demokratik siyasete evrilme’ krizi sorunu nasıl aşılacak?İsim değişikliği mi siyaset değişikliği mi?1. HDP isimlere bağlı bir hareket değil, durum böyle olunca hareket çok fazla etkilenmeyecektir.2. DEHAP-DTP-BDP-HDP değişiminde olduğu gibi bu dönüşüm de başarıyla yürütülecektir.3. Yeni gelecek isimler partinin yönünü değiştirmese de politik karakterini değiştirecektir.4. Selahattin Demirtaş başta olmak üzere tecrübeli isimler meclis dışında kalacak.5. Yeni dönemde HDP siyasetinde Öcalan ve KCK’nın ağırlığı daha da artacak.6. Kadro değişimiyle aynı zamanda demokratik siyasete evrilmenin test sürüşü yapılacak.7. AKP’den sonra HDP’de siyasete yenilik getirmiş olacak. Böylece taban konsolide edilecek.8. KCK’dan cezaevinden çıkan isimlerin bir kısmı meclise gelecek.HDP’nin A takımı liste dışıİki dönem kuralı işletilirse 2015’te olmayacak isimler şöyle: 1. Selahattin Demirtaş (Hakkari Vekili, HDP Eşbaşkanı)2. Pervin Buldan (Iğdır Vekili, HDP Grup Başkanvekili)3. Aysel Tuğluk (Van vekili, DTP Eski Eşbaşkanı)4. Sebahat Tuncel (İstanbul vekili, HDP Eski Eşbaşkanı))5. Emine Ayna (Diyarbakır vekili, DTP Eski Eşbaşkanı)6. Ayla Akat Ata (Batman vekili)7. Hasip Kaplan (Şırnak vekili)8. Bengi Yıldız (Batman vekili)9. Özdal Uçer (Van vekili)10. İbrahim Binici (Urfa vekili)
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun iki gün süren Bağdat-Erbil ziyareti oldukça yoğun geçti. Geziden mutlu dönen Başbakan’ın yeni Irak hükümetini iki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinde fırsat olarak gördüğü anlaşılıyor. Dönüş yolunda sorularımızı yanıtlayan Davutoğlu, IŞİD’in Erbil kuşatması, Kürdistan Bölgesel Yönetim sınırları içindeki Türk Özel Kuvvetler’ine dair sorularımızı yanıtladı:‘Bizim hattımız’- Erbil ziyaretinin ana gündemi ne oldu?“Neçirvan Barzani’yle ekonomi konuştuk. Mesud Barzani ile baş başa bütün bu güvenlik ve IŞİD, PKK ve bölgedeki değişikleri analiz ettik. Güvenlik boyutunda bizim kadar Kuzey Irak’ta mevcudiyeti olan yok. Mesud Barzani’ye de söyledim, Kuzey Irak bizim için önemlidir. Musul, Kerkük, Erbil, Süleymaniye hattı bizim ulusal güvenlik hattımızdır. Burada olan her şey Türkiye’yi etkiler.”- Erbil seyahetiniz nasıl geçti?“Bütün Erbil sokakları Türk bayraklarıyla donatılmıştı. Neçirvan Barzani’ye bunu söyleyince ‘Efendim burayı işgal ettiniz’ dedi. Ben de ‘işgal değil reentegrasyon’ dedim (gülüyor). Biz Kuzey Irak’la olumlu bir politika izlemeseydik şu anda Türkiye Barzani’yle konuşamaz, adını anamazdı. Benim siyasette kalma nedenlerimden biri budur. 2007’de siyaseti bırakıp gidiyordum. Dağlıca’yla bu karardan vazgeçtim.”‘Peşmerge Türk askerine silah çekti’- Bu konuyu biraz açabilir misiniz?“28 Şubat 2008’de biz oraya askeri operasyon (Güneş Harekatı) yaparken ben özel bir misyonla buraya geldim. Kubad Talabini’nin ofisinin arkasında Neçirvan Barzani’yle gizlice görüştük. Ve Talabani’yi Türkiye’ye getirdik. Şimdi nerden nereye geldik. Bizim Bamerni’de üssümüz var. 2008’de operasyon sürerken bana bir haber geldi. O sırada da Şam’daydım. Dediler ki ‘Şu anda Türk askeriyle Peşmerge birbirine silah çekiyor...’ MGK yapılıyordu, Şam’dan MGK’ya not gönderdim. Başbakan’a ve Cumhurbaşkanı’na... Oralardan buralara geldik. Şimdi Kuzey Irak’ta olanlara kayıtsız kalamayız.”Türkiye IŞİD Erbil’i tehdit ettiğinide Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne destek olmadığınız şeklinde iddialar var.“IŞİD saldırdığı gece Neçirvan Barzani aradı, destek istedi. Biz o gece yardım gönderdik. Fakat biz o zaman bunu söylemedik. Malum konsolosluk görevililerimiz için çaba sarf ediyorduk. ‘Yardımı göndereceğiz ama bunu ilan etmeyeceksiniz’ dedik.”‘Tunceli’ye hediyem olacak’- Dersim ziyaretinin özel bir anlamı var mı?“Bunun politik bir anlamı var. Politik anlamı olan başka ziyaretlerim de olacak. Bizim bir şekilde kendisini toplumsal anlamda daha dışarıda demeyeyim ama mağdur hisseden hangi kesimler varsa hepsinde yeni bir toplumsal aidiyet oluşturacak bir vatandaşlık kavramı ve onun içinin doldurulması. Bunu anlatacağım. Ama Tunceli’ye bir hediyem de olacak. Hacıbektaş’a türbenin hücresiz olması gibi.”Oyumuz yüzde 51- Son dönemde anket yaptırdınız mı? Partinizin oy oranı nedir?“Gayet iyi durumdayız. Son yapılan ankettte oyumuz yüzde 50.7 yüzde 51 gibi sonuçlar çıkıyor.”
Başbakan Ahmet Davutoğlu ile Irak Başbakanı Haydar el Abadi’nin önceki günkü görüşmesi Türkiye ve Irak arasında başlayan yeni dönemin habercisi. Başbakan’ın Bağdat değerlendirmeleri şöyle: - HEPSİ ELİNİ TAŞIN ALTINA KOYMUŞ: Bağdat’a 17 farklı görüşme yaptık. Gayet iyi görüşmelerdi. Irak Başbakanı Abadi’yle görüşmemiz çok samimiydi. Ben 2003’ten beri gelir giderim. Eski Bağdat’tan farklı olarak iki şey gördüm. Bunu Abadi’ye de ifade ettim. İlk defa ortak tehdit algısıyla ortak bilinç oluşmuş. Bu olumlu bir şey, sorun hepsini ilgilendirdiği için Sünnisi, Şiisi Kürdüyle hepsi ortak tehdit algısına gelmişler. Son gördüğümde birlileri hakkında daha olumsuz konuşuyorlardı.İkincisi ve bence daha önemli olanı; Maliki son beş yılda herkesi süreç dışına itmişti. Şiilerin çoğu da Sünniler gibi Maliki tarafından etkisiz hale getirilmişti. Şimdi hepsi bir şekilde elini taşın altına koymuş. Irak siyasetinde ne kadar tanınmış aktör varsa hepsi bir şekilde (yeni) sürecin içinde varlar.Başbakanlık için adı geçen veya şu olur, bu olur denilenlerin hepsi şimdi bakan ya da Cumhurbaşkanı yardımcısı. Biz bunu hep yapmak istemiştik ama olmamıştı.- TÜRKİYE ÜÇÜNCÜ OPSİYON OLDU: Yani ulusal uzlaşı hükümeti nitelik kazanmış durumda. Bunda tabii bizim de katkımız oldu. Maliki’yle ilişkilerin bedelini hepsi gördükleri için hemen hepsinde Türkiye’yle ilişkileri rayına oturtma isteği var. Çünkü Türkiye bu kesim için eskiden de bir türbülansdan çıkış yoluydu. Amerika ve İran arasında Türkiye bir üçüncü opsiyon olarak her zaman etkili olmuş ve bir alternatif olarak görülmüştür.