Rixos’un Dubai’de yaptığı Ottoman Palace’ın adı Zabeel Sarayı’na çevrildi. Bölgede Ottoman adında bir başka proje daha olduğunun anlaşılması üzerine ismin değiştirildiği anlaşıldıAkbank Ofisi’nin açılışı için Dubai’ye gittiğimizde, Dubai’de tam olarak neler oluyor neler bitiyoru anlamak için orada yaşayanlarla görüşme fırsatı yakaladık. MNG’nin bölgedeki üst düzey yöneticisiyken şirketten ayrılan Uğur Acarbey’in inşaat sektörü, bölgedeki tüm turistik tesislere ve lüks konutlara SPA malzemeleri satan Finex SPA Solutions adındaki şirketin sahibi Bessam Yıldırım’ın da ticaret ile ilgili verecekleri bilgiler önemliydi.Aslen Filistinli olan ancak bir Türk’ten daha Türk olarak tanıdığım Bessam Yıldırım, biraz da buruk bir şekilde Ottoman Palace’ın adının değiştirildiğini, bize haber veren ilk isim oldu.Rixos’tan dün yapılan açıklamada da Dubai’de açılacak otelin isminin Zabeel Saray by Rixos olarak değiştirildiği belirtildi. Açıklamada “Otelimizin isminin Ottoman Palace by Rixos olarak açıklanmasının ardından Ottoman Palace isminin Türkiye ve dünyada yaygın olarak kullanılmaya başlanmasından dolayı projenin konseptine ve bölgeye uygun özellikleri vurgulayacak bir isim değişikliğine gidilmiştir. Projenin bir Türk saray konseptiyle tasarlanmış olmasıyla birlikte kraliyet ailesinin ikamet ettiği tarihi alan Zabeel’i de vurgulaması ”Zabeel Saray by Rixos“ isminin kararlaştırılmasındaki en önemli etken olmuştur” denildi. Aslında bizim gördüğümüz ’Ottoman’ adının değiştirilmesi bölgede yaşayan Türkler üzerinde derin bir hayal kırıklığı yaratmış vaziyette. Ottoman Palace adı, oradaki Türkler için de bir gurur kaynağı olacaktı. Palmiye Adası’nın bir ucunda yer alan proje o kadar görkemli duruyor ki diğer uçta yer alan Atlantis Oteli’nin havasını şimdiden söndürmüş vaziyette. Anlaşılan o ki projenin sahibi ZSML de bu ihtişamdan etkilenerek isim değişikliğine gitti. Bu arada otelin adının değiştirilmesi ekstra masrafa da neden olacak. Otelin perdelerinden, havlularına, tüm tekstil ürünleri hatta terlikler bile Ottoman adında sipariş verilmiş ve hazırlanmıştı. Şimdi tüm otel ürünlerinin Zabeel olarak yeniden üretilmesi gerekecek.Libadiye’ye Address Dubai’nin ikizi geliyorDünyanın en büyük AVM’si Dubai Mall ile dünyanın şu an en uzun binası Burj Dubai’nin yanında The Address Dubai Mall oteli bulunuyor. Bu 3 yatırım da Emaar’ın. Emaar’ın Türkiye CEO’su Ozan Balaban “Libadiye’de aldığımız arsaya 62 katlı Address Dubai Mall’ın ikizini yapacağız. Ayrıca bizim otellerdeki en büyük özelliğimiz 1 günlük konaklamanın tam 24 saat olmasıdır” dedi.
Akbank, Dubai ile ilgili tereddütlerin oluştuğu bir ortamda Dubai Ofisi’ni hizmete soktu. Akbank Yönetim Kurulu Başkanı Suzan Sabancı Dinçer, “Burayı bir üs olarak görüyoruz. Bu üssün imkanlarını kullanarak Katar, Kuveyt, Umman, Suudi Arabistan gibi tüm Körfez bölgesindeki fonları Türkiye’ye yönlendirmek buna aracılık etmek istiyoruz. Türkiye’ye müthiş bir sevgi ve sıcaklık var. Bu sıcaklığı, Türkiye’de yeni iş imkanları yaratmak için kullanabiliriz” dedi. Akbank, Körfez ülkelerindeki fonları Türkiye’ye çekme projesi kapsamında Dubai Ofisi’ni faaliyete soktu. Dubai’de bir nevi finansal serbest finans bölgesi olan Dubai International Financial Centre’da (DIFC) açılan ofisin genel müdürlüğünü bölgedeki en deneyilli bankacılardan biri olan Cem Ataç yürütecek. Akbank üst düzey yönetimi de başta Yönetim Kurulu Başkanı ve Murahhas Üye Suzan Sabancı Dinçer olmak üzere Dubai Ofisi açılışına katılmak için bölgeye bir ziyaret yaptı. Açılışa Akbank CEO’su Ziya Akkurt ve Akbank Murahhas Üyesi Hayri Çulhacı da katıldı.Açılış için bölgeye gelen Suzan Sabancı Dinçer’in ofis açılışının yanı sıra Suudi Arabistan, Dubai ve Abu Dhabi’de en üst düzey yöneticilerle yaptığı ziyaretler dikkat çekti. Bu ziyaretlere Türkiye’nin önde gelen 7 grubunun CEO ve hissedarlarının da katılması, 3 günlüğüne bölgede bir Türkiye rüzgarının esmesine neden oldu.Dubai Ofisi ve yaptığı ziyaretleri değerlendiren Suzan Sabancı Dinçer, Dubai’deki ofisi bir hub olarak gördüklerini, Dubai’nin altyapısını kullanarak tüm Körfez bölgesini içine alan bir bölgede yeni fırsatlara bakacaklarını söyledi. Dubai gibi Rusya ve Çin’de de ofis açma planları olduğunu belirten Dinçer, “Ancak şimdilik enerjimizi buraya verdik. Rusya’yı beklemeye aldık” dedi.Dubai’ye geliş sebeplerinin herkes kredilerini geri çağırırken buraya kredi vermek olmadığını, buradaki fonları ve şirketleri Türkiye’ye çekmeye çalışacaklarını ifade eden Suzan Sabancı Dinçer, şöyle konuştu:‘Fırsata çevirmeliyiz’“Bölgede herhangi bir yere de gidebilirdik. Ancak Dubai’yi bir hub olarak gördük. Burada hayat standartları çok yüksek. Buradaki altyapı hiçbir yerde yok. Çok büyük bilgi altyapısı var. Çalışanın doğrudan bulunabilmesi bir avantaj. Havuzda bir sürü profesyonel var. Dubai ve Abu Dhabi’de çok büyük aileler ve şirketler var. Türkiye’yi tanıdıkça Türk sermaye piyasalarına gelerek buradaki enstrümanları satabileceğiz. Evliliklere aracılık yapabileceğiz. Burada İngiliz iş kanunları geçerli. Dolayısıyla burada olmanın avantajları var.” Suzan Sabancı Dinçer, bölgede Türkiye’ye karşı büyük bir sıcaklık olduğunu da belirterek bunu mutlaka fırsata çevirmeleri gerektiğini kaydetti. Dinçer, şöyle devam etti: “Gerek Cumhurbaşkanımız Gül, gerekse Başbakanımız Erdoğan bölgede çok seviliyor. Kimle konuşsam Türkiye’den övgüyle, saygıyla söz ediyorlar. Yakın zamanda Türkiye’yi ziyaret etmiş, tatilini Türkiye’de yapmış üst düzey yöneticileri tanıdık. Bu insanlar genellikle hisse alan insanlar. ‘Yüzde 15-20 alayım, iyi yönetilen şirketlere ortak olayım’ diyen