Burhan Doğançay’ın Mavi Senfoni adlı eseri 2.2 milyon TL, vergileri ile birlikte 2 milyon 777 milyon TL’ye satıldı, yer yerinden oynadı. Satan Oktay Duran ile alan Murat Ülker’in Duran Ambalaj’da iş ortağı olmalarında gizli şifre arayanlar oldu. Bazı gazetelerde de uzmanların “O eser o parayı etmez” görüşleri yer aldı.Müzayedeyi gerçekleştiren Antik A.Ş’nin sahibi Turgay Artam, açık artırmanın yapıldığı o günü anlattı ve Burhan Doğançay’ın eserini almak için 8 kişinin yarıştığını belirtti. Murat Ülker’in verdiği 2.2 milyon TL’den önce artırılan son fiyatın 2.1 milyon TL olduğunu söyledi.Artam, “8 kişi kıyasıya yarıştı. 1 milyon TL’den sonra rakamlar 50 bin TL’lik artırımlarla yükseldi. Bir ara bir yatırımcı 10 bin TL’lik bir artırım yaptı. Onu da kabul ettik. Son olarak eser 2.2 milyon TL’ye Murat Ülker’de kaldı” dedi.Ben sanat uzmanı değilim. Bu eserin değerini tıpkı borsada hisse senedinde olduğu gibi alıcı ile satıcının buluştuğu rakam belirler. Ancak Turgay Artam’ın verdiği bazı bilgiler, ortaya çıkan rakamın çok da uçuk olmadığını ortaya koyuyor.* Alanla satanın iş hayatında ortak olması, ortaya çıkan değeri hafifletir mi?-Olur mu öyle şey. Biz pek çok müzayedede aynı aileden kişilerin de eserler için yarıştığını gördük. Zaten sanata yatırım yapan insanlar belli. Dar bir çevrede eserler alınıp satılıyor.* Burhan Doğançay’ın bu eserini bu kadar değerli kılan ne oldu sizce?* Burhan Doğançay’ın Sultan Ahmet Camii’nden esinlenerek yaptığı bu eser bir başyapıttır. Doğançay’ın başyapıt sayabileceğimiz 3 eseri vardır ve bu satılan da onlardan biridir. Sonuçta dünyanın farklı ülkelerinde 46 müzede eserleri olan bir sanatçıdan sözediyoruz. Bu rakam kesinlikle çok değil.* Doğançay’ın başyapıt sayılmayan eserlerinde nasıl rakamlar oluşuyor?Örneğin yine Doğançay’ın Bullish Breakthrough adlı kurdela bir eserini sattık. Başlangıç fiyatı 135 bin TL idi. 473 bin TL’ye satıldı. Küçük bir tablosu Abu Dabi’de geçtiğimiz günlerde 241 bin dolara alıcı buldu. Böyle baktığınızda da Mavi Senfoni’nin fiyatı kesinlikle pahalı değil. * Son dönemde, bankalara olan güvensizlik, kriz ortamında sermaye piyasalarına yönelen yatırımlardan kaçış mı sanat eserlerine olan ilgiyi artırdı?Kesinlikle öyle oldu. Bakın herkes Burhan Doğançay’ın eserine kilitlendi ancak Fahr El Nisa Zeid’in bir eserini de 1 milyon 325 bin liralık fiyata sattık. Artık insanlar, bilgisayar ekranlarında gördüğü rakamlardan ibaret sanal yatırımlar yerine, bakabildiği hissedebildiği duvarına asabildiği, dostları ile paylaşabildiği sanat eserlerini tercih ediyor. Bu da yatırımların önünü açtı. Benim analizlerime göre bir sanat eseri 3 yılın sonunda yüzde 400 ile 600 arasında prim yapıyor. Dünyada ne krizler oldu ancak hiç bir dönemde sanat eserleri bu krizden etkilenmedi tam tersi güçlenerek çıktı.* Murat Ülker sanıyorum bu eser için ciddi bir de vergi verecek. Dünyada sanat eserlerinden bu tarz katma değer vergisi alınıyor mu?Tablonun satış fiyatı 2.2 milyon TL. Biz bunun üzerinden yüzde 7 komisyon alırız. Yani yaklaşık 154 bin TL. Komisyonlu fiyat üzerinden de yüzde 18 KDV kesiliyor. Böyle olunca devlete gidecek 423 bin TL ile birlikte fiyat 2 milyon 777 bin TL’ye geldi. Dünyanın hiçbir ülkesinde böylesine yüksek vergiler yok. Bunun için çok uğraştık ancak katma değer vergisini bir türlü kaldırtamadık.* 2.2 milyon TL’lik fiyat Türk sanat eserleri için sınıf atlatacak mı gerçekten?Sadece şunu söylemek istiyorum. Osman Hamdi’nin Kaplumbağa Terbiyecisi’ni 5 milyon TL’ye satmıştık. Bugün o tablo yeniden satışa konulsun başlangıç fiyatını 20 milyon TL yaparım.