- ABADİ VİZYONER BİRİ: Yeni bir başlangıç tabii. Çok iyi de bir atmosfer var. Abadi’yle ilk defa görüştük, vizyoner birisi. Akşam ikinci kez görüştük. Sabah bana ‘Siz görüşün ben akşam sizin kanaatinizi almak için geleceğim demişti. Program bittikten sonra geldi ben ona izlenimlerimi aktardım. Diyaloga açık, Türkiye’yle ilişkilerde yeni bir başlangıç yapma da hazır. Yüksek Düzeyli İş birliği Konseyi Toplantısı’nı 24-25 Aralık’ta yapacağız. Bu da ilişkilere ivme katacak bir şey- ENERJİYİ NEREDEN BULURSAK ORADAN ALIRIZ: Çok açık konuştum petrol ve enerji meselesinde. Türkiye’nin Kuzey ile yaptığı anlaşmalar Bağdat’ta ciddi bir rahatsızlık doğuruyor tabi... Türkiye’nin de enerjiye ihtiyacı var, nereden bulursa oradan alır, siz anlaşırsanız herkesten çok biz seviniriz. Böylece iki kardeşi de kırmamış oluruz. Anlaşamadığınız için biz sabırla yıllarca bekledik sonra kestik. Başka yere satılacağına biz aldık. Ayrıca biz Basra’dan da petrol istiyoruz.İhtiyacımız var.- IŞİD MASKE HALİNİ ALDI: Basın toplantısında da söyledim. Kimse bizi suçlayamaz IŞİD konusunda. Tüm IŞİD lideri Irak’tan, Ebu Greyb’den çıkma. Kimse bunu inkar etmiyor. Çünkü bu bir vaka.Hatta birisi dedi ki ‘IŞİD Sünni bir örgüt...’ IŞİD Sünni bir örgüt felan değil. IŞİD herkesin bir şekilde kullandığı bir maske. Araç halini aldı. Bunun Şiisi, Sünnisi olmaz.- DAHA FAZLA ADEM-İ MERKEZİLEŞME GEREKİYOR: Görüşmelerimizde iki yolla Irak’ın korunabileceğini söyledim. 2003 yılında Amerikalılar konuşup tezkere konusunda pazarlık yaparken Irak federal olmasın, Irak’ın birliğini koruyun diye mücadele ettik. Irak’ın merkezi hükümetin gücünün Irak’ı bir arada tutacağını düşünüyorduk. Ama 2006’dan sonra bu fikrimiz değişti. Ve şimdi daha da değişti. Irak’ı bir arada tutmak için, decentralization (gücün yerel idareye dağıtılması) lazım. Daha fazla merkezileşme Irak’ı böler., Kürtleri, Sünnileri tutamaz. Irak’ı bir arada tutmak için iki şeyi paylaşmak lazım. Gücü ve kaynak-gelir paylaşımı olmadan Irak olmaz.Petrol değil, demokrasiŞimdi ki durum Irak için bir fırsat. Artık tabana vurmuş daha kötüye gitmesi zor. Halk büyük sıkıntı çekmiş. Bu kadar zengin bir ülke... Unu var, şekeri var artık helva yapılması gerekir. Helvayı yapacak aşçılar tartıştıklarından ortada helva yok. Bu sorunun çözülmesi lazım. Şartlar kolay değil. Güvenlik zaafı var. Irak’ın en büyük hazinesi petrol değil, Irak’ın en büyük hazinesi demokrasi ve insan kaynağı. Demokrasi olmayan dönemlerde bu insanlar heba edildi. İran-Irak savaşı yaşandı. Şimdi ilk defa yönetim demokrasiyle el değiştirdi. Bunu başardılar, bununla istikrarı sağlarlarsa gerisi zaten gelir.Musul’u Musullular korumalıUlusal ordu olmayan yerlerde, bir müddet sonra ordu tek bir tarafın ordusu haline geliyor. Suriye’de olduğu gibi... Ya orduyu yeniden yapılandırmanız lazım, ya da ordunun gücünü ordu dışında yerel otoritelere devretmeniz lazım. Yani Musullular anacak Musul’u, Anbar’ı Anbarlılar korur. Bu da ulusal muhafızlar üzerinden olur. Türkiye’den de güvenlik konusunda işbirliği talepleri var. Musul için bizim önemli teröre karşı gerekli desteği veririz.Hakan Fidan'ın olması çok doğalDavutoğlu, "Sayın MİT Müsteşarı Hakan Fidan ziyaretinizde size eşlik ediyor. Herhangi bir nedeni var mı?" sorusunu yanıtlarken şunları kaydetti: "Sayın Hakan Fidan'ın bana eşlik etmesi, son derece doğaldır. Güvenlik söz konusu olan her yerde istihbarat da en asli unsurdur. Bu çerçevede gerek Bağdat'ta gerek Erbil'de muhataplarla görüşmeler yapmıştır ve bunları da bize rapor etmiştir. Bundan sonra da bu tür temaslar devam edecek."Irak gezisinin verdiği mesajlar...1- Bu