insanlar. Hem Türkiye’de yatırıma çok istekliler, hem de bizimle birlikte başka ülkelere girmeye. Mesela buradaki temaslarımız sırasında Mısır’da birlikte iş geliştirebileceğimiz ortaya çıktı.. Bölge enteresan bir bölge. Herkes birbirini izliyor. Özellikle Suudi’lerin yaptığı yatırımlar bu bölgede izleniyor. İlişkiler kuvvetli olursa burada yeni açılımlar yakalamak mümkün. Öne çıkan bazı sektörler var. Örneğin finans, perakende, enerji ve sağlık. Bu alanlarda işbirliğine açıklar. Hatta bizden tek tek bilgi dahi aldılar.” Suzan Sabancı Dinçer, ofis açılışı için gerçekleşen ziyarete Türkiye’nin en önemli işadamlarının davet edilmesi ile ilgili olarak da, “Burada ilişki çok önemli. Şahsen gelince daha çok inanıyorlar. Bize vakit ayırdılar. Sadece Akbank gelsin istemedik. İşadamlarımız da buradan iş çıkarsın, kendilerine ve Türkiye’ye fırsat yaratsın istedik” diye konuştu. ‘Hedefi tam 12’den vuran’ ziyarette CEO’lar prensin çiftliğinde ağırlandıAKBANK’IN Dubai Ofisi’nin açılışı, Türk işadamları için de bölgede yeni iş imkanlarının geliştirilmesi için bir fırsata dönüştü.Suzan Sabancı Dinçer’in bağlantıları sayesinde Türk CEO’lar, dünyanın sayılı zenginlerinden Suudi Prens Alwaleed ile Riyad’daki çiftliğinde buluşma imkanı buldular. Dubai Şeyhi El Maktum’un oğlu Şeyh Macid ve Abu Dhabi Şeyhi Al Nahyan’ın oğlu veliaht Prens Mansur’un ekibi ile de iş geliştirme toplantıları yaptılar. Akbank’ın davetini kabul eden Akkök Holding CEO’su Mehmet Ali Berkman, Borusan Holding CEO’su Agah Uğur, Boydak Holding Yönetim Kurulu Başkan Vekili Mustafa Boydak, Kibar Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ali Kibar, Maya Holding Yönetim Kurulu Başkanı Nuri Özsüer, Sabancı Holding CEO’su Ahmet Dördüncü, Yıldız Holding Yönetim Kurulu Üyesi Atilla Kurama bölgeye geldi. Özel uçakla yapılan seyahatin dönüşü sırasında Mustafa Boydak’ın, “Ben farklı meslek örgütleri ve siyasilerin ekibinde de bu tür seyahatlere katıldım. Ancak bu kadar hedefi 12’den vuran, son derece başarılı bir buluşmaya tanık olmadım. Burada Türkiye’nin en önemli gruplarının temsilcileri var. Her biri binlerce çalışanı olan ciroları ile Türkiye’nin önde gelen sanayi kuruluşları. Bu güç sayesinde ve Akbank’ın bize sağladığı imkanlarla müthiş verimli bir 3 gün yaşadık” dedi. İşadamlarının özellikle Prens Alwaleed’in çiftliği ile ilgili izlenimlerini anlata anlata bitirememeleri dikkati çekti.3 günde, 1.5 trilyon dolara hükmeden fonların en büyük 3 temsilcisi ile buluştuSuzan Sabancı Dinçer 3 gününü Riyad, Dubai ve Abu Dhabi’de geçirirken, dünyanın en zenginleri arasında gösterilen Suudi Prens Alwaleed, Dubai Şeyhi El Maktum’un oğlu Şeyh Macid ve Abu Dhabi veliaht prensi Şeyh Mansur ile görüştü. Bu üç isim bölgeden yönetilen 1.5 trilyon dolarlık fonların en büyük hissedarı konumunda bulunuyor Ekonomİ dergilerinin yaptığı ’En zenginler’ sıralamasının en üstünde hep onlar var. Suudi Prens Alwaleed, Forbes’a göre dünyanın en zengin 22’nci kişisi. Citibank’ın yüzde 4 ortağı. Citibank’ın Akbank’a ortaklığı olduğu için dolaylı olarak Akbank’ın da ortağı. Bloomberg’e göre, Ağustos sonu itibariyle Krallık Holding Şirketi’nin 7.26 milyar dolar, prensin ise 3.18 milyar dolar gayrimenkul, 1.56 milyar dolar medya ve 1.7 milyar dolar diğer yatırımları bulunuyor. Bunların dışında nakit olarak elinde bulundurduğu kıymetlerin hesabı tam yapılamıyor. Four Seasons otellerinin yüzde 50’si, Monte Carlo Grand Otel’in yüzde 50’si, New York’daki Plaza Oteli’nin yüzde 50’si ve Londra’daki Savoy Oteli’nin tamamı onun. Eurodisney’de yüzde 10’luk payı var. Prens Alwaleed, Suzan Sabancı Dinçer ve beraberindeki Türk işadamı heyetine tam 4 saatini ayırırken, heyeti hem ofisinde hem de çiftliğinde ağırladı. Türkiye’deki iş imkanlarını konuştular. Prens’in yaklaşık 20 kişilik bir danışman heyeti var. Tüm yatırımlara bu danışmanlarla birlikte karar veriyorlar. Bir hesaba göre dünyada private equity olarak yaklaşık 3 trilyon dolar yönetiliyor. Bu 3 trilyon doların 1.5 trilyon doları yani yarısı ise Körfez Bölgesi’ne ait. Bu 3 isim ise bu fonların en önde gelen sahipleri.Abu Dhabi Prensi veliaht Şeyh Mansur, Dubai Şeyhi El Maktum’un kızı ile evli. Abu Dhabi’nin Dubai’nin borçlarının 20 milyar dolarını underwrite ettiği operasyonun arkasındaki isim. Kişisel serveti 17.7 milyar sterlin yani 29 milyar dolar. Khalifa bin Zayed Al Nahyan’ın başında olduğu Al Nahyan Ailesi’nin yönettiği fonların toplamı ise 500 milyar sterlin yani 815 milyar dolar. Barclays Bank’a 10 milyar dolar koyup kısa sürede 1.5 milyar dolar kazanan kişi Şeyh Mansur. İngiltere Premier Ligi takımlarından Manchester City’nin sahibi.Akbank yanında sanatı da götürdü, büyük sükse yaptıAkbank Dubai ofis açılışı ile paralel bir de Türk Çağdaş Sanatı’ndan eserlerin olduğu bir sergiyi Dubai’ye götürdü. Çok önemli 20 Türk sanatçısının 60’ın üzerinde eseri 31 Ocak’a kadar Dubai’de sergilenecek. Suzan Sabancı Dinçer sergi ile ilgili olarak, “Buranın insanı çok duygusal. Herkesin bölgeye inancının kaybolduğu, soru işaretlerinin olduğu bir dönemde gelişimiz çok etkileyici oldu. Kendilerinin inandığı bir şeye başkalarının da inandığını gördükleri zaman inanılmaz mutlu oluyorlar. Bir de buraya sadece iş olarak bakmadığımızı gösterdik. Bunun için yanımızda bir sanat sergisi de getirdik. Türk kültürü uzun yıllar bölgeye uzak kalmış. Aradaki mesafeyi kapatmak için bu tür etkinliklerin de çok önemli olduğunu gördük. Türkiye’yi tanımak istiyorlar. Hatta bize Altın Harfler koleksiyonunu görmek istediklerini belirttiler. New York ve Londra’ya giden koleksiyonu burada da görmek istediklerini vurguladılar” diye konuştu.
