Kürt siyasi hareketinin önemli isimlerinden biri ‘Hükümetin hemen bugün Kürtçe eğitime geçmesini beklemiyoruz. Bizim talebimiz anadilde eğitime geçiş konusunda somut bir teklif getirmeleri. Takvim beş yılı da kapsayabilir, on yıla da uzayabilir ancak bu meselenin yasal taahhüt altına alınmasını istiyoruz’ demişti.Bu diyalog aslında fazla söze gerek bırakmıyor. Konuşmama, diyalog kuramama, kendi gündeminin esiri olma ülkenin tansiyonunu yükseltiyor. Son üç günde yaşananlar meselenin politik bir sorun olmaktan çok yönetsel olduğunu gösteriyor. Problemin yönetilmesinde yapılan yanlışlar meselenin kendisinden daha büyük sorunlara yol açıyor.Hükümet karşı mı?Kürtçe eğitim konusunu Türkiye çoktan aştı. Anadilde eğitim meselesi politik bir konu değil, insani ve vicdani bir meseledir. Bırakın AK Parti’yi ana muhalefet partisi CHP dahi bu konuda rafine görüşlere sahip. Yirmi dört yıl önce hazırlanan SHP raporunda şu ifadeler yer alıyor:“Hiç kuşku yok ki Türkçe, Türkiye cumhuriyetinin resmi dili olacak ve eğitim dili olarak kullanılacaktır. Ayrıca Türkçenin tüm yurttaşlara öğretilmesi için gerekli önlemler alınacak ve uygulanacaktır. Anadil yasağıyla ilgili her türlü yasal düzenleme yürürlükten kaldırılacak, yurttaşların anadillerini serbestçe konuşabilmeleri, yazabilmeleri, öğretebilmeleri, bu dillerde değişik kültürel etkinliklerde bulunabilmeleri güvence altına alıanacktır.” Mesele açık biçimde anlatılmamış mı?AK Parti’nin 30 Eylül 2012 Büyük Kongresi’nde açıklanan 63 maddelik siyasi hedefler bildirgesinde ise şu cümleler dikkat çekiyor: “Anadilde kamu hizmetlerine erişim sağlanacaktır. Kamu hizmetlerinden yararlanmada her türlü etnik ayrımcılığa son verilecektir.” Erdoğan’ın vizyon belgesinde ve hükümet programında sıralanan ilkelere bakıldığında da bir sorun görünmüyor.Sorun nereden kaynaklanıyor?Yaşanan sorunu daha iyi anlayabilmek için 2004 yılında hazırlanan yasaya bakmak lazım. Cumhurbaşkanı A.N.Sezer, Kamu Yönetimi Temel Kanununu (KYTK) veto etmemiş olsaydı bugün Kürtçe eğitim tartışmaları büyük ölçüde çözülmüş olacaktı. Hükümetin acil eylem planı doğrultusunda hazırladığı yasa eğitim hizmetlerini yerel yönetimlere devrediyordu.Ancak o günkü koşullarda bu gerçekleşmedi. Hükümet bu yasayı daha sonra Meclis’e getirmedi. Şimdi okullar açılırken geleneksel tartışmamızı yeniden yapıyoruz. PKK halkı boykota çağırıyor ve bazı okulları yakıyor.Özgürlükler devleti güçlendirirDün Sezer veto etmişti ve sorun çözülememişti. Bugün hükümetin önünde bir mani yok. Müzakere yasası da çıktı. Bundan sonra proaktif bir stratejiyle hareket etmesi lazım. Kürtçe eğitim konusunda Doç. Dr. Vahap Coşkun öncülüğünde hazırlanan DİSA’nın Dil Yarası isimli çalışmasına yeniden bakmakta fayda var. http://disa.org.tr/pdf_media/Dil_Yarasi.pdfPeki Kürtçe eğitim ülkeyi böler mi? Bu soruya doksan yıllık pratiğe bakarak cevap verilebilir. Yasaklamalar, sorunları çözmek yerine daha da büyümesine neden oldu. Bir kere daha söylemekte fayda var. Kürtçe eğitim ülkeyi bölmez. Fakat Kürtçe eğitimin yasaklanması ülkeyi bölebilir.Sorun hangi dilde eğitim yapıldığı değil, çocuklara ne öğretildiğidir. Hatırlatmakta fayda var ‘yasaklar ayrılıkçılığı, özgürlükler devleti güçlendirir...’