1 yıl 1 ay önce temeli atılan 930 MW ile tek çevrimde dünyanın en büyük doğalgaz santrali olacak Bandırma Doğalgaz Santralı’nın inşaatında gelinen noktayı yerinde görmek için Bandırma’ya gelen Güler Sabancı, teknik ekibin, “Ağustos’ta ulusal hatta enerji veririz. Dünyada bu büyüklükte kapasitede bir santral inşaatında böyle bir hız yok” demesine rağmen, “Ben sizden 30 Temmuz’un sözünü almak istiyorum” dedi ve istediği sözü aldı Sabancı Holding 2005 yılında enerjiyi 4 ana iş kolundan biri olarak ilan etmiş ve hedefini de 2015 yılına kadar 5 bin MW kurulu güç olarak koymuştu. O tarihe kadar Sabancı’da enerji alanında kurulu güç 40 MW civarında idi. Bu güç de İzmit’de Kordsa, Brisa gibi şirketlerin ihtiyacını karşılamaya yönelikti. Bu vizyona göre yapılanan Sabancı Grubu, 2007’de ortaklığa imza attığı Avusturyalı ortağı Verbund ile gerek HES gerek doğalgaz gerekse rüzgar alanında çeşitli projeleri gündemine aldı. EnerjiSa 2007 yılı Temmuz ayında büyük bir doğalgaz çevrim santrali kurmaya karar verdi. Projeye start verilmesi, arsa temini, gerekli izinlerin alınması son derece hızlı gerçekleşti. Mitsubishi’den dünyanın en büyük türbinleri ısmarlandı. İnşaat 1 yıl 1 ay önce başladı. Daha önce Ambarlı gibi büyük santrallerin kurulumunda çalışan ekip, Sabancı’nın içinden yetişenlerle biraraya gelip Bandırma’da hakikaten müthiş bir iş başarmış. Yabancı raporlarla da tescillenmiş ki burada yapılan iş en hızlısı, en başarılısı ve hepsinden önemlisi de en güvenlisi...Önceki gün Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı, CEO Ahmet Dördüncü ve Enerji Grup Başkanı Selahattin Hakman’la birlikte Bandırma’ya çok sorunlu bir deniz yolculuğundan sonra ulaşıp inşaatın geldiği noktayı yerinde gördük. Güler Hanım’ın EnerjiSa çalışanları ile iletişimi gerçekten etkileyici. Mühendislerin çoğunu ismen tanıyor. Proje Direktörü Veli Balat ve Proje Müdürü Mehmet Sakaryalı, projenin geldiği noktayı “Yüzde 66.5 seviyesindeyiz. Ağustos 2010’a yetiştireceğiz” şeklinde özetledi. “Rüştümüzü ispat edeceğiz”Güler Sabancı itiraz etti ve “Sizden 30 Temmuz gününe söz almak istiyorum. Burada harika bir iş çıkardığınızı görüyorum. Son derece hızlısınız. Performansınızdan çok etkilendim. Ancak bir gayretle bu tarihi 30 Temmuz’a çekebilirsiniz” dedi. Proje müdürleri birbirine baktı ve Güler Hanım’a 30 Temmuz’un sözünü verdi.Güler Hanım bu sözü alırken ekibine öncelikle kritik başarı faktörlerini sordu. Proje müdürleri karada çok sorunla karşılaşmayacaklarını ancak denizdeki çalışmaların hava muhalefeti nedeniyle aksamalara yolaçabileceğini belirttiler. TEİAŞ, Botaş, EPDK, EÜAŞ ve Enerji Bakanlığı kabul heyeti ile ilgili bürokratik gecikmeler olabileceği de dillendirildi. Öyle görünüyor ki bu ekip santrali 30 Temmuz’a yetiştirecek. Santralin ulusal şebekeye 919 MW elektrik vereceği düşünüldüğünde 1 günün bile önemi ortaya çıkıyor aslında. Yıllık cirosu 700 milyon euro’yu geçecek. Bu santral için 1 gün demek 2 milyon euro ciro demek. Sabancı, 30 Temmuz sözünü aldıktan sonra şunları söyledi: “Lisanslara para verip sahip olmak önemli değil. Önemli olan başlangıçtır. Bandırma’da başlangıcı hedefin önüne çekeceğiz. Bu kreditörlerimiz, ortağımız, hissedarlarımız ve Türkiye için önemli. Burada devlet tecrübesini de taşıyan mükemmel uyumlu bir ekip var. Sonuçta bu sektör özel sektöre daha yeni yeni açılıyor. Deneyimlerimiz diğer projelerde bize yol gösterecek. Bu proje zamanında hatta zamanından önce start alırsa bize güven verecek. Bununla Enerjisa ekibi reşit olacak. Rüştünü ispat edecek.” Kyoto Protokolü’ndeki yerimizi Kopenhag’da pazarlık etmeliyiz mevcut durum büyük tehlike GÜler Sabancı, Bandırma Doğalgaz Çevrim Santrali’nin çevreci özellikleri ile ilgili bilgi aldıktan sonra sözü Kyoto Protokolü’ne getirdi ve Türkiye’yi bekleyen çok önemli bir tehlikenin varlığına dikkat çekti. 10 yıl sonra Kyoto Protokolü’ne katılımı onaylayan Türkiye’nin gelişmiş ülkeler sınıfında yer aldığını vurgulayan Güler Sabancı, şöyle konuştu: “Kyoto’ya taraf olduk ama konumumuz doğru bir yerde değil. Biz gelişmekte olan ülkeyiz. Ancak nedense gelişmiş ülkeler sınıfında değerlendirildik. Oysa gelişmiş ülkeler erken sanayileşti ve çevreyi uzun yıllar kirletti. Yıllarca atmosfere karbon saldı ve şimdi bunun faturasını ödeyecekler. Türkiye o kategoride değerlendirilirse Türk sanayisi için büyük bir tehdit olur. Bunu yeniden müzakere etmeliyiz. Sivil toplum kuruluşları, hükümet bu konuda işbirliği yapmalıyız. Şurada 1 aylık bir süre var. Bu süreyi iyi değerlendirmeli, 10 Aralık’ta Kopenhag’daki zirvede Türkiye’nin haklarını savunmalıyız. Bu sadece sanayicilerin değil, bilimadamlarının, akil insanların da dikkat çektiği bir konudur.”Güler Hanım’ın ikinci sorusu ‘İnovativ ne yaptınız’ olduGüler Sabancı’nın ekibine sorduğu ilk soru kritik başarı faktörleriydi. İkinci sorusu ise “Bu santrali kurarken inovasyon anlamında ne yaptınız?” oldu. Ekip santralde soğutma amaçlı kullanılacak deniz suyunun geri dönüşünde bir güç yaratacağını hesaplayarak doğalgaz santralinin içine bir de HES kuruyor. Deniz suyunun geri dönüşünde boşa akacak suyun kuvvetinden yararlanacak bu HES 3 MW gücünde olacak. 