Hükümet sağlık harcamalarında kantarın topuzunu kaçırınca, SGK’ya bütçeden aktarılan transferler iyice şişince, bütçe açığı da 10 ayda 43 milyar TL’yi geçince mecbur kaldı ilaç fiyatlarını tırpanlamaya. Sağlık harcamalarının artması ilaç üreticilerinin marifeti mi?Kesinlikle değil. Yeşil kartlı vatandaş sayısı 9.1 milyona çıkmışsa, önüne gelene yeşil kart verilmişse bu son kaçınılmazdı.Ancak ne yaparsınız işin ucunda oy var.AKP’ye seçim kazandıran en önemli etkenlerin üçüncü sırasında sağlık alanındaki uygulamalar gelmektedir. Seçimler yaklaşırken sağlık harcamalarında olası tasarrufu vatandaşın sırtına yükleme cesareti gösterilebilir mi?O zaman ne yapılacak?En büyük, hatta tek müşteri olma gücü kullanılarak, ilaç sektörünün üzerine çullanılacak.Devlet bu yıl ilaç alımlarına yaklaşık 15.6 milyar TL ödüyor. Eğer bu indirimi yapmasaydı, 2010’da ödenecek fatura 17.8 milyar TL’yi bulacaktı. Şimdi yapılan hesaplamalara göre 2010 yılı ilaç alımlarının devlete faturası 14.6 milyar TL’de kalacak. Yani 3.2 milyar TL’lik bir tasarruf söz konusu.Bu para ilaç sektörünün zararı. Bunun 2-2.5 milyar TL’sini ilaç üreticileri üstlenecek. Ecza depolarının payına yaklaşık 200 milyon TL düşecek. Eczacıların kaybı ise 550 milyon TL olacak. KDV kaybı ise yaklaşık 230 milyon TL civarındaİlaç üreticileri, 3 yıllık bir pazar istikrarı güvencesi ile kârdan zararı kabullenmiş, sineye çekmiş vaziyetteler. Referans ülke fiyatının yüzde 100’ünden yüzde 60’ına indirilen orijinal ilaç fiyat tavanı, yapılan pazarlıklarla yüzde 66’ya yükseltildi ve yeni getirilen yüzde 13 zorunlu ilave kamu indirimi oranı da 1 puan düşürüldü. İlaç üreticileri bu şartlara (mecburen) evet dedi. Eczacı ise kârı düşüyor diye sokakta...Türkiye’de yaklaşık 23 bin 500 eczane var. 550 milyon TL’lik zararın eczane başına düşen payı 23 bin 400 TL. Bu da aylık bin 950 TL civarı bir kayıp demek. Eczacının sokağa çıkmasının altında yatan ana neden bu kâr kaybıdır.Eczacı ucuz ilaca karşı yürümüştür ve bu antipatik görüntü tepki çekmektedir.Asıl sorgulanması gereken bence Türkiye’deki eczane sayısıdır. 70 milyon nüfusa göre 23 bin 500 eczane ile Türkiye açık ara Avrupa’nın en fazla eczaneye sahip ülkesidir. Türkiye’yi izleyen en yakın ülke Fransa’dır. 82 milyonluk ülkede 22 bin eczane bulunuyor.Yani Türkiye’de 2 bin 978 kişiye bir eczane düşerken, Fransa’da 3 bin 727 kişiye bir eczane düşüyor. Bu oran Almanya’da 4 bin 673, İngiltere’de ise 5 bin 212 kişi. Böyle bakınca nüfusa göre Türkiye’de İngiltere’nin neredeyse iki katı kadar eczane bulunuyor.Hollanda eczanelerin sayısı çok artınca 8 eczacılık fakültesinden 4’ünü kapattı.Türkiye’de eczane enflasyonu olduğu söylenebilir. Hastane çevrelerine bakın mantar gibi her yer eczane. Kârlılık tabii ki düşük olur. Zaten bu yüzden nüfusa göre eczane tahsis sınırlaması getirilmesi sektörde ciddi ciddi tartışılıyor.10 milyar dolarlık pazarı bölüşmekte zorlanan eczacıların artık sisteme yeni girişlerle ilgili soruna kafa yormasının zamanı gelmiştir. Ancak esas olan ise devletin sağlık harcamalarına artık bir çeki düzen vermesi, bu alanı bir oy deposu olarak görmekten vazgeçmesidir. Sektörün kârlılığından çalıp 1-2 yılı daha kurtarmak çözüm değil. Zira yeşil kartta başıboşluk, kontrolsüzlük ve suistimal devam ettiği sürece deniz bir gün yine bitecek...