gezi Türkiye-Irak arasında Maliki parantezinin kapanıp yeni dönemin açıldığını gösteriyor2- IŞİD problemi birbirine mesafeli tarafları yakınlaştırıp, kaderdaşlık oluşturmuş.3- Son on yılda Bağdat tam bir açık cezaevi haline dönüşmüş ve şehir beton duvarlarla bölünmüş.4- Erbil’in yıldızı yükselirken Bölgesel yönetim Irak’ın en istikrarlı bölgesi haline geliyor.5- Seyahatin ana gündemini IŞİD, enerji ve güvenlik meselesi oluşturuyordu.6- Davutoğlu, bölgedeki aktörleri birebir tanıyor ve herkesle samimi bir hukuku var.7- Erbil gezisinin IŞİD’in şehri kuşatması sonrası yaşanan duygusal kırılmayı rehabilite amaçlıydı8- Davutoğlu, Bağdat ve Erbil’i aynı anda ziyaret ederek, Irak’ta denge politikası güttüğünü gösterdi.9- Türkiye, Suriye’de yaptığı hatadan dönüp Irak’la yeni dönemde realist bir politika belirlemeye çalışıyor.10- Türkiye, Irak-Kürdistan Bölgesel Yönetimi-ABD-İran arasında diyalog-dengeyi sağlayan yumuşak güç işlevi görüyor.
Bağdat...Başbakan Davutoğlu’nun uçağı puslu bir Ankara sabahında Esenboğa’dan havalandı. Yolculuk boyunca zihnimden bir zaman şeridi geçti. Düşündükçe hüzünlendim, hüzünlendikçe kederlendim. Sene 1980. Ortaokula yeni başlamıştım. Transistörlü radyodan Saddam Hüseyin’in, İran’a savaş ilan ettiğini dinledim. Çocukluğum, ajanslardan savaş haberi dinlemekle geçti.Pirus zaferiyle sonuçlanan savaş 1988’de bitti. Yıl 1990. Üniversitedeyim. Bu defa Saddam Hüseyin Kuveyt’i işgal etti. Önce Saddam’ın Kuveyt’ten çekilmesini isteyen ABD, Saddam buna yanaşmayınca 1991’in başında Irak’ı işgal etti. CNN’in canlı yayınladığı müdahalede savaşı izledim. ABD, Saddam ordusunu Kuveyt’ten çıkarıldı. Ancak Baba Bush tuhaf biçimde Saddam’ı koltuktan indirmedi.Sene 2003. hocayım. ABD, ikinci Irak savaşını başlattı. Bu defa kara birlikleri Bağdat’a girdi ve Saddam geride büyük bir trajedi bırakarak kaçtı. Son otuz beş yılda dünyanın gözü önünde Irak’ta büyük bir acı yaşandı. Bağdat’ın dili olsa da yaşadıklarını bize anlatabilse.35 yıldır savaşan ülke: IrakBir an geriye yaslanın ve düşünün. Otuz beş yıldır süren bir istikrarsızlık var. Ülkenizde taş üstünde taş kalmamış. Irak işte böyle bir yer. Acıların, gözyaşlarının ırmak olup aktığı coğrafyanın adı. Ne acıki Bağdat’ta hala savaş devam ediyor. ABD çekildikten sonra savaş bitmemiş. Şuan şehrin otuz kilometre dışında IŞİD denen çeteler bu defa kendi halkıyla savaşıyor.Havalanından itibaren sizi Bağdat’ta yüksek duvarlar karşılıyor. Şehir lego gibi duvarlarla parçalara bölünmüş. Bağdat’ın içinde tam 1700 kontrol noktası olduğunu söylersem problemi daha iyi anlayacaksınız. Sekiz milyonluk şehir tam bir açık cezaevine dönmüş durumda. Yeşil Bölge denen güvenli bölge dışında can güvenliği bulunmuyor.Petrol denizinin üzerinde oturan ülkede fakirlik, açlık ve ölüm kol geziyor. Dicle’nin hayat verdiği Bağdat tam bir viraneye dönmüş. Şehir ikinci dünya savaşı sonrasındaki Berlin’i andırıyor. Dicle’nin kenarında sıra sıra Saddam döneminde yapılan saraylar var. İşgal sırasında ABD askerlerinin kullandığı saraylar halen kamu binası olarak kullanılıyor.Savaşın sembol mekanı El Reşit OteliSabah’tan Mahmut Övür, Star’dan Ardan Zentürk, Habertürk’ten