3 MW deyip geçmeyin. 10 bin hanenin elektrik ihtiyacı bu inovatif HES’le karşılanabilir. Güler Hanım, bu projeyi çok beğendi. Zaten ekip bu proje ile Sabancı Grubu içinde Altın Yaka inovasyon ödülleri yarışmasında finalist olmuş. Jüri Başkanı olan Güler Sabancı, Bandırma ziyaretinde finalistlerden birinin çalışmasına da bizzat tanıklık etmiş oldu. 2000 MW’lık enerji santrali inşa halinde SabancI Grubu Enerji Grup Başkanı Selahattin Hakman halen kurulu güçlerinin 455 MW olduğunu, 2000 MW’lık gücün de inşaa halinde olduğunu söyledi. Grubun işletmede olan 4 doğalgaz santrali, 4 hidroelektrik santrali var. 9 HES’in yapımı devam ediyor. 930 MW’lik Bandırma ve 450 MW’lık Tufanbeyli Santralleri bittiğinde grup 5 bin MW’lık hedefinde büyük mesafe kaydetmiş olacak. Grup ayrıca halen 600 MW’lık gücün projeleri geliştirilme aşamasında. Hakman, hedeflerinin yüzde 40’ı HES, yüzde 25-30’u doğalgaz, yüzde 25-30’u kömür ve yüzde 5-10 arası da rüzgardan oluşan bir kombinasyon yaratmak olduğunu söyledi. 2012 yılında 2 bin MW’lık gücün devrede olacağını söyleyen Hakman, enerjinin Sabancı Grubu içindeki payının yüzde 20’lere çıkabileceğine dikkat çekti. Sabancı Grubu’nun enerji sektöründeki payı ise, üretim ve dağıtımla birlikte yüzde 10 olacak. Dünyanın en verimlisi olacak rakiplerine maliyette yüzde 10’a varan fark atacakBandIrma Doğalgaz çevrim santrali rakamları ile de dikkat çekici. Bu santralde verimlilik yüzde 59 olacak. Hatta bunu yüzde 61’e kadar çıkarabileceklerini tahmin ediyorlar. Peki nedir bu verimlilik ve çok mu önemli? Selahattin Hakman, buna şöyle cevap veriyor: “Doğalgaz santralinde maliyetin yüzde 70’i gazdır. 100 birim gazdan ne kadarını elektriğe çevirebildiğiniz sizin verimliliğinizi belirler. Örneğin Ambarlı devreye girdiğinde yüzde 52.5 ile o dönemde en verimli santraldi. Sonra yüzde 56’lar 57’ler yakalandı. Mitsubishi türbinleri bize yeni bir dünya rekoru sağlayacak. Yüzde 59 verimlilikle aşağı yukarı rakiplerimizle aramızda yüzde 10’a varan bir maliyet avantajı yaratmış olacağız.”Bandırma Santralı tek başına Türkiye’nin gücünün yüzde 2.5’iBandIrma Santrali’nin diğer rakamlarına da göz atmakta yarar var. Örneğin 930 MW’lık güç, Türkiye’nin şu anki kurulu gücünün neredeyse yüzde 2.5’ine denk geliyor. Bu santralde 6 milyar 700 milyon kilowatsaat elektrik üretilecek. Bu gücün anlamı şu... Balıkesir, Çanakkale ve Bursa’nın elektrik ihtiyacının yüzde 70’ini tek başına bu santralin ürettiği elektrik karşılayabilecek. Santralin toplam maliyeti yaklaşık 660 milyon euro civarında. Sadece ekipmanlar 500 milyon euro tuttu. Santral 2 bin 100 dönüm arazi üzerine kuruldu. Bu kadar geniş alan tutulmasındaki temel hedef ileride buraya kurulu güç kadar bir yeni çevrim santrali daha kurma niyeti. Ancak Sabancı Grubu yetkilileri henüz bu alanda alınmış net bir karar olmadığını vurguladılar. Arazide rüzgar ölçümleri yapılıyor. 25 MW gücünde bir rüzgar santrali de aynı alanda kurulabilecek. Bu santral saatte 175 bin metreküp, yılda 1.2 milyar metreküp doğalgaz tüketecek. Türkiye’nin gaz tüketimi 36 milyar metreküp civarında. Yani Türkiye’nin ithal ettiği doğalgazın yüzde 3.3’ünü bu santral emecek. Sabancı diğer doğalgaz santralleri ile birlikte toplamda 2 milyar metreküp gaz satın alan çok önemli bir oyuncu haline gelecek.
G20 ülkelerinin Ekonomi Bakanları ve Merkez Bankası Başkanları İskoçya’da teşviklerin devam ettirilip ettirilmemesini tartışıyor. Türkiye, başta otomobil olmak üzere bazı ürünlere geçici bir süre teşvik verdi. Çok iyi sonuçlar aldı. “Bu indirimler uyuşturucu gibidir. Çok fazla verirseniz müptelalık yaratır” denilerek teşvikler kaldırıldı.Oysa G20 ülkelerinin Ekonomi Bakanları ve Merkez Bankası Başkanları bu hafta sonu İskoçya’da teşviklerin devam ettirilip ettirilmemesini tartışıyor. Teşviklerin kesilmesi ile birlikte otomobil satışları da bıçak gibi kesildi. Eylül ayında 81 bin binek ve ticari araç satılmıştı. Ekim’de vergiler yeniden eski insafsız haline dönünce satışlar 20 binde kaldı.Şimdi soruyorum Maliye kazandı mı kaybetti mi? ÖTV indirimi ile 1600 cc’ye kadar otomobillerde vergi yükü yüzde 61.7’den yüzde 39.2’ye indirilmişti. Bu da otomobil fiyatlarına yüzde 13.9’luk bir ucuzluk getirmişti.Maliye yüzde 39.2 oranında düşük vergi aldı, ancak bu vergiyi 81 bin araçtan aldı.Ekim’de Maliye yüzde 61.7’lik vergiye geri döndü ama bunu ancak 20 bin araç için tahsil edebildi.Tabii ki bu araçların içinde 2 bin motorlu ya da daha üst motor hacimli araçlar var. Hesap o yüzden bu kadar basit değil. Ancak fikir vermesi açısından satılanların hepsi sanki 1600 cc’lik araçmış gibi hesaplayacağım.20 bin liralık araçtan vergi indirimleri uygulanırken Maliye 7 bin 840 TL ÖTV ve KDV aldı. İndirimler kalkınca 12 bin 340 TL almaya başladı.Yani Maliye’nin Eylül’de kasasına