Bilim İlaç Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Karaağaç, fiyat kararnamesinin sektörde yaratacağı etkileri değerlendirdi. Karaağaç, “İlaç sektörü küçülecek. İstihdamda büyük azalma yaşanacak. 40’ın üzerindeki üretici firmada en az 80 bin kişi çalışıyor. Yüzde 10 istihdam kaybı kaçınılmaz” dediBilim İlaç’ın Gebze’de yeni faaliyete geçirdiği üretim tesislerini görmem için ne zamandır davet ediyorlardı. Yeni fiyat kararnamesinin yürürlüğe gireceği bugünün arifesinde, dün Bilim İlaç’a gittim. Yüzde 100 Türk sermayeli, kutu bazında satışlarda Türkiye’nin 3’üncü, ciro bazlı satışlarda ise Türkiye’nin 4’üncü büyük ilaç üreticisinin konuya bakışı önemli ipuçları verebilirdi.İlaç sektöründe dünyanın sayılı üretim tesislerinden biri olarak gösterilen, uzay üssünü andıran fabrika ile ilgili izlenimlerimi bir başka yazıya saklayarak bugün sadece yöneticilerle fiyat kararnamesi üzerine yaptığım sohbeti aktarmak istiyorum. Bilim İlaç Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Karaağaç’a soruyorum.* Sanki bu fiyat kararnamesi sadece eczaneleri etkileyecekmiş gibi bir algı var. Çünkü sadece onların sesi çıkıyor. İlaç üreticileri en büyük müşterileri olan SGK’yı kızdırmamak için mi daha derinden gitmeyi tercih ediyorlar?Aslında biz de itirazlarımızı ilettik. Bu fiyatlarla iş yapabilmenin zorluklarını aktardık. Sektörü bekleyen tehlikeleri aktardık. * Fiyatların devlet tarafından ciddi oranda tırpanlandığı yeni dönemde sektörü ne gibi zorluklar bekliyor?En önemli olumsuz gelişme istihdamda olacak. Duyuyoruz bazı üreticiler işçi çıkartmaya başladı bile. Çünkü bize deklare edilen fiyatlarla üretim yapmak hakikaten çok mümkün görünmüyor. İstihdamın yanı sıra yatırımlar duracak. AR-GE yatırımları etkilenecek. Firmalar maliyet kısıcı her türlü tedbiri alacak. Bu arada söze Genel Müdür Dr. Erhan Baş giriyor: “Öncelikle pazarlama grubunda işten çıkarmalar başlar. Sonra diğer departmanlara sirayet eder. Biz şimdi listeler elimizde, tek tek maliyet analizi yapıyoruz. Bütün sektörde şu an yapılan bu. Hangi ilacı bu yeni fiyatlarla üretmek kurtarır ona bakıyoruz. Kurtarmayan ilaçları üretmeyeceğiz.” Karaaağaç’a soruyorum: * Burası gerçekten çok etkileyici bir yer olmuş. Ne kadar yatırım yaptınız?İnşaata 2005 yılında başladık. 2 yılda tamamladık. Toplamda 120 milyon euro yatırım yapıldı. * Türkiye, oyunun kurallarının bir gecede değiştiği bir ülke. Bu fiyat kararnamesinin çıkacağını bilseydiniz, bu devasa yatırımı yapar mıydınız?Bilseydim kesinlikle yapmazdım. Biz bu yatırımı yaparken birçok kez fizibilite çalışması yaptık. Bankalarla görüştük. Kredi kullandık. Şimdi tüm hesaplarımız şaşmış vaziyette. Kârlılıkta yüzde 10’u bulabilmiş değildik. Şimdi marjlar daha da düşecek. İlaç kavgası neden çıktı? İlaç kavgası son bir haftadır kamuoyunu meşgul ediyor. Herkes olaya kendi açısından baktığı için kavganın özü gözden kaçıyor, bir karmaşa yaşanıyor. 8 soru-cevapla olayı biraz netleştirmeye çalıştım: İlaç fiyatları nasıl bir anda yüzde 75’e varan şekilde ucuzlayabildi? * Türkiye’de ilaç üreticilerinin ve ithalatçılarının en büyük müşterisi devlet. Türkiye’de tüketilen yaklaşık 10 milyar dolarlık ilacın yüzde 90 kadarını devlet satın alıyor. En büyük alıcı devlet, sağlık harcamaları kontrol edilemez, genel bütçeyi zorlar seviyeye çıkınca “Ben artık kendi belirlediğim yeni fiyatlarla ilaç alacağım. İşinize gelirse” diye rest çekti ve 3 bin kalem ilaç için yeni alım fiyatını açıkladı. Peki ilaç firmaları bugüne kadar hastaları ve devleti kazıklıyor muydu, bu indirim nasıl gerçekleşti?* Bir ilacın Avrupa’nın 5 ülkesindeki ortalama satış fiyatını belirleyen SGK, bu fiyatın yüzde 60’ını yeni ilaç fiyatı olarak deklare etti. Yani belirlenen ilaç fiyatlarının ekonomik olarak yapılmış bir maliyet analizi yok. SGK “En büyük alıcı” gücünü kullanarak adeta üreticilere fiyat deklare etti. İlaç firmaları bu yeni fiyatlarla satış yapıp para kazanabilecek mi?* Sorunun özünde de aslında bu yatıyor. Şimdi ilaç üreticileri listeleri tek tek inceliyorlar. Belirlenen fiyatın kurtarmadığı ilaçları üretmemeyi düşünüyorlar. Genel olarak da kârları düşeceği için eleman çıkarımı dahil maliyet düşürücü bazı tedbirleri gündemlerine alacaklar. Devlet neden ilaç fiyatlarında indirim yapma ihtiyacı hissetti?* Son yıllarda sağlık harcamaları hızla arttı. Yeşil kart verilen vatandaş sayısının 9.1 milyona ulaşması devletin sağlık harcamalarında ipin ucunu kaçırmasına neden oldu. IMF’nin de isteği ile sağlık harcamalarında kısıntı yapılması hedefleniyor. Vatandaşların yeşil kartları için gidilecek bir kısıntı seçim öncesi göze alınamadığı için ilaç firmalarına yüklenildi. 3 milyar TL’nin üzerinde bir bedel “Racon kesme” tabir edilebilecek bir yöntemle ilaç üreticilerinin cebinden alındı. Bu indirimin direkt olarak vatandaşa bir etkisi var mı?* Aslında yok. Nedeni de zaten Türkiye’de hemen hemen tüm ilaçların devlet üzerinden alınıyor olması. Ancak hiçbir sosyal güvencesi olmayan kişiler eczaneye gittiğinde (ki onların toplam ciro içindeki payı yüzde 10 civarında) yeni fiyatlarla ilaç alabilecekler. Eczaneler bu kavganın neresinde? Onlar niye kızgın?* Vatandaş sosyal güvenlik kapsamında ilaç alsa da sonuçta satışı eczaneler yapıyor. Aslında eczanelerin kâr marjında bir oynama olmadı. Yani bir ilacın satışından eski sistemde yüzde 25 kazanıyorsa yeni sistemde yine yüzde 25 kazanacak. Ancak ilacın fiyatı düşüyor. Yani 10 liralık bir ilaçtan 2.5 TL kazanacakken şimdi o ilacın fiyatı 7 TL’ye düşünce eczanenin kârı da 1.75 TL’ye inmiş olacak. Yani hem cirosu hem de kârı azalacak. Eczanelerin başka itiraz ettiği bir nokta var mı?* Eczacılar bir de stokları gündeme getiriyorlar. Yeni kararname ve yeni fiyatlar uygulanınca, eczanelerin daha önceden yüksek bedelle aldıkları ilaçtan zarar etmeleri kaçınılmaz olacak. Ancak devlet stoktan dolayı oluşacak zararı ilaç şirketlerinin telafi edeceğini açıkladı. Devletin verdiği listede bir oynama oldu mu?* Evet dün böyle bir gelişme oldu. Daha önce “5 ülkenin ortalama fiyatının yüzde 60’ı kadar bir bedel öderim. Ayrıca yüzde 24 iskonto isterim“ diyen SGK, oranı yüzde 66’ya çıkardı. İskonto oranı da yüzde 23’e çekildi.