Özcan Tikit’le, El Reşit Otel’in lobisinde otururken aklım doksanlardaydı. Biran otelin çatısından canlı yayında savaşı anlatan televizyoncuları düşündüm. El Reşit Oteli, Saddam, Bush ve savaşla özdeşleşmişti. Wolfowitz otelde kalırken bir füze saldırısından son anda kurtulmuştu.Geçmişte Bağdat’ın en havalı otellerinden biri olan El Reşit, başta Amerikalılar olmak üzere Avrupalıların en sevdiği mekandı. Birinci Irak savaşında Saddam, otelin girişine seramikten Baba Bush’un resmini yaptırmıştı. Otele giren herkes fotoğrafa basarak giriyordu. İkinci Körfez savaşı sonunda Bağdat’a giren ABD askerleri oteli ele geçirdikten sonra ilk iş olarak o resmi sökmek oldu.Irak’ta yeni dönem başlıyorDavutoğlu’nun Bağdat ziyareti yeni bir işbirliği ve ortaklaşmayı haber veriyor. Masada pekçok konu olsa da ana gündem IŞİD. Görünen o ki Türkiye ile Irak arasında Maliki döneminde yaşanan fetret devri sona eriyor. Maliki’nin Irak’ı geride kalırken Irak, Türkiye ve Ortadoğu için yeni bir dönem başlıyor.Davutoğlu’nun Bağdat ziyareti kadar Erbil ziyaretinin sembolizminin altını çizmek lazım. Kıbrıs, Azerbaycan ziyaretleri bir tarafa bırakılırsa Davutoğlu’nun ilk ziyaretlerinden birini Bağdat ve Erbil’e yapmasının politik bir sembolizmi var. Türkiye çoklu akılla yaptığı yeni bir okuma ve yeni bir stratejiyle Ortadoğu’da makas değiştiriyor. Sonucun ne olacağını bekleyip göreceğiz...
Silah bırakma değil, geri çekilme! Çözüm sürecinde türbülansın aşılmasıyla yeni yol haritaları yayımlanmaya başladı. Herkes durduğu yere göre farklı liste yayımladı. Yol haritasının birincil önceliğinin ‘PKK’nın silah bırakması’ olduğu ileri sürüldü. Sanırım Ankara’nın gerçekleriyle söylenenler arasında fark var.Öncelikle gazete haberleriyle hükümet-HDP görüşmelerinin perde arkası tamamen farklı. Süreç başladığında da yazmıştım. Müzakerelerin ana fikrini karşılıklı adımlar, yani merdiven teorisi oluşturuyor. ‘Güven’ sürecin ana prensibini oluşturuyor. Ne yaşanırsa yaşansın masadan kalkmamak ve diyalogu sürdürmek amaçlanıyor.Devlet heyeti ve Öcalan, Demokratik Açılım ve Oslo süreçlerindeki tecrübeyle hareket ediyorlar. Beklentiyi yükseltmemek ve süreci sürdürülebilir kılmak temel hedeflerden biri. Sürecin sihirli sözcüğü silahsızlanma değil, eylemsizlik. Ankara’nın doksanlardaki temel konsepti ‘PKK silah bıraksın, devlet demokratikleşme adımlarını atar’ teziydi. Bu yaklaşım doğal olarak savaşı tek yol haline getiriyordu.Birincil hedef eylemsizlikZaman içinde bu görüş terk edildi. Bugün Ankara’da böyle bir yaklaşım yok. Bunun yerine ‘KCK ne yaparsa yapsın, süreç devam eder’ noktasında duruyor. Bu bir taktik söylem değil ana strateji olarak benimsenmiş durumda. Bu süreci diğer arayışlarından ayıran bir diğer husus da herkesin sürece daha fazla inanması. PKK’nın ‘Devrimci Halk Savaşı’ konsepti taraflara olmazı gösterip, olura ikna hamlesiydi. Bu başarıldı ve yeniden masaya oturuldu.Tarafların üzerinde anlaştığı ana husus eylemsizliğin devam etmesi. Eylemsizlik devam ederse taleplerin kendiliğinden karşılanacağı biliniyor. Bu noktada dayatmacı bir tavır değil, ortaklaşmayı önceleyen bir yaklaşım var. PKK’nın silah bırakması tabii ki isteniyor. Ancak bu ‘olmazsa olmaz bir önşart’ değil. Böyle bir hedef gerçekçi, rayonel ve sürdürülebilir olmadığı biliniyor. Süreç ilerlediğinde ve gerekli düzenlemeler yapıldığında bu kendiliğinden sağlanacak. Ancak bunun zamanını Fidan da, Öcalan da bilmiyor. Ortadoğu’da yaşanan alt üst oluşa bakılırsa bu epey zaman alacak.