kabaca 635 milyon TL girdi. Oysa Ekim’de 20 bin araçtan Maliye sadece 247 milyon TL vergi tahsilatı yapabildi. Ex Maliye Bakanı Kemal Unakıtan otomobil sektörü için şu ilginç ifadeyi kullanmıştı. “En güzel müşterilerim sizsiniz, öyle bir ortaksınız ki sizi çok seviyorum. Yediveren gülü gibisiniz. Çok kazanın, inşallah bana da çok vergiler verirsiniz.” Otomotiv sektörünün kazanabilmesi bu vergilerle imkansızdır.Dünyanın açık ara en pahalı benzinini kullanan ülkesi olan Türkiye, otomobil vergilerinde de Avrupa’nın tartışmasız açık ara insafsızlık rekortmenidir. Otomobil Distribütörleri Derneği ilginç bir çalışma yapmış. Nissan’ın Genel Müdür Yardımcısı İlkim Sancaktaroğlu bu çalışmayı benimle paylaştı. Otomotiv ticaretinde gelecek 10 yılın yol haritasını çıkarmışlar. Farklı vergi senaryolarına göre Türkiye’de her yıl satılabilecek araçların bilimsel olarak tahminlerini ortaya koymuşlar. Şayet ‘müptelalık yaratmasın’ diye vergiler bu insafsız ölçütlerde kalırsa Türkiye’de gelecek yıl taş çatlasın 360 bin araç satılacak. 2015’e gelindiğinde de yıllık araç satışı 400 bini geçmeyecek.Bu hesap kişi başına milli gelirin reel anlamda her yıl ortalama yüzde 3 büyüyeceği, döviz ve akaryakıt fiyatlarında önemli bir değişiklik olmayacağı varsayımına göre yapılmış.Senaryo B’ye göre ÖTV oranı yüzde 37’den yüzde 18’e çekiliyor. Yani Haziran ayına geri dönüyoruz. O takdirde 2010’da satılacak araç sayısı 480 bini buluyor. 2015’e gelindiğinde ise sektör 1 milyon 20 bin araç satabiliyor.Vergilerde değişik oranlar ve hurda teşviği gibi unsurlara göre çeşitli senaryolar üzerinde çalışılmış. Bazılarını tablo haline getirdim.Sonuç şu ki, Otomobil satılırken Maliye kazanıyor. Sonra o otomobile yakıt konunca yine Maliye kazanıyor. Otomobil köprüden otoyoldan geçiyor Maliye yine kazanıyor. Aracın sigortası yaptırılıyor Maliye kazanıyor. Araç servise giriyor Maliye kazanıyor. Motorlu taşıtlar vergisi dönemi geliyor Maliye kazanıyor. Fabrikalar çalışıyor, Maliye kurumlar vergisi kazanıyor. Fabrikalar üretim yaptıkça üç vardiya işçi çalıştırıyor Maliye yine kazanıyor. Otomobil gerçekten yediveren gülü gibi.Bunu onyediveren gülü haline getirmek de yine Maliye’nin elinde.Hesap çok basit. Bir zahmet üşenmesinler Otomotiv Distribütörleri Derneği’nin yol haritası çalışmasına göz atıversinler...
Gümrüklerden Sorumlu Devlet Bakanlığı, duty free’lerden yapılan sigara, içki, parfüm, çikolata alışverişlerine miktar kısıtlamasına gitti. Havaalanlarını yap-işlet-devret modeli ile işleten firmalar, kira geliri sağladıkları duty free’lerin ciroları düşünce soluğu Devlet Hava Meydanları İşletmesi’nde (DHMİ) aldı ve “Bu işi çözün” dedi. DHMİ’nin Gümrükler’le yapacağı temaslardan sonuç çıkmazsa işletmeciler dava açacak Türkiye’de özelleştirmelerde ayıplı mal satıldığına defalarca kez tanık olduk. Bir fizibilite yapıyorsunuz, özelleştirilecek kuruluşa fiyat takdir ediyorsunuz ve malı satın alıyorsunuz. Sonra ne oluyor? Bir anda şartlar, satışı yapan devlet tarafından değiştiriliveriyor, hesap şaşıyor. Tüm fizibilite raporları çöpe...Türkiye’nin en önemli havalimanları yap işlet devret modeli ile özelleştirildi. TAV, Atatürk Havalimanı’nı, Limak Sabiha Gökçen Havalimanı’nı, IC Holding Antalya Havalimanı’nı, ATM de Dalaman’ı devraldı. Devralırken de milyarlarca dolar ödediler. Örneğin Sabiha Gökçen için Nihat Özdemir 1.9 milyar euro ödemeyi kabul etti. Antalya için 3 milyar 197 milyon dolar verildi. Üstelik bu bedeller karşılığında havalimanları sadece belirli bir süreliğine alındı. Eskimiş terminaller yıkıldı üzerine ilave kredilerle yenileri yapıldı.Bu müteşebbisler çuval dolusu bu paraları verirken, ince eleyip sık dokudular. Havalimanına inen kalkan uçak sayıları, yolcu sayıları ile ilgili çok titiz fizibilite çalışmaları yaptılar. 10 yıl sonrasına 20 yıl sonrasına dair yolcu senaryoları oluşturdular. Otoparkından, duty free’sinden gelecek geliri hesapladılar. Kılı kırk yardıktan sonra bir fiyat teklifi oluşturdular. Banka kredileri ile çok ağır yüklerin altına girdiler.Gelir kapısıGlobal krizde yabancı yolcu sayısındaki düşüşle stresleri artan havalimanı işletmecileri son olarak Gümrük Müsteşarlığı’nın duty free’lerden yapılacak alışverişe getirdiği kısıtlarla şaşkına dönmüş vaziyetteler.Nasıl şaşmasınlar ki... Duty free’ler bir havalimanı işletmecisi için en önemli gelir kapılarından birisi.Bazılarını kendileri işletiyor, bazılarını kiraya verip ciro üzerinden pay alıyorlar.Gümrük Müsteşarlığı yetkilileri bir sabah kalktılar ve “Duty free’lerden alınabilecek sigaraya, çikolataya, alkollü içkiye, parfüme sınırlama getiriyoruz” deyiverdiler. Milyarlarca dolar kredi yükünün altındaki havalimanı işletmecileri de bir sabah gümrükçülerin bu kararı ile irkilerek uyanıverdiler.Karar henüz çok yeni ancak free shop’larda etkisini hemen gösterdi bile. Bazı alanlardaki free shop’larda cirolardaki düşüş yüzde 50’lere ulaşmış vaziyette.Havalimanı işletmecileri de, rakamlarla birlikte soluğu, yap işlet devret ihaleleri yapan asıl malsahibi Devlet Hava Meydanları İşletmeleri’nde aldılar. “Gümrük Müsteşarlığı ile görüşün, lütfen bu kısıtlama uygulamasını kaldırtın” isteğinde bulundular. Havalimanı işletmecilerinin bu olayda ortak tavır sergilediği ve birlikte hareket ettiği dikkat çekiyor.Top şimdi DHMİ’de. DHMİ’nin Gümrük Müsteşarlığı ile yapacağı görüşmelerden çıkacak sonucu havaalanı işletmecileri merakla bekliyor. Şayet Gümrük Müsteşarlığı uygulamada ısrar ederse havalimanı işletmecileri konuyu yargıya taşıyacaklar.