Beşiktaş Başkanı Yıldırım Demirören’e bu teklifi yapmak için uygun bir fırsat kolluyordum.İşler Beşiktaş için kötü giderken olmazdı. 3-0’lık Fenerbahçe galibiyetine ardından yazayım dedim, biraz daha beklemeye karar verdim. ManU zaferinden sonra artık zamanının geldiğini düşünüyorum.Konu Tabata transferinin camiada yarattığı rahatsızlık ve gerginlik.Halka açık bir şirket olan Beşiktaş Futbol Yatırımları Sanayi ve Ticaret A.Ş.’nin Kamuyu Aydınlatma Platformu’na yaptığı bildirime göre Rodrigo Tabata için Gaziantepspor’la bonservis bedeli olarak 8 milyon euroda anlaşıldı. Bu paranın 2 milyon eurosu 2009 yılı içerisinde, 3 milyon eurosu Haziran 2010’da, 3 milyon eurosu ise Ekim 2010’da ödenecek.Yani Beşiktaş, Gaziantepspor’a 8 milyon euro’yu 1 yıl içinde ödemeyi taahhüt etti.Bu kadar yüksek bir bedelin 1 yılda ödenecek olması futbol endüstrisi için büyük sürpriz oldu.Örnek verelim:Beşiktaş şu an Bursaspor’da kiralık oynayan Tomas Zapotocny için kulübü Udinese’ye 4.5 milyon euro bonservis bedeli vermeyi kabul etmişti. Ancak bu bedelin 3 yıl içinde eşit taksitlerle ödenmesi konusunda anlaşılmıştı. Sivok ve Ferrari için de benzer şartlar geçerliydi. Zaten transfer borsasındaki diğer örneklere de bakınca bu kadar yüksek meblağlı ödemelerin 1 yılda değil en az 3 yılda yapılmasının genel kabul görmüş teamül olduğu dikkati çekiyor. 8 milyon euroluk ağır bedeli 1 yılda ödenecek Tabata’nın transferinde başka sürpriz gelişmeler de oldu. Tabata’nın bonservisinin Gaziantepspor tarafından Beşiktaş’a verilmesinden kısa bir süre önce 2 milyon dolara alındığı ortaya çıktı. Bir tarafta 12 milyon dolar. Diğer tarafta 2 milyon dolar. Tam 6 katlık fark haliyle sinirleri bozdu. O yüksek maliyetli Tabata’nın futboluyla kuş konduramaması, kulübeye mahkum olması da cabası.Demirören ile Gaziantepspor Başkanı İbrahim Kızıl’ın iş arkadaşlığının olması ise dedikodu üretti.Ayrıca Başkan Demirören bu ağır maliyetli transferi kulüpte kimseye danışmadan yaptı. Denizli’nin bile, oyuncu alındıktan imza atıldıktan sonra haberi oldu.Lise ve üniversite yıllarım Kapalı tribünde geçti. Hem tribün liderleri ile hem de camianın önde gelen isimleri ile tanışıklığım, iletişimim iyidir. Kızgınlığın asıl sebebiTespitim şudur ki; tribünlerle ve camiayla Başkan Yıldırım Demirören arasındaki gerginliğin temelinde bu sorun yatmaktadır:Lig’in ilk haftalarında alınan başarısız sonuçlar, Şampiyonlar Ligi’ndeki kötü başlangıç...Bunlar tabii ki önemli ama gerginliğin, kızgınlığın asıl sebebi değil. Öyle olsaydı 3-0’lık Fenerbahçe galibiyetinden sonra bile taraftarlar Başkan Demirören’i protesto etmezdi. ‘Gaziantep’e başkan olsana’ mesajının altında yatan nedenleri Yıldırım Demirören’in çok iyi analiz etmesi gerekiyor.Swissotel’de yapılan son Divan Kurulu toplantısına göre kulübün borcu yaklaşık 180 milyon TL. Bunun 59.8 milyon TL’si Başkan Demirören’e.Şimdi Başkan’ın yapması gereken, Rodrigo Tabata’nın bonservisini Beşiktaş Kulübü’nden satın almaktır. Aynı bedelle yani 8 milyon euro’ya Rodrigo Tabata’nın bonservisini Beşiktaş Futbol Yatırımları Sanayi ve Ticaret A.Ş Başkan Yıldırım Demirören’in bir şirketine devredecek. Başkan Demirören, kulüpten alacağı olan 59.8 milyon TL’den 18 milyon TL’yi düşecek. Oyuncu’ya bu sezon için ödenecek 1.4 milyon euro, 2010-2011 sezonu için ödenecek 1.5 milyon euro ve 2011-2012 sezonu için ödenecek 1.6 milyon euro’luk ücret, kira bedeli olarak kulübün kasasından çıkacak.Olmayacak şey değil.Hatırlayın daha önce Delgado’nun bonservisi de Ülker’e aitti. Beşiktaş bu futbolcuyu Ülker’den kiralamıştı. Yarı Japon yarı Brezilyalı olan Rodrigo Tabata gerçekten iyi futbolcu ise oynar, klasını gösterir ve belki de Başkan Demirören’e para bile kazandırır. Belki 1 yıl sonra Tabata’nın değeri 10 milyon euro olacak bilemiyorum. Olursa aradaki 2 milyon euroluk fark Demirören’e helal hoş olsun.Ancak 500 bin euroya satabilirse de (Bence bu ihtimal daha yüksek) zararı sineye çekecek.Başkan Demirören’in en azından Tabata konusunda bu jesti yaparak tüm dedikodulara bir son vermesi, camianın vicdanını rahatlatması gerekiyor. Aslında bu ve buna benzer hesapları geçmişe doğru yaparsak, Başkan’ın alacağının büyük bir bölümünü de silmesi lazım ya neyse... (Mesela ilk aklıma gelen 32 yaşında, kariyerinin sonuna gelmiş olan Brezilyalı şişko Ailton için Schalke 04 Kulübü’ne ödenen 3 milyon eurodur. Hatırladıkça para sanki benim cebimden çıkmışcasına içim sızlar.)Ancak bizim şu an için asıl konumuz kanayan yara Tabata’nın transferidir ve bu yaranın kapanması gerekiyor.Başkan Demirören Tabata’yı alırsa camiayla barışabilir. Yapılacak kongrede seçilme şansını da yükseltir.