“Artık devlet değişti. Eski inkar zihniyetini terk etti” diyen Dicle, bölünme kaygılarına karşı ‘Milli geliri 10 bin dolarlık ülkeden ayrılıp 1000 dolar olacak bir ülke”nin tercih edilmeyeceğini ifade etti...Hatip Dicle, 14 yıl cezaevinde yattı. 1991’de HEP’ten Diyarbakır milletvekili seçildi, DEP Genel Başkanlığı yaptı. Kamuoyu kendisini o dönemdeki sert demeçleriyle hatırlıyor. Öcalan çizgisindeki siyasetiyle biliniyor. 2011’de Diyarbakır milletvekili seçildi ama seçim kurulu mazbatasını vermedi. Çeyrek asır sonra Dicle, bilge bir insan olarak ortaya çıktı. Geçen hafta yapılan Demokratik Toplum Kongresi’nde eşbaşkan seçilen Dicle, sorularımızı yanıtladı.- Sizce çözüm süreci nasıl işliyor, gidişatta bir sorun var mı?Gelinen noktayı analiz ettiğimizde ümitvarız. 1984’ten bu yana süren kanlı dönem iki yıldır süren diyalogdan sonra kanı durduran bir süreç yaşanıyor. Bu sürecin müzakerelere ulaşmasını ve kalıcı barışla noktalanmasını istiyoruz.- Peki gelişmeler istediğiniz yönde mi?Hükümetin ve sayın Öcalan’ın açıklamalarına bakıldığında süreçte bir sorun yok.- Geçmişle mukayese ettiğinizde süreci nasıl görüyorsunuz?Arada çok büyük farklar var. Devlet ve PKK arasında şiddetin çözüm olamayacağına ve PKK’nin kurulduğu dönemdeki politik hedeflerinin gerçekleşmeyeceğine dair bir kabul var. O dönemde rahmetli Özal önce bizimle ciddi ciddi savaştı. Mesela koruculuk, OHAL, özel timlerin kurulması Özal dönemi pratikleridir.Özal ve federasyon!- Peki sonra ne oldu Özal’da, ne değişti?Sonunda Ortadoğu’da yaşananları gördü. Birinci Körfez savaşının yarattığı türbülansı fark etti. SSCB’nin dağılması önemli değişikliklere yol açtı. Bu gelişmeler Özal’a şiddet uygulamalarıyla Kürt sorununun çözülemeyeceğini gösterdi.Sonra yeni yollar aramaya başladı. İlk defa Güney Kürdistan liderleriyle bir süreç başlattı.- Özal’ın Barzani ve Talabani’yle görüşüp bir federasyon istediği söyleniyor bu doğru mu?Özal rahmetli oldu ve kapalı kapılar ardında ne konuşulduğunu bilmiyoruz. Ancak sayın Talabani’nin bize ilettiği anekdotlar var. Talabani ‘O günlerde Kürdistan yerel parlamentosu kurulmuştu. Yerel meclis karar alıp biz Türkiye ile federasyon temelinde bir birleşme görüşmeleri yapabiliriz’ kararımızı Özal’a ilettik demişti.- Özal bu teklife ne cevap vermiş?Doğrusu, Özal’ın bu konuda bize bir açıklaması olmadı. Ancak rahmetli Özal’ın kamuoyu önünde konuşmaları ve bazı politikaları var. Benim kişisel kanaatim Özal’ın federasyon fikrine sıcak baktığı yönündedir.‘Özal bana söyledi’- Peki günümüze geldiğimizde açılım sürecinde son durum nedir?Devletin ve PKK’nin hedefleri değişti. Devlet o dönemde ‘biz bunları bastırırız. Nasıl ki 28 isyan bastırıldı. 29. PKK isyanı da bastırılır’ diyordu.PKK’nin hedefi neydi?PKK’nin programına bakıldığında ‘PKK bağımsız birleşik Kürdistanı’ hedefliyordu. İki taraf da hedeflerine varacaklarını düşünüyordu. Savaş 1984’te başladı. Hızla büyüdü. Öcalan sonraki değerlendirmelerinde ve savunmalarında bir analiz yapıyor. ‘Aslında biz Özal’ı çok iyi değerlendiremedik. PKK devletteki bu dönüşümü okuyamadı’ diyor.- Özal’ın başlattığı süreçte tam ne yaşandı? 1993’te biz, Mam Celal (Talabani) ve bazı gazeteciler devredeydi. Öcalan ‘Özal’ı zor durumda bırakmamalıyız. Elini güçlendirmeliyiz’ diyordu. Özal ise ‘Öcalan’ın tüm yaptıkları yanlış değil. Ancak silahla bu iş çözülmez. Gidin ona söyleyin silahları sustursun, biz ondan sonra devlet olarak kesin adım atacağız’ tezini savunuyordu.- Özal bunu size mi söyledi?Evet bizzat bana söyledi. ‘Öcalan’a benden selam söyleyin. Ona deyin ki bizim süreli ateşkeslere değil süresiz bir ateşkes dönemine ihtiyacımız var. Silahların konuştuğu bir ortamda biz bu talepleri karşılayamayız.’Özal’ın generalleri!- Peki sonra ne oldu? Ateskeş 16 Nisan’da bitiyordu. O dönemde Özal, HEP’li milletvekilleriyle çok sık görüşürdü. Özal diyordu ki ‘Dinlendiğimi biliyorum. Kefenim her zaman yanımda. Kimseden korkmuyorum. Ama Süleyman Bey iki defa darbe gördüğü için korkuyor. Ben bazı generalleri ikna ettim. Bazılarıyla da konuşup anlatıyorum. Eğer devleti ikna edemezsem Cumhurbaşkanlığı’ndan istifa edip, yeni parti kuracağım’ diyordu.- Özal’ın ikna ettiği generaller kimdi?Özal bu generallarden bize bahsetmedi. Ancak bizim dolaylı olarak öğrendiğimiz uçak kazasında öldürülen Eşref Bitlis olduğu yönünde.- Sizce Özal’ın ölümüyle Öcalan’la yürütülen görüşmeler arasında ilişki var mı?Özal 17 Nisan’da vefat etti. Biz o gün Şam’daydık. Basın toplantısı bitmiş ve süresiz ateşkes ilan edilmişti. Akşam İstanbul’a döneceğiz. Mam Celal bizi yemeğe davet etti. Sayın Talabani ‘Çok kötü bir haberim var. Özal vefat etmiş. Özal’ın ölümü bu işin bittiğini gösteriyor. Bu proje artık yürümez’ dedi.- Öcalan Özal’ın ölümüne ne dedi?Biz Sayın Öcalan’ın düşüncelerini de alalım dedik ve onunla yeniden görüştük. Öcalan bize gidip Semra Hanıma ve çocuklarına taziyelerimi iletin dedikten sonra ‘Bu bir Türk Devlet geleneğidir. Başarısız olanın başını alırlar. Başaramayanın devlet tarafından imha edilir. Öyle anlaşılıyor ki Özal öldürüldü. Özal’a MGK’da PKK’yı yok etme görevi verilmişti. Özal bunu yapılamayacağını anlayınca Öcalan’la görüşmelere başladı. Bunu kabullenemediler ve Özal’ı öldürdüler.’