Çikolata, parfüm, alkollü içki sigara limiti yarı yarıya düştü Türkiye’ye girişleri sırasında önceden 3 karton sigara, 2 kilogram çikolata, 2 litre alkollü içecek, 1200 mililitre parfüm alabilen yolcular, yapılan yeni düzenleme ile birlikte 2 karton sigara, 1 litre alkol ve 600 mililitre parfüm ve 1 kilogram çikolata alabiliyor. Türkiye’den çıkışlarında ise yolcular bu limitlere rağmen ancak gittikleri ülkelerin gümrük mevzuatının izin verdiği miktarda sigara ve alkollü ürün alabiliyor. Yeni karar uyarınca yolcuların Türkiye’ye gelişlerinde alabilecekleri ürünlerin miktarı şöyle: Tütün ve tütün ürenleri1- Sigara 400 adet 2- Sigarillo (Her biri 3 gramdan ağır olmayan purolar) 100 adet 3- Puro 50 adet 4- Kıyılmış tütün (200 yaprak sigara kağıdı ile) 250 gr. 5- Pipo tütünü 250 gr. Alkollü ürünler 1- Alkol derecesi yüzde 22’yi geçen alkol ve alkollü içkiler 1 lt. 2- Alkol derecesi yüzde 22’yi geçmeyen alkol ve alkollü içkiler 2 litre. Kozmetik ürünler En fazla 120 ml.’lik şişeler içinde 5 adet kolonya, lavanta, parfüm, esans veya losyon Gıda ürünleri1- Çay 1 kg. 2- Çözülebilir hazır kahve 1 kg. 3- Kahve 1 kg. 4- Çikolata.1 kg. 5- Şekerden mamul yiyecekler 1 kg.
Yurtdışındayken cepten yapılan konuşmaların maliyeti yüzde 40 arttı. Bu zam, Maliye’nin dahiyane uygulama değişikliği ile ortaya çıktıGlobal krizde vergi gelirleri düşen Maliye nereye saldıracağını şaşırmış durumda. Dolaylı vergilerle durumu idare etmeye çalışan Maliye, bu arada tuhaf uygulamalara da imza atıyor.Örneğin TRT için ödeyeceğimiz bandrol ücreti. Benim bildiğim vergi kullanılan ürün için verilir. Radyo kullanıyorsanız onun vergisini ödersiniz. Son kararname ile radyo için değil, içinde radyosu olan otomobilin çıplak fiyatı üzerinden TRT’ye radyo vergisi yani bandrol ücreti verilecek. Ne kadar saçma...Bir diğer garip uygulama cep telefonlarında ortaya çıktı. Büyük Mükellefler Dairesi; Turkcell, Avea ve Vodafone’a bir yazı yazarak Nisan 2005 ile Temmuz 2009 arasında abonelerin yurtdışında yaptığı görüşmeler için vergi cezası kesti.İşin özeti şöyle: Operatörler yurtdışında faaliyet gösteren diğer operatörlerle roaming anlaşması yaparlar. Mesela siz Londra’ya gittiğinizde abonesi olduğunuz GSM operatörünün o ülkede roaming anlaşması yaptığı operatör üzerinden hizmet alıp konuşursunuz. Konuşma bedelinin tamamını da gittiğiniz ülkedeki operatör alır. Siz bir sonraki ayın faturasında bu konuşmanızın bedelini görürsünüz. O bedel, operatörünüz tarafından sizden tahsil edildikten sonra tamamı, hizmeti aldığınız yurtdışındaki operatöre ödenir.Sizin abonesi olduğunuz operatör ise oranları ülkeden ülkeye değişmekle birlikte bu konuşmadan dolayı yüzde 15 civarı bir komisyon tahsilatı ile yetinir. Anlaşılır olsun diye örneklemekte fayda var. Diyelim ki cep telefonunuzdan Londra’dan İstanbul’u aradınız ve yaklaşık 100 TL’lik konuşma yaptınız. Bu konuşma sizin faturanıza komisyonla birlikte 115 TL olarak yansır. GSM aboneleri bugüne kadar sadece kendi gelirleri içinde kalan yüzde 15’lik kısım için yani örnekten gidersek 15 TL’lik kısım için KDV ve Özel İletişim Vergisi ödüyorlardı.Zaten mantıklı olanı da bu. Nitekim bu konuda daha önce Gelir İdaresi’nden alınmış yazılı görüşler de var. Öyle ya, yurtdışındaki bir operatöre giden paradan niye KDV ve ÖİV kesilsin ki? Bu harcama sizin yurtdışında yaptığınız ve bedelini de yurtdışındaki operatöre ödediğiniz bir harcama. Londra’da ucuzluktan bir Church ayakkabı almak gibi bir şey. (Yakında Maliye, Londra’da satın aldığınız ayakkabıdan da yüzde 18 KDV kesebilir haberiniz olsun)15 TL’lik komisyondan yüzde 18 KDV olarak 2.7 TL, yüzde 25 Özel İletişim Vergisi olarak da 4.4 TL kesiliyordu. Yani faturanız 122.1 TL’ye yükseliyordu. Şimdi Maliye operatörlere diyor ki, “Sen yanlış yaptın, sadece kestiğin komisyon olan 15 TL’nin değil, yurtdışındaki operatöre verdiğin 100 TL’nin de KDV ve ÖİV’ni bana ödeyeceksin.” O zaman bakın fatura nasıl kabarıyor?115 TL’den yüzde 18 KDV 20.7 TL yapıyor.Özel İletişim Vergisi, KDV’li fiyat üzerinden alındığından yani verginin vergisi hesaplandığından 34 TL oluyor. Yani işin özü siz artık yurtdışında 100 TL’lik görüşmenin sonunda 122.1 TL değil, yaklaşık 170 TL ödeyeceksiniz. İşin daha da özü konuşma maliyetiniz yüzde 40 artacak. Yurtdışında yaptığınız, hizmeti de yurtdışındaki bir operatörden aldığınız 100 TL’lik bir konuşma için Türk Maliyesi’ne 55 TL civarında vergi vereceksiniz.Güzel iş değil mi...