Yıllar sonra adresinde bulunamayan, naylon ya da yanıltıcı fatura düzenleyen birinden mal ya da hizmet aldıysanız bu aralar Maliye canınıza okuyor. KOD’a giren bir mükellefle yapılan parasal işlemin yüzde 5’i kadar ceza ödemeniz isteniyor. Kriz ortamında binlerce işletmeyi zora sokan KOD kabusunda Maliye gelen tepkiler üzerine geri adım attı ve uygulamanın ağır şartları hafifletildiSu getirene bile ödemeyi bankadan yapın Maliye’nin bu tip cezai işlemleri ile karşılaşmak istemiyorsanız siz siz olun şirketinizin tüm harcamalarını banka kanalı ile ya da çekle yapın. Zira naylon fatura düzenlediği raporla tescilli yani KOD’a girmiş şirketlere yapılan ödemeyi başka türlü ispatlamanız mümkün değil. Vergi uzmanları, “Bir şirket 50 bin TL’lik alımı nakitle yapmış görünüyorsa Maliye’nin bundan şüphelenmesi çok normal” diyorlar. Bırakın 50 bin TL’lik harcamayı, şirketinize su getiren firmaya yapacağınız aylık 50-100 TL her neyse bunu dahi banka üzerinden geçirmenizi tavsiye ediyorlar.Geçen hafta bir arkadaşım aradı. Son günlerin kabusunu şu cümlelerle özetledi: “Adamın biri ile 7 yıldır iş yapıyorum. Kağıt almışım 20 bin TL’lik fatura kesmiş ödemişim. Ancak kendi muhasebesine 2 ve 3. nüshaları 20 bin TL olarak değil de 2 bin TL olarak vermiş. Şimdi Maliye benden bu ve buna benzer işlemlerin hesabını soruyor. Bu işi sahtekarca yapanı bulamıyor, bana yükleniyor. Topladılar çıkardılar bana 700 bin TL’lik bir hesap çıkardılar. Bunun yüzde 5’ini ceza olarak kesecekler. Ancak bu da yetmiyor, ‘Bu 700 bin TL’lik farkı da hesaplarına sokacaksın’ diyorlar. Üstelik banka kredisi ile de değil. ‘Sağdan soldan eşinden dostundan bulacaksın 700 bin TL’yi bana beyan edeceksin. Ancak o takdirde cezayı ödeyebilirsin’ diyorlar.”Bir başka tanıdığım ise şu şikayette bulundu:“KDV iadesi için vergi dairesine başvurduk iade/mahsup işlemini yaptırdık. Muhasebe departmanını vergi dairesinden aramışlar ve eylül ayı iade dosyamızda KOD’a girmiş bir firmanın 7 adet faturasının çıktığını söylemişler. Bizden bu firmaya yaptığımız ödemelerin dekontlarını istediler. KDV iade işlemini dondurdular...”Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.Bir süredir şirketlerin üzerinde bu KOD kabusu Demokles’in kılıcı gibi sallanıp duruyor. Maliye adeta racon kesiyorduKriz ortamında vergi gelirlerinde beklediği artışı yakalayamayan, ancak gider tarafında ’Ağustos böceği’ gibi davranıp çok açılan ve 10 ayda 43 milyar TL’nin üzerinde bütçe açığı veren Maliye adeta racon kesiyordu.Mal aldığınız firma; yıllar sonra adresinde bulunamıyorsa, defterlerini ibraz etmemişse ya da kaybetmişse, sahte ya da kapsamı itibarıyla yanıltıcı belge düzenlemişse veya düzenleyen birinden mal almışsa size, “Gel bakalım, mal aldığın firma KOD’a girdi. Sen o malların KDV’sini yeniden ve faiziyle öde. Yoksa defterlerini vergi incelemesine alırız. Ayrıca KOD listesine de girersin” deniliyordu.Pek çok firma için bu kabusun başlangıcı ise vergi dairelerinden gelen bir sarı zarftı. Gelen tepkiler üzerine Maliye’nin “KOD’ummu oturturum” tadındaki, şirketlerin kabusu haline gelen uygulaması biraz da olsa hafifletildi. Şirketleri ’KOD kabusundan’ uyandıracak açıklama İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı’nın internet sitesinde (ivdb.gov.tr) yayımlandı. Maliye’nin yaptığı değişikliği değerlendiren İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası (İSMMMO) Başkanı Yahya Arıkan, “KOD sorunu gelen tepkiler üzerine çözüldü. 3 gün önce alışveriş yaptığınız şirket yerinde bulunamıyorsa sizin herhangi bir sorumluluğunuz bulunmuyor. Kendilerine Maliye’den sarı zarf gelen mükellefler o zarfları yırtıp atabilirler” diye konuştu.Maliye açıklamasında ne var?ADRESİNDE BULUNMAYAN VEYA KAPATILAN MÜKELLEFLERDEN ALIŞ YAPTIYSANIZ: Adreste bulunmama veya mükellefiyetin kapatıldığı dönemden önceki dönemler için, yani mükellefin faal olduğu dönemlerde yapılan alışlar için herhangi bir sorumluluk bulunmamaktadır. Mükelleflerin bu durumu vergi dairelerine izah etmeleri gerekmektedir. Öte yandan, sözkonusu alışlar için KDV tevkifatı yapılmış ve vergi dairesine ödenmiş ise, tevkifat yapılan alışlardan dolayı mükellefin müteselsil sorumluluğu bulunmamaktadır.SAHTE BELGE DÜZENLEYENDEN ALIM YAPTIYSANIZ: Söz konusu alışlar için KDV tevkifatı yapılmış ve vergi dairesine ödenmiş ise, tevkifat yapılan alışlardan dolayı mükellefin müteselsil sorumluluğu bulunmamaktadır.SAHTE BELGE KULLANANDAN ALIM YAPTIYSANIZ: Bu alışların banka yoluyla ya da Türk Ticaret Kanunu’nda belirtilen çeklerle yapılmış olduğunun vergi dairesine belgelendirilmesi durumunda, alış yapan mükellefin müteselsil sorumluluğu bulunmamaktadır. BELGELERİNİ İBRAZ ETMEYEN MÜKELLEFTEN ALIŞLAR: Defter belge ibraz edilmeyen dönemlerdeki alışların banka yoluyla ya da çeklerle yapılmış olduğunun vergi dairesine belgelendirilmesi durumunda, alış yapan mükellefin müteselsil sorumluluğu bulunmamaktadır.