- Sizce Özal eceliyle mi öldü, öldürüldü mü?Biz Özal’ın öldürüldüğünü düşünüyoruz. Geçmişte Korkut Özal bizi cezaevinde ziyaret etti. Çok duygusal bir ortamdı. Biz Özal’dan bahsedince çok duygulandı ve ağladı. Korkut Özal bize ‘ben sizi burada görünce utanıyorum’ dedi.Misak-ı Milli fikriDicle, Abdullah Öcalan’ın “Misak-ı Milli’yi dünyanın yeni koşullarına ve Kürtlerin yeni durumuna göre güncelleştirmeliyiz” sözlerine dikkat çekti.- Peki sizce bugün böyle bir federasyon ihtimali var mı? Öcalan’ın bu yönde açıklamaları varGerek ABD ve gerekse AB’nin yaklaşımı ‘ülkelerin toprak bütünlüğünün korunması’ yönündedir. Bugünkü Ortadoğu tablosunda yeni bağımsız devletlerin kurulması, yeni sorunlar doğuracaktır. Maliki ve Güney Kürdistan yönetimi arasında çıkan tartışmada büyük güçler ‘Irak’ın bütünlüğünü savunan bir tavrımız var, Kürt dostlarımızın da buna uymalarını bekliyoruz’ şeklinde bir yaklaşımları var. - Bunu biraz açar mısınız?Bu konuda sadece Türklerin ve Kürtlerin niyeti artık yetmeyecek. Ancak sayın Öcalan ‘Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda kabul edilen Misak-ı Milli’yi dünyanın yeni koşullarına ve Kürtlerin yeni durumuna göre güncelleştirmeliyiz’ diyor.- Erdoğan’ın ‘Vizyon belgesi’nde söz ettiği 1920 ruhu benzer bir anlama mı geliyor?Birinci meclisin ruhu konusunda bir ortaklaşma olduğu kesindir. Biliyorsunuz 1921 Anayasası’nda Türklerle Kürtler arasında bir birliktelik var. Öcalan da, Erdoğan da buna vurgu yapıyor. Bugünkü Güney Kürdistan ve Rojava bölgesi Osmanlı Kürdistan bölgesi içindeydi. Misak-ı Milli, Türklerin ve Kürtlerin ortak yaşadıkları coğrafya olarak tanımlanmıştı. Musul ve Kerkük için Lozan’da tartışmalar çıktı. 1926’da koparıldı. Meclis’te büyük tepkilere yol açtı. Kürt milletvekilleri sert biçimde karşı çıktılar. Mustafa Kemal de buna karşı çıkıyordu. Ancak reel koşulları çok iyi değerlendiren politik usta olduğu için İngiltere ile bir savaşı yorgun Türkiye’nin göze alamayacağını söylüyor. ‘Türk halkına hiçbir küskünlüğüm yok’- Siz 15 yıl cezaevinde yattınız? Geçen zamanları nasıl görüyorsunuz. Küskünlüğünüz var mı?Türk halkına hiçbir küskünlüğüm yok. Biz Türkiye toplumuyla devleti ayıran bir yapıdayız. Türkiye toplumu belli ölçülerde resmi ideolojinin etkisinde kalmış ama ana düşünce olarak Kürtleri kendi dindaşları, kardeşleri bir halk olarak görüyor. Bunun yanında 30 yıllık savaş döneminde bile Kürt halkında aşırı milliyetçi bir duygu gelişmedi. Zaten öyle olsaydı Bosna gibi iki halkın bir arada yaşaması mümkün olmazdı. Dolayısıyla bizim mücadelemiz devletin inkar politikalarına karşıdır. - Şimdi devlet değişti mi?Evet artık devlet değişti. Eski inkar zihniyetini terk etti. - Neden değişti peki?Devlet, Kürt sorununu nasıl çözemeyeceğini anladı. Ancak nasıl çözüleceğine dair bir projesi yoktu. AK Parti’yle birlikte bu projeler somutlaştı. ‘Davutoğlu önemli ölçüde rahatlattı’- Peki bir finalden bahsediliyor, size göre son durum nedir?Müzakere yasası önemli ve tarihi bir adım. Süreci ilerletme konusunda hükümette bir irade görüyoruz. 1 Ekim’den itibaren Ocak ayına kadar önemli bazı siyasi hamlelerin yapılacağına inanıyoruz ve bekliyoruz. Hükümetin irade beyanı bizi umutlandırıyor. Davutoğlu’nun açıklaması bizi önemli ölçüde rahatlattı. Davutoğlu ‘biz hızla adımlar atmalıyız. Çünkü Ortadoğu’nun bugünkü koşullarında heran bir provakasyon olabilir’ diyor. Bu yaklaşımı değerli buluyoruz. - PKK ne yapmamalı?Öcalan’ın talimatları doğrultusunda hareket etmesi gerekiyor. Bu Kürtler için de doğru ve akılcı olandır.Öcalan: Tamamen boşaltamayız- Süreç bu saatten sonra geri döner mi?Sürecin geri dönülemeyecek yere gitmesi için güven artırıcı adımlar atılmalıdır. Öcalan bunu daha önce de söyledi. Tek bir gerillanın Türkiye’de kalmaması gerektiğini söylemişti. Avukatların söylediğini aktarıyorum. Öcalan 1999’da devlet heyetine ‘Dağları tamamen boşaltamayız. Yarın başka gruplar bu stratejik noktalara yerleşir’ demiş. Devlet heyeti de bu riskleri göz önüne alarak Öcalan’ın bu talebini makul bulmuş ve kabul etmiş. ‘Bodrum’u size bırakıp dağlara mı gideceğiz’- Gelinen noktada güven ve muhataplık sorunu aşıldı mı?Kısmen aşıldı diyebiliriz ama hala dağlarda gerillalar var. - Neden var? Neden çıkmıyorlar?Sanırım verilen sözler var ve onların yerine getirilmesini bekliyorlar. Onun için adımların karşılıklı olarak seri biçimde atılması gerekiyor.- Bu adımlar atıldığında ülke bölünecek diye bir görüş var bu konuda ne dersiniz?Türkiye toplumu şu konuda rahat olmalı. Güney Kürdistan’a bakalım. Irak’taki Kürtlerin yüzde 90’ı burada yaşıyor. Bir karşılaştırma yaparsak Türkiye’de böyle bir durum yok. Bugün Edirne’den 7 bin oy alıyoruz. Gökçeda’ya gitseniz üçte birinin Kürt olduğunu görürsünüz. Kürtlerin gidip yerleşmediği bir vilayet kalmadı. Böyle bir ortamda akıl şunu gerektiriyor.- Nedir o akıl?Bölünme Kürtlerin yararına değil. 1920’lerdeki Rum mübadelesi gibi bir mübadele yapamayız. Bunu ayrıca istemiyoruz. Metropollerde yaşayan Kürtler de bunu istemiyor. Dolayısıyla Öcalan’ın Türkiyeli çözüm dediği demokratik cumhuriyet teziyle bu sorunu çözmemiz lazım. İspanya tarzı bir model gerekiyor. Milli geliri 10 bin dolar olan bir ülkeden ayrılıp muhtemelen milli geliri 1000 dolar olacak bir ülkeyi mi tercih edeceğiz. Kopuş teorileri tam tersi durumlarda gelişiyor. Dünya örneklerinde zenginler ayrılmak istiyor, fakirler istemiyor. Kürtlerin bölünme konusunda ne gizli ajandaları var ne de bu proje akılcıdır. Emeğimizi neden bırakalım. Ape Musa (Anter) ‘Uyanıklar Bodrum’u, Marmaris’i size bırakacağız da dağlara mı geleceğiz’ derdi.
En sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim. Türkiye’nin IŞİD operasyonunda aktif bir rol üstlenmemesi doğrudur. Bu kararın doğruluğunu da öncekiler gibi tarih gösterecektir. Nasıl ki Türkiye Özal’a rağmen Birinci Körfez Savaşı’nın(1991) dışında kaldıysa. Nasıl ki İkinci Körfez Savaşı’nın (2003) müdahalesine bulaşmadıysa şimdi de IŞİD’e operasyonun dışında kalarak en doğru kararı verdi.1 Mart tezkeresini savunanlar dahi görüş değiştirdilerse demek ki bugün de tarihi bir karar verilmiş. Realist olmakta fayda var. Sykes Picot düzeni Ortadoğu’da yüzyıllık bir kaos yarattı. Tam o düzen konsolide oluyor derken, I. Körfez müdahalesi yaşandı. Birinci müdahale yetmedi. İkincisi yapıldı. Anlaşılan o ki ikincisi de yetmemiş. Şimdi ise üçüncü Irak savaşına zemini hazırlanıyor.25 yıl önce, 25 yıl sonra Irak trajedisiHepimiz biliyoruz ki bugün Irak’ta yaşananların sorumlusu ABD’dir. Eğer bugün Iraklılar Saddam rejimini özler hale geldilerse ABD’li stratejistlerin durup düşünmesi lazım. Irak’ta yaşananlar ortadayken Suriye’de taş üstünde taş bırakılmaması hangi rasyonel dış politika ürünü.Bu trajedi daha ne kadar devam edebilir. Libya’ya anında müdahele eden Batı koalisyonu, Irak ve Suriye’yi iç savaşa sürükleyerek moral değerlerini yok ediyor. Yüz yıldır devam eden ‘böl parçala yönet’ stratejisi kimseye fayda sağlamıyor. Ortada sadece kan ve gözyaşı var.ABD’nin Afganistan’ın SSCB işgali sonrası ürettiği ‘Hizbullah’ zaman içinde canlı bir organizma gibi metamorfoz yaşayarak IŞİD’e dönüştü. Dün Afganistan’a müdahele için meşruiyet sağlayan yapılar bugün Irak için kullanılıyor.ABD’nin Ortadoğu stratejisi ne?Herkes Türkiye’nin Ortadoğu stratejisini irdeliyor ama galiba asıl soru egemenlerin stratejisi ne? Batı, Ortadoğu halklarına ne vaat ediyor? Batının bölgeye ilgisinin sebebi insani değerler mi, petrol mü? Yirmi beş yılın sonunda geldiğimiz noktada İngiltere’nin düzenini değiştirmeye çalışan ABD’nin başarılı olamadığıdır.Bölgeyi iyi bilen uzmanlardan Passig’in şu yorumunu dikkatle okumakta fayda var: ‘Birçok kişi ABD’nin 21. yüzyılda avantajlarını korumak için kullandığı küresel stratejiyi anlamaya çalışıyor. Bu stratejinin dünyada meydana gelen her olayın içinde bulunmak olduğunu iddia edenler var. Bence daha önce de söylediğim gibi dünyanın her yerinde rakip güçlerin birbirini dengelemesini ve hiçbirinin fazla egemen olmamasını sağlayabilirse istediğini elde edebilir.Ortadoğu’da yapmaya çalıştığı da budur. ABD’nin tek yapmak yapması gereken bölgesel güçler arasında düşük yoğunluklu çatışmaların devam etmesini ve hiçbirinin kazanmamasını sağlamaktır. Bunun için muazzam bir servet harcaması gerekecek. Ancak buna değer çünkü sonunda ABD süper güç olacak. ’ David Passig, 2050, Koton Kitap, 2010, s. 200ABD’nin Pirus zaferi!ABD, bölgede taş üstünde taş kalmasın ve halklar kendisini kurtarıcı olarak davet etsin istiyor. Bu strateji bağlamında zamanında olaylara müdahil olmuyor. Fakat bu yaklaşım artık işlemiyor. ABD’nin soğuk savaş sonrası dönemde itiraf etmese de ‘İslam’ı öteki ilan ettiği’ açık.ABD bu stratejisinde başarılı olabilir ancak günün birinde yeni bir kahraman gelir ve Truva’nın da intikamını alır. Hikayenin sonunda ne mi olur? Yeni Roma muharebeyi kazansa da bu bir Pirus zaferi olur ve çöküşü başlar.
