Bugün yaşananları anlayabilmek için 15 yıl geriye gitmek gerekiyor. Aksi takdirde kısır döngüden çıkamayız. ‘28 Şubat bin yıl sürecek’ denilen günlerde zamanlaması manidar gelişmeler oldu. Bu olaylara siz tesadüf de diyebilirsiniz. Ancak her tecrübeli Türkiye vatandaşı baktığında ‘vay be’ diyecektir. Bakın 1999 kışında neler yaşanmış...
- 15 Şubat 1999 Abdullah Öcalan Türkiye’ye getirildi.
- 22 Mart 1999 Fethullah Gülen ABD’ye gitti .
- 26 Mart 1999 Tayyip Erdoğan Pınarhisar cezaevine girdi.
Türkiye ilginç bir paranteze sokuluyordu. Bu kadar tesadüfün üst üste gelmesi ancak filmlerde olabilirdi. Bir de ülkemizde yaşanabilirdi. Öcalan’ın ABD tarafından Türkiye’ye verilmesini dönemin Başbakanı Bülent Ecevit “Öcalan’ı neden verdiler anlamadım” demişti. Öcalan’ın ülkeye getirilmesi Bülent Ecevit’e seçim kazandırıp başbakan yaptı. Fakat aynı dönemde ilginç bir gelişme daha oldu. Öcalan’ı Kenya’dan alıp Ecevit’e teslim eden ABD bunun karşılığında Gülen’i istedi.
Öcalan-Gülen takası mı yapıldı?
Sonuçları üzerinden bir okuma yapıldığında ABD’nin Öcalan’la Gülen’i takas ettiği görülüyor. Öcalan’ın teslim edilmesinden yaklaşık bir ay sonra Fethullah Gülen istihbarat oyunlarıyla korkutuldu ve ABD’ye gitmesi sağlandı. Gülen’in neden başka bir ülke değil de ABD’yi tercih ettiği üzerinde dikkatlice düşünmek gerekiyor.
Gülen’in ülkeden ayrılmasından dört gün sonra başka bir gelişme daha oldu. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı okuduğu şiir yüzünden Pınarhisar cezaevine girdi. Sanki bir görünmez el ülkeyi yeniden dizayn ediyordu. Bu dizayn ilk meyvesini 18 Nisan 1999 seçimlerinde verdi. DSP birinci parti oldu ve hükümeti kurma görevini aldı.
Ecevit başbakanlık görevini aldı ama ortada hala cevaplanmayan sorular var. Gülen’in bizzat şahsına dua ettiği Ecevit, Gülen’in ABD’ye gitmesi konusunda hiçbir açıklamada bulunmadı. Öcalan’ı teslim eden ABD, acaba Gülen’i neden kabul etti. Amacı neydi? Bilmiyoruz. Ancak bazı akıl yürütmelerde bulunabiliyoruz.
1999 komplosu aydınlanır mı?
İşte önceki gün yaşanan olayları doğru analiz edebilmek için 1999 Şubat soğuğunun aydınlanması gerekiyor. Aksi halde yapılan tüm yorumlar eksik kalacaktır. Türkiye’nin iktidarı ve muhalefetiyle ağaca değil, ormana bakması gerekiyor. Ülkede iktidar değişikliklerine neden olan bu olayların arka planında kim var ve bu güçlerin amacı ne?
Meseleye Gülen-Erdoğan ilişkisi üzerinden bakanlara ise şu hatırlatmada bulunmak isterim. Aslında bu ilişkinin gizemi Erdoğan’ın şu cümlesinde saklı ‘Ne istediler de vermedik.’ Gerçekten de Gülen, Erdoğan’dan ne istedi. Erdoğan bu talebe neden olumsuz cevap verdi ve ‘kazan-kazan koalisyonu’ niçin bozuldu?
Son tahlilde politik bir parti gibi davranmak isteyen ve iktidara talip olan bir ‘dini/sivil hareket’ var. Sorun tam da bu noktada ortaya çıkıyor. Bir gönüllüler hareketi neden bu kadar mülki idarede, yargıda, emniyette, askeriyede örgütlenir. Amacı ne olabilir? Kendilerine rakip olarak gördükleri yapıları neden tek tek tasfiye etmek isterler. Önce bu sorulara cevap verin, sonra 14 Aralık operasyonunu konuşalım...
Gülen hareketinin sadece Ahmet Şık’tan değil, Hanefi Avcı, Türkan Saylan, Soner Yalçın, Kuddusi Özkır, Nedim Şener, Tuncay Özkan ve ismini burada sayamayacağımız sayıda insandan ‘haklarını helal etmelerini’ istemeleri lazım. Özellikle de hayatlarını ve geleceklerini çaldıkları askerlerden. Gülen hareketinin isimlerle sınırlı bir özür değil, topyekün bir özeleştiri vermesi gerekiyor.