‘Önce PKK silah bıraksın sonra devlet adım atsın!'Peki silah bırakma yoksa süreç neden yürütülüyor denebilir? Bu bir anlamda zincirin halkaları gibi adım adım ilerleyen bir ‘check list’. Sürecin kısa vadeli hedefi eylemsizliğin oluşturduğu pozitif iklimin devam etmesi. Pozitif atmosfer, toplumsal farkındalığı artıracak bir işlev görüyor. Toplumsal destek, sürecin direncini artırıyor. Direncin artmasıyla güven pekişmiş oluyor.İşte bu güvenin sağlanması beraberinde PKK’nın ülkeden çekilmesini gündeme getirecek. Ancak daha önce söylendiği gibi Ankara’nın önceliği ‘PKK’nın hemen silah bırakması değil, önce yurt dışına çekilmesi.’ Tam bu noktada büyük bir dezenformasyon yaşanıyor. Bazı yayın organlarında ‘Hükümetin amacının çözüm değil oyalama’ olduğu ileri sürülürken buna karşısında yer alanlarda ‘PKK’nın silah bırakması’ konusu ısrarla gündeme getiriliyor.Gerçeklikten kopuk bu tür değerlendirmeler süreci enfekte edip yıkıcı bir etki yaratıyor. Güven artırıcı adımlar atılıp, tafarlar takvime sadık kaldıklarında PKK’nın silahı tamamen bırakması değil, ülkeyi terk etmesi gündeme gelecek. Geri çekilmenin başlayabilmesi için bugün takvim dahi uygun değil. Ancak bahara kadar gerekli düzenlemeler yapılır, örgüt geri çekilme konusunda psikolojik olarak hazırlanırsa bu kısa sürede gerçekleşir. Nasıl ki dün ‘PKK silah bıraksın, devlet adım atar’ tezi yanlış ve eksik bir yaklaşımdı. Bugün de sürecin birincil amacı ‘PKK’nın silahsızlandırılmasıdır’ demek sonuçları itibarıyla aynı stratejiye hizmet eder. Zaten böyle bir önşart olsaydı süreç bu noktaya gelemezdi.
Velev ki hükümet, Alevi açılımını CHP’yi destabilize etmek için yapıyor. Komplocu bir yorumla hükümetin amacı sorunu çözmek değil, CHP’yi parçalamak. CHP’lilerin dediği gibi Alevi meselesinin kaldıraç gibi kullanılıp toplumsal bir polarizasyon yaratılmak isteniyor. Velev ki CHP’nin ileri sürdüğü tüm varsayımlar doğru!Sonuçta problem ortadan kalkıyor mu? Kategorik bir redle problem yok mu oluyor. Dersim olayı yaşandı mı, yaşanmadı mı? AKP’nin yaklaşımları bir yana CHP buna ne diyor? Meseleyi nasıl okuyor ve bunu politik dile nasıl tercüme ediyor? Asıl sorun burada.Mesele Dersim değil!CHP ve Kılıçdaroğlu’nun göremediği mesele şudur: Aslında Dersim tartışması parti ve Kılıçdaroğlu için bir turnusola dönmüş durumda. Yani mesele Dersim değil, Kılıçdaroğlu’nun CHP’yi Dersim’le yüzleştirmesidir. Sadece bu da değil. CHP’nin ‘tek parti dönemi pratikleriyle’ hesaplaşmasıdır. Başka bir ifadeyle partinin yaşadığı ‘kimlik krizine’ cevap bulmak gerekiyor.12 Eylül darbesi olmasaydı galiba Ecevit bu krizi çözecekti. Ülkede yaşanan politizasyon ve hızlanan modernleşme CHP’yi sosyal demokrat bir parti haline getirecekti. Ancak Kenan Evren’in ‘gerici darbesi’ bu umudu boğdu.Soğuk savaşın sona ermesi yeni bir umut doğurdu ancak