ANAP’ı statükocu güçler ele geçirince Turgut Özal yeni parti için düğmeye bastı. Kardeşi Yusuf Bozkurt Özal ve akrabası Hüsnü Doğan öncülüğünde ‘İkinci Değişim Programını’ hazırlattı. Yusuf Özal Yeni Parti adında bir parti kurdu. Ancak Özal’ın ömrü yetmedi. Özal, ülkenin yapısal sorunlarının Demirel’in politik yaklaşımlarıyla çözülemeyeceğini düşünüyordu. Özal’ın ikinci değişim programında, Kürt sorununun çözülmesi, yeni anayasa yapılması, devletin ekonomideki payının azaltılması ve top yekün bir liberalizasyon vardı. Cumhurbaşkanlığının son yılında bu konularda tarihi konuşmalar yaptı.İkinci değişim/dönüşüm dönemiÖzal’ın yarım kalan hikayesini tamamlamak üzere AK Parti iktidara geldi. On iki yılda bayındırlık ve imar başta olmak üzere pek çok alanda büyük bir başarı kazandı. Fakat yeni anayasa başta olmak üzere sistemin liberalizasyonunu tam olarak sağlayamadı. Şimdi AK Parti, Davutoğlu ile yeni bir yolculuğa çıkıyor.Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun önünde büyük bir sınav var. Özal tarafından gerçekleştirilemeyen, on iki yıllık AK Parti iktidarları tarafından alt yapısı hazırlanan ikinci değişim programını hayata sokmak. Dolayısıyla bunu başarabilirse yeni bir hikaye yazmış olacak.Özal ve Erdoğan’dan sonra Davutoğlu deneyecekYeni hükümet programında bu mesele uzun biçimde yer alıyor. Hatta programın baştan sona değişim/dönüşüme ayrıldığı dahi söylenebilir. ‘...son 12 yılda yapılanları yeni bir atılım dönemi ile taçlandırmak hükümetimizin temel miyonu olacaktır. İkinci değişim ve dönüşüm dönemi ile ulaşmayı öngördüğümüz 2023 vizyonu artık uzak bir vizyon olmaktan çıkmıştır.’Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘Yeni Türkiye Yolunda Vizyon Belgesi’, olağanüstü kongrede yaptığı konuşma ile Başbakan Davutoğlu’nun kongre konuşması ve hükümet programı irdelendiğinde ‘değişim/dönüşüm/Yeni Türkiye’ kavramlarının sıklıkla kullanıldığı görülüyor.Dolayısıyla Erdoğan ve Davutoğlu’nun konunun öneminin farkında oldukları anlaşılıyor. Özal ve Erdoğan’ın başaramadığını Davutoğlu’nun gerçekleştirmesi onu tarihsel bir figür yapacak. Bu aynı zamanda onun genel başkanlıktan liderliğe evrilmesini sağlayıp, motivasyonunu yükseltecek.İkinci değişim programında ne var?Özal ve Erdoğan’da olduğu gibi en başta yeni anayasa var. 1876’dan bu yana tüm anayasalar olağanüstü dönemlerde yapıldı. Yeni AK Parti, yeni Türkiye’nin sivil anayasasını yaparsa tarihe geçecek. Çünkü yeni anayasa, yeni bir toplum sözleşmesi, yeni bir politik manifesto ve özgül ağırlığı yükselmiş ülke demek.İkincisi , devletin sınırlandırılması. Merkezi idarenin rolü, yerel yönetimlerin etkinliği, sosyal güvenlik reformu, yargı-yürütme ilişkisi ile güvenlik bürokrasisinin yeniden yapılandırılması. Üçüncü sırada Gülen hareketiyle yaşanan kriz sonrası devletin yeni cemaatlere teslim edilmemesi konusu var. Dinadarlar 28 Şubat’ta demokrasinin, Gülen krizinde ise laikliğin önemini keşfettiler. Bu bağlamda din devlet ilişkilerinin topyekün restorasyonu lazım.Dördüncüsü , Batı’da, ‘müslüman-laik-demokrat’; Doğu’da ‘müslüman-Batılı-demokrat’ algısı Türkiye’yi rol model ülke haline getiriyor. Bu kimliğin muhafazası, hükümet programında yazıldığı gibi AB sürecinin tam üyelikle sonlandırılması icap ediyor.Davutoğlu, devlet reformunu başaracak mı, bunu zaman içinde göreceğiz. Ancak tarihsel ve politik şartlara bakıldığında büyük bir avantajı var.