Halkbank yeni açacağı şubelerde istihdam etmek için 1.250 kişi almak üzere Anadolu Üniversitesi’ne sınav yaptırdı. 50 TL’lik sınava giriş ücretini ödeyen tam 300 bin ayrı başvuru sahibi, 21 Kasım’da sınava girdi. Aylık 750-800 TL kazanmak için bankaya yapılan müracatlarda üniversite mezunlarının lise mezunu şartı aranan ön banko işine dahi razı oldukları görüldü. Uzman yardımcısı sınavına girenlerden bazıları da şansını yükseltmek için servis görevlisi pozisyonu için bile başvuru yaptı.Yeni şube açmaya devam edeceğizHüseyin Aydın, yeni şube açma faaliyetlerine devam edeceklerini özellikle zayıf oldukları İstanbul bölgesinde şube açmaya hız vereceklerini kaydetti. Aydın, “Bizim İstanbul bölgesinde 134 şubemiz var. Oysa rakiplerimiz 280-290 civarında. Bizim de hem yeni yerleşimlerde hem de daha önce çıktığımız lokasyonlarda yeniden şubeleşmemiz lazım. Bu yıl 45 yeni şube açtık. Bu performansı devam ettireceğiz” diye konuştu. Reel ekonomiyi yalnız bırakmadık kredi payımızı % 7.8’e çıkarttıkHalkbank Genel Müdürü Hüseyin Aydın, bankanın performansı ile ilgili önemli rakamlar verdi. Bunlardan en dikkat çekici olanı Halkbank’ın kredilerinin kriz yılında yüzde 25 artış göstermesi. Geçen yıl Eylül ayında bankanın toplam kredileri 23.7 milyar TL iken bu yılın Eylül’ünde yüzde 25 artışla 29.7 milyar TL’ye çıktı. Oysa bankacılık sektörünün nakit kredileri sözkonusu dönemde sadece yüzde 2 oranında arttı. Aydın, “Herkes Hazine kağıdı alırken biz reel ekonomiye destek olduk. Gerçek bankacılık yaptık” dedi. Aydın, Türkiye’deki yaklaşık 1.5 milyon KOBİ’nin yüzde 25’inin Halkbank müşterisi olduğunu, KOBİ kredilerindeki paylarının ise yüzde 14 civarında olduğunu kaydetti. Yine Aydın’ın verdiği rakamlara göre, 2002 yılında bankanın gelirlerinin yüzde 69’u menkul değerlerden, yüzde 31’i ise kredilerden elde edilen gelirlerden oluşuyordu. Bu yapı değişti ve bugün yüzde 64 kredilerden yüzde 36 menkul değerlerden oluşan bir gelir dengesine oturdu.Bu arada bankanın yaklaşık 40.7 milyar TL’lik mevduatı var. Yani mevduatın krediye dönüşme oranı da yüzde 74.5 gibi oldukça yüksek bir seviyede. Bu oran 2008 Eylül’de yüzde 64.9 seviyesindeydi. 2002 yılında ise toplanan her 100 TL’nin sadece 10.8 TL’si krediye dönüşüyordu. Takipteki alacak oranı yüzde 50’den 5’e indi Halkbank’In çok iyi performans gösterdiği bir diğer nokta ise takipteki alacakların hızla düşmesi. 2002 yılında takipteki alacak oranı yüzde 48.8 olan Halkbank, bu oranı yüzde 5’e kadar düşürmüş durumda. Her zaman sektör ortalamasının çok üzerinde bir takipteki alacak oranı olan banka, ilk kez yüzde 5.2 olan sektör ortalamasının altına da Eylül 2009 itibarıyla düştü. Aydın, “Kurumsal risk iştahını takip ettik. 9 kriterli bir raiting modülü kullanıyoruz. Ayrıca bankada kuvvetler ayrılığı sistemi var. Tek bir imza ile kredi verilmiyor. Bu sayede kredi kalitemiz çok yükseldi” dedi. Halkbank Genel Müdürü Hüseyin Aydın, her yıl ortalama 2 bin civarında çalışanının emekliliğinin geldiğini, bu yıl 1.250 kişinin yeni işe alımı için karar verdiklerini, duyurusunu yaptıkları sınava tam 300 bin ayrı başvuru geldiğini söyledi. Anadolu Üniversitesi’ne yaptırılan sınav 21 Kasım’da Türkiye genelinde 17 farklı merkezde yapıldı. 50 TL’lik sınav katılım bedelini ödeyen tam 300 bin ayrı başvuru sahibi bu sınava girdi ve şimdi 15 Aralık’ta açıklanacak sonuçları bekliyor. Aydın’ın verdiği bilgiye göre, işe alınacak kişi sayısının 3 katı yani 3 bin 750 kişi yazılı sınavdan sonra mülakata çağrılacak ve işe başlayacak 1.250 kişi belirlenecek.Hüseyin Aydın ve ekibi Halkbank’ın performansını ortaya koymak için bir sabah kahvaltısında bizimle buluşmuştu. Ancak sınavla ilgili verdiği bilgiler açıkçası bankanın performansını gölgede bıraktı ve yazıya sınavla ilgili rakamlarla başlamamı gerektirdi. Türkiye’de işsizliğin geldiği dramatik boyutu ortaya koyan sınav verileri gerçekten etkileyici ve düşündürücü.Halkbank’ta sınav 3 farklı pozisyon için yapıldı. Servis görevlisi ve ön banko görevlisi pozisyonları için lise mezunu olmak yetiyordu. Lise mezunlarının yanı sıra halen üniversitede okuyanlar ve üniversite mezunlarının bile bu pozisyon için başvuru yaptıkları dikkati çekti. Bu durum Türkiye’de derin işsizlik yüzünden “Ne iş olsa yaparım. Yeterki iş olsun” düşüncesinin herkesi sardığını ve çaresizliği gösteriyor. Yine benzer şekilde uzman yardımcısı ve müfettiş yardımcısı olmak için başvuranlar da işi biraz daha garantiye almak için ön banko görevlisi dahi olmaya razı olacak şekilde iki sınava da girdi. Halkbank Genel Müdürü Hüseyin Aydın, farklı pozisyonlara aynı kişilerin de başvurduğunu yani 300 bin sayısında mükerrer başvurular olduğuna dikkat çekti. Aydın, “Bu mükerrer başvurular düşüldüğünde net başvuru sayısı belki 200 bin ile 225 bin arasında olur. Ancak Türkiye için hakikaten çok yüksek ve belki de bir iş başvurusunda şu ana kadar ulaşılan rekor sayı. Geçen yılki sınava 150 bin kişi başvurmuştu” dedi.Aydın, Halkbank’ta 12 maaşın yanı sıra 4 maaş da ikramiye verildiğini hatırlatarak işe girenlerin eline aylık 750 TL geçeceğini ancak yılda kazanacakları toplam paranın 12 bin TL civarında olacağını söyledi.50 TL eleştirisine cevapHalkbank Genel Müdürü, sınav için adaylardan 50 TL ücret talep edildiğini, bunun sınavı düzenleyen Anadolu Üniversitesi’nin salon kirası, teknolojik altyapı, sınav kağıdı basımı gibi harcamalarına gittiğini, işsizlerden ayrıca ek bir ücret talep etmelerinin sözkonusu olmadığını söyledi. Aydın, “Bu para yani 15 milyon TL Anadolu Üniversitesi’ne aktarıldı. Bizim kasamıza giren tek kuruş yok” diye konuştu. Bir günde Mistral dilini konuştuk Hüseyin Aydın, Pamukbank birleşme sürecine ilişkin de önemli detaylar verdi. Pamukbank birleşmesinin Halkbank’a çok iyi geldiğini kaydeden Aydın, “Herşeyden önce teknolojik altyapılarını kullandık. Onların altyapısı bize göre çok çok iyi durumdaydı. Mistral adlı yazılımı bir Kurban bayramında kurup ilk iş gününde çalıştırdık. Sadece bir Bağ-Kur işleminde pürüz çıktı. Ayrıca Pamukbank ekibi sayesinde Halkbank bireysel bankacılıkla tanıştı. İnsan kaynağı rekabete açıldı. Bu eşitler arası paylaşım bize önemli kazanımlar sağladı” dedi. Yabancı payı en yüksek 3’üncü halka açık şirketHalkbank’ın yüzde 24.98’lik payı 2007 yılı Mayıs ayında halka arz edilmişti. O dönemde yabancılara tahsis edilen hisse miktarı arz edilen yüzde 24.98’in yüzde 69’u kadarı idi. Son gelinen noktada ise yabancılar Halkbank’ın halka açık hisselerinin yüzde 91’ini kontrol ediyor. Bu oran Coca Cola ve Turkcell’den sonra Halkbank’ı yabancı payında üçüncülüğe taşımış durumda.