doksanlarda ülkenin içine girdiği parantez buna izin vermedi. CHP tek parti döneminden kopacağı yerde ‘yeni Kemalizm’ paradigmasını yeniden üretti.CHP kimin partisi olacak?Dersim, Alevilik, Kürt sorunu üzerinden yürütülen tartışmanın esası bu sorunların kendisi değil. Asıl sorun CHP kimin partisi olacak? Daha da önemlisi nasıl bir parti olacak? CHP tek parti pratiklerini kategorik olar reddetmeyen ‘devlet partisi mi’ olacak. Yoksa tarihiyle yüzleşip buradan yeni bir sinerji yaratarak ‘halkın partisi mi’ olacak.Son tahlilde yapılan tartışma CHP’nin yönüyle ilgilidir. CHP, sosyolojik/ekonomik/politik değişimi okuyup altı oku yeniden yorumlayabilecek mi? Yoksa ortodoks kanadın itirazlarına boyun mu eğecek. Bu tartışma sadece parti içi bir tatışma değil aynı zamanda iktidar alternatifi olma meselesidir.Kılıçdaroğlu'nun Dersim imtihanı...Dersim tartışması haddizatında CHP’yi siyaset yapmaya bir davettir. Kürt sorunun da da benzer bir durum var. Partinin yapısal sorunlar karşısındaki siyasetsizliği, krizi daha da derinleştiriyor. Fakat bu kriz aynı zamanda partiye büyük bir kapı da açıyor.Kılıçdaroğlu, Dersim tartışmasından ne kadar kaçsa da politik sonuçlarından kaçamayacak. Bu tartışmalar CHP’ye paradigmatik sıçrama yaptıracak çıkış yolu olarak da yorumlanabilir. Kim ne söylerse söylesin, ‘yeni CHP’nin yolunun Dersim’den geçtiğini unutmamak gerekiyor. Kılıçdaroğlu, risk alıp ulusalcı bloğun karşı darbe yapmasına izin vermeden karar verirse ‘Gordion’un düğümünü’ kesecek aksi takdirde koltuğunu devretmek durumunda kalacak. Muhafazakar bir tutumla sorunu zamana yayarak çözmek yönetmek isteyen Kılıçdaroğlu için aslında çıkış yolu belli.Kılıçdaroğlu’nun önünde iki yol var. Birincisi yıkılmış vesayetin kısık sesi veya bekçisi olmak. İkincisi ise yeni toplumsal sözleşme önererek özgürlüklerin gür sesi olmak. Mesele budur.
2002’de başlayan kriz 2003’e daha da derinleşmişti. En son 27 Kasım 2002’de PKK’nın kuruluş yıl dönümünde avukatlarıyla görüşen Öcalan on dört haftalık tecride alındı. PKK ‘tecride hayır’ kampanyası başlattı. Ülkede gerilim yükselmiş ve sokak eylemleri başlamıştı. Ailesi, avukatları dahil hiçkimse Öcalan’ın yaşayıp yaşamadığını dahi bilmiyordu.Devlet sertleşiyor. Öcalan tavır belirlemeye çalışıyordu. Bu arada 1 Mart Tezkeresi mecliste reddedildi. ABD’le ilişkilerde büyük bir kırılma yaşandı. Dışarda savaş yaklaşırken Tayyip Erdoğan, ara seçimde Siirt’ten milletvelili seçildi. 14 Mart 2003’te Başbakan oldu. Erdoğan, hükümeti kurar kurmaz ABD’le yaşanan sorunu çözmek için adım attı.Ülkede tam bir belirsizlik hakimdi. ABD Irak’a girerken Kürt sorunununda yeni bir sayfa açılıyordu. Olayların seyri Kürtleri ABD’nin doğal müttefiki haline getiriyordu. PanKürdist çevreler ABD’le ilişkilerin geliştirilmesini ve yeni durumdan faydalanılmasını gerektiğini ifade ediyorlardı.Böylesine belirsiz ve karmaşık atmosferde üç buçuk ay sonra Öcalan’la görüşme oldu. Öcalan 26 Mart ve 9 Nisan 2003 görüşmelerinde avukatlara şunu söyledi: (Cengiz Kapmaz, Öcalan’ın İmralı Günleri, s.219)‘Türkler’de Kürtler de ABD’den bekliyor. Gözlerini dört açmış, hem Kürtler, hem Türkiye ABD bize ne verir diye. ABD