HDP heyeti 24. İmralı görüşmesini pazar günü yaptı. Heyetin 3 Ocak 2013’teki ilk görüşmesinden bu yana 21 ay geçti. Sürecin defacto Eylül 2012’de Öcalan’ın mektubuyla başladığı göz önüne alındığındaysa iki yıl oldu. İki yıldır münferit olaylar dışında bölgede büyük olaylar olmadı.‘Devrimci Halk’ savaşı konseptinden bugüne gelindiği düşünüldüğünde ise gerçekten adı konmamış bir devrim yaşanıyor. Geçen iki yılın en büyük kazanımı eylemsizlik ve ölümlerin son bulması oldu. Otuz yıllık akıl tutulması son buldu...‘30 yıl savaşının’ sonu...Öcalan 15 Ağustos’ta ‘30 yıllık savaş büyük bir demokratik müzakereyle sonuçlanma aşamasındadır’ açıklamasının ardından aslında takvim hızlandı. Ancak Lice’de yaşananlar, süreçle ilgili kaygıları artırırken tarafların müzakere pratiğine uygun davranmalarıyla kriz büyümeden çözüldü.Tabiki bundan sonra da başka problemler olacak. Fakat politik kararlılık olduğu müddetçe süreç devam edecektir. Müzakere yasası çıktıktan sonra çözüm sürecinin hükümet programına girmesi tarihsel bir adım oldu. Müzakere yasasıyla süreç devlet politikası haline geldi.Öcalan Eylül görüşmesinde ise ‘...çeşitli sıkıntı, engelleme, provokasyon, ağırdan alma ve tek yanlı dayatmalara rağmen yürüttüğümüz diyalog süreci yeni bir format altında ve yakın dönemde önemli bir pratikleşme aşamasına gelmiştir ’ demek suretiyle yeni dönemin yol haritasını verdi. Öcalan, ‘yeni sürecin sadece Türkiye’nin değil, Ortadoğu’nun kaderini de belirleyeceği’ tespiti hükümetin de bölge vizyonuyla örtüşüyor.Gemi limandan ayrıldıÇözüm süreci gemi metaforuyla daha iyi anlaşılabilir. Süreci limandan ayrılan gemiye benzetebiliriz. Gemi sığ suların güvenli dalgalarından sonra açık denizlerin hırçın dalgalarıyla boğuşarak yol alıyor. O kadar mesafe aldı ki ayrıldığı limana artık dönemez. Yolun üçte ikilik kısmı geçildi. Yeni limanın ışıkları uzaktan görülmeye başladı. Gemidekiler için umut yükseldi. Mürettebat, gemi limana varmadan sabote edildiğinde boğulacaklarını biliyor. Farklı insanlardan oluşan mürettebat için ortak bir hedef var. Gemiyi yeni limanın güvenli rıhtımına bağlamak. ‘Kazan-kazan’ stratejisiyle tüm mürettebatı mutlu son bekliyor.Bölünme değil, birleşmeSona yaklaşılmasına bağlı olarak Hakan Fidan’ın ada ziyaretlerinin yoğunlaştığı belirtilirken yeni MİT heyeti de Öcalan’la görüşmelere başladı. Bunun yanında hükümet programında yer alan ‘...çözüm süreci, bölünmenin değil birleşmenin, küçülmenin değil büyümenin, parçalanmanın değil bütünleşmenin ve kalıcı bir bölgesel güç olabilmenin yegane anahtarı konumundadır’ ifadeleri Davutoğlu hükümetinin süreç perspektifini ortaya koyuyor.AK Parti kurulduğunda ilk defa bir partinin programında Kürt sorunu başlığı yer almıştı. Şimdi ise hükümet programında yer verilerek yeni bir adım daha atılmış oldu. Öcalan’ın çözüm sürecinin hükümet programında yer almasını önemsediği ve kalıcı barış için tarihi bir adım olarak gördüğü belirtiliyor.2015 süreç için final yılı olacak. Başbakan Davutoğlu önderliğinde yürütülen çalışmalara Ekim’de son şekli verilecek. İçerik, kapsam, aktörler ve takvimle ilgili çalışmanın özel bir ekip tarafından gizli olarak yürütüldüğü ifade ediliyor.Hükümet kaynakları bu çalışmaların önümüzdeki sekiz ayda adım adım hayata geçirileceğini, seçimden önce büyük finalin olacağını belirtiyorlar.Mecidiyeköy cinayetinde! hayatını kaybedenlere rahmet diliyorum... Tahir KaraFerdi KaraHıdır Gençİsmail SarıtaşBilal BalCengiz TatoğluMurat UstaMenderes MeşeVahdet BiçerCengiz Bilgi
Aysel Tuğluk’un ‘Ayrılma, bölünme değil kendimizi yönetmek istiyoruz. Devlet değil, demokrasi istiyoruz. Kendimizi yönetmek istiyoruz ama ayrılarak değil. Özgürleşerek ve özerkleşerek bunu yapacağız’ sözleri 7. Demokratik Toplum Kongresi’ne (DTK) damgasını vurdu.Abdullah Öcalan’ın avukatlığını yapan Aysel Tuğluk, Öcalan’ın İmralı’ya getirildiği günden itibaren onunla görüşen isimlerden. Tuğluk, ‘demokratik açılım’ sürecinde Ahmet Türk’le aktif rol aldı. Dolayısıyla Tuğluk’un sözlerini önemsemek gerekiyor.Bunun yanında Tuğluk’un ‘Kürt siyasi hareketinin kendi içinde demokrasi sorunu var’ cümlesinin altını çizmek lazım. Tuğluk’la yaptığımız sohbette Kürt siyasi hareketi içinde çoğulculuk vurgusu yanında eleştiri ve ifade özgürlüğü konusunda ciddi bir özeleştiri yaptı. Tuğluk’un sözleri HDP’deki dip dalgaları göstermesi bakımından oldukça manidar.Hatip Dicle ve Selma Irmak dönemiDemokratik Toplum Kongresi’nin yedincisini izlemek üzere iki gündür Diyarbakır’dayım. Basının ilgisi az olsa da DTK tarihi gündemle toplandı. Yerel gazetecileri saymazsak, yıllardır sorunu alandan izleyen Ruşen Çakır dışında gazetelerden kimse yoktu. Medya savaş dönemlerinde negatif yayın yapmayı, barış dönemlerinde ilgisiz kalmayı tercih ediyor.DTK, Kürt siyasi hareketinin çatı örgütü olarak tasarlandı. Son tahlilde DTK bir Abdullah Öcalan projesi. Öcalan uzun zamandır Kürtleri ve Türkiye’nin demokratlarını bir platformda buluşturmak istiyor. Ancak DTK henüz bu rolü oynayamıyor. DTK, bekleneni tam olarak yerine getiremese de farklı grupları bir araya getirme bağlamında platform işlevi görüyor.Aysel Tuğluk ve Ahmet Türk’ün eşbaşkanlığı bırakmasıyla bu göreve Hatip Dicle ve Selma Irmak getiriliyor. Hatip Dicle 2009 KCK operasyonlarında cezaevine girdi. Yaklaşık beş yıl hapisten sonra özgürlüğüne yeniden kavuştu.Dicle: Çözüm süreci hedefine varacakHatip Dicle, Öcalan çizgisinde siyaset yapan bir isim. 1991’de HEP’le parlamentoya girdi. DEP Genel Başkanlığı yaptı. 