Dünya Göz Hastanesi, Antalya yatırımını tamamladı ve Aralık ayında faaliyete geçiriyor. Bu hastanede yılda 50 binin üzerinde yabancı hastanın göz ameliyatı gerçekleşecek. Yurtdışındaki kliniklerde muayene olanlar 2 bin 500 euroya 10 gün tatil yapıp, son gün de ameliyat olup ülkelerine geri döneceklerDünya Göz Hastanesi’nin yıllık yabancı hasta sayısını 50 binin üzerine çıkaracak Antalya yatırımı tamamlandı. 14 bin metrekare alan üzerine kurulan ve Türkiye’de sağlık turizmi alanındaki en büyük yatırım olan hastanenin açılışı Aralık ayında gerçekleşecek.Bu hastaneye dünyanın farklı ülkelerinden hasta getirilebilmesi için altyapı çalışmaları da hızlandı. Daha önce Amsterdam, Köln, Berlin, Brüksel gibi Avrupa şehirlerinde klinikler açan Dünya Göz Hastanesi son olarak Romanya, Arnavutluk, Azerbaycan ve Ukrayna’da kurduğu klinikleri devreye soktu. Bu kliniklerde muayene olan ve göz ameliyatı olması gereken hastalar Türkiye’ye gelerek Antalya hastanesinde ameliyat olacak.Dünya Göz Hastanesi’nin Yönetim Kurulu Başkanı Eray Kapıcıoğlu, sistemi şöyle anlattı: “Kendi ülkelerinde en az 4 bin euroya maledebilecekleri bir göz ameliyatını biz ortalama 2 bin 500 euro’ya yapacağız. Bu yabancı hastalar için çok önemli bir fırsat. Üstelik bu paraya sadece ameliyat olmayacaklar. Önce 5 yıldızlı otelde tatillerini yapacaklar. Buraya uçakla geliş, otele transfer gibi masrafları da bu fiyatın içinde. Tatillerinin son günü ameliyatlarını olacaklar ve ülkelerine dönecekler.” Benim hastam gelemiyorKapıcıoğlu, Antalya bölgesinde 10 otel ile anlaştıklarını, hastaların istedikleri oteli tercih edebileceklerini ifade etti. Geçen yıl 20 bin yabancı hastaya baktıklarını, bu yılı ise yaklaşık 25 bin yabancı hasta ile kapatacaklarını söyleyen Kapıcıoğlu, Antalya yatırımı ile birlikte 2010 sonunda 50 bin yabancı hasta sınırını çok rahatlıkla geçeceklerini belirtti.Yabancı hastalara yönelik bu yatırımla ilgili oldukça heyecanlı görünen Eray Kapıcıoğlu’nu üzen en önemli konu ise Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) üzerinden gelen, kendi imkanları ile ameliyat olacak maddi imkanı olmayan Türk insanına hizmet veremiyor olmaları.SGK’nın açıkladığı fiyatların düşüklüğü yüzünden SGK sisteminden çıkmak zorunda kaldıklarını belirten Eray Kapıcıoğlu, 8 yıldır değiştirilmeyen fiyatların güncellenmesi için yılsonuna kadar bir gelişme beklediklerini ifade etti. Bu konudan Başbakan Erdoğan’ın da haberdar olduğunu, sorunun çözülmesini istediğini belirten Kapıcıoğlu şöyle konuştu: “Düşünebiliyormusunuz, dünyada 24 saat 240 farklı göz ameliyatını yapabilecek başka bir sağlık kuruluşu yok. 75 bin metrekare alanda Dünya Göz Hastanesi bunu başarıyor. O yüzden sadece kliniklerimizin olduğu ülkelerden değil, bizi internetten bulan 107 farklı ülkeden hastamız var. Ancak Türk insanı ise bu önemli altyapı yatırımından yararlanamıyor. Emekli bizi arıyor ancak karneleri ile tedavi olamadığı için geri dönmek zorunda kalıyor. Bu bizi çok üzüyor.”Tırnak çekmeye 150 TL katarakta sadece 350 TLSAĞLIK Uygulama Tebliği’nde (SUT) branş ameliyatları için belirlenmiş fiyatlar arasındaki tutarsızlık hakikaten dikkat çekici. Örneğin tırnak çekilmesi için 150 TL fiyat belirleyen devlet katarakt ameliyatı için sadece 350 TL’lik fiyatı kabul ediyor. Göz ameliyatları için belirlenen tarife tam 8 yıldır değişmemiş. Kornea nakli için SUT’un belirlediği fiyat sadece 659 TL. Oysa dış kulaktan cisim çıkarma için bile 315 TL’lik fiyat belirlenmiş. “Sorunun farkındalar ve SGK’lıların bu sistemden yararlanması, yanlışlığın düzeltilmesi için çalışıyorlar” diyen Eray Kapıcıoğlu en azından maliyetleri dikkate alan bir fiyatı bile kabul edebileceklerini söylüyor. “Bizden maliyetlerimizi istediler. Onlara ameliyatlarda kullandığımız malzemelerin fiyatlarını gönderdik. Bir ekip çalışıyor. Sadece malzeme maliyetlerinin gözetildiği bir fiyat tarifesi ile bile SGK’lılara hizmet verebileceğimizi belirttik” diye konuştu.Devlet hangi ameliyatın ne kadarını karşılıyor?Göz branşındaKatarakt 350 TLGöz yaşı tıkanıklığı 458 TLDelici göz yaralanması 423 TLVitrektomi 768 TLKornea nakli 659 TLRetina kanaması 89 TLKapak tümörü 250 TLProtez göz 549 TLŞaşılık 450 TLGlokom 542 TLDiğer branşlardaBademcik 572 TLTiroid 1.106 TLFıtık 1.150 TLApandist 680 TLHemoroit 452 TLProstat lazer 1.200 TLSinüzit 1.456 TLKulaktan cisim çıkarma 315 TLKırık cerrahisi 1.012 TLTırnak çekilmesi 150 TL