size ne verecek salaklar! Kanınızı döker, karnızını birbirine bağlar, sömürür. Bir verir on alır. Demokrasiyi geliştireceksin, ABD’le ölçülü ilişkiye gireceksin. Ortadoğu’da Kürdistan sorunun önünde iki yol var. Birincisi milliyetçi çıkmaz yol, Kuzey Irak’da bu deneniyor. Sadece orada değil, birçok eski sağ ve sol çizgi bunu temsil ediyor. Fakat sonuç çıkmazdır. Diğeri demokratik çıkış ve çözüm yoludur. Hedef devlet kurmak değildir. Genelde Kürdistan’ın dahil olduğu ülkelerde demokratik çözümü isteyen bir çizgidir. ’Öcalan, ABD-Kürt yakınlaşmasına itiraz ediyor ve çözümü başka yerde arıyordu. Öcalan, PKK’ya da fırsatçılıktan uzak durmasını ve Türkiye’nin ABD’yle yaşadığı krize bakıp Türkiye ile ilişkilerini bozmaması konusunda uyarıyordu. Öcalan 26 Mart’ta yapılan avukat görüşmesinde ‘...Fırsattan istifade edip gerilla savaşı başlatmayacağız. Ancak demokratik örgütlenmemizi kimse engelleyemez. PKK, ABD’den de, Saddam’da uzak durmalıdır’ diyordu. 2003’ten günümüze geldiğimizde benzer bir durumun olduğunu görüyoruz. ABD’nin Kobani’de PYD güçlerine yardım etmesi. Obama’nın ‘Kobani bizim için önemlidir’ sözü ve son olarak Cemil Bayık’ın ‘...ABD üçüncü göz olabilir’ demeci ‘ABD yeni dönemde Kürtlerle farklı bir ittifaka mı yöneliyor?’ sorusunu akıllara getiriyor.Eski sorulara yeni cevaplar...Peki tamam da Öcalan bu soruya şimdi ne cevap veriyor. Öcalan meselelere ve Ortadoğuya ‘tarihselçi şablonla’ bakar. Onun için aktörler, zaman, konjonktür değişse de probleme bakışı değişmez. Öcalan, 2003’ten farklı olarak ABD’ye kısmen daha yumuşak yaklaşıyor. Ancak çözümü ABD’de değil, Türklerle-Kürtlerin stratejik ittifakında görüyor. ABD-Kürt ittifakı Bayık’ın çözümlemesinde olduğu gibi PKK için yeni bir kapı mı açıyor. Aslında bu mesele daha önce iki defa gündeme geldi. Birinci ve Irak savaşında benzer tartışmalar yoğun biçimde yapıldı. Bayık, Ankara’yı Öcalan planına ikna etmek ve süreci hızlandırmak için taktik bir hamle olarak ABD kartını oynuyor.Akdoğan: İzin vermeyizBayık’ın Kobani’den sonra Afrin’e yönelik gelişmelerin de süreci bitirebileceğine yönelik çıkışı, süreçte gelinen noktanın ruhuna uymuyor. Bu konuyu Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’la konuştuk. Akdoğan, PKK’nın Suriye’nin kuzeyinde oluşturmak istedikleri kantonlarla ilişkili gibi gördükleri Türkiye içindeki kimi mahallelere yönelik direniş çağrılarına karşı sert bir uyarıda bulundu, “Lego oyunu oynadıklarını sanıyorlar, vatan topraklarında ameliyata izin vermeyiz” dedi.Bayık’ın sert sözlerinin içinde ABD’ye atıf yapan ifadelerde bulunması ‘ABD, Türkiye karşıtı bir işbirliğinin içinde yer alır mı ’ sorusunu akıllara getiriyor. Başbakan Yardımcısı Akdoğan, ‘ABD’nin Türkiye’nin istikrarsızlaşmasını kesinlikle arzu etmeyeceğini ’ ve böyle bir iddianın gerçekçi olmadığını düşünüyor. Akdoğan ‘Türkiye ABD’nin bölgede ayakta kalan ve hardpower ile softpower’ı birlikte kullanarak etkili olabilen tek müttefiki. ABD’nin çözüm sürecine olumlu baktığına şüphe yok ’. ifadesini kullanıyor. Akdoğan’a göre süreci sabote etmeye çalışanlar, ‘hükümetin seçim öncesi yıpranmasını isteyen ve süreci provoke eden farklı mahfiller’...