2 Mart 1994’te beyaz Toros’a bindirilip Ulucanlar Cezaevi’ne girdi. On yıl cezaevinde yattı. 2011’de Diyarbakır’dan vekil seçildi ancak seçim kurulu mazbatasını vermedi. Dolayısıyla savaş dönemini de, müzakere dönemini de çok iyi biliyor.Dicle’yle çözüm sürecinin geleceğini konuştuk. Dicle, ‘Çözüm sürecinde devletin ve PKK’nın mesafe aldıklarını artık geri dönüşün mümkün olmayacağını’ dile getirirken ‘sürecin provokasyonlara rağmen hedefine varacağını ve çözümün gerçekleşeceğine inandığını’ belirtti.Yeni Türkiye’nin yolu Diyarbakır’dan geçiyor!Öcalan, ‘Demokratik Ulusu ve Özgür Yaşamı İnşaa’ temasıyla toplanan kongre mesajında ‘Devletçi anlayışı sorgulatacak, o zihniyeti aşan, toplumcu bir demokratik çözüm mekanizması kurulması gerektiğini’ söylerken “Devleti demokrasiye koşar adım gitmeye mecbur etmeliyiz” dedi.DTK’da, Öcalan’ın geleceği, çözüm süreci, Rojava, Şengal, IŞİD ve Ezidiler konuşuldu. Şengal’de yaşanan trajedi Diyarbakır’da bir ulusal birlik havası yarattı. DTK gündemini Ankara’nın hassasiyetle takip etmesi gerekiyor. DTK gündemi, Kürt siyasi hareketinin hem aktörler hem de problematik anlamında hızla farklılaştığını ortaya koyuyor.Çözüm süreci artık bu bileşenlerde yaşanacak gelişmelere de bağlı. Çözüm süreci Rojava’yı da, Şengal’in kaderini de yakından ilgilendiriyor. Kürt sorununu çözen Türkiye, doğal olarak Ortadoğu’nun demokratikleşmesine zemin hazırlayacak. DTK’da konuşulanlar ‘Yeni Türkiye’nin yolunun Diyarbakır’dan geçtiğini’ bir kez daha ortaya koydu...
CHP Kurultayı’nın verdiği mesaj bir yana, sayılara bakıldığında dahi fazla söze gerek kalmıyor. CHP 91 yaşında. 34 Olağan, 18 Olağanüstü olmak üzere toplam 52 kurultay yapmış. Yani bir buçuk yılda bir kurultay toplamış bir parti var. CHP kurultay toplamaktan, iktidar olmayı unutmuş bir parti. Bu rakamalara ‘CHP’nin arayışı’ da denebilir. Ancak gelinen noktada CHP kurultaylar partisine dönmüş durumda.Sosyoloji, sınıf yapısı, siyasetin sosyolojisi değişiyor fakat CHP’de kurultay gerçeği değişmiyor. Bu kurultay, tartışmaları sonlandıran, siyasetin konuşulduğu özgüvenli bir yüzleşme olmaktan ziyade sokağa değil, salonuna konuşan bir kurultay oldu. Kılıçdaroğlu da ve Muharrem İnce de sokağa değil, salona konuştu.Kılıçdaroğlu konuşmasında, İnce’nin ve kamuoyunun eleştirilerine tek tek cevap verdi. Sağ’a açılma başta olmak üzere, CHP Atatürk’ün yolundan saptı mı, parti içi demokrasi yok mu ediliyor, CHP tarihiyle yüzleşmekten korkuyor mu gibi sorulara esaslı cevaplar getirdi. Ancak CHP nasıl iktidar olacak sorusuna hiç girmedi. Yani en önemli soruyu yok saydı. Halk CHP’ye neden oy vermiyor sorusuna ikna edici cevap vermedi. Konuşması yeni bir umut ve heyecan yaratmadı. Bunun yanında Mansur Yavaş’ın adaylığı, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun yarattığı hayal kırıklığına hiç girmedi. 30 Mart ve 10 Ağustos sonuçlarıyla ilgili bir özeleştiri yapmadı. Aslında kurultay tam da bu konularda gerçekçi bir yüzleşme için yapılmıştı. Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin yönü konusundaki eleştirilere manifestoyla cevap vereceği bekleniyordu. Ancak bu olmadı. Ayrıca ‘paralel yapı’ konusunda tek söz söylemedi. ‘Dersimli Kemal’ demek için geç kalınmadı mı?Kılıçdaroğlu’nun ilk defa ‘Dersimli Kemalim ben’ demesinin altını çizmek gerekiyor. Bunun yanında Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartındaki çekinceleri kaldıracağız vaadi klasik CHP söyleminden kopuşu ifade ediyor. Kürt sorununu silah olmadan çözeceklerini söylerken, NASIL ÇÖZECEĞİ sorusuna cevap vermedi. Ancak insan sormadan edemiyor. Bunları söylemek için neden bu kadar beklediniz. Keşke bu söylemi 2011 seçimleri öncesi kullansaydınız.Kurultayın verdiği 10 mesaj1. Konuşmacılar ulusal düzeyde iktidar olmaktan çok parti içi iktidarı öncelediklerini ispatladılar.2. İnce’nin konuşmasını salon yüreğiyle onaylarken, tercihini Kılıçdaroğlu’ndan yana kullandı.3. İnce halkın anlayacağı dille konuşurken, Kılıçdaroğlu karmaşık entellektüel bir dil kullandı.4. Kılıçdaroğlu, sağa açılmıyoruz demekle birlikte sağcı bir ekonomi dili kullandı.5. Kılıçdaroğlu, ülkeyi kalkındıracağız derken sol siyasetin ‘bölüşüm’ tezinden bahsetmedi.6. İnce, Erdoğan’dan çok Kılıçdaroğlu’na sahici eleştiriler getirdi. Tarihi bir konuşma yaptı.7. Kurultay öncesi izletilen film verilen mesajlar Gezi’nin CHP’de bir ikonografiye dönüştürüldüğünü ortaya koydu.8. Kurultayın adı ‘Birlik ve Kardeşlik’ olsa da, yeni kurultaylar olacağının sinyalini verdi. Salondaki alkış barometresi Sarıgül’ün, 2015’te aday olacağını işaret etti.9. Kılıçdaroğlu, ülkeyi nasıl daha iyi yönetebileceğinden çok savunmacı bir dille eleştirilere cevap verdi.10. Her iki konuşmacı da CHP’yi, AKP üzerinden tanımlarken CHP’nin vizyonunu farkındalık yaratacak bir söylemle halka anlatamadılar.