Türkiye malum trafik kazalarında dünyanın karnesi en kötü ülkelerinden biri. Trafik kaza raporlarında çoğu zaman yol kusuru dikkate alınmaz. Oysa kazaların büyük bölümünde yolların yetersizliğinin çok büyük payı vardır. Neyse şimdilerde yolların büyük bölümü, kalitesi tartışılır olsa da duble’ye dönüştürüldü de hiç olmazsa hatalı sollamadan kaynaklı kazalarda ciddi azalma var.Trafik kaza raporlarında yer almayan bir diğer unsur da araç kusuru. Kaza raporlarında araç kusuru ile ilgili tek bir istatistik bulamazsınız. Dolayısıyla kaç kazanın yürüyen aksamı bitmiş, frenleri felç olmuş, kabak lastik kullanan araçlar yüzünden meydana geldiğini asla bilemeyiz, sadece tahmin ederiz.Araç muayene işi, Doğuş Otomotiv-Akfen ve Alman TÜV-SÜD’e 2007 yılında devredilmişti. TÜVTURK ilk araç muayenesini 2008 yılı Ocak ayında gerçekleştirdi. O tarihten sonra da Türkiye’de araç muayenesi formalite olmaktan çıktı. Eskiden muayeneye araç bile getirilmezdi. Ruhsat üzerinden damga vurulur harç alınırdı. Devletin istediği de zaten sadece para toplamaktı. Yoksa aracın sinyali, farı yanmamış, frenleri tutmuyormuş, yangın tüpü yokmuş çok da umurunda değildi. Bu gerçeği bilen biri olarak araç muayene işi bana göre en hayırlı özelleştirmelerden biri oldu.TÜVTURK Genel Müdürü Naci Başerdem ile geçen hafta buluşup özelleştirme sonrası araç muayenede gelinen noktayı konuştuk. Muayene işinin artık bir formalite olmaktan çıkması çok sevindirici. İş o kadar ciddiye alınıyor ki sınıfı geçemeyen araçlar için sahte belge düzenleyen çeteler oluşmuş. Naci Başerdem, “Muayeneden geçemeyeceğini bilen ya da geçemeyenler için şimdi bazı aracılar türedi. Muameleci gibi muayene işine girdiler. Sahte belge düzenliyorlar.” dedi. Bu iş o kadar çok artmış ki önlem almak şart olmuş. Artık belgelerin doğruluğu el bilgisayarları üzerinden incelenecek. Yani o araç gerçekten muayeneden geçmiş mi geçmemiş mi, belge sahte mi değil mi anlaşılacak.Başerdem işlerini çok titizlikle yaptıklarını söylerken çok şikayet aldıklarını da belirtiyor.“Kamyoncu aracını getiriyor. Lastiğinin diş kalınlığının en az 1.6 cm olması lazım. Ancak değil. Bu lastiklerle muayeneden geçemeyeceğini söylüyoruz. ‘Sen bir lastiğin kaç lira olduğunu biliyor musun? Benim ekmeğimle oynuyorsunuz’ diye tepki gösteriyor. Bunlara artık alıştık. Ancak kesinlikle taviz vermiyoruz” diyor. TÜVTURK geçtiğimiz Ekim ayında 5 milyonunca aracı muayene etti. 100 araçtan ne yazık ki 40’ı ilk muayenede sınıfı geçemiyor. Belirtilen eksiklikleri yerine getirdikten sonra 1 ay içinde ücretsiz yeniden muayeneye girebiliyor. Yüzde 40 oranı da aslında karayollarında nasıl serseri mayınlarla yan yana olduğumuzu ortaya koyuyor. Ekmeği ile oynandığını iddia eden o kamyoncuya ’Acaba sen bir canın değerini biliyor musun?’diye sormak lazım.Muayene her yıl olacakBu arada ‘özelleştirme oldu, devlet önemli bir gelir kapısını özel sektöre devretti’ diye düşünülmesin. Çünkü işin iç yüzü öyle değil. Özelleştirmeden ihale bedeli olarak 552 milyon dolar kazanan devlet muayeneden de hâlâ iyi para kazanıyor. Anlaşmaya göre araç muayene ücretini TÜVTURK değil, Ulaştırma Bakanlığı belirliyor. Şu an otomobiller için muayene ücreti 124 TL. Bunun yüzde 30’u devlete gidiyor. Üstelik bu oran seneye yüzde 40’a çıkacak. 7 yıl sonra ise devletin aldığı pay yüzde 50 olacak. Araç muayene istasyonu işletenlerin payı azalacak. Şu an cironun yüzde 30’unu devlete yüzde 7’sini de TÜVTURK’e veriyorlar. 10 yıl sonra TÜVTURK’ün cirodan aldığı pay da yüzde 20’ye çıkacak.Naci Başerdem, bu yılki cironun 550 milyon TL civarında olacağını söylüyor.Araç muayene özelleştirmesi satın almayı yapan ortaklar açısından da başlı başına bir başarı öyküsü. 552 milyon doları devir olmak üzere yaklaşık bu işe 850 milyon dolar harcayan ortaklar daha sonra muayene istasyonlarını her şehirde bir müteşebbise lisans bedeli karşılığı devrettiler. Bu devirlerden 872 milyon dolar gelir elde edildi. Örneğin İstanbul 180 milyon dolara devredildi. Ankara’nın devir bedeli 80 milyon dolar oldu. Ortaklardan Hamdi Akın payını geçtiğimiz günlerde Bridgepoint’e satmıştı. Öncelikler yüzünden bu satışı yapan Akın’ın bir hayli üzüldüğünü de duymuştum.Son bir not. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda değişiklik söz konusu. Sıfır araçlar 3 yılın sonunda muayene olmak zorunda. Sonra her 2 yılda bir muayene oluyorlar. Yeni düzenleme ile 3 yılın sonundaki ikişer yıllık periyodların birer yıla indirilmesi gündemde. Yani 4 yaşından sonra araçlar her yıl muayene olmak zorunda kalacak.