IC Holding’in patronu, Ağrılı işadamı İbrahim Çeçen tarafından tüm masrafları üstlenilen Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi’nin rektörlük binası ve Fen Edebiyat Fakültesi törenle hizmete girdi. 8 yıl sonunda 20 bin öğrenciye ulaşacak ve yaklaşık 60 milyon dolara malolacak üniversite, Türkiye’nin en fakir ili olan Ağrı’nın kurtuluşu için belki de tek umut gibi duruyor. Ağrı, 500 doların biraz üzerinde milli geliri ile Türkiye’nin en fakir ili. Bugüne kadar çeşitli teşvikler verildi ancak ne kendi içinden yetişen bir sermayedarı ne de dışarıdan gelen bir sermayedar şehrin yakınından bile geçip de yatırım yapmadı.Vakti zamanında kurulan ve sayıları 2 elin parmaklarını geçmeyen sanayi tesisinin 7’si son 5 yılda kapandı. Kalanlar da can çekişiyor. Ağrılı hayırsever işadamı İbrahim Çeçen işte böyle bir manzara arzeden Ağrı için belki de yapılabilecek en önemli en stratejik öneme sahip yatırıma öncülük etti ve Ağrı’ya bir üniversite kazandırmak için kolları sıvadı. İnşaat mevsimi iklim koşullarından dolayı çok az olan (Nisan-Kasım) Ağrı’da temeli Mayıs ayında atılan üniversitenin rektörlük idari binası ile Fen Edebiyat Fakültesi olacak ilk bloku önceki gün Başbakan Erdoğan’ın da katıldığı bir törenle açıldı. Üniversitede şu an tek fakültede eğitim başladı ve yaklaşık 3 bin 200 öğrenci Ağrı’da üniversiteli oldu. İkinci blokta inşaata Kasım’a kadar devam edilecek ancak sonrasında o soğukta beton dökmek mümkün olmadığından bahara kadar inşaat duracak. Hedef 8 yılda tamamını bitirmekİbrahim Çeçen, hedeflerinin tüm projeyi 8 yılda bitirmek olduğunu söyledi. İlk 4 yıl 10 bin öğrenci, ikinci 4 yıl da 10 bin öğrenci olmak üzere 8 yıl sonunda 20 bin öğrenciye ulaşacak kapasitede bir üniversite kampüsü ortaya çıkacak. Bunun için toplamda yapılacak yatırım 60 milyon doları geçecek ve bütün masrafı son kuruşuna kadar İbrahim Çeçen üstlenecek. Çeçen’in sadece adının yaşatılmasını istediği üniversite YÖK’ün kontrolünde olacak. Yani bir vakıf üniversitesi gibi çalışmayacak. Bu arada üniversite uygulama açısından da bir farklılık gösterecek. Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi’ne girenler, ilk yıl branş seçmeyecek. Tıpkı Sabancı Üniversitesi’nde olduğu gibi dersler ortak olacak. İkinci yıl branş fakültelere dağılım yapılacak. Üniversiteye YÖK tarafından atanan Rektör Prof. Dr İrfan Aslan da bilgi birikimi ve vizyonu ile Ağrı için çok büyük bir şans gibi görünüyor.60 milyon $’lık fabrika bu kadar etki yaratamazBaşlığa aldanıp da Ağrı’ya birinin 60 milyon dolara fabrika kuracağını düşünmeyin sakın. Ancak İbrahim Çeçen’in 60 milyon dolara inşa edeceği üniversite, Ağrı’ya 60 milyon dolar sermaye ile bir sanayi tesisi kurulsa şehrin ekonomisine sağlayamayacağı bir katkı yapacak. Hesap aslında basit. Bir öğrenci her ay yaklaşık 500 TL harcama yapacaktır. 20 bin öğrencinin yüzde 80’inin dışarıdan geldiği ve yılda ortalama 7 ayını Ağrı’da geçirdiğini düşünürsek, şehir ekonomisine her biri 3 bin 500 TL bırakacak. Bu dışarıdan gelenlerin şehir ekonomisine 56 milyon TL katkı yapacağı anlamına gelir. Ağrı pilot bölge olabilirBu paradan akaryakıtçısı, lokantası, cafesi, şayet açılırsa sineması (Ağrı’da henüz bir sinema salonu yok), servis çeken şoförü para kazanacak. 20 bin öğrenci için en az 1000 de akademisyen şehre gelecektir. Aileleri ile onlar da en az 3 bin kişilik bir ekonomik güç olacak. Kreşler, ana okulları ortaya çıkacak. Ağrı’nın ekonomik görünümü ve şehir profili büyük ölçüde değişecek.Bunların hepsi İbrahim Çeçen’in kurduğu üniversite sayesinde olacak ve dediğim gibi bir sanayi kuruluşunun yaratamacağı etkiyi Ağrı’da yaratacak. Çeçen’i bu hayırsever yaklaşımı için hakikaten tebrik etmek gerekiyor. Ağrı’dan Erzurum’a karayoluyla dönerken yanımda Milli Eğitim eski Bakanı Hüseyin Çelik oturuyordu. “Siz acaba daha önce bir üniversitenin kurulduğu ile yaptığı ekonomik katkıyı ölçen bir çalışma yaptınız mı?” diye sordum. Böyle özel bir çalışma yapılmamış. Bu konuda Ağrı pilot olabilir. Çünkü geliri o kadar düşük ki, üniversite, benim yaptığım hesabın çok gerisinde bir katkı yaratsa bile etkisi hemen hissedilecektir. ‘Burası bir vaha olur Ağrı ile bütünleşir’ İBRAHİM Çeçen’in açılışta gözleri parlıyor. Doğduğu, 17 yaşına kadar yaşadığı şehre bir şeyler verebilmenin haklı gururunu yaşıyor. İbrahim Bey’in 4 erkek çocuğu var. En küçükleri 32 yaşındaki Salih, bu işi bir vatan görevi kabul edip Ağrı’ya gelmiş ve bizzat inşaatın başında duruyor. Fırat ABD’de olduğu için yok ancak diğer çocukları Murat ve Serhat, Ağrı’da bu anlamlı günde babalarının yanında. Ağrı’da dikkatimi çeken ilk şey hemen hemen hiç ağaç olmamasıydı. Üniversiteye tam 100 bin ağaç dikilmesi planlanmış. 28 ayrı türde 2 bini dikilmiş büyüyor. ‘Burası benim hayalimdi’İbrahim Çeçen hayalini gerçekleştirmenin heyecanı ile bu proje için 60 milyon dolar ayırmanın nedenlerini şöyle özetliyor: “Burası Ağrı ile bütünleşecek. Ağrılı’nın yaşam biçimi bu üniversite ile birlikte gelişsin istiyorum. 