Stratejisi olmayan taktikler, boşa atılmış adımlardır...Sun TzuMehmet Bekaroğlu’nun CHP’ye katılması son zamanlarda partinin yaptığı en doğru tercih. CHP’nin ‘sağ’a açılma siyasetinin en önemli adımı. 2002’den bu yana CHP’nin el yordamıyla da olsa bir politik arayış var. Son on yılda Yaşar Nuri Öztürk, İlhan Kesici, Mehmet Haberal, Sinan Aygün, Bülent Kuşoğlu, Mansur Yavaş partiye geldi.Bu isimlerin CHP’ye dışsal faydası sınırlı oldu. Umulan katkıyı sağlayamadılar. Ancak Bekaroğlu’nun durumunu ayrı değerlendirmek lazım. Bekaroğlu, Mansur Yavaş’la beraber toplumsal karşılığı olan nadir isimlerden.Her ne kadar kurultay öncesi gelişen bir olay olsa da diğer transferlerden önemli farkı var. Herşeyden önce Mehmet Bekaroğlu, muhafazakar camiada bir özgül ağırlığı var. Rize seçiminde veya İstanbul Büyükşehirde aldığı oy üzerinden bir okuma yapmamak gerekiyor. Beğenirsiniz, beğenmezsiniz Bekaroğlu’nun toplumsal vicdanda bir mütekabiliyeti var.Kılıçdaroğlu’nun arayışı devam edecek!CHP’liler kabul etmese de önceki isimler seçim taktiği gibi algılandı. Partinin muhafazakar seçmene şirin görünmek istemesi olarak anlaşıldı. Ancak Ekmeleddin İhsanoğlu’nun aday yapılmasından sonra Bekaroğlu’nun daveti bu konudaki kararlılığı ortaya koyuyor.Bekaroğlu’nun partiye davet edilmesi ve muhtemelen parti meclisine alınacak olması İhsanoğlu’nun aday gösterilmesinden daha önemli bir adım. Çünkü İhsanoğlu, Bekaroğlu kadar toplumsal bilinirliği olmayan biriydi ve bir mühendislik eseriydi. Bekaroğlu ise belli ki bu açılımın devamı olmasına rağmen başlıbaşına tarihsel bir adım.Kılıçdaroğlu, 2002, 2007 ve 2011 seçimlerinde sınanan ancak beklenilen faydayı sağlayamayan bu taktikle ne kadar yol alabilir. Bunu zaman gösterecek. Ancak Kılıçdaroğlu başaramasa dahi bu adımlar CHP’de tarihsel bir dönüşüme kapı aralayacak.Ulusalcılara karşı dindarlar mı?Dindar kimliğiyle bilinen Bekaroğlu’nun transfer edilirken Kılıçdaroğlu’nun ulusalcı Muharrem İnce’yle genel başkanlık yarışına girecek olması kaderin bir cilvesi olsa gerek. Kılıçdaroğlu bu tercihiyle kendisine yöneltilen ‘sağcılaşma’ eleştirilerine savunma yapmak yerine yeni bir hamleyle cevap veriyor.Bu hikayedeki temel sorun Bekaroğlu’nun CHP algısının değişimine yaptığı fayda yanında yerel de ne tür bir katkı sağlayacağı. Bekaroğlu, Sezgin Tanrıkulu örneğindeki gibi Rize’den değil de İstanbul’dan miletvekili yapılacak ve Rize’de CHP’nin oyu aynı kalacaksa partinin bu işten faydası ne olacak.Kılıçdaroğlu başarırsa efsane olurSon tahlilde CHP’nin arayışlarında varoluşsal bazı problemler var. Birincisi halk CHP’nin dindar veya sağdan isimleri transfer etmesini değil, partinin ve parti yönetiminin din konusunda dönüşümünü istiyor. İkincisi bu açılımlar Sun Tzu’nun binlerce yıl önce söylediği gibi ‘staratejisi olmayan taktikler’ olarak kalma riski taşıyor.Çünkü geçmişte büyük beklentiyle transfer edilen Yaşar Nuri Öztürk, İlhan Kesici bugün CHP’de yok. Umarım Bekaroğlu’da bir seçim hevesi olarak kalmaz. Ancak bu adım her hal ve şartta Kılıçdaroğlu’nun ‘Yeni CHP’ konusunda ısrarcı davranıyor. Üçüncüsü CHP’nin kozmetik restorasyonlar yapması değil, topyekün yeniden yapılandırılması gerekiyor.Kılıçdaroğlu başarırsa efsane olur. Yok, başaramazsa 2015’ten sonra o koltukta oturamaz. Alınan bunca riskten sonra Kılıçdaroğlu 2015’te sağ açılımına devam edecek. Çünkü 2015 seçimi son şansı.