1.5 milyon metrekare alana yayılan bu kampüste inşa edilecek en modern ekipmanlarla donatılmış spor salonları, stad, açık kapalı tenis kortları, Ağrı’ya Ağrılı’ya başka bir hava katsın istiyorum. Botanik bahçesi ile Ağrılı bu sert iklimde bile ağaç yetişebileceğini görsün istiyorum. 7 milyon TL’ye kurulan laboratuvarda her türlü tarım analizleri, hayvan analizleri yapılacak. Halkıyla, sanayi ticaret odası ile ziraat odası ile bütünleşecek bir üniversite, Ağrı’da ekonominin çarklarını döndürecektir. 100 bin ağacı ve yemyeşil ortamı ile Ağrı’da adeta bir vaha olacak. Buna inanıyorum. Burası benim hayalimdi. üniversite başvurum yıllarca sonuçsuz kaldı. 2007’de çıkan kanunla hayallerimi gerçekleştirme imkanı buldum. Şu an kurduğum vakıf üzerinden 650 öğrenciye burs veriyorum. Burs verip mezun olan öğrencilerimin sayısı 2 bin 500’ü geçti. Ancak üniversitenin yeri başka. Bu sayede burada yerel ve bölgesel kalkınma projelerini gerçekleştirebileceğiz. Buraya dışarıdan gelip öğretim görenlerin her biri fahri Ağrılı olacak.” İbrahim Çeçen inşa ediyor,YÖK’e teslim ediyor. Üniversitenin yönetiminde söz hakkı yok. Ancak bir ricası var. Bence çok da mantıklı ve haklı bir rica... “Lütfen burayı çekim merkezi haline getirecek ayrıştırıcı projeler yapılsın. Mesela bir Çin dili ya da Rus dili öğretecek fakülte kurulsun. Kurulsun ki öğrenciler bu üniversitede okumanın ayrıcalığını yaşasın.” diyor. İshak Paşa Sarayı’nın kopyası inşa edilecek1.5 milyon metrekare alana yayılan üniversite kampüsü bittiğinde böyle olacak. Kapalı alanlar yaklaşık 140 bin metrekareyi kapsayacak. Kampüsün içine İshak Paşa Sarayı’nın bire bir kopyası da inşa edilecek ve kütüphane olarak kullanılacak.
Kim ne derse desin, 2008 yılında patlak veren global krizin en derinden vurduğu ülkelerden birisi Türkiye’dir. Evet belki Türkiye diğer ülkeler gibi bankalarına kaynak aktarmak zorunda kalmadı ancak diğer tüm unsurları ile krizi buram buram iliklerine kadar yaşadı. Yaşamaya da devam ediyor. Açıklanan Orta Vadeli Program (OVP) da zaten bu krizi ve Türk ekonomisinde açtığı derin yarayı ortaya koyuyor. Geçtiğimiz günlerde Ekonominin Çarı, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan “Bu kriz bizi 3 yıl geriye götürecek, 2011 yılında 2008 yılı rakamlarını ancak yakalayacağız” şeklinde demeç vermek zorunda kaldı.Aslında rakamları daha da geriden tararsak bu krizin Türkiye’ye çıkardığı faturayı daha net görmek mümkün oluyor.Çiller Hükümeti döneminde Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı olarak görev yapan şimdi Demokrat Parti’nin Genel Başkan Yardımcılığı görevini üstlenen Ufuk Söylemez, bu taramayı yapıp rakamları konuşturarak bana göndermiş. Ortaya çıkan sonuçlar bir hayli ilginç.“OVP ile ilan edilen temel ekonomik büyüklüklerin biran için aynen gerçekleştiğini ve tutturulduğunu varsayalım” diyor. 2003-2012 yılları arasındaki 10 yılda (eğer AKP’nin orta vadeli planındaki hedefler aynen tutturabilirse) ülkenin ortalama büyüme hızı yüzde 4.23 olarak gerçekleşecek.Halbuki 1963-2002 yılları arasında Türkiye’nin 40 yıllık ortalama büyüme hızı yüzde 4.38 olmuş. Yani siyasal çalkantılar, kısa ömürlü koalisyonlar ve ara dönemlerin yaşandığı 40 yılda elde edilen ortalama ekonomik büyüme, AKP’nin 2012 yılına kadar gerçekleştireceğini iddia ve arzu ettiği (erken seçim olmazsa) 10 yıllık iktidar süresinde erişebileceği büyümeden daha fazla.Aynı durum işsizlik oranlarında da geçerli.Türkiye’nin 1988 yılından, AKP’nin iktidarı ele geçirdiği 2002 Kasım seçimlerine kadar geçen 15 yıllık sürede ortalama işsizlik oranı yüzde 7.74 olarak gerçekleşmiş.Halbuki AKP iktidarının 2003-2012 yılları arasındaki 10 yıllık iktidarında (erken seçim olmazsa) gerçekleşecek işsizlik oranı, ortalama yüzde 12.14. Yani AKP ile geçen 10 yıl, AKP’den önceki 15 yılın ortalama işsizliğinden yüzde 50 daha fazla. Bu hesabı OVP’nin aynen tutması ihtimaline göre yapıyoruz. Biliyorsunuz son günlerde dünyada ve tabii ki Türkiye’de büyümenin gecikebileceği 2010 yılının üç hatta son çeyreğine sarkabileceğine dair söylemler de arttı. Eğer öyle olursa 2010 yılında yüzde 3.5’lik büyümeyi bile yakalayamayabiliriz.Sonuç olarak ekonomide çok da övünülecek bir tablo yok ortada...Tabii bir de buna AKP döneminde artan iç ve dış borçları da eklemek lazım. Cumhuriyet’in kurulduğu 1923 yılından 2002 yılına kadar alınan iç ve dış borç toplamı 222 milyar dolar olmuş. 7 yıllık AKP iktidarı döneminde ise kamu ve özel sektörün iç ve dış borçlarında 243 milyar dolarlık bir artış yaşanmış.